27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Cuma 19 Haziran 2015 KULTUR Dünyanın aynası misali eserler, Art Basel’de BD’nin Miami Beach ve Çin’in Hong Kong bölgelerinde de düzenlenen küresel sanat fuarı zinciri Art Basel, 21 Haziran’a kadar İsviçre’de sürecek etkinliğinde dünya gündeminin aynası sayılabilecek nitelikte güncel sanat eserlerine ev sahipliği yapıyor. Art Basel’in ‘Unlimited’ bölümünde ‘Arap Baharı’ isimli 2014 tarihli eseri sergilenen Fransız Cezayir kökenli sanatçı Kader Attia, projesinde yağmalanmış 16 cam muhafaza vitrinini bir düzenlemeye dönüştürüyor. Attia yapıtı hakkında konuşurken, “Bir büyük karmaşanın önündeyiz, bir tarafta asker tarafından alınıp götürülmüş devrimler, diğer yanda ise radikal İslam var,” diyor ve ekliyor: “Bir müzenin yağmalanması gibi bir metafor kullamak, aslen insanların öfkesini sembolize ediyor. Ama öte yandan, bu yapıt susturulagelen tüm kişilerde oluşan psikolojik ve politik yaraların giderilebilmesine dönük de bir iradeyi temsil ediyor.” Art Basel’de diğer taraftan, ırkçılık tartışmalarını işleyen birçok esere de rastlamak mümkün. Bunlar arasında Tony Lewis’in ‘Unlimited (U6), 112’ isimli çalışması da yer alıyor. Sanatçı eserinde kaynağı belirsiz bir yönetmeliğe atfen, “Polis memurlarıyla asla tartışmaya girme, ve onlara ‘memur’ diye hitap etme,” tümcesini dev boyutlarda bir duvara işlemiş görünüyor. Sergide bunun gibi, Adam Pendelton ve Kara Walker gibi bir çok sanatçının eserleri de görülebiliyor. l Kültür Servisi ‘Onur’ bayrağı MoMA koleksiyonunda Çağdaş sanatçı Gilbert Baker’ın 1978’de yarattığı ikon düzeyindeki ‘Gökkuşağı’ bayrağı, ABD’nin New York kentindeki Modern Sanat Müzesi (MoMA) tasarım koleksiyonuna dahil oldu. Tohumları ABD’nin 200’ncü kuruluş yıldönümünde, yani 1976’da atılan bayrak, ortaya çıktığı günden bugüne LGBT ve eşcinsel hareketinin simgesine dönüşmüştü. EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK Nice yıllara Attilâ İlhan Kader Attia’nın çalışması... 19 A enim güzel İzmir’imde muhteşem bir akşam yaşandı! Geleceğe dönük umut dolu bir gece... 15 Haziran Attilâ İlhan’ın yaşgünüydü. 90. yaş günü! Yazar, düşünür, şaire vefa borcu ama aynı zamanda İzmir’in Karşıyaka’sını sanat merkezine dönüştürmeye kararlı bir avuç insanın yaşattığı muhteşem bir gece... B peşine düşerlerdi... İzmir, İstanbul, Ankara’dan taa Singapur’a, Marsilya’ya, dünyanın öteki ucundaki limanlara savrulurduk... Yaşayamadığımız serüvenleri, bizler Attilâ İlhan’ın dizeleriyle yaşardık... Sanmayın ki o aşklar, o sevgililer unutuldular. Zaten belki de gerçek değildi, birer umuttular... Attilâ İlhan geleneksel halk şiirinden, divan edebiyatından ve dünya edebiyatından bir bileşime ulaşmaya çalışan şiirleriyle aşka âşık etti benim kuşağımı. kere çıkmıştır ağzımızdan / uğrunda asılırız.” Günümüzde asılmıyoruz ağızdan çıkan sözler yüzünden ama gazla, kurşunla vuruluyor, hapislere atılıyor, mahkemelerde süründürülüyor ya da işsizliğe mahkum ediliyoruz... Bugün hâlâ Attilâ İlhan’lara çok ihtiyacımız var. Geleceğe taşımak şiiri ve direnişi Gelelim Karşıyaka Belediyesi tarafından düzenlenen o muhteşem geceye... Bostanlı Açıkhava Tiyatrosu’nun sahnesinde Karşıyaka Oda Orkestrası elemanları ve iki opera sanatçısı Evrim Özkaynak ve Tevfik Rodos... Konuşmalar ve şiirler arasında Attilâ İlhan’ın eserlerinden bestelenen şarkılarla bizleri büyülüyorlar. Bu yıl ilk kez Attilâ İlhan Şiir Yarışması gerçekleştirildi. Amaç: Attilâ İlhan’ın anısını yaşatmak ve edebiyat dünyasına yeni yetenekler ile eserler kazandırmak... Birinciliği paylaşan Hıdır Işık ve Serap Aslı Araklı’nın şiirleri tüm dinleyicileri derinden etkiliyor. Jüri Emek Ödülü’nü Sadık Kırımlı, Özendirme Ödülü’nü ise Gülçin Salihli alıyor. Karşıyaka Belediye Başkanı Hüseyin Mutlu Akpınar azimli, Karşıyaka’yı şimdiden bir sanat merkezine dönüştürmek için önemli adımlar atıyor. Ama bu, başka bir yazı konusu. Nice yıllara Attilâ İlhan! Bağımsızlık özgürlük diyalektik Böyle bir sevmek Baştan başlıyorum: Attilâ İlhan denince aklıma ve yüreğime en çok gençliğim gelir. O, “Böyle bir sevmek görülmemiştir” dediğinde, biz genç kızlar ve o delikanlılar inanırdık ki, yalnız ve yalnız “benim aşkımdan” söz ediyor. Sevgilinin gözleri, gözlerimize değince, felaketimiz olur ağlardık... Yağmurlarda sürüklenir, bulutlarla parçalanır, kullanılmamış gökyüzüne uzanırdık... Gözlerimizden şilepler geçer, sokaklarda Jezabel ile birlikte vurulurduk... Günler haftalar ellerimizde ufalanır, mevsimlerden sonbaharsa intihar etmiş yaprakları toplardık... Tüm genç kızlar, azıcık okşansak, çocuklaşırdık... Tüm delikanlılar, bir şehre geldiklerinde, başka bir şehre giden Pia’nın Yıllar geçtikçe onu daha çok tanıdık. Attilâ İlhan sosyalistti. Asla ödün vermediği iki ilke bağımsızlık ve özgürlüktü. Hem toplum hem birey için savunduğu bağımsızlık ve özgürlük... Gerçek özgürlüğün ve bağımsızlığın ana koşulunun tartışma olduğunu savunurdu. “İlericilik bir inanç işi değil, bilinç işidir, yani yöntemdir” diyordu. Diyalektiğe inancı sonsuzdu... Sağa da sola da ama en çok dogmacılığa, bir öğretiye körü körüne bağlanmaya çatardı. Bu açıdan direnişçiydi. Bunlar onu aynı zamanda direnişçi kılıyordu. Hiç unutmam Server Tanilli Hoca “Uygarlık Tarihi” kitabından DGM’de O sözler ki yargılanırken savunmasını onun dizeleriyle bitirmişti: “O sözler ki acıdır / mapusane avlularında / demir kırbaçlar gibi şaklar / o sözler ki sırasında / çiçek açmış bir nar ağacıdır / dağ ufkuna vuran deniz aydınlığı / sırasında gizemli bıçaklar / O sözler ki / imgelem sonsuzluğunun / ateşten gülüdürler / kelebek çırpıntılarıyla doğarlar ölürler / o sözler ki kalbimizin üstünde / dolu bir tabanca gibi / öldü ölesiye taşırız / o sözler ki bir azar E.L. James’in sinemaya da uyarlanan ancak hayal kırıklığı yaratan çok satar kitabı ‘Grinin Elli Tonu’nun ikinci bölümü olarak bilinen ‘Gri’, dün ABD başta olmak üzere pek çok ülkede okurlarıyla buluştu. New York kentinin ünlü Barnes & Noble kitabevinde imza günü düzenleyen yazar, kitabın çıkış tarihini eserin erkek karakteri Christian’ın doğumgünü olarak kabul edilen 18 Haziran olarak seçmişti. Bugüne değin en az 125 milyon adet basıldığı belirtilen kitabın, 50’den fazla dile çevrildiği öğrenildi. l Kültür Servisi ‘Gri’nin 125 milyon baskısı! Y Geçen yıl Cannes’da Eleştirmenlerin 15 Günü bölümünün büyük ödülünü kazanan, Ukrayna yapımı “PlemyaKabile” bugün gösterime giriyor. Ses var diyalog yok! u film işaret dilindedir, doğal seslerin dışında herhangi bir seslendirme, çeviri ve altyazı katkısı yoktur’ uyarısını sondaki arka jenerikte yapan, Ukrayna 2014 yapımı “PlemyaKabile”, öncelikle her zaman rastlanacak türden, sıra işi filmlerden değil diyerek başlayalım. Çünkü baştan sona hiçbir diyaloğa yer vermeyen, nerdeyse bütünüyle sessiz olan, işitmekonuşma engelli olup pek de sempatik gelmeyen tüm kahramanlarının işaret dilini kullandığı “Kabile”, sesli sinemanın başlamasından 86 yıl sonra, gitgide inandırıcılığı azalan ama yine de ilginçliğinden pek yitirmediği söylenebilecek, aykırı bir sessiz film denemesini karşımıza getiriyor baştan sona. Malum, başlangıcından 1930’lu yıllara dek hikâyesini, perde önünde canlı müzik yapılarak ve altyazılarla anlatarak sürdüren sessiz (ve siyah beyaz) film döneminin sona erip sesin sinemaya girmesine, aslında yedinci sanatın anlatım gücünü, görselliğini ve sanatsal özgünlüğünü azaltıyor gerekçesiyle karşı çıkmışlardı vaktiyle, Chaplin, Eisenstein, vb. gibi dönemin büyük ustaları. İşte aldığı film yönetmenliği eğitiminin ardından çektiği ve festival festival dolaşan ödüllü, kısa filmleriyle adını duyurmuş, 2012’de “Nuclear Waste” adlı uzun metrajıyla Locarno’da Gümüş Leopar Ödülü’nü almış, 1974 Kiev doğumlu, Ukraynalı senaristyönetmen Slaboshpitsky de, işitmekonuşma engellilere özgü bir devlet okulunda geçen, birbirlerine oldukça sert davranıp ağır şakalar yapagelen, engelli ama suça bulaşmaya eğilimli öğrenciler arasındaki gittikçe ‘B Aykırı bir sessiz film KAMİL KÜLTÜR l MASARACI ÇİZİK artan psikolojik ve fiziksel şiddet olaylarını konu edinen, senaryosunu yazıp yönettiği “Kabile”yle bunca yıl sonra sesin, sinemanın etkisini (sıfırlamasa da) epeyce küçülttüğü tartışmalarını anımsatıyor yeniden. Adının Sergey olduğunu yine arka jenerikten öğrendiğimiz, çekingen,tutuk genç kahramanımızın, sağırdilsizlere eğitim veren bir yatılı okula gelişiyle başlıyor “Kabile” ve yeniyetme Sergey’in (Grigoriy Fesenko) sessiz hikâyesini 2 saati aşkın bir süreye yayılıp seyircinin dayanma gücünü de zorlayarak, genelde yakın planı yoksayıp uzak planı yeğleyen (ve giderek tekdüzeleşen) gerçekçi bir anlatım diliyle gürül gürül aktarıyor meraklısına. Zorlu bir seyir... Aslında seyirciye zorlu bir seyir deneyimi sunan filmde, gasp ve hırsızlık olaylarının yanısıra alımlı kız öğrencileri TIR sürücülerine fahişe gibi pazarlayarak okulda borusunu öttüren, kadın satıcısı bir çetenin içine alıp kullandığı Sergey’in fahişelik yaptırılan kız öğrencilerden Anya’yla (Yana Novikova) duygusalcinsel bir ilişkiye de girdiği hikayede Anya’nın anestezi yapılmaksızın, ilkel şartlarda kesilip biçildiği o kürtaj görüntüleri gibi rahatsız edici, kimi ‘kirli gerçekçi’ sahneler de mevcut. Anya’yla çekici, uzun arkadaşının (Rosa Babiy), aslında Ukrayna cehenneminden kurtulup batıya kaçmak için İtalya konsolosluğu kapısında vizepasaport kuyruğuna girdiği film, giderek ikna ediciliği ve ilginçliği azalıp dilin aracılığını Sesin sinemaya etkisi Pek ortalıkta arzı endam etmeyen yetişkinlerin ve kimi öğretmenlerin de karıştığı, eski demirperde ülkelerine özgü, karanlık bir suç ve yozluk hikayesi gibi algıladığımız film, herhalde dilsizsağırların hayatta yaşadığı zorlukları seyirciye de duyumsatmaya kararlı yönetmen Slaboshpitsky’nin bilinçli yeğlemesiyle sessiz çekilmiş izlenimi uyandırıyor. Halen Rusya’yla, Putin’le, örtülü bir savaşı sürdüren Ukrayna’dan çıkagelip 2014 Cannes Festivali4ndeki ‘Eleştirmenlerin 15 Günü’ bölümünden büyük ödül kazanarak dönen “Kabile”de, virane halindeki okulun izbe koridorlarıyla tekinsiz sınıflarındaki kötücül atmosferde ‘birbirinin kurdu’ olarak boy gösterip yer alan Sergey’le tüm engelli ‘kanka’larının, doğrusu yer yer tahammülü güç hikayesi, zaten film boyunca ‘sessizliğin sesinden’ epeyce etkilenmiş seyirciyi çaresiz bırakıyor çoğu kez. Yine de meraklısınca kaçırılmaması gereken “Kabile”, basın gösterimi yapılmadığı için maaselef göremediğimiz Kutluğ Ataman’ın “Kuzu”suyla birlikte haftanın filmi nitelemesini hak ediyor kuşkusuz. Suç ve yozluk hikâyesi Moskova Uluslararası Film Festivali, tarihinde ilk kez Türkiye sinemasına odaklandı. ‘Dün ve Bugün’ alt başlıklı programda, ülkemiz sinemasını temsilen Cinema of Turkey platformu tarafından seçilen 10 film, 19 26 Haziran tarihleri arasında Moskova’da izleyicilerle buluşacak. Katılımcılar arasında Uğur Yücel, Tolga Karaçelik, Emre Tanyıldız, Ahmet Mümtaz Taylan, Mert Fırat ve Feyyaz Duman gibi önemli isimler de bulunuyor. Programda Ömer Lütfi Akad üçlemesinin ilk halkası ‘Gelin’, Yavuz Turgul imzalı ‘Muhsin Bey’, senaryosu Uğur Moskova’da Türkiye rüzgârı... 37. Yücel’e ait olan ‘Soğuk’ ve Nuri Bilge Ceylan’a ait ‘Uzak’ gibi yapımlar da izlenebilecek. Etkinlikte ayrıca, Tolga Karaçelik’in yönettiği ‘Gişe Memuru’, Yılmaz Erdoğan’ın kamera arkasına geçtiği ‘Kelebeğin Rüyası’ ve Feyyaz Duman’a Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde en iyi aktör ödülü getiren ‘Annemin Şarkısı’ filmi de bulunuyor. Bölümde öte yandan, Kaan Müjdeci’nin Altın Aslan ödüllü filmi ‘Sivas’ın dışında, Tayfun Pirselimoğlu’nun ‘Ben O Değilim’ ve Derviş Zaim’in ‘Balık’ isimli yapımları da görülebilecek. l Kültür Servisi C M Y B ‘Muhsin Bey’ da ortadan kaldırarak insanın içindeki kötülüğün ve sistemin yozlaşmışlığının vurgulandığı, yalın ve bildik bir karanlık mesaja yönelmiş sonuçta. Kameraman Valentyn Vasyanovych’in görüntülerine dayanan başarılı görselliğiyle anlaşılmazlığını törpüleyen ama inandırıcılığını gitgide yitirip şiddet dozu yüksek bir finale yelken açan, gencecik Sergey’le Anya’nın doyasıya seviştiği 3 pornografik sahneyle de soslandırılmış, sistem eleştirisi içeriğinin muğlak kaçtığı, yenilikçi, buruk ve erotik bir ‘arthouse filmi’ne dönüşmüş sonuçta “Kabile” anlayabildiğimiz kadarıyla. ünlük saygın Fransız gazetesi Le Monde, Mustang filmindeki performansıyla göz dolduran yönetmen Deniz Gamze Ergüven hakkında kapsamlı bir makale yayımladı. Gazetenin önceki günkü sayısında yer alan yazıda, sanatçının taşıdığı hayat enerjisini sık sık ‘lokomotif’ veya ‘trompetleri çalmak’ gibi ifadeleri kullanmak suretiyle dışavurduğuna dikkat çekiliyor. Yazıda, 2006’da FEMIS’ten mezun olan Ergüven’in Mustang filminin doğuş hikâyesi, 2011 yılın Le Monde’da bir kadın yönetmen: Deniz G. Ergüven G da ergenlik dönemindeki bir anıdan hareketle yazdığı tretmana dayandırılarak anlatılıyor. Makalede, yönetmenin, Cinefoundation üyesi Alice Winocour ile tanışmasıyla birlikte değişen yaşam çizgisinden de söz ediliyor. l Kültür Servisi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle