21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAyLAR ve GORUSLER KÜLTÜR SANAT Cuma 18 Eylül 2015 Linci koruyan bayrak mı? ArmAğAn ÖztürK Artvin Çoruh ü., Sosyoloji Bölümü 16 EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA TASARIM: BAHADIR AKTAŞ rt arda gelen şehit haberleri karşısında Türk halkı balkonlarını, arabalarını ve işyeri camekânlarını bayraklarla süsledi. Salıyı çarşambaya bağlayan gece ise ellerinde Türk bayrağı taşıyan yüzbinlerce insan eşzamanlı bir şekilde sayısız kentte sokağa döküldü. Görünüşte teröre karşı demokratik tepki ortaya konuluyordu. Ama Kürt direnişçiler gibi Türk eylemciler de demokrasiyi şiddetten ayıramadı. Hürriyet gazetesi, ATVSabah binası, HDP Genel Merkezi ve sayısızca Kürt yurttaş saldırıya uğradı. İnsanlar dövüldü, dükkânlar ve parti büroları ateşe verildi. Nasıl bu hale geldik sorusu akla ve vicdanlara kurşun gibi çökmüş durumda. A Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır demiş şair. Türk milliyetçiliği üzerine kaleme alınmış ciltlerce eserden daha açıklayıcı olan bu tek dize son birkaç haftadır içinde yaşadığımız toplumsal şizofreniyi anlamda bize yardımcı olabilir. Linç kültürü! Öncelikle linci koşulsuzca kınamak gerekiyor. Konuşmaya tüm “ama” ve “fakat”ları geride bırakarak böylesi bir kınamayla başlamalıyız. PKK ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki savaşta devletten yana tavır koyabilirsiniz. Ancak bu Cumhuriyeti korumanın yolu HDP Genel Merkezi’ni yakmaktan geçmiyor. Yasa yoksa özgürlük de yoktur. Linç, tıpkı terör gibi yasanın hâkimiyetini ortadan kaldırmakta. Dahası linç girişimlerinin sonu hemen her zaman küçük insan faşizmine dayanan bir normalleşme baskısını da içerisinde barındırıyor. Vatanına sadık olanlar ile öyle olmayanlar, farklılar ile normaller arasındaki farkı deşifre etmeye yönelik bir girişim linç. ABDMeksika sınırındaki uyuşturucu mücadelesine odaklanan ‘SicarioTetikçi’ bizce haftanın en görülesi filmi ugün başlayan filmlerden “Sicario”, şiddetin dalağını yaran birtakım kanlı operasyonlar düzenleyen, yasa tanımaz, acımasız erkeklerin arasında ancak ilkelerinden taviz vererek ayakta kalabilen, sürekli “kurtların ham yapacağı bir kuzu” halindeki, aslında çocuk kaçırılma olaylarına bakan idealist FBI ajanı Kate’in (Emily Blunt) bakış açısından anlatıyor hikâyesini. Film, Hıristiyanlığın başlangıç çağlarında bir Romalı öldüren Yahudiye verilen isimden kaynaklanan, “Tetikçi” (ya da kiralık katil) anlamındaki “Sicario”dan alıyormuş adını. Uyuşturucu tekelinin ABD’yi mesken tutmuş patronu Diaz’ın peşindeki FBI ile CIA’nin operasyonlarına danışmanlık eden, özel harekât polisi Matt’ın (Josh Brolin) takip ekibine dahil ettiği Kate, tekel tarafından karısının kafasının kesilip kızının da asit çukuruna atılarak öldürüldüğü, intikam ateşiyle yanan, attığını deviren, Kolombiyalı eski savcı Alejandro’nun (benzersiz Benicio Del Toro, sırf onun için yazılmış bu rolde bermutat döktürüyor yine) rehberliğinde yapılan nihai operasyonda, görmemesi gereken bazı durumlara tanık oluyor. Ama bütün olanınbitenin yasaların ardından dolaşılarak keyfi biçimde kitabına uydurulmasına meslekiahlaki ilkeleri adına karşı çıksa da mecburen sineye çeken Kate, onu kızına benzettiğinden dolayı hep uzaktan kollayan, süper “Ağır Ağbi” Alejandro’nun finaldeki uzak bir taşra kasabasına taşınması öğüdünü tutacak mıdır öldürülmemek için? Mumya gibi naylonlara sarıp sarmalanmış onlarca cesedin operasyon yapılan Arizona’da Phoenix yakınlarındaki, Bobby tuzaklarıyla dolu çete evinin duvarlarına gömülüp gizlendiği dehşetengiz sahnelerle daha baştan seyirciyi koltuğuna mıhlayan “Sicario”, her ne kadar içeriği bulanık, entrikası karmaşık bulunsa ve sonuçta ilettiği “şiddete karşı daha çok şiddet” mesajı tartışmaya açık dursa da çok profesyonelce kotarılarak çekilmiş, ABDMeksika sınırında geçen, malum aksiyongerilim öğesiyle harmanlanmış, bildik duygusal klişelerle bezenmiş, hatta kimi yerde seyirciye aşırı Sınırdaki uyuşturucu savaşları... B doz etkisi yapan, tekrarlarla uzatılmış, 2 saati aşkın, sürükleyici bir uyuşturucusuçmacera epiği. Fonda uyuşturucu tekelleriyle çetelerin borusunun öttüğü, terör, insan kaçakçılığı, fuhuş ve yasadışı karanlık olaylardan geçilmeyen, gözü kara katillerin cirit attığı, sınır kenti Juarez’in sokaklarında işkence edilmiş, çıplak cesetlerin asıldığı, herkesin hayatta tutunabilmek için mecburen kıyısından köşesinden suça bulaştığı, şiddetle yoksulluğun atbaşı gittiği, kısacası tüm sistemin yozlaştığı, kaotik bir üçüncü dünya ülkesi Meksika var. Bir de amaca varmak için her yolu mübah gören Amerikalı kahramanlar. Kanada sinemasının Fransız diliyle kültürünün ağır bastığı Quebec yakasının (JeanMarc Vallee’yle birlikte) kuşkusuz en önemli isimlerinden olup, en son 1913 yapımı “EnemyDüşman” ve “PrisonersTutsak” filmleriyle anımsadığımız yönetmen Denis Villeneuve’ün, sınır sorunlarına vâkıf Teksaslı Taylor Sheridan’ın senaryosundan çektiği ve Cannes’ın yarışma bölümüne seçilmiş “Sicario”da, gece görüşü sağlayan, gözlük dürbünlerin yeşil filtrelerinden saptanmış operasyon sekansı gibi iz bırakan bölümleriyle usta teknisyenliğini de kanıtlıyor yönetmen. Türk bayrağının bir zırh olarak kullanımı onu iyinin ve birliğin sembolü olmaktan çıkarıyor. nızda dokunulmaz hale geliyorsunuz. Ama bayrağın bu biçimde kullanımı onu ortak iyinin ve birliğin sembolü olmaktan çıkarıyor. Ogün Samast’ın arkasındaki bayrak veya HDP Genel Merkezi’ne tekbir sesleriyle yürüyenlerin elindeki bayrak birleştirici değil bölücü bir unsur. Şiddetin niteliği ve bu işin nereye gittiği sorularını ise ayrıca düşünmeliyiz. Sorunun ana nedeni Kürt hak mücadelesinin silahlı mücadele seçeneğinden vazgeçememesidir. PKK tonlarca bomba kullanarak yüzlerce asker ve polisi şehit ediyor. HDP cılız açıklamalarla barış çağrısı yapıyor. Bu durum ne PKK ne de HDP açısından sürdürülebilir değil. HDP ülkenin batısındaki demokratik kamuoyundan aldığı desteği kaybetmek üzere. Şiddetle arasına mesafe koyamayan HDP’yi savunmak her geçen gün biraz daha zor hale geliyor. Ayrıca parti için kapatılma riski var. Venedik Komisyonu kararları açık. PKK ile HDP arasındaki ilişki liberal bir demokrasinin kaldıramayacağı nitelikte. PKK ve HDP’de radikal bir kavrayış farklılığı yaşanmadığı müddetçe devletin zor aygıtı doğuda daha da sertleşecek. Geniş çaplı operasyonlar, yüzlerce yerleşim biriminde günlerce süren sokağa çıkma yasakları, faili meçhul cinayetler ve işkenceyi içerisinde barındıran bir şiddet paketiyle karşı karşıya kalmamız büyük olasılık. Türklerin çoğunlukta olduğu batı illerinde ise linç ve ayrımcılık tehdidi gündelik hayatın olağan bir parçası olabilir. Üstelik artık sosyal medya var. On binlerce insanı öldürme arzusuyla bir Kürt hedefine yönlendirmek eskisine göre çok daha kolay. Bölücü unsur mu? Türk bayrağı kendisine atfedilen kutsallık nedeniyle linçe çıkmış vandalı devlet ve yasa karşısında korunaklı hale getiriyor. Mesela son birkaç gün içerisinde sayısızca bina tahrip edildi ve çok sayıda kişi yaralandı. Güvenlik güçleri bu olayların faillerine dokunmadı. Ortada tek bir gözaltı veya yakalama işlemi yok. Çünkü Türk bayrağı bir zırh. Arkanıza onu aldığı İntikam ateşi Cılız açıklamalar Kavrayış farklılığı Korku ortamı ve barış isteği F. ÇAğdAş İSLİm İstanbul Bilgi ü. Hukuk Fak. Lisans Öğrencisi Ülkenin her geçen gün artan otoriter ve ayrıştırıcı politik hali hızla toplumun her köşesini ele geçirmeye başladı. fade edilen düşüncelerin doğruluğunu ya da yanlışlığını tartışmaya fırsatımız olmadan düşünceler siyasi iktidara ters gelebilecek bir durumda ise; sonucu gerçekten çok acımasız ve ağır oluyor. Bu gibi durumlarda siyasi otoriteleşmeyi engellemenin önemli kurumlarından biri olan yargının, bağımsız olmadığı da düşünülürse ülkenin yaşadığı karmaşanın sonuçları önüne geçilemez bir hal almış oluyor. Düşüncelerinden ve çalışmalarından sıklıkla yararlandığım Ankara Üniversitesi’nden Kerem Altıparmak Hoca sosyal medya hesabından 29 Ağustos 2015 tarihinde fikirlerini paylaşırken bu durumu şöyle izah ediyor: Türkiye’nin hiçbir sorunu yargı bağımsızlığı kadar hayati ve acil değil. Bu sorun çözülmediği sürece hiçbir siyasi sorun da çözülmez. Türkiye’nin yaşadığı bu karmaşık durum siyasi ve hukuki bir ortak şiddetle açıklanabilir. İ Siyasi şiddetin en tehlikelisi ve hızla yayılanı olan nefret söylemi ise ne yazık ki siyasi parti liderlerinin dilinden düşmüyor. Bunun en canlı örneğini ise Devlet Bahçeli’nin açıklamalarında görmek mümkün. Bahçeli ülkede yapılmış genel seçimler sonucunda yüksek bir oy oranı almış olan bir başka siyasi partinin seçmenleri için şunları söylüyor: si iktidar temsilcilerinin bu zorunluluğu umursamadan söylemlerini ortaya koymasıyla oluşuyor. Erken seçim kararının ardından kurulan kabinede İçişleri Bakanı olarak yer alan Selami Altınok’un şu sözleri değil düşünce ifade etmeye toplumun herhangi kesimin güvenlik güçlerinin soğukkanlı davranması mümkün olabilir mi? Hukuki şiddet durumu ise; bu ülkede hukukun ayaklar altında vahşice çiğnendiğini gösteriyor. Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği gerekçesiyle gerçekleşen tutuklamalar kişileri özgürlüklerinden mahrum ederek telafisi mümkün olmayacak bir durumla tüm toplumu karşı karşıya bırakıyor. Birinci sınıf suç seyirliği Korkarak söylemek Her geçen gün gazetelerden ölüm haberlerini de okuduğumda, gidişatı bir hukuk öğrencisi olarak gerçekten korkuyla takip ediyorum. Böyle bir ortamda barış isteğini dile getirmenin zorluğunu hissediyorum. Yazılarında insan sevgisiyle dolup taşan Oktay Akbal’ın 12 Eylül döneminde hapse girmekten korktuğu halde yazmaya devam etmesini okuyorum onun ardından yazılan yazılarda. Cesaretimi topluyorum. Türkiye’nin gençlerine bu ülkenin aydınlarından kalan mirastır cesaret. Herkesin silahları bırakmasını istiyorum. Barış istiyorum, hemen şimdi! Siyasi ve hukuki şiddet “Oyunu HDP’ye veren şerefsizler”. Bu gibi söylemlerden sonra bu ülkenin gençlerinin birbirlerine duyacağı öfkeyi politikacılar tahmin etmek zorunda. Siyasi şiddetin bir başka tehlikeli hali ise; hukuk kurallarının dışına çıkmaması gereken siya den bir insanı sokağa çıkmaktan bile korkar bir hale getirir: “Gerektiğinde de çok şiddetli bir şekilde kafalarını ezeceğiz.” Bu söylemlerden sonra sokaklarda gerçekleşen, demokratik bir hak olan protestolarda ABD’nin Latin kaynaklı uyuşturucu tekelleriyle mücadelesine yeni bir çözüm getirmeyerek, tartışmalı, makyavelist bir “dinsizin hakkından imansız gelir” demeye getiren bir finale bağlanan “Sicario”, yeterince ikna edici olamayan karakterlerine, çeşitli aksaklıklar içeren, sorunlu senaryosuna karşın başından sonuna temposunu yitirmeyen, meraklısının en azından yılların görüntü yönetmeni Roger Deakins’in yetkin kamerasının saptadığı çarpıcı görüntülerine, usta işi aksiyongerilim sahnelerine, gergin bir atmosfer kuran, işlek, akıcı anlatımına ve oyuncu kadrosuna ilgisiz kalamayacağı, sonuçta sorunlu senaryosunun daha güçlü bir bütünlüğe erişmesini engellediği ancak yine de bu türün meraklısına salık verilecek türden, ilginç bir film “Sicario”. Görsel bakımdan birinci sınıf bir suç seyirliği. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle