09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Çarşamba 1 Temmuz 2015 yorum TASARIM: BAHADIR AKTAŞ 18 azı dostluklar vardır, ansızın başlar ve gelişir. Zeynep’le ikimizin dostluğu da böyle oldu. O beni 2013 yılının Mayıs ayında dostlarıyla birlikte aşkla yaptıkları 12. Alanya Belgesel Film Festivali’ne davet etmişti. O zamana kadar benim için deniz, güneş, kum ve bir parçacık da Alman ve Rus kenti olan Alanya, ansızın değişmişti. Gencecik bir kadın, 12 yıldır tekerlekli sandalyesini inanılmaz bir hızla çevirerek hem belediye tiyatrosunda gencecik öğrenciler yetiştiriyor hem de gerçekten pek çok kişiye uzak olan, belgeselleri Alanyalıların ilgisine, bilgisine sunmaya çalışıyordu. Burada Zeynep’in yıllar önce çok vahim bir trafik kazası geçirdiğini, seksen metrelik bir uçuruma yuvarlandığı ve ölümden döndüğünü söylemek isterim. Bu vahim hikâyeyi bile o neşeli bir öyküye döndürmeyi bilenlerden, şöyle anlatıyor: “İnanmayacaksın ama ben o zamanlar Troçki’ye âşığım. Odamda, ofisimde her yerde Troçki var, hayatını yemiş yutmuşum. Uçmuşum, uçurumun dibinde yatıyorum, kimselerin beni görmesi mümkün değil. Kendi kendime düşünüyorum, birilerinin beni artık bir hurda olan arabadan çıkarması gerek. Kime seslensem ki… İşte o anda Troçki imdadıma yetişiyor, beni usulca alıp arabadan çıkarıyor, evet biliyorum inanmıyorsun ama böyle oluyor, daha sonra beni baygın B Mısır’da Hüsnü Mübarek’ten, Tunus’ta Zeynel Abidin bin Ali’den, Libya’da Muammer Kaddafi’den, Yemen’de Abdullah Salih’ten bir şekilde kurtulduk. Ama başkanlık saraylarına yuvalanan bu efendilere duyduğumuz öfkeyi sokaktaki efendilerimize karşı yöneltmedikçe; zihinlerimize, evimizin içine ve dışına hükmeden Mübarek’leri devirmedikçe, devrim başladı sayılmaz. HHH 90’lı yılların başında, yirmi yaşında falandım. Kahire metrosunun kadınlara ayrılan vagonuna binmiştim. Tesettüre uygun giyinmiş ve başıma bej renkli bir türban örtmüştüm. Kara çarşafından (nikab) yalnız gözleri görünen bir kadın, ‘Neden nikab giymiyorsunuz?’ diye sordu. Kanım dondu, çünkü yüzü bile kapayan bu kapkara giysiyi oldum olası korkutucu buluyordum. ‘Yeterince kapalı değil miyim’ diye sordum. ‘Yiyeceğiniz şekerin açıkta mı yoksa kâğıda sarılı olmasını mı yeğlersiniz?’ karşılığını verince, yanıtını da aldı: ‘Ben şeker değilim!’ Yahudi burkası ‘frumka’ (İsrail). ‘Şeker kâğıdı’, ‘mücevher kutusu’ gibi güzellemeşım, ancak bir zihniyet devriler, Mısır ve diğer İslam ülkemiyle kazanılabilir. lerinde kadınları çarşafa gir‘Siyasal kimlik’ten söz etmeye ikna için kullanılan rekmek cüretini gösteren kadınlam malzemeleridir. Bu gülara sık sık ayar veriliyor; ‘kazellemeleri yapanlar, kadınladın hakları’nı bir yana bırarı gösterilince pahasını yitiren kıp daha geniş bir erek olarak ‘dayanışma’ ya da devrim değerli eşyalara kıyaslar, korumak ve saklamak gereken ruhuna (Arap Baharı) sadakat hazinelere benzetirler. öğütleniyor. Dayatılan giyim yasakları Bu yanlıştır. Arap dünyasında taşlar ye açısından kadın, nedense asla olduğu gibi, yani kadın olarinden oynuyor, katmanlar rak kabul görmemiştir.* yeniden tanımlanıyor, bu altüst oluş ciddi ve öngörmeMONA ELTAHAWY’nin Basi hayli zor sonuçlar verecek. Kadın erkek, hepimizin önün şörtüleri ve Kızlık Zarları başlıklı kitabının Fransızca çevide tarihle yüzleşmek ve sisrisinden alıntıdır (Foulards et tematik kadın aşağılamasını Hymens/Belfond, 2015). yenmek için bir fırsat var. rkekler bizden niçin bunca nefret ediyor? Çünkü bize muhtaçlar, çünkü bizden korkuyorlar ve çizdikleri yoldan çıkmamızı önlemek için baskı altında tutulmamız gerektiğini biliyorlar. Baskı altında tutacaklar ki munis olalım, kızlık zarlarımızı onlar yırtana kadar bakir koruyalım, bizleri ana yapmalarını bekleyelim, kadın düşmanı yeni kuşaklar yetiştirelim ve babaerkil düzenin devamını sağlayalım. Biz kadınlardan nefret ediyorlar, çünkü hem günaha çağrı aracıyız, hem onları da ezdiğini er geç anlayacakları ataerkil toplumdan çıkış kapısıyız. Bizlerden nefret ediyorlar, çünkü devletin ve sokağın el ele tutuşup vurduğu zincirlerimizden kurtulunca, hesabı önlerine koyacağız! HHH Kadın bedenimize sahip çıkmak için verdiğimiz sava Katli vacip bir cevher: Kadın E Şifanın yurdu: Zeynep’in Alanya’sı bir halde bulanlar, arabadan nasıl çıktığıma çok şaşırmışlardı. Arabanın dışındaydım. Bunu Troçki yapmıştı.” Evet Zeynep’i bir tanıdım pir tanıdım. Ve ne zaman canım sıkılsa, bir şifa aramaya başlasam Zeynep’in Alanya’sına gitmeye başladım, Gezi olayları sırasında zaten sakat olan sağ ayağımı, daha da sakat yapmamak için Alanya’ya kendimi atmıştım. Nedeni malum sokaklara çıkmadan evde pineklemek çok zor gelmişti bana, uzakta olursam sokaklara çıkmam demiştim. O günleri, Zeynep ve diğer dostlarla Alanya sokaklarında kilometrelerce yol yürümemizi, Zeynep’in tekerlekli sandalyede elinde pankartlar en önde ilerlemesini unutmayacağım. Evet, anlaşıldığı gibi gene Alanya’dayım. Zepnep’in şifa Efendim, bu bir büyü mandalası. Ne büyüsü yaptım dersiniz? Siz gönlünüzce düşünün. lı Alanya’sında. Bu kez bir atölyeye davetliyim. Mandala atölyesine. Şimdi Mandala nedir diye soracaksınız? Mandala bir resim tekniği. Aynı zamanda şifalı bir yol. Benim gibi spiritüel işlere kafası pek basmayan birinin Mandala’yla ne işi var [email protected] KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK HARBİ SEMİH POROY ceksiniz? Haklısınız, ben de kendime şaşıyorum. Atölyeye giderken kendi kendime söyleniyordum, “Bak şu Zeynep’in yaptığı işe, ben kim Mandala kim?” Ama işler hiç de öyle olmadı, önce Moda’nın taşlarını da boyayan bir Mandala uzmanı Aslıhan’la (Aksun) tanıştım. Ve o söze şöyle başladı: “Mandala hayatın yolu gibi. Bir merkezden başlıyor, küçük bir noktadan tıpkı ana rahminde bir küçük spermin yumurtayı döllediği an gibi. Sonra sen o merkezden dışarı doğru ilerliyorsun, bu yol engellerle, tersliklerle, büyük coşkularla dolu ve sen bu yuvarlağı büyütüyorsun. Kendin kılıyorsun.” Sonra çizmeye başladık. Ben birden anımsadım, yıllar önce karayoluyla Hindistan’a gittiğimde bu felsefe uyarınca yapılmış yol süsleri, basılmış kumaşlar görmüş hayran kalmıştım. Hatta bir kitap bile aldığımı biliyorum. Hep merkezden başlayıp dışa doğru dönen yuvarlaklar. Bu yuvarlakların içine her şeyi yerleştirebilirsiniz. Aşkı, sevgiyi, dostluğu, nefreti, ihaneti, ölümü, doğumu, her şeyi. Çizmeye devam ediyoruz. Ben bir anda merkezden başlayıp açılan tüm çemberlere yuvarlaklar doldurup, atölyedekiler daha başlangıçtayken olayı bitiriyorum. Ama o da ne, bir aferin bile yok. Aslıhan tam bir hoca tavrıyla, “Bu kadar acele neden” diye soruyor. Nasıl yani, “işte bu kadar!” Aslıhan yanıt vermiyor ve ben bir anda ayıyorum, Mandala aynı zamanda aşırı odaklanma demek, aynı zamanda sabır demek, aynı zamanda iç dünyaya bir yolculuk demek. Mahcup bir öğrenci gibi hemen elime yıllardır kullanmadığım pergeli alıp, yeni bir Mandala için zemin hazırlıyorum. Bu kez acele etmek yok, sakin ve sabırla kendi yollarımı çizmeye başlıyorum. Tuhaf bir şey, hiçbir zorlama yok, canım ne istiyorsa yapıyorum, çiçekler, yunuslar, karanlık yollar, her şey… Birden bakıyorum ben iki saattir, bu dünyadan başka bir dünyada gezinmişim. Ve canımı sıkan ya da içimi sevince boğan her şey önümde duruyor. Ve ne kadar da bana benziyor bu Mandala. Başka kimseler yapamaz! O da ne? İnsanın yaptıkça yapası geliyor, hadi bir tane daha, hadi bir tane daha. Aslıhan bu kez “Dur artık, yapma” demek zorunda kalıyor, bıraksa götüreceğim. Sonra kendimi uzun zamandır hiç bu kadar hafiflemiş hissetmemiştim. Ve aceleci halimden eser yok. Ne deliler gibi hemen denize koşuyorum ne de dağlara vuruyorum. Sakin, öylece duruyorum. Bu benim için çok yeni bir şey. Durmak ve yeniden bir Mandala’ya başlamak. Şifalı bir suya girer gibi. Bu arada Zeynep gülerek, “Sen artık evde ne varsa oraya bir Mandala yaparsın” diyor. Başımla onaylıyorum. Öyle. Umarım şu karmaşık günlerinizde bu da şifalı bir yazı olmuştur. Sakinleşin, biraz. 1 TEMMUZ 2015 SAYI: 32774 , ama bu r ı d z ı s a rum ‘Kadın ko acağı y saldırma gelmez!‘ a PREVOST anlamın JEAN ‘Fayf mani, tu fak fak!..’ (2) amanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın o yıllarda “Türkiye’yi küçük Amerika yapacağız!” diye meydanlara çıkması da kesinlikle bir rastlantı değildi. Türkiye, Kore Savaşı’nda verdiği onca şehitle diyetini ödeyip 1952 yılında NATO’ya girmiş, ABD’nin “dost ve müttefiki” unvanını kullanmaya hak kazanmıştı. Bu arada ABD sermayesi de Türkiye’ye gelmiş, yeni ekonomi politikası çerçevesinde İstanbulİzmit hattı, Amerikan Cooley Fonu’nca desteklenen montaj fabrikaları ile donanmaya başlamıştı. Bu fabrikalarda üretilen traktörlerin bir süre sonra yedek parçasızlıktan tarlaların ortasında kalakalacaklarını, köylünün yeniden manda tarımına döneceğini, ABD ile gizlice yapılan “İkili Antlaşmaları”, Amerikan üslerini, Türkiye’nin yargı bağımsızlığından verilen ödünler ile bir de Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nin en ilişki özürlü ama en hırslı öğrencisinin bu ülkenin en “ihtiraslı” politikacılarından biri olacağını henüz kimse bilmiyordu. Türkiye’deki Amerika’nın ilk yıllarında bilmediklerimiz bildiklerimize ağır basıyordu. HHH Neyse biz yine biraz gerilere dönelim… Karşımızdaki apartmanın kapıcısının siyahi bir erkek bebek dünyaya getiren kızı Gülizar da çocuğunun, yüzünü yalnızca tek bir kere gördüğü babasının Türkiye’ye bir daha gelip gelmeyeceğini bilemiyordu. Komşuları, bunun önemli olmadığını, Z İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına G NOKTASI Sol Haber Portal’da okuduğum bir habere göre, HDP İzmir Milletvekili ve Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü TBMM’de Yunanistan’daki Syriza hükümetine destek amacıyla bir basın toplantısı düzenlemiş. HDP olarak Syriza’nın aldığı referandum kararını ve verdiği mücadeleyi kalpten desteklediklerini söylemiş. Politika, bazen diplomatik lagalugadır, içi boş da olsa iyi niyet ifadeyi gerektirir; buraya kadar güzel demiş. Ama Kürkçü, hızını alamayıp Yunanistan’ın 30 Haziran’da ödenmesi gereken 1.7 milyar Avro’luk borcunu Türkiye’nin üstlenmesini de önermiş. Böylece Ege Denizi’nin bir barış denizi haline gelebileceğini savunmuş. Kesin inandım ki TBMM’deki maaşın bir tılsımı var. Cebine indiren vekil, Türkiye’yi zengin sanıyor, herkese olmasa bile özellikle yakınlarına da yemlik sağlıyor ve kendisine kürekle para ödeyen milletin neler çektiğini görmez, duymaz oluyor. Daha da kötüsü, temsil ettiği halktan kopuyor; örneğin Ertuğrul Kürkçü, kendisine oy veren Kürtlerden çoğunun elektrik parası, su parası ödeyemediğini unutuyor! Sorarım size, gösteriş amacıyla yaptırdığı bir sarayı millete ödeten Cumhurbaşkanı Erdoğan ile gösteriş amacıyla Yunanistan’ın borcunu bu millete yıkmaya kalkan Ertuğrul Kürkçü arasında kuramsal bir aykırılık, siyasal etik farkı var mıdır? Hatta felsefe sorusu da sorabilirim: Suriye’ye savaş açarak iktidarını sürdürmeye çalışmakla, Yunanistan’ın borcunu üstlenerek barış yapmaya çalışmak arasında ne fark vardır? Amaçlar zıt görünse de hem mantık aynıdır, hem de araç! Başkasının canıyla savaşanlar, elbet başkasının malıyla barış sağlamaya kalkar. başına bir “talih kuşu” konduğunu, adamın bir gün mutlaka çıkıp geleceğini söylüyorlardı. Komşular, tüm Amerikalılar gibi o siyahi adamın da iyi bir insan olduğuna inanmışlardı. Amerikalıların iyi insanlar olduğunu gösteren pek çok kanıt vardı. 23 Kasım 1949 günü İstanbul gazeteleri okurlarına, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye Amerika’dan bir hindi geldiğini müjdeliyordu. Bir hindi sergisinde birincilik kazanan 16.5 kiloluk hindi Amerikalıların “Şükran Günü” nedeniyle İsmet İnönü’ye armağan edilmişti. “Unity” (Birlik) adını taşıyan hindi önce bir uçakla Yeşilköy Havalimanı’na inmiş, oradan özel bir uçakla Ankara Esenboğa Havalimanı’na gönderilmiş, oradan da bir araçla 1071 rakımlı tepeye, Çankaya Köşkü’ne çıkarılmıştı. Amerikalılar böyle özel günlerinde bile dostlarını hatırlayacak derecede sadık insanlardı. Ali bebeğin babası da bir gün mutlaka gelecekti. Fakat Türkiye’nin İngilizcede adının “Turkey” olmasıyla bu sözcüğün aynı zamanda “hindi” anlamına gelmesi arasında bir ilişki kurmak, “Adamlar bizimle dalga mı geçiyorlar” diye sormak nedense o günlerde kimse nin aklına gelmemiş, aklına gelenler de bunu dillendirmekten kaçınmışlardı. HHH 1950 yılının ilk aylarında “komünist şair” Nâzım Hikmet hâlâ hapisteydi. 12 yıldır yatıyordu. 25 Mart günü jandarmalar Niğde’nin Aksaray ilçesinin Çardak Köyü’nde öğretmenlik yapan Mahmut Makal adında bir genci derdest edip savcılığa götürdüler. Öğretmen tutuklandı. Yazdığı “Bizim Köy” adlı kitapta komünizm propagandası yaptığı söyleniyordu. Dört gün sonra Nâzım Hikmet Bursa Cezaevi’nde açlık grevine başlamış, sağlığının bozulması üzerine 8 Nisan’da gizlice İstanbul’a getirilerek Cerrahpaşa Hastanesi’ne yatırılmıştı. Komünistlik kötü bir şeydi! 14 Mayıs günü genel seçimler yapılmış, Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidarına son veren Demokrat Parti ülkenin yönetimini eline almıştı. 22 Mayıs günü Başbakan Adnan Menderes ilk DP hükümetini açıklamıştı. Ertesi gün gazetelerde yer alan, Amerikan şirketlerinin Türkiye’ye sermaye yatırımında bulunması beklendiği haberi herkesi sevindirmişti. ABD’nin en büyük bankalarından olan Chase National Bank’in Başkanı Mr. Aldrich, Türkiye’deki incelemelerini tamamlamış, Türkiye’nin “yabancı sermaye için elverişli bir ülke” olduğu sonucuna varmıştı. Sevinmekte haklıydık. Çünkü Amerika demek zenginlik demekti. Hepimiz zengin olacak, filmlerdeki gibi büyük evlerde oturacak, büyük arabalara binecektik. Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Tahir Özyurtseven Haber Koordinatörü Murat Sabuncu Yazıişleri Müdürü Ayşe Yıldırım Başlangıç Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Reklam Genel Müdürü Özlem Ayden Şalt Reklam Genel Müd. Yrd. Nazende Körükçü Reklam Grup Koordinatörü Hakan Çankaya Rezervasyon Yönetmeni Onur Tunalı l Haber Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Dış Haberler: Ceyda Karan l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Grafik: Ahmet Sungur l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül İzmir Temsilcisi: Serdar Kızık Ahmet Rasim Sok. No: 14 Halit Ziya Bulvarı 1352 S. 2/3 Çankaya 06550 Ankara İzmir Tel: (0232) 441 12 20 Tel: (0312) 442 30 50 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Can Dündar, Cüneyt Arcayürek, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Mustafa Balbay, Hakan Kara. Mali İşler Müdürü: Bülent Yener l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Cumhuriyet Caddesi Beşler Apartmanı No: 44 Kat:3 Daire:4 34367 Elmadağ/İstanbul Tel: (0212) 251 98 74 75 81 82 Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: YAYSAT Doğan Medya Tesisleri Hoşdere 34850 Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 03.27 03.20 03.35 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 05.28 13.1 5 17.13 05.16 12.59 16.55 05.44 13.26 17.21 Akşam 20.49 20.30 20.48 Yatsı 22.39 22.16 22.38 C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle