23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 9 Ağustos 2015 KULTUR Bu da ‘sıfır bedelli’ müzayede Osmanlı’nın ve Avrupa’nın farklı dönemlerine ait eserlerin de aralarında bulunduğu yaklaşık 200 parça, Çukurcuma Müzayede Kültür ve Sanat Evi’nde gerçekleştirilecek müzayedede ön bedelEDİTÖR: CEREN ÇIPLAK TASARIM: BETÜL BERİŞE siz olarak satışa sunulacak. 19 Ağustos Çarşamba günü saat 17.00’de yapılacak müzayedede eserler, açılış fiyatı belirtilmeden, doğrudan teklif usulü artırma ile satılacak. 19 Bu mezarda elinde alçılı bir kafatası tutan bir iskelet var. Kafatası her biri kırmızıya boyalı birkaç kat alçıyla kaplı. Aşağıdaki görsel ise mezarın rekonstrüksiyonu. 22 yıldır kazılan ve neolitik çağa ait olan insanlık merkezinin halen yalnızca yüzde beşi gün ışığına çıkarılabildi. Barış ve huzurun formülü Çatalhöyük’ten çıktı! Türkiye’ye hatta dünyaya gereken barış ve insanlığın formülü binyıllardır Çatalhöyük’te duruyor. Bölge sanat ve kültürde ‘tek’. undan çok çok uzun yıllar önce, Orta Anadolu’nun (Konya) derinliklerinde, barışçıl ve CEREN ÇIPLAK eşitlikçi insanların yaşadığı ‘gizli’ bir köy vardı, onlar kendilerine ne derdi bilmiyoruz ama biz onlara ‘kaybettiğimiz insanlığın temsilcileri’ diyeceğiz. Onlar, 8 bin kişilik bir köyün Şirinler’i aslında. Bir gün Konya’ya yolunuz düşerse ve iyi bir insan olursanız belki, neolitik dönemin bu 8 bin kişilik köyündeki ‘Şirinler’i bile görebilirsiniz! İroni bir yana, 2012 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne giren Çatalhöyük kazıları, 22. yılını tamamladı. Yapı Kredi’nin desteğiyle yapılan Çatalhöyük kazılarının hikâyesini paylaşmak üzere, Konya’da Kazı Başkanı Ian Hodder’ın ev sahipliğinde ağırlandık. Yüzde beşlik gibi çok az bir bölümü kazılmış olmasına karşın Çatalhöyük’ün, neolitik B Yaşamla ölüm üst üste Hodder, Çatalhöyük toplumuna dair bulgularda ihtiyaç duyulan malzemelerin tedariki için Toroslar’a kadar giden halkın değiştokuş sistemini tercih ettiğini belirterek, “2013 yılında yapılan kazılarda bulunan ince dokunmuş keten kumaş parçasının Suriye’den geldiğini tahmin ediyoruz. Bu da ne kadar geniş bir coğrafyayla ticari ilişkileri, alışverişleri olduklarını gösteriyor” diyor. Öte yandan Çatalhöyük’te üç farklı inanç sisteminin yaygın olarak benimsendiğini belirten Hodder, bunlardan ilkinin vahşi hayvanlara tapınma şeklinde olduğundan bahsediyor. Buna dair de 2011 yılında bulunan etrafı kırmızı boyalı bir buzağı kafası ve bunun altında yer alan kısımda oldukça yoğun bir gömütü örnek gösteren Hodder, diğer iki inanç biçimini şöyle açıklıyor: “Evlerin altında bulduğumuz kafataslarından anladığımız üzere diğer bir inanç biçimi de evlerin taban altına gömülmüş ölü ataları ile ilgili. Üçüncü tip inanç ise büyüye dayalı. Diğer iki sisteminin aksine, bu inancın temelinde kötü ruhlara karşı insanları koruma amacı yatıyor.” İlk yoğurt Çatalhöyük’ten mi? Çatalhöyük’ü 1958 yılında keşfeden ve ilk kazı çalışmalarını 19611965 yıllarında başlatan James Melaart’ın bölgede bugün bile yoğurt yapımında maya olarak kullanılan meşe palamudu kapsüllerine rastlaması, ilk yoğurdun Çatalhöyük’te bulunduğu yönünde ihtimalleri güçlendiriyor. çağ olarak tanımlanan “İlk Üretimciliğe Geçiş Evresi” ile ilgili bilgilerin çoğunu değiştirdiği vurgulanıyor. Türkiye’de barışa en çok ihtiyaç duyduğumuz, çözüm sürecinin tartışıldığı böyle bir dönemde Çatalhöyük’te barışın ve insanlığın formülünü bulduk aslında. Türkiye’ye barışçıl bir atmosfer için sanırım Çatalhöyük formülü lazım. Bugün pek mümkün olmasa da 9 bin yıl önce insanların Çatalhöyük’te nasıl bir arada yaşadığını dinledik. Mega şehir Çatalhöyük, barışçıl, paylaşımcı, eşitlikçi, yoğun sanat üretiminin yapıldığı ve merkezi otoritesi olmayan bir toplum. Sahip oldukları tahılları, eşyaları herkes her şeyi paylaşıyor. Aynı tarihlerde yaşayan diğer toplumlara göre daha komün bir toplum olması, Çatalhöyük’ü özel kılıyor. Burada sokak ve kapı kavramı yok. Evler birbirine bitişik ve evlere, çatıdan içeriye doğru akan merdivenden giriliyor. Çoçuklar, biyolojik annelerinin yanı sıra, başka evlerde de büyütülebiliyor. Yani bir başka deyişle, asıl burayı anlamazsak ‘işte o zaman Hanya’yı Konya’yı göreceğiz’ diyebiliriz. şüncesi, yabani hayvanların doğaüstü güçleri olduğuna inanmaları. Vahşi ayı, yaban domuzu gibi yabani hayvanları öldürüyorlar ve hayvanların etleriyle büyük yemek törenleri düzenliyorlar. Bu yemeklerle sosyal statü sahibi oluyorlar. Leopar ise sembolik ve o ‘din’i açıdan önemli. Leoparı avlıyorlar; ama etini yemiyorlar. Çatalhöyük’te nereye baksanız, leopar figürü görüyorsunuz. Ayrıca ölülerin de, dünya üzerinde etkileri olduğuna inanıyorlar. Her yerde sanat Leoparın gücü Çatalhöyük’te çeşitli ritüel işlemleri var. Çatalhöyüklülerin inanç sistemlerinin temel dü Kazı Başkanı Ian Hodder, Çatalhöyük’ün gizemli noktasının yoğun sanat üretiminin yapılması olduğunu söylüyor. Duvar resimlerindeki anlatı özelliğinin ne Anadolu’da ne de Ortadoğu’da bugüne dek eşi benzeri görülmemiş olduğunu, bunca sanat ürünü ve sembolizmin, tasvirlerin neden bu dönemde bu bölgede yer aldığı sorusunun önemli olduğunu belirtiyor. Küba balesinin efsane divası... sviçre, belgesel sinemanın cennetidir. Locarno Festivali’nin en çok ilgi gören yan bölümlerinden “Eleştirmenlerin Haftası”, sadece belgesellerden oluşan bir program sunar. Benzeri olmayan özel bir durumdur bu. İsviçreliler çevrelerine, komşularına ve dünyaya, belki de herkesten daha fazla ilgi duymaktadırlar. Bu saygılı ve içtenlikli merak, küçücük ülkelerinin çok dilli ve çok kültürlü farklı yapısından beslenerek dünyaya açılır... 1976 yılında Zürih’te dünyaya gelen, burada büyüyüp eğitim alan, köklerinin bir bölümüyse Türkiye’de bulunan Eileen (Aylin) Hofer’in on yıldır belgeseller çekmesinin gerisinde, kuşkusuz bu farklı coğrafyalar da rol oynuyor. Kamerasını Azerbaycan’dan Bulgaristan’a, İsviçre’den Türkiye’ye dek taşıyan Aylin, bu kez festivalin ‘İsviçre Panoraması’ bölümünde sunulan son filmi ‘Horizontes’ (Ufuklar) ile Havana’ya götürüyor izleyicisini. Küba balesinin efsanevi adı, 94 yaşındaki Alicia Alonso’yu tanıtıyor bize. Fidel Castro’nun saygı duyduğu, sevdiği Alicia bugün bile Küba Devlet Bale Okulu’na yön vermeyi sürdüren, sözünü dinleten olağanüstü bir sanatçı... “Çok genç yaşta, hemen hemen kör olmasına karşın dans etmeyi sürdüren ve yazgısına karşı direnen Alicia Alonso, İki küçük kuşun gözüyle: 1915 Senaristliğini ve yönetmenliğini birlikte üstlenen Aren Perdeci ile Ela Alyamaç, ‘Yitik Kuşlar’da 1915’in büyük acısını iki küçük Ermeni yetimin gözünden beyazperdeye taşıyor. nsanların, 1915’te yaşanan olayları tartıştıkları zaman birbirlerine öfke duyduğunu görüyoruz. Bu öfke insanlar arasındaki uçurumu gittikçe açıyor ve asıl önemli olan insan hikâyelerinden gittikçe uzaklaşılıyor. Tartışılan zamanlarda, insanların, birbirleriyle nasıl ahenk içinde, mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşadıkları unutuluyor.’’ Bu sözlerin sahibi Aren Perdeci. Ela Alyamaç ve Perdeci, Türkiye’de 1915’i konu alan yeni bir yapımın, ‘Yitik Kuşlar’ın senaristliğini ve yönetmenliğini üstleÖZNUR niyor. 25 Eylül’de OĞRAŞ seyirciyle buluşaÇOLAK cak film, Bedo ve Maryam adlı iki kardeşin bir gecede kaybettikleri ailelerini arayışlarını anlatan hüzün dolu bir hikâye. “Biz de Bedo ve Maryam üzerinden yetim kalmış binlerce Ermeni çocuğun öyküsünü anlatarak, yarım kalmış hayatları seyirciyle paylaşarak tarihe bir not düşmek ve seyirciye yitip giden güzel zamanları hatırlatmak istedik” diyor Alyamaç. Yitik Kuşlar, 1915’in Paskalya arifesinde başlıyor ve iki küçük yaramaz, Bedo ve Maryam’la tanışıyoruz. Günlerini gizli güvercinliklerinde oyunlar oynayarak geçiren, savaş zamanı ol Eileen Hofer, ‘Ufuklar’ filminde Alicia Alonso’yla birlikte üç kuşak balerinin kesişen yaşamlarını sade bir dille anlatıyor İ “İ Ayrıca arşivlerden faydalanılarak hayata geçirilen filmin kahramanları Dila ve Heros, 520 çocuğun arasından seçilmiş. Ekip ayrıca, prodüksiyon tasarımı için filmin geçtiği köy meydanı, köy kahvesi, köy kilisesinin içi, yetimhanenin bahçesi ve içi gibi unsurların hepsini, dönem fotoğrafları ve dönem kartpostallarından yararlanarak oluşturmuş. Bercuhi Berberyan ise, engin dil bilgisi ile Ermeni aksanları, oyuncuların diksiyonlarını ve kullanılan kelimelerin doğruluklarını kontrol etmiş. Filmde kullanılan aksesuarların hepsi, gerçek. Maryam’ın (bisque) bebekleri, sandıktan çıkarılıp ekibe emanet edilmiş. 100 senelik bir gecelik, mağarada bulunan 1910 basımı bir İncil, annenin taktığı kolye, yetimhanenin lambası, hepsini tek tek toplamışlar. İnsanlar kendileri için manevi değeri çok büyük, aile yadigârı eşyalarını teslim etmişler Pardeci ve Alyamaç’a. Filmin müzikleri için dünyanın dört bir yanındaki Ermeni sanatçılara ulaştıklarını söyleyen Perdeci, “Bu sanatçılar Ermeni müziğinin dehası olarak kabul edilen, Gomidas Vartabed’in şiirsel bestelerini filmimiz için yorumladılar,” şeklinde konuşuyor. Alicia Alonso her şeyden önce bu güçlü kimliğiyle ilgimi çekti. Savaşan, pes etmeyen o sağlam karakterin gerisinde, kendi alanını ve coğrafyasını aşan evrensel bir mesaj, örnek bir yaşam bulunuyor. Bugün Cenevre’de yaşayan annem de yılmayan, zorluklara karşı direnen, savaşan bir kimliğe sahip olduğu için filmi kendisine ithaf ettim” diyen Eileen Hofer, Alicia Alonso’yla birlikte üç kuşak balerinin kesişen yaşamlarını duyarlı sade bir dille anlatırken, ana temasından sapmıyor. Küba’nın farklı düzeylerdeki çekiciliğinin etkisinde kalmıyor; baleye ve seçtiği sanatçıların dünyalarına odaklanıyor. Adanın renkli toplumsal gerçeklerini, çelişkili politik konumunu belki başka bir belgeselde işleyecek. Kuşkusuz yine, yaşamöykülerini anlatmayı seçeceği insanları anlamaya ve bize tanıtmaya çalışarak... Aile yadigârları filmde Film, 25 Eylül’de vizyona girecek. sa bile kendi yarattıkları dünyada mutlu yaşayan iki çocuk. Çocuklar bir gün annelerinden habersiz kuşları Baçik’e bakmak için evden kaçıyorlar ve akşam eve döndüklerinde boş bir ev ve hayalet bir köy ile karşılaşıyorlar. Bundan sonra, çocukları zorlu bir mücadele bekliyor. Perdeci, “Bu filmde birbirinden ayrılmamak için her şeyi göze alan iki kardeşin, annelerini arayışını ve birlikte kalabilmek için verdikleri mücadeleyi anlatıyoruz. Görünürde olan anneyi arayış, aslında yitirilmiş bir çocukluğun, yıkılmış bir ailenin, parçalanmış bir köyün, kaybolmuş hikâyelerin, bireylerin ve renklerin arayışıdır. Uçup giden bir zamanın ve özlenen bir dönemin arayışıdır” diyor ve ekliyor: “Ön hazırlıkta 70 günlük bir mekân araştırması yaptık. Sonra ikimiz, o mekânlara defalarca gidip sahneleri oynadık, resimler çektik, o resimlerin üzerinde çalışmalar yaptık. Ayrıca filmin 120 sayfalık görsel bir haritasını çıkardık.” Bireyin arayışları C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle