25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Perşembe 17 Kasım 2016 6 F17BAI oranlaıkydlaodsı yadaYDRIEAZNAVİASGSAEINRLRDİŞAAMFE Dört eski bakanın rüşvet aldığına ilişkin iddiaların yer aldığı fezlekeler, ABD’de tutuklu bulunan Sarraf dosyasına girdi Türkiye’de kapatılan 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda gündeme gelen dört eski bakanın rüşvet aldığına ilişkin iddiaların yer aldığı fezlekeler, ABD’de tutuklu bulunan Rıza Sarraf’ın dava dosyasına girdi. Belgelerin doğruluğunun FBI tarafından teyit edildiğini belirten New York Güney Bölgesi Başsavcısı Preet Bharara, Türkiye’de 17 Aralık operasyonunun başlamasına neden olan ancak daha sonra kapatılan 400 sayfalık 17 Aralık fezlekesinin İngilizce çevirisi ve fezlekede yer alan görseller ve tapelerinde yer aldığı dosyayı elektronik olarak Amerikan Federal Adalet Sistemi’ne koydu. Bu şekilde Türkiye’de yayın yasağı getirilen ve engellenen 17 Aralık fezlekesi kamuya açık bir şekilde dava dosyasına girmiş oldu. Amerika’nın Sesi’nden Can Kamiloğlu’nun haberine göre, dava sürecinde tartışmaların odak noktasını, Türk polisi tarafından 17 Aralık 2013 yılında Sarraf hakkında hazırlanan fezlekenin mahkemeye delil olarak sunulması oluşturuyor. Türkiye’de 17 Aralık’ta hazırlanan polis fezlekesinin, Sarraf’ın, epostalarını okumak için delil olarak kullanılıp mahkemeden izin alınmasına avukatlar itiraz ediyor. Avukatlar ayrıca Sarraf’ın epostalarının incelemek için alınan yasal iznin Türk Adalet Bakanlığı’yla da paylaşılması konusunda mahkemeye bir başvuruda bulundular. New York Güney Bölgesi Federal Mahkeme Hâkimi Richard Berman, savunmanın bu isteğini reddetti. Dava sürecinde nelerin delil olarak kullanılacağı yönünde bir iddia ve savunma makamı arasında bir uzlaşma sağlanmazken, bu konuda son kararı yargıç Berman verecek. Gazetemize yapılan baskı da var Savcı Bharara tarafından mahkemeye sunulan itiraz dilekçesinde Türkiye’de basına uygulanan sansür, gazetelerin kapatılmaları, tutuklanan gazetecilerle ilgili bilgilere de yer verildi. Türkiye’nin dünyada basın özgürlüklük leri sıralamasında gerilediği de belirtildi. Gazetemiz eski Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’ın yazdıkları sonrasında hapse girdiği ifade edildi. Türkiye’de Can Dündar ve gazetemize uygulanan baskılar ifade edildi. ‘Yiyip içmedik’ cevabı Bharara, mahkemeye sunduğu dilekçede, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın açıklamalarını hatırlatıp Sarraf’ın olayı siyasileştirmek istediği ni belirterek, ABD’de görülen davanın Türk politikacıları ilgilendirmediğini ancak Sarraf’ın suç ortaklarını da kapsadığını belirtti. Erdoğan’ın “Savcı Bharara da hâkim Richard Berman Türkiye’de daha önce FETÖ’nün yedirip içirdiği isimler” açıklamasına da dilek çesinde tepki gösteren Bharara, “New York Güney Bölgesi Başsavcılığı’na bağlı hiçbir kimse Türkiye’de yiyip içmedi” ifadelerini kullandı. DOSYADA 4 BAKAN BAŞROLDEYDİ 17 Aralık soruşturmasında şüpheliler arasında İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ve Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış bulunuyordu. Halkın gözünde siyasiler temiz değil Türkiye’ye ret New York’ta devam eden Sarraf davasının hâkimi Berman, önceki gün aldığı bir kararla iddia makamını mahkemeye davet etti. Hâkim Berman ve New York Güney Bölgesi Başsavcılığı yetkililerinin gerçekleştirdiği toplantı sonrasında gizli kalmak kaydıyla 10 Kasım tarihinde Başsavcı Preet Bharara tarafından kaleme alınan yeni bir dilekçe daha Federal Adalet Sistemi’nde akşam geç saatlerde yayımlandı. Belgede, Sarraf soruşturmasının başlatılmasına esas olan 2014 tarihinde gizli olan bir mahkeme belgesinin, gizlilik kararı kaldırılarak kendileriyle paylaşılması yönündeki Türk Adalet Bakanlığı talebinin kabul edilemez olduğu belirtildi. 42 ülkede gerçekleştirilen Uluslararası Şeffaflık Örgütü araştırmasına göre yolsuzluk çok ciddi boyutlara ulaştı Uluslararası Şeffaflık Örgütü 2016 Küresel Yolsuzluk Barometresi’ne göre, Türkiye’de toplumun yüzde 45’i yolsuzluğun dört yıl öncesine göre daha yaygın olduğunu düşünüyor Avrupa ve Orta Asya’daki 42 ülkede gerçekleştirilen Uluslararası Şeffaflık Örgütü ‘2016 Küresel Yolsuzluk Barometresi’ araştırması, dünya çapında yolsuzluğun çok ciddi boyutlarda olduğuna işaret ediyor. Araştırma sonuçlarına göre, “yolsuzluk en büyük üç sorundan biri olarak belirlendi ve araştırmaya katılanlardan yüzde 53’ü hükümetlerin yolsuzlukla mücadelede başarılı olmadığını belirtti. Dünyada yolsuzluğa en çok karışan gruplar, milletvekilleri ve kamu görevlileri olarak gösterildi. Daha da yaygınlaştı Türkiye’deki bulguların da dünyadaki yolsuzluk portresiyle benzerlik gösterdiğinin altı çizilen araştırma sonuçlarına göre yüzde 45’lik bir kesim yolsuzluğun dört yıl öncesine göre daha yaygın olduğunu, katılımcıların sadece yüzde 29’u ise yolsuzluk konusunda bir iyileşme olduğunu düşünüyor. Tüm kesimlere çağrı Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün Türkiye ayağını oluşturan Uluslararası Şeffaflık Derneği’nin Başkanı E. Oya Özarslan, yolsuzluğun ekonomiyi yavaşlatan, hukukun güvenirliliğini azaltan, kısıtlı kaynakların kötü kullanımına ve adaletsizliğe yol açan bir sorun olduğuna dikkat çekerek bu sorunun giderilmesi için toplumdaki tüm kesimlere çağrıda bulundu. Müdahale suçlaması Bharara dilekçesinde Türk Adalet Bakanlığı’nı, Amerikan hukukunun bir belgeyi nasıl kullanacağına müdahale etmekle de suçladı. New York Güney Bölgesi başsavcısı dilekçede, Türkiye’nin Amerikan adalet sisteminin nasıl çalıştığını bilmeden müdahale ettiğini savunuyor. ‘Hepsi gerçek’ Bharara, imzalı dilekçede kanıt olarak mahkemeye sunulan fezlekenin doğruluğunun İstanbul’da görevli FBI yetkilileri tarafından teyit edildiği belirtildi. Dilekçede, “Bu fezlekenin ortaya çıkması sonrasında soruşturmayı yürütenler ya tutuklandılar ya da görev yerleri değiştirildi. İstanbul’da görevli FBI ajanları sunduğumuz bu fezlekeyle ilgili doğruluğu yönünde emin oldukları konusunda görüş bildirdiler. Hazırlanan fezlekede bulunan şahıslar gerçek kişiler, telefon kayıtları ve fotoğraflar gerçek. ABD yetkili makamlarının da bu konuda yapmış olduğu bağımsız soruşturmada vardığı kanı hazırlanan fezlekeyle örtüşüyor” denildi. 2016 KÜRESEL YOLSUZLUK BAROMETRESİ n Siyasal kutuplaşma yolsuzluğa dair algılarda önemli bir rol oynuyor. Toplumun yüzde 41’i hükümeti yolsuzlukla mücadele konusunda başarılı bulurken yine yüzde 41’lik bir kesim başarısız olduğunu düşünüyor. n Katılımcıların yüzde 62’sinin de (yüzde 23 tümü, yüzde 24 kısmen ve yüzde 15’i çoğunlukla olmak üzere), yürütme erkini oluşturan tüm kurumların ve kurum temsilcilerinin yolsuzluğa karıştığını düşünüyor. Yüzde 67’si bulaştı n Milletvekilleri yüzde 67, hükümet yetkilileri yüzde 66 ve yerel yönetim temsilcileri yüzde 66 oranında yolsuzluk yaptığı düşünülüyor. Toplum, yargı erkini temsil eden yetkililere de yüzde 64 oranında güven duymuyor ve yargının yolsuzluğa karıştığını düşünüyor. Aynı şekilde, toplumun yüzde 58’i din görevlilerinin de yolsuzluğa karıştığını düşünüyor. n Yolsuzluğun en yoğun olduğu kurumlar sorulduğunda katılımcıların; yüzde 41’i hükümet yetkililerine, yüzde 40’ı Meclis’e, yüzde 39’u vergi dairelerinde çalışan kamu görevlilerine, yüzde 38 yerel yönetim temsilcilerine, yüzde 38 yürütme erkine, yüzde 36 yargı erki temsilcilerine, yüzde 35 özel sektör yöneticilerine, yüzde 33 dini liderlere, yüzde 32 ise polise işaret etmektedir. n Son 12 ayda kamu hizmet ve işlemleri sırasında yurttaşların, yüzde 23’ü işsizlik güvencelerinden yararlanmak isterken, yüzde 20’si yargı süreçlerinde, yüzde 18’i devlet okullarında, yüzde n Toplumun yüzde 50’lik dilimi, zenginlerin hükümet politikalarının belirlenmesinde etkili olmasını bir sorun olarak görüyor. 16’sı sosyal güvenlik sistemine dair haklarını kullanmak isterken rüşvet ve usulsüz ödeme yoluna başvurduğunu belirtiliyor. İhbardan kaçınıyorlar n Toplumun yüzde 57’lik bir kısmı, kendisi için olumsuz sonuçlarından çekinmesi, kanıtlanamayacağını düşünmesi ya da ihbarın yapılacağı kurumların da yolsuzluğun bir parçası olduğunu düşünmesi gibi nedenlerle ihbarda bulunmayacağını belirtiyor. l Ekonomi Servisi haber EDİTÖR: ÖZGÜR ÖZKÜ TASARIM: İLKNUR FİLİZ Çöken ekonomi: 6 yılda 70 bin dolar varlık erimesi Tamam yeni anayasa, başkanlık sistemi tartışmaları ve bu konuda siyasi gelişmeler, hepsi önemli. Bunları tartışmaktan kaçamazsınız. Ama Türkiye’nin yaşadığı, çok önemli başka bir gerçek var: Çöken ekonomi! Ütülen millet! Doların 3.30 TL’ye vurması, bu ülkenin hayatında yaşamadığı bir ekonomik çöküntüdür. Başka bir ülkede büyük sarsıntılar yaratır, fakat iktidar sanki böyle bir olay gündemde yok gibi davranıyor. Gezi Parkı Direnişi’nde dolar başını minik kaldırınca, iktidar söylemediğini bırakmamıştı. Yok üst akıl, yok alt akıl... Şimdi ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetimi ülkede büyük bir ekonomik çöküntü yarattı, ama kılları kıpırdamıyor. Bakanlar, danışmanlar, tam tersine, bunlar geçici şeyler diye gaz veriyor! Ekonomik çarkların dönmesi, uzun zamandır iki ithalat girdisine bağlı ülkede: 1) Hammadde, yarı mamul madde, orta ve ileri teknolojik araçgereç ve makine vb ile, 2) Yabancı sermaye... Yabancı sabit sermaye yatırımları çok azaldı. Dolayısıyla istihdam yaratılamıyor. Doların 3.30’a tırmanışı ile tüm ithalat ile üretimi pahalandı. Kenadraişmestaerplıekdvee İşadamları umutsuz. İzmir yolunda uçakta İstanbul’da danışmanlık yaptığı toplantıdan üniversitesine dönen bir iktisat bilimcisiyle sohbet ediyoruz. Diyor ki: Gelen soruların hepsi ne olacağız endişesi taşıyor. Yıllardır hiç bu kadar karamsar ve derin endişeli bir toplantıda bulunmamıştım. Bırakın yeni yatırımı veya genişlemeyi, var olanı nasıl koruruz endişesinin ötesinde, nasıl su üzerinde kalırız düşüncesindeler... Bir yeminli mali müşavir: Piyasa karışık ve allak bullak. Özellikle de kayyım atanmış şirketlerle şu veya bu şekilde ilişki kurmaktan çekinenler tonla. Bu şirketlerin mesela sigortalı çeklerini kırdıran kırdırana. Trilyonlar dönüyor böyle... İnşaat şirketlerinin gazetelere verdikleri ilanlar ve pahalı tanıtım broşürleri bombardımanı bize şunu anlatıyor: İşler kesat! Evleri satamama telaşı ve sektörde durgunluk belirtisi dışa vurdu. Kadıköy boş evlerle kaynıyor. Yeni inşaatların yüksek arsa maliyetleri nedeniyle, yeni konutlarını satacak müşteri bulmakta zorlanıyor şirketler. İktidar hâlâ bakın ne yüce in şaatlar yapıyoruz propagandasında. Kanal İstanbul reklamı, 17 milyara mal olacak Çanakkale köprü ve otoyol propagandasıyla tutunmaya çalışıyor. Bunların hepsinin ülkenin birincil ihtiyacı olmayan boş işler olduğunun farkında değiller. İnsanlar işlerini hızla kaybediyor. Bütçeler küçülüyor. 7v0arblıkinedroimlaersi Doların 3.30’a yükselmesinin nasıl bir yoksulluk ve varlık erimesi yarattığını bir tanıdık, hesap ederek gösterdi: Büyükada’da 2010’da iyi konumda bir daireyi 325 bin liraya satın aldı bir aile. Kullandıkları 200 bin TL’lik banka kredisine ödedikleri 50 bin TL faizle birlikte, evin fiyatı toplamda 375 bin TL’ye geldi. 2010’da bu işlemler yapılırken doların fiyatı 1.50 TL idi. Yani 375 bin TL’nin dolar karşılığı 6 yıl önce 250 bin dolardı. Evini birkaç aydır satmak istiyor. Verilen en yüksek fiyat 600 bin TL. Bunun dolar olarak karşılığı ise, sıkı durun: 180 bin dolar! Yani 70 bin dolar yoksullaşmış durumda. 6 yılda adım adım yaşanan değer kaybının somut ifadesi. Bu durumun salt bu eve aileye özgü olduğunu düşünmeyin. Bazı çok özel bölgelerde şüphesiz bunun tersi durumlar ortaya çıktı. Ama genel ortalama olarak, doların bu yükselişi karşısında malmülklerde değer kaybını oturup hesap edin. Sadece bu mu? Şirketlerin dolar borçları 228 milyar idi ağustosta. Şimdi 3.30 dolar ile borçları TL cinsinden tepe yaptı. Bu adamlar Türkiye’de üretim yapıyor! aMyuahğaalekfaeltksın! 2006’da bu iktidar paradan sıfırları attı. 10 yıl içinde paranın değeri ne kadar düştü? Şöyle resmi tüketici enflasyon yüzdelerini, sadece yıllara göre üst üste toplarsanız, yüzde 80’i bulursunuz. Neredeyse yüzde yüz, yani 100 liranız 50 TL’ye indi. Bu yoksulları daha çok vurmuştur. Maaşların ortalama en az bu kadar arttığını savunan? Muhalefet, her bir ekonomi başlığı üzerine hemen her gün gündem yaratacak büyük basın toplantıları düzenlemelidir. Başkanlık alavere dalaveresine karşı yürütülecek en şiddetli muhalefet biçimi bu olmamalı mı? ‘Sağlıkta iflasa dönüşüm’ programı Kamu hastaneleri batma noktasında AYŞEGÜL BAŞAR Sayıştay raporu, AKP’nin sağlıkta dönüşüm programı ile Kamu Hastane Birlikleri adı altında işletmeye dönüştürdüğü Sağlık Bakanlığı hastanelerinin finansal olarak sürdürülebilirliklerinin olmadığını ortaya çıkardı. Sağlık Bakanlığı’nın döner sermaye ile döndürdüğü ve özel sağlık sektörü ile rekabete açtığını iddia ettiği kamu hastanelerinin “esasen ortada döndürülen bir sermaye olmadığı, mali gücünün yetersizliği, çok ciddi bir borç yükü altında olduğu ve kısa vadeli borçlarını karşılayamaz durumda olduğu” Sayıştay raporu ile tespit edildi. Ödeme gücü yetersiz T.C. Sayıştay Başkanlığı Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumuna Bağlı Döner Sermaye İşletmeleri 2015 Yılı Düzenlilik Denetim Raporu’nda Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu için yapılan denetlemede, bu sağlık tesislerinin mali yapısı ile kârlılık ve çalışma durumu hakkında ulaşılan sonuçlar özetle şöyle: lSağlık tesislerinin, kısa vadeli nakit akışı durumlarının ve ödenmesi gereken borçlarını ödeme gücünün yetersiz olduğu, lÇok ciddi bir borç yükü altında olduğu, mali bağımsızlığının düşük olduğu ve öz kaynak yetersizliğinden dolayı ileride borç bas kısı ile karşılaşabileceği, lBorçlar artarken, özkaynakların da önemli ölçüde azalıyor olması ve finansal açıdan risklerle karşı karşıya kalındığı, faaliyet durumu açısından etkin olmadıkları, lYaptıkları işlemler sonucunda zarar ettikleri, mali durum ve işletme açısından yıllar itibarıyla daha da kötüye gittiği, döner sermaye olarak faaliyet gösteren sağlık tesisleri için esasen ortada döndürülen bir sermaye olmadığı kanaat ve sonucuna varıldığı bildirildi. Kamu idaresi onayladı Kamu idaresi ise cevabında; bulguların doğru olduğunu kabul ederek, Genel Sağlık Sigortası kapsamında sunulan hizmet bedellerinin ve girdi maliyetlerindeki artışa rağmen, geri ödemede esas alınan Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) fiyatlarının büyük ölçüde sabit kalmasını başlıca gerekçe olarak gösterdi. Kamu idaresinin diğer gerekçeleri şöyle: lEkonomiye yön verenlerce hedeflenen borçlanma tutarları nedeniyle değişken giderlerine yönelik olarak borç vadelerinin uzaması, lArtan nöbet ücretlerini döner sermaye kaynaklarından karşılamakta zorlanması, lGöç krizi nedeniyle milyonlarca geçici koruma altına alınanlara hizmet verilmeye başlanması, gelirin azalmasıyla borç ödeme gücünün yetersiz olabileceği ifade edildi. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle