16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazartesi 31 Ağustos 2015 KULTUR GÜZ ŞİİRLERLE…* B D öyle bir yaz görmemiştim, sevdiğim insanlar birbiri ardına başka bir dünyaya gidiveriyor, bana ise sadece onların dizeleri, resimleri ve anıları kalıyor. Oktay Akbal da bizi terk etti. O insanı yüreğinden vuran hikâyeler artık yazılmayacak. Onu çok sevdiğim bir yazısıyla uğurlamak istiyorum. Bütün şiirler bugün onun için… “Şubat günlerinde Erenköy!.. Yaşlı insanların güneşe kavuştuklarında duydukları sevincini bilir misiniz? Yaşayanlar, yaşayacak olanlar er geç anlar! Bahçeye açılışı pencerelerin, bahçede doluşan kedilerin, ürkek tavukların, horozların getirdiği bambaşka bir güz... Ben her zaman şiiri ararım. Hemen her şeyin bir şiiri vardır. Orhan Veli’nin ‘rakı şişesinde balık olsam’ şiirindeki gibi.. Değişik bir yaşam arayanlara git işte sokağa bak, çevreye bak, derim ben. Sokakta her şey vardır. Kış günlerindeki kapatılmışlığın ardından gelen güzellikler ya da çirkinlikler. İyinin de kötünün de güzelin de çirkinin de şiirleri olduğu gibi. İlk şiir defterimi bir bulsam... Ne yapsam da o günlere azıcık geri dönsem! İşte 1940 yılının bir mayıs günü. ‘Milli’ye gittim. Arkamdaki sıralarda o vardı. Yanında üç arkadaşı. Beyaz bir rob giymiş, çok güzeldi. Yanında da dört kız arkadaşı. Onunla bir konuşma yapmak içimden geldi. Hiç değilse ona, çocukluk günlerimizdeki bahçe oyunlarını hatırlatsam. Küçük yaşlarda yaşanan küçük olaylar vardır ya, bir türlü içimizden çıkmaz. İşte bir tanesi: O müsvette defteri, saklar hatıraları koynunda. Istırap dolu günleri. Ve sonsuz acıların yarattığı saçmalıkları. Defterin her sayfasında bir isim büyük harflerle yazılmıştır. Etrafı çiçeklerle süslü. Bazen ben gönderilmeyen mektuplar yazmışımdır sana. Gözyaşlarım o sayfaları doldurmuştur. Yıllar akarsuya kapılmış yapraklar gibi ağır ağır akacak. Ve ben bir gün aynada tanıyamayacağım kendimi. O zaman ne bir ümit ne de bir amacım olacak. Yıllar sonra bu defteri okurken düşen bir damla yaş dediklerimi kanıtlamıyor mu? En iyisi geçmiş yıllarımın anılarını yeniden yaşatmak... Seni bir bekleyen var. Gözetliyor yıldızlara bakıp bekliyor beklediği insanı. Arıyor beklediği insanı. Sokakları ve yolları. Seni bir bekleyen var. Bekliyor sabrının son noktasına kadar. Ayaklarının takırtısını hayallerinin perdesine yansıtmak için. Evet seni bir bekleyen var. Yalnız sesini duymak için. Nerede çocukluğumu saklayan bahçe, dallarından sapan yaptığını erik ağacı, mırıldandığım senin sevdiğin şarkı? İstersen arayalım. Ve komşu bahçeden aşırdığımız gülleri. Onları bulamıyorum. Nereye gittiler, sen de bulamadın mı?’ Şiirlerdir seni, beni yaşatan. Bir gün daha. En az bir gün...” * Bu yazı 23 Şubat 2014 tarihinde Oktay Akbal’ın köşesinde yayımlanmıştır. Kurbağalıdere’ye Bienal geldi 14. İstanbul Bienali’ne paralel etkinlikler kapsamında Özgül Arslan’ın ‘’Maruz’’ isimli kamusal alan enstalasyonu Kurbağalıdere’de. 29 Ağustos’tan itibaren Kurbağalıdere’nin Yoğurtçu Parkı ve Kızıltoprak kıyılarından ‘’maruz kalınanı’’ görmeye davet eden saEDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK natçı Arslan, ana temasını tül perdenin oluşturduğu enstalasyon çalışması hakkında ‘’Her çöplük toplumun belleğidir’’ diyor ve ‘’Kurbağalıdere’ye her atılan, ‘düşen’ yok olmayarak, istenmeyen her şey gibi gitgide ‘’kötüleşmekte’’ diye ekliyor. Yeni bir ‘Nâzım’... Anlatıldığına göre “Nâzım Hikmet Korosu” adlı topluluğun üyelerini, tek tek Fazıl arayıp bulmuş. Sonuç olarak ben ülkemizde böylesi düzeyli bir bağımsız karma koro gördüğümü hatırlamıyorum. “Müzikal kafadarlık” denen nitelik, ancak bu denli yaşatılabilir. Müthiş bir içtenlikle canla başla ve severek yapıyorlar işlerini, dinleyici de bunu duyumsuyor. ış basından ve yurdumuzdan eleştirmenler, Fazıl’ın “Nâzım” adlı oratoryosu üzerinde yeterince durduğu için, söylenecek söz pek kalmadığını düşünüyorum. Oysa, 29 ve 30 Ağustos akşamları, Bilkent Üniversitesi’nin “Odeon” denen görkemli açık hava tiyatrosunda verilen “Nâzım” konserinde eser, bütünüyle değişmiş olan yeni kadrolar tarafından seslendirildi. Böyle olunca esere can katma yönünü belirleyen şef Naci Özgüç başta olmak üzere, yeni kadroların nasıl bir yorum çıkardığı sorusunu yanıtlamak gerekir. Açıkçası, yepyeni, dipdiri, coşku dolu ve derinlikli bir “Nâzım” izledik. Solistlerin yanı sıra, koro ve orkestradaki sanatçıların hepsi birer Genco kesilmişti: Kırılan kolu alçıya alınmış olmasına karşın, yaşam içinde (yani sahnede) gücünü pekiştiren Genco Erkal, şiirleri her zamanki gibi inandırıcı, teatral, gürül gürül bir havada sunuyordu. İnsana, “İşte Nâzım’ın şiiri budur!” dedirten bir havada. 2014 yılında yine Fazıl’ın “Hermiyas/Yunusbalığı Sırtındaki Çocuk” adlı eserinin dünya prömiyerini yapan Şef Naci Özgüç’ün, son yıllarda konulu müziğin atmosferini nasıl bu denli başarıyla verebildiğini size şöyle açıklayabilirim: Naci Özgüç, 2009’dan başlayarak hem İstanbul hem Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde orkestra şefliği yapmış ve yapmaktadır. Onun müzikal kavrayışında, opera ve bale sanatlarının, bir orkestra şefi üzerindeki etkilerini sezinliyorum. Geçirdiği kaza, Genco Erkal’ı duraklatamamıştı; tersine, daha duyarlı, akıcı, hızlı ve kendinden emin... Eser boyunca bakmıyor kendisini bu havadan çı 17 Şef Naci Özgüç... Gerçek bir demokrattı, Oktay Akbal Yol bitti sanırız evgili Oktay Akbal’ı da yitirdik. Bu yıl kayıplar peşpeşe sıralanıyor. Hep biraz daha öksüz kalıyoruz, düşün ve duyarlılık dünyamız biraz daha çölleşiyor. Ne güzel söylemiş Ali Sirmen: “Bütün seçkin vasıflarının yanı sıra çok içten, candan iyi bir insandı. Marifet ‘Suçumuz İnsan Olmak’ın yazarı kadar iyi bir insan olmaktı. Ölünceye kadar içindeki çocuğu öldürmedi. Ne mutlu ona.” Oktay Ağabey ile “Akyaka günleri”nde bir arada olma şansını bulmuştum. Hep güzel insanlar bir aradaydı: Oktay Akbal, İlhan Selçuk, Halet Çambel, Nail Çakırhan… Yaşar Ağabey’in dediği gibi: “O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler, çekip gittiler.” Işıklı, aydınlık beyinler; sözün, sohbetin hiç zorlanmadan, kendiliğinden akıp giden güzelliği ve yaşam deneyimini edebiyat ile, bilgi ile, kültür ile süzmüş olmanın getirdiği özgüvenli dinginlik... Hepsinin ortak özelliğiydi bu. Bulundukları yere, ortama, yazdıkları köşeye mutlaka kendilerinden bir değer katarak yaşadılar hep. Oktay Akbal’ın yazılarında en sevdiğim yan, gündelik olanın içinde birdenbire derine inebilmesi; o dupduru üslubu, kısa, hemen algılanan cümleleriyle yaşamın hepimizin içinde yankılanan sorularını önümüze koyuvermesiydi. Cumhuriyet’le yaşıttı Oktay Ağabey ve Cumhuriyet’in değerlerini savunmak, onun için kendisini yetiştiren, var eden değerleri savunmaktı. Gerçek bir demokrattı, 12 Eylül rejimini eleştiren zehir zemberek yazıları nedeniyle karacak dış etkilere, aldırmıyor seyircinin alkışlarına! Eser sona erince gösterdiği büyük sevinçle sanatçı arkadaşlarını kucaklamasını izlerken de düşündüm bunu. Genco’nun “Nâzım”daki üstün başarısını, yıllar önceki bir yazımda şöyle tanımlamıştım: “Bütün bu çokseslilik içinde başrolü, şiirleri sunan Genco Erkal üstlenmiştir. Çünkü bu tür konulu müzik formlarında SÖZ, eserin belkemiğidir.” Solistler Serenad Bağcan ve Arda Aktar için ancak şu söylenebilir: Rollerinde bu denli başarılı bir ikili görmemiştik 29 Ağustos akşamına kadar... Gelelim, koroya: Anlatıldığına göre, “Nâzım Hikmet Korosu” adlı bu topluluğun üyelerini, tek tek Fazıl arayıp bulmuş. Sonuç olarak ben ülkemizde böylesi düzeyli bir bağımsız karma koro gördüğümü hatırlamıyorum. “Müzikal kafadarlık” denen ni KONUK YAZAR AHMET SAY özellikle son iki yıl içinde birçok kez dinledim. Ayırt edici çok yönlü niteliğiyle ve yorgunluk tanımayan son derece çalışkan tarafıyla bu düzeyli topluluğu, yurdumuzun müzik yaşamına katkı getiren, disiplinli bir orkestra olarak görüyorum. telik, ancak bu denli yaşatılabilir. Müthiş bir içtenlikle canla başla ve severek yapıyorlar işlerini, dinleyici de bunu duyumsuyor. Koro, bir bütün olarak Türkiye’mize örnek gösterileceği gibi, futbol takımlarımıza da örnek gösterilebilir. Ayrıca, koro müziğimizde görünüm yönünden hem yeni ve hem güzel olan abartısız koreografik hallere kimin ne diyeceği olabilir? Peki, bu güzelim adlı koroyu kim çalıştırıyor olabilir? Söyleyin, İbrahim Yazıcı’dan başka kim olabilir? Evet, müziğimize yepyeni bir soluk getirdi Nâzım Hikmet Korosu! Bilkent Senfoni Orkestrası’nı En büyüğü 11 yaşında olan İdil Bursa, Gökçe Çatakoğlu ve Çetin Özen adlı çocuk şarkıcılar da başarılıydı. Onlar, aynı zamanda çalgılarındaki görevi de kusursuz yerine getirdiler. Peki, aynı zamanda eserin yaratıcısı olan piyanistimiz için ne söyleyebilirim? “Her zamanki gibiydi..” desem yetmez mi? Ve hemen ekleyeyim: Bu sahne eserinin en başarılı öğesi seyircilerdi: Binlerce müzikseverden oluşan bu çok geniş topluluk, “Nâzım”a olağanüstü sevgi, bağlılık gösterdi. ‘Her zamanki gibiydi..’ S Akbal’ı sonsuzluğa uğurluyoruz eçen cuma günü hayata gözlerini yuman gazetemiz yazarı, yazar Oktay Akbal bugün sonsuzluğa uğurlanıyor. Oktay Akbal için Muğla’nın Ula ilçesine bağlı Akyaka’daki evinin önünde saat 12.00’de bir tören düzenlenecek. G Törenden sonra Akyaka Camisi’nde öğle vakti kılınacak cenaze namazının ardından Akbal’ın cenazesi Akyaka Mezarlığı’na defnedilecek. Cumhuriyetle yaşıt olan Akbal 20 Nisan 1923’te İstanbul’da doğmuştu. Yazar kökenli bir aileden gelen Akbal ilk kitabı “Önce Ekmekler Bozuldu”yu 23 yaşındayken yayımlamıştı. 1956 yılında köşe yazarlığına başlayan Akbal, Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde çalıştıktan sonra yakın döneme kadar gazetemizde “Evet/Hayır” adlı köşesinde yazıyordu. l Kültür Servisi hapse de atılmıştı. 5 Ekim 1969 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde çıkan ilk yazısının girişinde, kendisinin ve kuşağının yaşadıklarını da özetleyivermiş gibi geldi bana: “Hep yeniden başlamalarla doludur hayat. Bir şey biter sanırız, sona vardık, amaca ulaştık diye seviniriz. Oysa bir yerde işe sıfırdan başlamak, yeniden yola koyulmak gerekir. Güzel olan da bu belki. Yenileşmek denen şey. Kendimizi yeniden başlamaların heyecanında sık sık duyabilmekte.” Belki bu memleketin çileli aydınlarının makus talihini de özetliyor bu sözler. Sisyphos gibi kayayı durmadan o tepeye çıkarmaya çalışan aydınlarının tarihini anlatıyor. Acılardan zenginlik üretmeyi, çilenin değil imbikten süzülmüş yaşam derslerinin edebiyatını yapmanın sırrı da bu bakışta gizli belki. Aynı yazının sonunda, “Evet, dururuz bir yerde, yol bitti sanırız. Oysa yeniden başlar başka bir yol” demiş. Evet Oktay Ağabey, yolun bitti sanıldığı yerden devam ediyoruz yine hep birlikte, tüm yitirdiklerimizle, onların bize bıraktıklarıyla, yapıtlarla, fikirlerle, güzelliklerle... Yol bitmedi, bitmeyecek... Akyaka günleri İlk yazı ‘Uyanış’ın yazarı İngiliz nörolog Oliver Sacks 82 yaşında hayatını kaybetti İBBŞT’ye yeni müdür Kurumun “güreşçi” müdürü Şevket Demirkaya’nın yerine eski müdür Salih Efiloğlu getirildi. CEREN ÇIPLAK ‘Uyanış’ın yazarı kansere yenildi obin Williams ve Robert De Niro’nun rol aldığı “Awakenings”in (Uyanış) yazarı İngiliz nörolog Oliver Sacks 82 yaşında hayatını kaybetti. Sacks’ın ölüm haberini asistanı Kate Edgar verdi. New York Times’a konuşan Edgar, Sacks’ın New York City’de dün karserden hayatını kaybettiğini belirtti. Karaciğer kanserine yakalandığı kanserin ileri evresin R de fark edilen Sacks kanser nedeniyle bir süredir tedavi görüyordu. İngiliz nörolog ve yazar Sacks, kitaplarında genellikle hastalarının yaşadığı deneyimleri işlemişti. Sacks’ın meslek hayatından kesitlerin de yer aldığı filmde yatağa bağlı hastaları hayata döndürmek için yan etkileri de bulunan bir ilacı kullanan idealist bir doktorla hastalarının arasındaki ilişkiler konu ediliyor. Sacks filme konu olan kitabını 1973’te yaymlamıştı. 1990 yılında en iyi film, en iyi erkek oyuncu (Robert De Niro) ve en iyi uyarlama senaryo dallarında Oscar’a aday olan filmin yönetmenliğini Penny Marshall üstlenmişti. Hiç evlenmeyen Sacks’a, Oxford Üniversitesi de dahil birçok üniversiteden fahri doktora verilirken 2008’de de Britanya İmparatorluk Nişanı verilmişti. l Kültür Servisi event Üzümcü’nün Şehir Tiyatroları’ndan ihracından sonra görevden alınan kurumun “güreşçi” müdürü Şevket Demirkaya’nın yerine eski müdür Salih Efiloğlu getirildi. Anımsanacağı üzere, Demirkaya, Levent Üzümcü’nün ihracından sonra kurumun yöneticileri ve sanatçıları tarafından yapılan destek toplantısına göz yumduğu iddiasıyla görevden alınmıştı. 2012 yılında da, İBBŞT’nin yönetimini sanatçılardan alıp belediye bürokratlarına devreden yeni yönetmelik sonrası İBBŞT Müdürü Abdullah Kaplan görevden alınmış yerine bugün yine atanan Salih Efiloğlu getirilmişti. Efiloğlu, daha önce de Gaziantep İl Kültür Müdürlüğü görevinde bulunmuştu. L C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle