11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 14 Temmuz 2015 yerYUZU sofraları TASARIM: BAHADIR AKTAŞ Ramazan .. .. Derleyen tayfun atay Gericiliğin retoriği komplo teorilerinden beslenir. Komplo teorilerinin korkunç sonuçları olmuştur. İnsanlar galeyana getirilir, vahşi eylemlerin önü açılır. Bu yüzden olaylara âlimlerin akılları ve ariflerin vicdanıyla bakmak gerekir. on yıllarda siyasal ve toplumsal olaylar genellikle sosyal bilim teorileriyle değil de komplo teorileriyle açıklanır oldu. Aslında bu yeni bir durum değil; Soğuk Savaş yıllarında ortaya çıkmış bir düşünce biçimi, ama günümüzde özellikle siyasetçilerin, gazetecilerin ve hatta akademisyenlerin olay ve fenomenlere dair bakış ve görüşlerinSüreyya de bu daha belirgin Su ve belirleyici oldu. Her şey komplo teorileriyle açıklanıyor; tüm toplumsal hareketler, çevre hareketleri, muhalif eylemler, hatta sanatsal ve kültürel etkinlikler. Gezi Direnişi ve 17/25 Aralık operasyonu bunların en aktüel örnekleri. Geçenlerde LGBTİ etkinlikleri de bu şekilde değerlendirildi: “Türkiye pilot ülke olarak seçildi, sırada eşcinsel camisi ve eşcinsel imam var, hepimizi biseksüel yapacaklar” denildi. İslamcı yazarlar gey ve lezbiyenliğin toplumda görünürlük kazanmasını ve haklarının tanınma talebini Müslüman bir toplum için kabul edilemez görüyor ve bunu bir dayatma olarak algılayıp dış mihrakların Müslüman toplum üzerinde yeni bir nifak projesi olarak yorumluyorlar. İlginçtir, yakın geçmişte bazı laisist yazarlar da tesettürlü kadınların toplumda görünürlük kazanmasını ve haklarının kabul edilmesini laik bir toplum için kabul edilemez görüyor ve onların haklarını savunan liberaldemokratik entelektüelleri de laik devleti yıkmaya dair bir komplonun içinde olmakla itham ediyorlardı. Oysa tesettürlü kadınların kamusal alana girmeleri de, farklı cinsel kimliklerin tanınma politikaları da modernliğin sonuçlarıdır. Türkiye yavaş da olsa laikliğin ve demokrasinin geliştiği ve Batılı karakterde modern bir ülke haline geliyor. Kimi İslamcı yazarlar, Türkiye’nin bu özelliğinden rahatsızlıklarını dile getiriyorlar, ama bu rahatsızlıkları kendi aile ve yakın çevrelerinde bile destek bulmuyor. O zaman da toplumun bilmediği sadece kendilerine aşikâr olan sırları ifşa ederek “tehlike”ye dikkat çekmeye ‘Hikmet’ aşkından komploseverliğe S FAYDALI BİLGİLER 7 İSLÂM, MODERNİZM, ANTİMODERNİZM 9’uncu yüzyıl ile 20’nci yüzyılın başı, 1 İslâm dünyasında “modernist” düşünce akımının etkinliğine sahne oldu. Bu dönemin önde gelen Müslüman düşünürleri Batı’nın bilime, teknolojiye, akla büyük önem atfeden düşünüş tarzını benimsemişlerdi. Onların hedefi, İslâm’ın modernBatılı bilim, düşünce ve kurumlarla entegrasyonunu sağlayarak İslâmî toplumu çağa uygun olarak biçimlendirmekti. Bu “İslâmi modernizm”in ilk elde zikredilmesi gereken ismi, Cemaleddin Afgani’dir (18391897). O, Batı’nın bilimselfelsefî bilgisinin İslâm’a uyarlanmasını desteklemiş, felsefeyi İslâm’ın düşmanı sayan muhafazakâr ulemanın da şiddetli muhalefetiyle karşılaşmıştır. Aynı dönemde Hint Yarımadası’nda da bir başka öncü isim, Seyyid Ahmed Han (18171898) karşımıza çıkar. O da modern bilimsel bilgi ve düşüncenin İslâm’la bütünleştirilmesini, “Allah’ın işi (yaratısı) olan ‘doğa’nın, Allah’ın sözü olan ‘Kur’an’ ile özdeşliği” iddiasında bulunacak derecede destekledi. Bu akım içerisinde Afgani’nin öğrencisi Muhammed Abduh’u (18491905) belirtmeden geçmek de olmaz. O da memleketi Mısır’da İslâm’ı modern düşünce ile uzlaştırma yolunda düşünsel çaba harcadı. Abduh, “şura”, “maslahat”, “icma”gibi geleneksel İslâmî kavramların “parlamenter demokrasi”, “faydacılık” ve “kamuoyu” gibi modern Batılı kavramlara denk olduğunu ileri sürmüştür. Müslüman düşünür, ideolog ve aktivistlerin izleyen kuşakları, her ne kadar ideolojik yönelimleri itibariyle birbirlerinden ayrılsalar da fikri formülasyonlarında bir şekilde bu modernist akımın mirasını barındırırlar. Reşid Rıza, Hasan elBenna, Seyyid Kutub ve Mevlana Mevdudî gibi püriten bir İslâmî radikalizmin savunucularından, Muhammed ve Ali Abdül Razık, Taha Hüseyin ve Muhammed İkbal gibi liberallere kadar erken 20. yüzyıl İslâm dünyasının etkili şahsiyetlerinin düşüncelerinde İslâmî modernizmin izleri, şüphesiz değişik dereceler ve farklı vurgularda karşımızdadır. İslâm dünyasında bu “modernist” eğiliminin öne çıkması, Batı dünyasında pozitivizmin, rasyonalizmin ve sekülerizmin tam hâkimiyetini tesis etmiş modern projenin revaçta olduğu dönemle çakışır. 20’nci yüzyılın ikinci yarısından itibaren ilk işaretleri görülmekle birlikte esasen bu yüzyılın son çeyreğinde önü açılmış “postmodern” düşünce çığırıyla birlikte ise İslâmî modernistlerin görüşleri de geçerliliklerini önemli ölçüde yitirmiştir. Nasıl postmodernizm en genel anlamda “modernite”ye ilişkin bir hayal kırıklığının ifadesi ise, 20. yüzyıl başındaki “özürcüsavunmacı” (apologetic) İslâmî modernizm de İslâmî “antimodernizm”in sözcüleri tarafından hırpalanmaya başladı. Batı ile İslâm arasında bir uyuşum sağlama düşüncesi geriledi. “İslâmî düşünme” yeteneğini yeniden yakalayarak yüzyıllardır Batılı entelektüel akımların tahakkümü altında kalmış Müslüman ilim ve irfanına tekrar hayatiyet kazandırmayı amaçlayan ‘bilginin İslâmîleşmesi” projesi öne çıkarılmaya başlandı. Ve İslâm’ın modernevrensel değerleri hakkıyla gerçekleştirdiğini değil, İslâm’ın kendisinin bir evrensel değer olduğunu kanıtlamak esas alınır oldu. İlginç olan şu ki “antimodernist” çığır da görüş ve savlarını temellendirirken büyük ölçüde Batı’ya bağımlıdır! Modern bilim ve uygarlığının Kuhn, Feyerabend ve Foucault gibi, postmodern çığırla da irtibatlandırılan ateşli eleştirmenlerinin,“evrensel bilim” düşünün geçersizliğine; bilim ve bilginin göreliliğine; bunların söyleme bağlı olarak inşa edildiğine vurgu yapan çalışmaları, İslâmi antimodernizmin başyapıtları olmuştur. Yani Batı modernliği ile “İslâmimodernizm”in eleştirisi ve reddiyesi de İslâm’ın içinden değil yine “modern Batı”dan çıkmıştır!.. Dolayısıyla “modernlik” karşısında İslâm dünyasının tavrını gerek “modernist”, gerekse “antimodernist” olunduğu durumda da belirleyen hep Batı’dır. Yarın: HİLAFET Komplo teorileri, Osmanlıda da Meşrutiyet dönemiyle birlikte, özellikle de Jön Türkler ve İttihat ve Terakki hükümeti dönemlerinde yoğunlaşmaya başladı. Eşcinsellik ‘nifak’ı! çalışıyorlar. Gericiliğin retoriği komplo teorilerinden besleniyor. Komplo teorilerinin korkunç sonuçları olmuştur. İnsanlar galeyana getirilip vahşi eylemlerin önü açılabilir. Sonrasında ise komplo teorisinin asılsız olduğu ortaya çıkınca elde pişmanlık kalır. Bu yüzden olaylara âlimlerin akılları ve ariflerin vicdanıyla bakmak gerekiyor. Buna felsefi düşüncenin süzgecinden geçmiş bir imanın gönül penceresi de diyebiliriz. Tehdit algısı ve korku Komplo teorilerinin en büyük zararı, siyasetin içinde değerlendirilmesi gereken stratejik oyunları ve ittifak ilişkilerini gizli örgütler tarafından yapılan planların ve kurulan oyunların parçası olarak gösterip aslında siyaset yapmanın imkânlarını yok etmesi. Sivil toplum örgütleri, temsil ettikleri toplumsal grupların çıkarları ve haklarını savunmak üzere eylemlerde bulunur. Bu eylemlerin varsayılan bir takım güç odakları tarafından desteklenmesi ve hatta manipüle edilmeye çalışılması mümkün. Ama bu yüzden o eylemler gayrimeşru olmaz. Komplo teorilerinin başka bir zararı da toplumsal paranoyayı ve şidde ti beslemesi. Türkiye toplumu hızla kentleşip modernleşirken yeni ihtiyaçlar, yeni yaşam tarzları, yeni kimlikler ortaya çıkıyor. Bu dönüşüm ve değişimin ortaya çıkardığı hak mücadeleleri anlamaya çalışılıp çözüm üretmek yerine, yerleşik düzen ve ahlaki kodları bozma girişimleri olarak görülüyor. Onlarla ilgili tehdit algısı ve korku üretiliyor. Bunun için iftira kampanyaları yapılıyor. Durumdan vazife çıkaranlar da, kötülüğe karşı mücadele adına şiddet eylemleri düzenliyorlar. Nitekim komplo teorileri aslında faşizmin ve gericiliğin retoriğidir. Dinden çok siyaseti ilgilendiren bir konunun neden burada ele alındığı sorulabilir, ama konunun dini hayatı da ilgilendiren bir boyutu var. Bugün dini bilgi ve pratiklerin modern hayata uyarlanmasında görülen sorunların temelinde de komplo teorilerinin payı büyük. Geleneksel olan mutlak değişmez olarak kutsandıktan sonra, modern olan her şey artık“bidat” diye adlandırılıp dinin sahihliğine müdahale sayılır. Bu minvalde kelam, fıkıh, tefsir gibi dini bilimlerin felsefe ve sosyal bilimlerle ilişkiye sokulması da “Kelimetullah”a komplo sayılır. Böylece de dinin hayatla bağını kopartan bu anlayış, inancı fanatizme dönüştürmüş olur. Eski zamanlarda Ramazan hazırlığı REFİK HALİD KARAY (Refik Halid Karay’ın Osmanlı’dan Cumhuriyet’e toplumsal ve kültürel değişimi 1850’lerden 1900’lere ve 1940’lara karşılaştırmalı olarak aktardığı “Üç Nesil Üç Hayat” adlı deneme kitabı, belki de bizim coğrafyamızda gündelik hayat sosyolojisine ilişkin kılavuz kabul edilebilecek en erken çalışmalardan biridir. Doğumdan çocukluğa, aşktan düğüne, yemeiçmeden giyimkuşama, eğlenceden seyahate, gündelik hayatın pek çok kesitinden bilgilerin yer aldığı kitapta “ramazan kültürü”ne ilişkin de çarpıcı gözlemler karşımıza çıkar. Geçmiş ramazanların “taassup”tan ziyade nasıl “sivil” ve dünyevi bir neşe ile eda edildiğine dair Karay’ın yazdıklarına biraz dikkat kesilelim!) “Benim çocukluğumun ramazanları kara kışa rastlamıştı. (...) Kısmetimde iki mevsim Ramazanı da görmek varmış; hatta, işte tekrar kışınkine giriyorum. Lakin ikimiz de –Ramazan ve ben ne kadar değiştik. O Ramazanlar beni tanıyamazlar; kendileri ise benden daha tanımaz halde! Berat Kandili geçince evde Ramazan hazırlığına başlanırdı; iki hafta süren bu hazırlık esnasında evler, baştanbaşa yıkanır, günlerce tahta gıcırtıları, İstanbul şehrine, sokaklarından kağnılar geçen bir Anadolu kasabası ahengi verirdi. Asıl ehemmiyet verilen yer, mutfak ve kilerdi. ‘On iki ayın sultanı’ ünvaniyle anılan Ramazan, her şeyden evvel, boğaz ve mide ile alâkadardı; bu ayda, israf denilebilecek bir bolluk hüküm sürer, İstanbul, en nefis yemeklerin her ‘Merhaba’ diyene sunulduğu muazzam bir Ramazan herşeyden evvel boğaz ve mide ile alakadardı ve bu ayda İstanbul en nefis yemeklerin her ‘Merhaba’ diyene sunulduğu bir imarethaneye dönerdi. imarethaneye dönerdi. Büyük konakların iftar sofrasında yer almak için tanıdık olmaya lüzum yoktu ki... Gözüne kestirdiğine girerdin. Kimse kim olduğunuzu, nerede, ne münasebetle tanışıldığını, isminizi ve işinizi sormazdı. Sadece kapıda duran ağa, kılığınıza, kıyafetinize bakarak, size yer gösterirdi: Ya büyük sofrada, ya orta sofrada, yahut da alt katta, kahve ocağı sofrasında... Ramazan ‘muaşaka’ları Bizim iftarımız da herkese açıktı. Ramazandan bir, iki hafta evvel, babam, bir sabah ‘evrad’ını (Kur’an) okuduktan sonra namazını kılıp zikrini bitiridikten, ‘Sabah şerifler hayrola, hayırlar fethola, şerler (kötülükler) defola!’ diye duasının da tamamladıktan sonra köşesine hususi bir ehemmiyetle oturur evin erkanını (önemli kişilerini) nezdine çağırırdı. Önünde hokka, kalem ve elinde bir defter hazır... İçtimadan (toplantı) maksat, Ramazan erzakını tesbit etmek, yani listesini yapıp Asmaaltı tüccarlarından yağcı İbrahim Bey’e göndermek... Ben de söze karışırdım: Mutfak erzakı arasında, ‘El Masiye’ (meyve peltesi) yapılması ona yarayan elvan ‘Jelatin’ yapraklar unutulmaması için! Usta aşçılar bunu bir masal köşkü gibi renk renk kurarlardı; sütlüsünü, çikolatalısını, portakal ve mandalinalısını kat kat dondurarak ve üst kubbelerini yakut kırmızısına boyayarak... (...) Herkes ‘Aman, yenilir şey midir o? İnsanın dudakları biribirine yapışıyor’ derdi; evet ama, ben tadına değil, manzarasına, hayalimi okşayıp peri saraylarını, Hint, Çin ve Japon mabetlerini düşündürmesine bayılırdım; minimini bir şövaliye kıyafetinde, belimde meç (kılıç), başımda tüylü şapka, kadife elbisemle burç ve barularında (mazgal, sur) dolaşamadığıma üzülür, bu şekerden, şuruptan yapılmış şatomun sarışın sahibesiyle muaşakalar (sevişme) tasavvur ederdim!” ynı sofrada buluşma, sofrasını başka fa kafaya vererek karşı bir plan hazırlarlar larına da açma, paylaşma, tarih önve bütün Selçuklu emirleri Kayseri’deki sacesinden günümüze her toplumda aidiyet, rayında düzenlediği bir ziyafete davet edibirlik, beraberlik, dostluk ve barışın semlir. Ancak, bu “Saltanat meclisi”ne davetli bolik bir ifadesi olmuştur. İster sıradan bir emirler, sultanın huzuruna silâh ve maiyetöğün, ister ziyafet olsun, topluca yenilen leri ile alınmazlar. Böylece, ona karşı olaher yemek bu duygu ve davranışları çağsı bir suikast girişimi önlenir. Ziyafet sırarıştırır. Ramazan iftarları gibi; sözgelimi, sında, sarayın dış kapıları kapatılır. ÖnceAnadolu’da iki hasım aile ya da aşiret arasinde sultana karşı tuzak ziyafet planlayansında yıllardır süregelen bir kan davasıların önderi Emir Çeşnigâr Seyfeddin ve nın sona erdirilmesi vesilesiyle düzenlemüttefikleri ziyafet sofrasından kalktıklanen ortak ziyafetler de, huzur ve barışı ade rında bir odada tutuklanır, sonrası katledita “hazmettiren” yani içselleştiren toplumlir ya da zindanda çürütülür (“Tevârîhi Âli sal pratiklerdir. Selçuk”). Gelgelelim, birbirlerine karşı düşmanTuzak ziyafet, Osmanlı’da da görülüyor. ca hisler besleyen kişilerin birlikte yiyip iç Sultan II. Murad döneminde (13621389), meleri, ille de dost oldukları anlamına gelMaraş ve Tokat’ta ahaliyi “haydutluk yapamez. Görünürde her şey barışçıl bir sofrarak” bezdiren ve zarar veren bir Türkmen ya işaret ederken, aslında hasımlardan bikabilesinin beyi ve kardeşleri hakkında ri ötekini ortadan kaldırmaya yönelik bir şikâyetler artınca, Lala Yörgüç Paşa, sultatuzak hazırlamış da olabilir. Geçmişte görnın ağzından ona bir mektup ve hediyeler kemli sultan sofralarının sadece dostlar yollar. Mektupta Bey ve kardeşlerine tımar için değil, kimi zaman da düşmanlar SOFRA SOHBETLERİ verme vaadinde bulunur. Türkmeniçin kurulduğunu ortaya koyan ziler, Yörgüç Paşa ile buluşmayı bekleyafetlerden birkaç örnek verelim didikleri Merzifon’da bir güzel ağırlalerseniz. nır, yedirilir, içirilir. Ziyafet sonunda Orta Asya’da 9981030 yıllarında iyice sarhoş olmaları sağlanır. Odalahüküm süren Türk Karahanlı devlerına çekilip, yataklarında derin bir uyti hükümdarı Gazneli Mahmud, sa Artun kuya dalınca da kıskıvrak elleri kollarayına davet ettiği İsrail adlı bir bey ünsal rı bağlanır. 400 kadar askerlerini de ve beraberindekilerle önce “üç gün tutuklayıp zindana atarlar. Dört karüç gice toy eyler”, onlara ve adamlarına de deşin başı vurulur, askerleri de “tez ölsün ğerli kaftanlar kuşandırır. Sonra da kendi diye” zindanın kapısı kapatılıp içeriye dubeylerinden bir bölümünü İsrail’in yanınman salınarak yok edilir (Aşıkpaşaoğlu Tadaki asker ve hizmetkârlarına ev sahipliği rihi, Haz. N. Atsız, Kültür ve Turizm Bakanyapmakla görevlendirir. Her biri, bir beyin lığı Yay.,1985, s.107108). konuğu olarak ağırlanan bu kişilere “ağır Bir başka tuzak ziyafete de Yavuz Sultan şarablar” sunulur. “Hemân ki mestoldular, Selim’in Şah İsmail’e karşı çıktığı İran sehepsini demürlediler.” Sultan da bu arada ferinde rastlıyoruz: Günün olaylarını kayda İsrail’i bağlatır ve derhal Hindistan’a Kageçirmekle görevli kâtip, Vak’anüvîs Haylincer Kalesi’ne gönderir. İsrail Bey, 7 yıl dar Çelebi, Ruznâme’sinin 5 Eylül 1514 taboyunca bu kalede tutsak kalacaktır (bkz. rihli yaprağına Sultan, Tebriz yakınlarında Yazıcızâde Ali, “Tevârîhi Âli Selçuk” [Selordusuyla konaklarken, “Halid Bey isminçuklu Tarihi], Haz. A. Bakır, Çamlıca Yayıdeki bir Kızılbaş beyi 150 kişilik maiyyeti nevi, 2009) ile iltica ettiği halde, ziyafet sırasında katAnadolu Selçukları döneminde de, I. Ala ledildiler” notunu düşmüş (Haydar Çelebi eddin Keykubat (12201237), bazı büyük Ruznâmesi, Haz. Y. Senemoğlu,Tercüman emirlerin onu devirmek amacıyla bir tuzak 1001 Temel Eser,1975, s.80). Topu topu ziyafet hazırladıklarını, vicdan azabına dü dört satıra sığan bir tuzak ziyafet. Affına sışen bir katılımcıdan öğrenince davete gitğınan bu zoraki konuklar herhalde padişamez. Üstelik kendine yakın emirlerle kahın şüphesini çekmişti. Tuzak ziyafetler A C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle