10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Olaylar ve GOrUSler KÜLTÜR SANAT Çarşamba 1 Temmuz 2015 Yalanın topluma maliyeti Prof. Dr. OSMAN İNCİ 16 EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA TASARIM: AYNUR ÇOLAK Yalan doğru olmadığı bilinmesine rağmen, kişi ve toplumun doğru olarak algılamasını amaçlayan davranış veya anlatım olarak tanımlanabilir. Köşemen Muhteşem bir öğretmendi stanbul Göztepe’de Aryamehr Lisesi’nde okuyordum. 1976 öğretim yılıydı. Lise ikiye geçmiştim. Yeni edebiyat öğretmenimiz Mehmet Başaran’dı. Ak saçlı, ciddi görünümlü biri… İlk izlenimim... Birkaç ders sonra bu izlenime yeni unsurlar eklendi. Yoğun divan edebiyatı konuları nedeniyle hiç sevmediğimiz edebiyat dersini sevdirivermişti bize Başaran. İlk gençlik çağının ateşi ile yerinde duramayan öğrencilerine tatlı dille, güler yüzle divan şiirinin en zor dizelerini anlatıp açıklamakla kalmıyor, olağandışı anlatımıyla ilgimizin tüm ders boyunca sürmesini de sağlıyordu. Ciddiyetini hiç bozmadan, işi hiç sulandırmadan ama dostane bir dille… Hem de size önem verdiğini belirtecek şekilde herkese ismi ve soyadı ile hitap ederek. Belleği çok güçlüydü. Başaran’ın dersleri sadece edebiyat ders kitabıyla, müfredatla sınırlı kalmazdı. Çağdaş edebiyattan, dünya klasiklerinden de söz ederdi. Verdiği ödevler de alışılageldik ev ödevlerinden farklıydı. Kitap okumayı, okuduğunu anlamayı, kendini doğru ifade etmeyi öğretecek ödevler verirdi. O zamanlarda da evlere doğru dürüst gazete girmezdi. Haftanın ilk dersinde geçen haftanın sanat olaylarından söz ederdik. Sömestr tatiline kadar yapılacak bir ödev vermişti. Bir gazete seçip izleyecek ve edebiyat haberlerini bir dosyada toplayacaktık. Politika gazetesini izlemiş, Milliyet Sanat diye haftalık bir dergi olduğunu öğrenmiştim bu ödev sayesinde. Sömestr tatili için ödevimiz ise bir yazarla röportaj yapmaktı. Kadıköy ilçesinde oturan yazarların listesini çıkartmıştı. Aziz Nesin, Vedat Günyol, Bedri Rahmi Eyüboğlu isimlerini saydığını anımsıyorum. Bana Güngör İ Y alan, dinlere, etik ilkelere ve yasalara göre farklı düşünülmekle birlikte, tarih boyunca “kötü” olarak kabul görmüştür. Bunlar masum yalanlar, palavra, abartmak, işkembeden atmak olabileceği gibi, örtbas etmek, dezenformasyon, yanıltma gibi ciddi sonuçlar doğuran yalanlar da olabilir. Eğer birey yalan üstüne yalan söylüyorsa ve buna etrafını inandırıyorsa yalan hastalığı (Mitomani) yatkın olarak tanımlanmakta. Ayrıca psikoloji bilimi, empati kuramama, kendisini herkesten üstün görme, güç sarhoşluğu ve ben merkezcilerde diğer bir söylemle “kibir sendromu” olanlarda yalan söyleme davranışının gelişme olasılığının yüksek olduğunu bildirmektedir. Bir ülkenin iç ve dış politikası bakımından yalanın ciddi bir maliyeti olduğu kesin. Uluslararası yalan söylemenin potansiyel maliyeti üzerine birçok eser verilmiştir. Yönetimlerin iç politikaya yönelik “gündem belirleme” amaçlı olarak gerçekdışı hareket ve söyleşilerde bulunmaları toplumsal olaylara ve derin travmalara neden olabilmektedir. Toplumun bedensel, ruhsal ve sosyal iyilik halini yani sağlığını çok ciddi olarak bozmakta, devlet kurumlarına olan güveni sarsmakta. Politik yalanlar 19331945 yılları arasında yalan konusunda yakın tarihin en önemli kişisi Hitler’in Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı’nı yapmış Alman politikacı (soldaki) Paul Joseph Goebbels. (18971945) laylaşır. Halk büyük yalanlara, küçük yalanlara göre daha çabuk inanır. Büyük yalancılar büyük sihirbazlardır. Birisine yalan olsa bile, o söylemi sürekli tekrarlarsanız, o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi benimser ve savunur. Önemli olan aydınlar değil kitlelerdir, çünkü onları kandırmak daha kolaydır” demekte Goebbels. Ülkemizde son yıllarda tanık olduğumuz çok büyük olayların: Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, hükümetin bakanına suikast girişimi gibi davaların yalan üzerine kurulduğu kesinleşti ve açıklandı. Uluslararası boyutta olanlar ise ülkemin başını ağrıtmaz umarım. Eflatun (Platon) ise 2500 yıl önce şöyle der: “Demokrasinin temel ilkesi halkın egemenliğidir... Ama doğru tercihlerin yapılabilmesi için de halkın çoğunluğu iyi eğitim görmüş kişilerden oluşması gerekir. Eğer böyle değilse demokrasi otokrasiye dönüşür.” Eğitimli toplum oy uğruna, iktidar olma ve “gündem değiştirme” amaçlı yalanlara kanmaz veya çabuk fark eder. Eğitimli toplum temel hak ve özgürlükler bağlamında yalana ve yalancılara tepkisini gösterir. Ayrıca uluslararası yalanları asla göz ardı etmez. Goebbels ve yalan Yönetimlerde yalan konusunda yakın tarihin en önemli kişisi Hitler’in “Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı” Joseph Goebbels’tir. “Yalan söyleyin, mutlaka inanan çıkacaktır, olmazsa yalana devam edin. Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız, insanlar ona o kadar fazla inanır. Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana inanması da o kadar ko Toplum eğitimliyse... Dilmen Kalyoncu düşmüştü. Adını ilk kez duyuyordum. Yazdığı bir tiyatro eserini okumamış ya da izlememiştim. Mehmet Başaran önceden tüm yazarlara haber verdiği için telefonla aradığımda Güngör Bey hiç şaşırmamış, hemen randevu vermişti. Hayatımda gördüğüm ilk yazar Güngör Dilmen olmuştu. Sanıyorum Başaran’ın önemli bir yazar olduğunu da ondan öğrenmiştim. “Ahlat Ağacı”ydı okuduğum ilk kitabı. Köy Enstitülü yazarlar kuşağından olduğunu da kitaplardaki yaşamöyküsünden anlamıştım. Köy Enstitülü nadir şairlerdendi. Öyküler, romanlar da yazmıştı. Birçok önemli ödül sıralanıyordu biyografisinde. Aynı yıl, 1976’da liselerde ilk öğrenci eylemleri başlamıştı. Fizik dersinde çıkan siyasi bir tartışma neticesinde solculuk yaptığımız suçlamasıyla neredeyse bütün sınıf disipline verilmiştik. Disiplin kurulu üyelerinden biri de Mehmet Başaran’dı. Bizi sorularıyla ustaca yönlendirip olayın nasıl gerçekleştiğini öğrenmiş sonra da ceza almadan disiplin kurulundan ayrılmamızı sağlamıştı. Kuruldan çıktıktan sonra da eğer siyaset yapacaksak doğru düzgün kitaplar okumamız gerektiğini söylemiş, kitap adları vermişti. Lise sonrasında pek sık görüşmedik ama beni uzaktan izlediğini biliyordum. Her karşılaşmamızda yazdıklarım hakkında görüş bildiren sözler ederdi. Mehmet Başaran Türk edebiyatının ustalarındandı. Biz öğrencileri içinse büyük bir yazar olmasının yanında muhteşem bir öğretmendi. Sadece edebiyatı öğretmekle kalmadı hayat dersi de verdi, iyi insanlar olmamız için yol gösterdi. Derslerinde anlattığı yaşam deneyimleri, kulağımıza küpe olan öğütleri yol gösterici oldu. Mehmet Başaran’ı hep özlemle anacağız. Hagop Mıntzuri’nin çağrısı Hagop Mıntzuri (18861978) Ermeni yazınının, kendi dilinde yazmış önemli bir adıdır. Mıntzuri halkların yaşam ortaklığını, halkbilimsel izleklerden yararlanarak çok güzel işlemiştir. GÜNAY GÜNER Yazar Kraliyet Opera Binası’nda tecavüz sahnesi yuhalandı ngiltere’nin başkenti Londra’daki Kraliyet Opera Evi’nde önceki akşam sahnelenen İsviçreli yurtsever William Tell operasında temsil edilen tecavüz sahnesinde “çırılçıplak” anlar yaşanınca, seyirciler oyunu yuhaladı ve opera yönetimi bir açıklamayla yarattıkları rahatsızlıktan ötürü özür diledi. Opera direktörü Kasper Holten, prodüksiyon olarak Rossini’nin bestesine uyacak şekilde rahatsız edici ve şiddet yüklü bir sahne yaratmayı amaçladıklarını, buna karşın bu durumdan rahatsız olan bütün izleyiciler adına üzgün olduklarını belirtti. Direktör, ilgili sahnenin savaş sırasında taciz edilen tüm kadınların vahşi hakikatine İ H agop Mintzuri, Erzincan’ın İliç ilçesine bağlı Armutlu (Armıdan) köyünde doğdu. İstanbul’da Robert Koleji’ni bitirdi. Yeniden köyüne döndü. Bir ameliyat için İstanbul’da bulunduğu sırada tehcir olayının gerçekleşmesiyle ailesini bir daha göremedi. Çevirmen Silva Kuyumcuyan, yazdığı bir sunuşta Hagop Mıntzuri’yi şöyle anlatır: “‘İstanbul Anıları’, ne otobiyografi, ne bir roman veya öykü, ne defterlere rastgele doldurulmuş anılardır. Mıntzuri, kendi yaşam felsefesine uygun tarzda çocukluğunu ve gençliğini, olgunluk çağında belleğinde yeşertmiş; kültürümüz ve sosyal yapımız için gerekli gördüklerini seçerek belgesel kesitler kaleme almıştır. Bunu yaparken de kentli aydın havasına kapılmadan, köye ve köylüye özgü sadeliği ve samimiyeti korumuştur. Mıntzuri’nin dili konuşma dilidir. Onun anlatımındaki tadı yakalayamayan için, dil kuralla rını bilmediğini sanmak olasıdır. Oysa Mıntzuri, Ermenicenin, Türkçenin, Fransızca ve İngilizcenin anlatım kurallarını, bu dillerin edebiyatlarını bilen bir ‘fomen’dir. O bir ‘köy yazarı’ olmayı yeğlediğinden de bu üslubu seçmiştir.” Gerçekten de Kuyumcuyan’ın sözleri çok iyi anlatıyor yazarın dünyasını. Mıntzuri’nin öykülerinde hızlı bir olay akışı, gerilim yoktur. Asıl başarısı da buradan gelir. Bu kadar durgun, fotoğraf benzeri yaşam kesitlerini bu kadar ustaca, bu kadar etkileyici biçimde vermek; yazarın büyüklüğü buradadır. Öyle ayrıntılı betimlemelere de girişmez, ama okurun gözünde canlandırmasına birkaç fırça darbesi yeter. Görsellik ağır basar işleyişinde. İnsanlar, uzansan dokunabilecekmişsin gibi ete kemiğe bürünür. Anlatımı kimi yerde şiirseldir. Bazen de ustaca gülmeceyi (mizah) işler. Karakterleri insanın en Gerilimden uzak Mıntzuri’nin üslubu doğal, bozulmamış, yozlaşmamış durumundadırlar. Ne ki her şey çok mu insancıldır? Kuşkusuz değil, bunları da özenle yansıtır. Bu kadar içtendir anlatışı Mıntzuri’nin. Güzel öyküler büyük oranda halkbilim izleklerine dayanır. Mıntzuri, şöyle açıklar bir yerde: “Edebiyat tarihinde farklı bir durum benimki. Ben kahramanlarımın ve onların devamının olmadığı bir yerleri anlatıyorum. Anlatılarım salt anlatı değil, kahramanlarımın ve yaşadıkları yerlerin folklorudur da, halkın tarihidir, onlara dair tanıklıklardır yazdıklarım. Onların sinemasını, tiyatrosunu oynatırım. Edebiyata dönüştürdüğüm onların panteonudur.” (Mıntzuri, Hagop, “Atina, Tuzun Var mı?”, Aras Yay., 2000). Yazarın öykülerini oluşturduğu halkbilimsel öğelerin Türk kültürüyle, Türkçeyle ortak nitelik taşıyanları da pek çoktur. Başlı başına bir güzelleme bu öyküler. Alıp başını giden bir tarihe, o ağırbaşlı, güzel insanlara, o coğrafyaya, kardeşliğin, barışın sofrasına, gurbet ellerde kalanlara, bir daha görülmeyenlere... Kardeşlik için kulak verilecek kişiler sanatçılardır; H. Mıntzuri gibi içtenlik, sevgi dolu yazarlardır. ışık tuttuğunu ve bunun savaşın trajik bir gerçeği olduğunu ifade etti. Damiano Micheletto tarafından yönetilen yapımda Kanadalı bariton Gerald Finley Tell rolünü canlandırırken, ona Amerikalı John Osborn eşlik ediyordu. Osborn, ilgili sahneye ilişkin Reuters’a yaptığı açıklamada, “söz konusu sahnenin belki de gereğinden uzun tutulduğunu, ama yine de bunun işgalcilerin ne kadar korkunç kişiler olduğunu gösterebilmenin bir yolu olduğunu” dile getirdi ve şunu kaydetti: “Eğer vahşeti hissetmezseniz, mağdurların yüzündeki acıya tanıklık etmezseniz, bunu yansıtmaz ve kaçınırsanız, oyun yumuşar, çocuklara dair bir hale gelir.” l Kültür Servisi Aktüel Arkeoloji’den özel Göbeklitepe sayısı A ktüel Arkeoloji Dergisi temmuz ağustos sayısında Göbeklitepe kazılarının 15’inci yılı için özel sayı hazırladı. Yayında geçen yıl aramızdan ayrılan eski Göbeklitepe kazı başkanı Prof. Dr. Klaus Schmidt anılırken, kazının son durumu hakkında bilgiler de veriliyor. Göbeklitepe’den çıkan yapıların ortak özelliği ise, T biçimli, anıtsal dikilitaşlar. Kazı çalışmalarına 15 yıldır, Harran ve Ardahan Arkeoloji Bölümü de katılıyor. Arkeolog Nezih Başgelen de, “Nevali Çori’den / Veba Vadisi’nden Göbeklitepe’nin Dilek Ağacı’na Klaus Schmidt” adlı yazısında, geçen yıl kaybettiğimiz Schmidt’i anlatıyor. l Kültür Servisi C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle