18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Çarşamba 2 Eylül 2015 yorum TASARIM: SERPİL ÜNAY 18 amuel Finley Breese Morse, ressamdı. Ama uygarlık tarihine renk değil, ses titreşimleri bıraktı. Morse, 1832 yılında elektrik tellerini kullanarak telgraf çekmeyi düşünüp başardığında, buluşunun önemi hemen anlaşılmadı. İlk deney, 1837’de Cooke, Weber ve Wheastone adlı fizikçiler tarafından yapıldı. Daha sonra radyo dalgalarına uygulandı; telgraf ve telsiz oldu. Ama telsiz tekniğinde de son sözü Morse söyledi, çünkü dilini, yani Mors alfabesini o icat etmişti. Örneğin üç nokta, üç çizgi, üç noktadan ibaret S.O.S. çağrısı; “Save Our Souls”, canlarımızı kurtarın, demekti. Titanic’ten Amoco’ya, sulara gömülen efsane gemilerin son ses titreşimleri bu çığlık oldu. Ama binlerce denizci 500 kHz’ye kulak veren radyocu ve telsizciler sayesinde kurtarıldılar. Morse’un buluşu yalnız denizlerde işe yaramadı. Savaşlar yapıldı, telli telsiz telgrafla. Barışlar yapıldı. İhanetler deşifre edildi, kahramanlıklar yazıldı. HHH 23 Ekim 1919’da, İngiliz Sevenler Derneği üyesi ve casus Sait Molla, patronlarına “... Ali Kemal Bey, emrinize eksiksiz uyacak. Zeynelabidin partisiyle de işbirliği yapmaya çalışıyor. N.B.S.495/1, Konya’ya önem verilmesini öğütlüyor...” telgrafını Mors alfabesiyle çekiyordu. “Ya istiklal, ya ölüm!” emri de Mors’la yazıldı. Sakarya Zaferi’nin, ilk hedefleri Akdeniz’e akan orduların arkasında da telgrafın titreşimleri vardı, tık tık tık... Denizcilik 1999’da gömdü, Mors alfabesiyle haberleşmeyi. S.O.S.’un yerini, insan sesiyle söylenen “Mayday!” aldı. Ama Mors alfabesinin tıktıkları, hâlâ işe yarıyor: 2012 yılından beri işitme ve görme engellilerin erişebileceği SMS kodlamasına hayat verdiler. HHH Artık kimse telgraf çekmiyor sanırdım, ama doğru değilmiş, ben de yeni öğrendim. Meğer devlet baş S Ölüm adın lanet olsun! Keskin nişancı kurşunuyla ölen sağlıkçı Eyüp Ergen için ağıt öye askerler bir akşamüstü geldiler, koyunlar ahırlarına dönerken. “Köy ahalisi meydanda toplansın” dediler. Analar, babalar çocuklarını yaşlı ninelere emanet edip, köy meydanında toplandılar. Sonra birden “Hazır!” diye bir ses duyuldu ve meydandakiler gözlerinde şaşkın bir ifade yere yığıldılar. Eyüp, o zamanlar küçücük bir çocuktu. Meydana koşmak istedi, ninesi bırakmadı. Askerler gitti, köyün geri kalan ahalisi ağıt yakıp, ölülerini gömdü. Eyüp annesiyle babasının nasıl olup da bir anda yitip gittiğini hiç anlamadı. Sonra ninesi elinden tutup, kardeşleriyle birlikte onu Cizre’ye getirdi. Eyüp, Cizre’de okula gitti. Türkçe bilmediği için öğretmeninden hiç azar işitmedi. Öğretmen çok iyiydi, çocukları çok severdi. Her bayram onlara lastik pabuç alırdı. Eyüp, pabucunu giydiğinde bağcıklarını bir türlü bağlayamazdı. O zaman öğretmen eğilip onun bağcıklarını bağlardı. Eyüp, okul bitene kadar bağcık bağlamayı öğrenemedi. Hep öğretmeni bağladı. İlkokul bittiğinde dayısı onun elinden tutup daha çok yaşlıların oturduğu bir kahveye götürdü. O günden sonra Eyüp her yıl okul kapandığında kahvenin yolunu tuttu. Liseyi bitirdiği gün, ninesi onun elinden tutup annesiyle babasının mezarlarının bulunduğu köye götürdü. Eyüp o gün mezarlara su döktü, dua etti. Tam o sırada annesinin sesini duydu, en sevdiği ninniyi söylüyordu. Eyüp ninni bitene kadar bekledi, sonra sessizce mezardan ayrıldı. O doktor olmak istiyordu ama kimselerin onu okutacak parası yoktu. Kendince düşünüp bir karar verdi. Hemşire de, sağlıkçı da doktor Eyüp Ergen bir kadar önemliydi. Üstelik onun hastasından yaşadığı bölgede bir sağlıkçı çiçek alırken... çok hayat kurtarabilirdi. Kararını verdi, sağlıkçı olacaktı. Üniversitede arkadaşları onun en çok türkü söylemesini sever oldular. Bir yandan okudu bir yandan da çocukluğundan beri iş yaptığı kahvede harçlık peşinde koştu. Gönül işleri mi, utangaç bir çocuktu. Kızların karşısında kızarıp bozarırdı. Ama bir gün, o utangaç Eyüp gitti, dili bülbül gibi çözüldü ve okul bittiğinde sevdiği kızla evlendi. Bu arada şansı yaver gitmiş, Cizre Devlet Hastanesi’ne hem de çocuk bölümüne atanmıştı. İşe başladı, hasta çocukların sevgili ağabeyi Eyüp olmuştu artık. Hasta çocuklar her gün onun yolunu gözlerlerdi. Çünkü Eyüp ağabeyleri bazen elinde bir kırmızı top, bazen kendi yaptığı topaçlarla hasta koğuşuna giriverirdi. O zaman en halsiz hastanın bile yüzünde bir gülümseme belirir, diğer sağlık personeli gelmeden bazen küçük bir maç yapıverir ya da topaç çevirirlerdi. Yıllardan 2015 olmuştu. Eyüp’ün artık biri beş yaşında diğeri iki aylık iki çocuğu vardı. Kendi okurken çok sıkıntı çekmişti ya, bu nedenle çocuklarının rahat okuması, istedikleri mesleğe sahip olmaları, Eyüp’ün en büyük hayaliydi. Bir gün çocukları da alıp anne babasının mezarına gitmiş ve bu konuda onlara söz vermişti. Yıl 2015’ti ve günlerden Ağustos’un 27’siydi. Eyüp o gün 24 saat süren nöbetini bitirmiş bir arkadaşının arabasıyla eve dönüyordu. Birden bir kurşunla başından vuruldu. Rivayete göre, apartman çatılarına yerleşen keskin nişancılar ateş açmıştı. Evet, sevgili okurlarım bu benim uydurduğum bir hikâye değil. Ne derler her zaman hayat sanatın önündedir. Ben sadece duyduklarımı ve söylenenleri arka arkaya sıraladım. Size bu topraklardan birinin öyküsünü anlattım. Diyorlar ki, çatışma var, kentleri PKK ele geçirdi, onlara karşı savaşıyoruz. İşte sağlıkçı Eyüp Ergen’in hikâyesini okudunuz. O neden öldü? Bileniniz var mı? Annesiyle babası taranırken yaşadığı ağır travmayı çocukları yaşasın istemiyordu ama yaşayacaklar. Çünkü babalarını keskin bir nişancı öldürdü. Ben ne söyleyebilirim, dilimin uçundaki sözcükler canımın acısını gidermiyor. Yine de söyleyeceğim: Ölüm adın lanet olsun! Mayday! Mayday! kanları, birbirlerine telefon etmedikleri zaman hâlâ telgrafla haberleşirlermiş! Zaten Türkiye’deki sonuncu telgraf haberi de bizim devlet başkanıyla ilgiliydi: PTT Genel Müdürlüğü, geçen yıl 26 Ekim’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Süleyman Demirel Müzesi’nin açılışını kutlamak için çektiği munlar “Görgüsüzler, may u gibidir. Y karıya rilerine tırmanırken bece lırsınız. hayran ka ıklarında Ama zirveye vardıp yerleri sadece ay görünür!” AC HONORE DE BALZ 51) sı, 18 (İnsanlık Komedya Oysa bu ülkede cümbür cemaat, tam da Mors alfabesine en çok ihtiyacımız olan bir döneme giriyoruz. İletişimin sınırsızlaştığı bir dünyada, hepimiz, her an potansiyel iletişim suçlusuyuz. Medyanın dili zaten kesildi. Sosyal medya, mahkeme koridorlarına açılıyor. Bir tweet, hapishaneye gönderebiliyor. Boğazımız sıkılıyor, soluğumuz kesiliyor. Yalancıların sesi, yalanların gürültüsüyle çevriliyiz. HHH Üç nokta, üç çizgi, üç nokta, tık tık, tık... S.O.S.! Sıkıldık, bıktık, boğulduk, çıldırıyoruz duyan var mı? Şahsen Türkiye’yi güya erken seçime götürecek Bakanlar Kurulu’nu gördüğümden beri, “Mayday! Mayday!” diye haykırıyorum kendi kendime. Zaten bir dünya cennetine, Fransa ile İspanya sınırındaki Katalunya kıyılarına, “Bir Denizden Ötekine” kitap festivali için Collioure’a davetliyim. Fırsat bu fırsat, epeyce uzaklara gidecek; Yalçın Topçu’dan kültür, Ayşen Gürcan’dan aile bakanı, Burhan Kuzu’dan hukukçu, İhsan Özkes’ten müftü ve daha neler neler olmayan bir yerde kafamı dinleyeceğim. Sizleri, içinde debelendiğimiz rezillikten bir anlığına uzaklaştıracak öyküler biriktireceğim, söz! Bana müsaade, izne çıkıyorum... K Mors Alfabesi/Birinci Dünya Savaşı. telgraf zamanında teslim edilmediği için idari soruşturma başlattı... Soruşturma nasıl bitti, bilmiyoruz. Ama Türkiye’de telgrafın tellerine o gün bugündür kuşların konmadığını tahmin etmek güç değil! [email protected] KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK İnsanlar eçen hafta dört günlüğüne BodrumAkyarlar’daydım. Çocuklarım, torunlarımla buluştum. Özlem giderdik. Onlar Almanya’da, Hamburg’da yaşıyorlar. Bir de tekne turu yaptık hep birlikte. Akyarlar’ın karşısındaki YunanKos Adası neredeyse bir taş atımlık uzaklıkta. Kos Limanı’na 2 bin 500 yataklı dev bir yolcu gemisi bağlı, Suriyeli göçmenlere otel görevi görüyor. Fotoğrafını çektik. Bizim kıyılarda ise denize inen kayalıkların eteklerinde yürekleri karşı kıyıya ulaşmak özlemiyle çarpan, bunun için ölümü bile göze alan Suriyeli gruplar var, bize el sallıyorlar. Aramızda konuşuyoruz. Konu göçmenler. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin AB ülkelerine dağıtımından Hamburg’un payına da birkaç yüz Suriyeli düşmüş. Hamburg Senatosu bunlar için bir yerleşim yeri kurmuş. Yetişkinler, gazete ve televizyondan konuyu bildiklerinden kentlerine gelen bu insanları yadırgamamışlar. Çocuklar ise konuyu enine boyuna okulda öğrenmişler; göçmenler daha Hamburg’a ayak basmadan öğrenciler etraflıca bilgilendirilmiş. Konu üzerinde konuşurken, gördüm ki hem oğullarımın, hem de torunlarımın duygularına “acıma” yerine “anlayış” egemen. Durum böyle olunca yaklaşımları da farklı oluyor. Kentin birçok semtinde sivil yardım girişimleri örgütlenmiş, bunlar dilenci konumuna düşürmemeye özen göstererek göçmenlerin çeşitli gereksinimlerini karşılamaya çalışıyorlar. Küçük oğlumun (küçük dediğime bakmayın, yaşı 45) başarılı bir sinema oyuncusu olan Alman kız arkadaşı, Suriye’deki savaşın da, dolayısıyla göçmen sorununun da “küresel kapitalizmin doymazlığının bir sonucu” olduğu görüşünde. Bu görüşe katılıyoruz. Küresel nedenlerin sonuçları da küresel oluyor. Onlar Hamburg’a geri döndüler. Yetişkinler işlerinin güçlerinin başında, çocuklar ise okullarında. Ben de birkaç gündür Gökçeada’da, köyüm Bademli/Gliki’deyim. Buradaki konu ise seçimler. Bilindiği gibi Yunanistan’da 20 Eylül günü genel seçimler var. Son seçimlerde SYRİZA’nın Çipras liderliğinde oyların yüzde 35’ini alarak iktidar olması, halka ülkenin düzlüğe çıkması yolunda büyük umut vermişti. Ne yazık ki Çipras seçimler öncesi halka direnme sözü vermiş olmasına karşın başta Almanya olmak üzere küresel sermayenin baskılarına boyun eğmek zorunda kalıp başbakanlıktan istifa etti. Partisi SYRİZA ise bölündü. Rum komşularımız tatillerini geçirdikleri eski yurtları Gökçeada/İmroz’u yavaş yavaş geride bırakıp Yunanistan’a dönüyorlar. Kimisi işini kaybetmiş, kimisinin emekli maaşı kesile kesile kuşa dönmüş. Hepsi endişeli, hepsi tedirgin… Kimsenin yüzü gülmüyor. Genel seçimlerin sonucu ne olursa olsun, olumlu bir beklentileri, umutları yok! Onlar seçim konusunu açınca biz de hemen 1 Kasım’da yapılacak bizim seçimlerden söz etmeye başlıyoruz. Hani bir halk deyişi vardır, “Söyleme bana derdini/ söylerim sana derdimi/ söylersem sana derdimi/ döver senin derdini…” diye, buraya cuk oturuyor. Benzer tedirginlik, benzer endişe bizlerde de var. Tepemizdeki “muktedir”in gemlenemez hırsının ülkeyi sürüklediği seçimlerden bizlerin de bir beklentisi, bir umudu yok. Büyük olasılıkla bu seçimlerin sonuçları pek bir şey değiştirmeyecek. Toplumun kutuplaştığı, uzlaşma kültürünün gelişmediği, uyuşmamanın marifet sayıldığı böyle bir ülkenin insanlarına rahatlamak, umutlanmak, mutlu olmak ne yazık ki büyük ölçüde hayal olmaktan öteye gidemiyor. Doğal ki bu devran hep böyle sürüp gitmeyecek. Bu uğursuz döngü bir gün mutlaka bir yerinden kırılacak. Ama nasıl? Aramızdaki boş didişmeleri bir yana bırakıp bu soru üzerinde yoğunlaşsak bir yanıt bulabiliriz diye düşünüyorum. “Öyleyse haydi” deyip kolları sıvamaktan gayrı yapacak başka neyimiz var ki? G ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] HARBİ SEMİH POROY 2 EYLÜL 2015 SAYI: 32837 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Tahir Özyurtseven Haber Koordinatörleri Murat Sabuncu Ayşe Yıldırım Başlangıç Yazıişleri Müdürleri Bülent Özdoğan Baydu Can Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu l Haber l Ekonomi: Reklam Genel Müdürü Özlem Ayden Şalt Reklam Genel Müd. Yrd. Nazende Körükçü Reklam Grup Koordinatörü Hakan Çankaya Rezervasyon Yönetmeni Onur Tunalı Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Dış Haberler: Ceyda Karan Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Grafik: Ahmet Sungur l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Ahmet Rasim İzmir Temsilcisi: Serdar Kızık Halit Ziya Sok. No: 14 Çankaya 06550 Ankara Bulvarı 1352 S. 2/3 İzmir Tel: (0232) 441 12 20 Tel: (0312) 442 30 50 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Can Dündar, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Mustafa Balbay, Hakan Kara. Mali İşler Müdürü: Bülent Yener l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Cumhuriyet Caddesi Beşler Apartmanı No: 44 Kat:3 Daire:4 34367 Elmadağ/İstanbul Tel: (0212) 251 98 74 75 81 82 Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 04.52 04.40 05.07 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 06.24 13.1 1 16.49 06.10 12.56 16.33 06.34 13.18 16.55 Akşam 19.46 19.29 19.50 Yatsı 21.10 20.52 21.10 truga Şiir Akşamları” dünyanın en uzun ömürlü şiir festivali. En büyük şiir festivallerinden biri. Bu yıl 54. kez yapıldı. Makedonya’nın en önemli sanat etkinliklerinden. Açılış törenine devlet düzeyinde katılım oluyor. Tören canlı olarak televizyondan yayımlanıyor. Struga, Ohrid gölünün kıyısında güzel bir tatil kasabası. Şiir festivali Struga’ya beş yıldızlı bir otel, bir de kapalı salon kazandırmış. 2631 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirilen festivalde Türkiye’yi İsmail Kılıçarslan ve Bejan Matur’la birlikte temsil ettik. Altın Çelenk Ödülü’nü Çinli büyük şair Bei Dao aldı. İlgi ve destekleri için Üsküp Yunus Emre Kültür Merkezi yöneticilerine teşekkür borçluyuz. “Struga Şiir Akşamları” Struga ile sınırlı kalmıyor, Makedonya’nın neredeyse tüm şehirlerinde etkinlikler gerçekleştiriliyor. Ben de bir grup şairle birlikte Bitola’ya şiir okumaya gittim. Bizim Manastır olarak bildiğimiz Bitola Türkiye’nin yakın tarihi açısından önemli bir kent. Üsküp’ten sonra Makedonya’nın ikinci büyük şehri olan Bitola 1382’de I. Murat döneminde Osmanlı topraklarına dahil olmuş. 1912’ye dek 530 yıl Osmanlı yönetiminde kalmış. Mimari açıdan iyi korunmuş bu şehre daha ilk bakışta Osmanlı’nın izleri görülüyor. Manastır 18. ve 19. yüzyıllarda Selanik’le birlikte Balkanlar’ın siyasi ve kültürel merkezi olmuş. 74 bin nüfuslu şehirde halen Türkiye dahil birçok ülkenin konsoloslukları görev yapıyor. “S Manastır’da bir gün kuruluşu hakkında bilgiler fotoğraflarla anlatılıyor. Atatürk ile ilgili Türkçe ve diğer dillerde yayımlanmış kitap ve broşürler sergileniyor. Genelkurmay Başkanlığı’nca hazırlanmış “Güneşin Adı: Mustafa Kemal” isimli kısa film sürekli gösteriliKöşemen yor. Atatürk’ü tanımak, Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl kurulduğunu öğrenmek isteyenler için gerçekten de faydalı bilgiler. Ama Atatürk Anı Odası’nın ziyaretçilerinin neredeyse tamaKültür merkezindeki basın toplamının Türkiye’den gelen turistler oldutısından çıkışta Milton Manaki’nin ğu göz önüne alındığında bunları tüm fotoğraf makinesiyle birlikte büyük ziyaretçilerin bildiğini tahmin edebilibir heykeli karşılıyor bizi. Resmi tariz. Mustafa Kemal’in Manastır günrihimiz farklı bilgi verse de Manalerine yoğunlaşılıp burada yaşadıklaki Kardeşler ilk Türk filmini çekmişrı hakkında daha fazla bilgi verilseyler. Balkanlar’ın da ilk sinemacıları. di sanırım daha iyi olurdu. İnsanın göManaki Kardeşler’in evi müze olarak zü Mustafa Kemal’in okuduğu sınıfı, korunmuş. Esas sürprizle ise Uluoturduğu sırayı arıyor. Okul arkadaşsal Müze’ye gittiğimizde karşılaşıyoları kimlerdi diye merak ediyor. rum. Manastır Askeri İdadisi müze Atatürk Anı Odası’nın bulunduğu haline getirilmiş. Burası Atatürk’ün birinci katın diğer kanadında müze Selanik’ten, ana ocağından ayrılıp yer alıyor. Türkiye’den gelen turistler öğrenim görmek üzere geldiği yer. buraya pek uğramıyor. Hemen hiç Mustafa Kemal, Manastır İdadisi’nde ziyaretçinin olmadığı salonlarda şeh1896 1899 yılları arasında eğitim rin tarihi tarih öncesinden başlayarak gördükten sonra İstanbul’a Harb kronolojik olarak anlatılıyor. SadeOkulu’na gitmiş. Mayıs 2013’te TİKA ce 530 yıllık bir bölüm atlanmış. Enbinanın ve müzenin yer aldığı birinci ver Paşa’dan, Resneli Niyazi’den, kattaki Atatürk Anı Odası’nın “tadilatı Jön Türkler Hareketi’nden söz edilive tefrişatı”nı yapmış. yor ama Osmanlı İmparatorluğu’nun Anı odasının girişinde Atatürk’ün adı bile anılmıyor. Makedon devrimbüstü bizi karşılıyor. Binanın bir kacilerin neye isyan ettiği de anlaşılanadını kaplayan salonda Atatürk’ün mıyor. Bunu da müzenin düzeltilmebalmumu heykeli, bazı kişisel eşyalasi gereken önemli bir kusuru sayarı sergileniyor. Panolarda yaşamöykülım. Yolunuz Makedonya’ya düşerse Bitola’ya uğramayı ihmal etmeyin. sü, katıldığı savaşlar ve Cumhuriyetin C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle