15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 yEryUzU SofrALArı TASARIM: ÇAĞLA SEVİNDİK Ramazan Derleyen TAYFUN ATAY Cuma 19 Haziran 2015 Mahyadan uzaya giden yol Mahya bir Türk icadıdır, İslâm kültürünü yaşayan kentler arasında da yalnızca İstanbul’a özgüdür ydınlanma tarihinde bilgi birikimini gelecek nesillere taşıyan yazı, Ay’a insanın ayak izini bırakmasını sağlayan en önemli güçtür. Sümer tabletlerindeki ilk yazı örnekleri de kuşların ayak izlerine benzemektedir. Sümer tabletleri bu görünümüyle, okuyan, bilginin rehberliğinde yol alan toplumların arkasında ateş saçarak giden Sunay roketlerle, gökyüzünAkın de yükseleceği gerçeğinin pusulasıdır. Bu yüzden mahyaları, yazının kuşların ayak izine benzeyen ilk görünümünden, insanın Ay’da bıraktığı ayak izine kadar geçen süreçte, ateş ile olan dansının en önemli sayfaları olarak ele almalıyız. A ruh N FAYDALI BİLGİLER Minare, nur, ışık Mahya bir Türk icadıdır. İslam kültürünü yaşayan kentler arasında da yalnızca İstanbul’a özgüdür. Mahyacılığın kökeninde de, eski eğlence hayatımızda önemli bir yere sahip olan havai fişek gösterileri yer alır. Maketlere bağlanarak fırlatılan fişekler, gecenin siyah perdesi üstünde bir anlık da olsa ışıklı resimlerin görünmesini sağlıyordu. Çünkü fişekler sayesinde gökyüzüne yükselen maketler gemi, at, kale, ağaç, çiçek gibi şekillerden oluşuyordu. Havai fişek gösterilerinin kökenin Uzakdoğu olduğunu biliyoruz. Bu tür ışık oyunlarının İstanbul’da yaratıcı zekâmızla buluşması sonucu mahya sanatının ortaya çıkışını çok iyi analiz etmeliyiz: Her şeyden önce, iki minare arasındaki boşluğu bir kâğıt gibi gören düşüncenin şifresini çözmeliyiz. Minare, “nur” sözcüğünden gelmektedir ve anlamı “ışık”tır. Bunun da nedeni minarelerin eski dönemlerde sadece ezan okumak için değil, yakılan ateşlerle aydınlatma amacıyla da kullanılmasıdır. İnsanlığın geleceğini aydınlatan yazının, gökyüzüne iki minare arasından yükselmesine rastlantı demek, büyük bir yanılgıdır. Mahyalardaki yazıların ya da resimlerin uzunluğunu, şeklini ve içeriğini belirleyen, kurulacağı caminin iki minaresi arasındaki alandır. Bu alan mahyalarda üstüne yazı yazılan ya da resim yapılan bir kâğıt gibi ele alınmıştır. İyi, hoş, güzel de, yazıyı iki minare arasına çıkarmanın ilk adımı ne olmuştur? Bu sorunun yanıtı, Defterdar Nazlı Mahmut Efendi’nin, Eyüp semtinde yaptırdığı caminin minaresindedir!.. Döneminin ünlü hattatlarından olan Mahmut Efendi, 1541 yılında Mimar Koca Sinan’a yaptırdığı caminin kitabesini bizzat kendisi Kökeninde havai fişek gösterileri yatan Mahya’nın yakın tarihimizden örnekleri. (Sunay Akın arşivi) yazmıştır. Bu caminin yeryüzündeki tüm tapınaklar arasında apayrı bir yeri vardır. Sunay Akın okurlarının çok iyi bildiği bu özellik, minaresinin tepesine hilal yerine, yazı araçları olan hokka ve kalemin konulmasıdır. Böylelikle Defterdar Camii, yeryüzünde en üst noktasında yazı, bilgi, daha doğrusu aydınlanma araç gereçlerinin olduğu tek mabet olma ayrıcalığını ve haklı olarak da gururunu taşımaktadır. İlk mahyanın 1603 – 1617 yılları arasındaki I. Ahmet döneminde kurulduğu konuyla ilgili yazılarda okunur. 1578’de İstanbul sokaklarında gördüğümüz Alman gezgin Schweigger’in seyahatnamesinde, iki minare arasında kandillerle kurulmuş bir mahya gravürünün varlığı ve minarelerin kandillerle süslenme geleneği bilinse de, mahyanın başlangıcı olarak I. Ahmet dönemi kabul görmüştür. Bu tartışmanın dışında önemli olan, Defterdar Camii’nin minaresine hokka ve kalemin konuluşunun tüm bu tarihlerden daha önce oluşudur. Hat sanatı gibi bir geleneğin olduğu toplumda, iki minare arasına yazıyı taşıma düşüncesinin oluşmasında bir adım olarak Mahmut Efendi’nin minarenin tepesine çıkardığı yazı araçlarının algısı yadsınamaz! Yazının kendisinden önce yazı araçlarının bir minaresine çıkarıldığı İstanbul, mahyanın doğduğu yer olmayacaktı da, bu unvanı hangi kent taşıyacaktı? Resimli mahyalar Defterdar Camii’nin minaresindeki hokka ve kalemin olgunlaştırdığı düşünce zaman içerisinde mahyayı yazan ele dönüşecektir. Mahmut Efendi’nin yaptırdığı caminin minaresine koydurttuğu hokka ve kalem, mahya düşüncesinin doğuşundaki en önemli ilham kaynağıdır. Bunu anlamak için de, İstanbul denilen bu büyük satranç masasında birer oyun taşı olan tarihi eserler arasında birbirini tamamlayan hamleleri görebilmek gerekir. Hat sanatında yazıyla resim yapma geleneği III. Ahmet döneminde mahyalarda ayrışacak ve Ramazan ayının ilk on beş gününde camilerin üstünde yazı, sonrasında da resim görünecektir. İstanbul’a gelen yabancı gezginler arasında Ramazan ayına denk düştüğü için mahyalardan söz edenler vardır. Ama, resimli mahyaları anlatan İngiliz yazar Julia Pardoe’dur. Işıkla sanatın birliği 1835 yılının 30 Aralık günü gemisi Haliç’e demirleyen Pardoe, İstanbul’daki ilk gecesinde tanık olduğu resimli mahyaları bakalım nasıl anlatıyor: ”Akşam oldu ve büyü derinleşti. Şehre varışımız Türklerin Ramazan ayına denk gelmişti. Çevremiz alaca karanlığa büründüğünde, bütün camilerin minareleri birden bire par lak ışıklarla aydınlandı. Hiçbir şey bu manzaradan daha sihirli bir tesir icra edemezdi; karanlık, bu ruhani sütunların zarif hatlarını gizlemiş ve neredeyse en uçta minareyi kuşatan ışık halkaları, canlı elmaslardan müteşekkil üç katlı bir taç teşkil etmişti. Bunların altında – aradaki boşluğu dolduracak şekilde – harika bir sürat ve dakiklikle birbirini izleyen ateşten desenler sallanıyordu: İşte bir ev, şimdi bir grup servi, sonra bir gemi veya çapa ya da bir buket çiçek. Bu değişiklikler, sonradan keşfettiğime göre, son derece basit ve tabii bir usulle yapılıyor. Minareden minareye kordonlar çekiliyor, bunlara lambaların bağlandığı kordonlar asılıyor ve önceden tayin edilen biçimde bunların indirilip kaldırılmasıyla, İstanbul hiçbir Avrupa başşehrine benzemeyen, sihirli hareketli görüntülerle ışıklandırılıyor.” Işık ve sanatın birlikteliğinde, resimli mahyaların hayal dünyasındaki değerini anlamakta ve hak ettiği değeri vermekte çok geç kaldık. Bunun sonucunda da, sanat ve ışık Tanrısı Apollo’nun adı, doğduğu topraklar olan Anadolu’nun çok uzağında, Amerika’da, Ay’a insanları ulaştıran roketlerin üstüne yazılmıştır! hun bedenden ayrılması, nefsin baskısından kurtulmasıdır. Ruh, İslâm’da nirengi noktası olduğu kadar insanefs, Şeytan’ı temlık tarihine bakıldığında da sil eder ve onun tadinin kökeninde yer aldırafından kontrol edilir. ğı kuvvetle iddia edilen bir Nefsle Şeytan’ın bu bağıkavramdır. Antropolojinin na karşı insan, “ruh” yoluykurucu babalarından Edla Allah’la bağ kurar. Böyward Tylor (18321917), dilece insana dair algılama nin ilk biçimi olduğunu öne İslâm’da nefsruh ikiliği tesürdüğü “animizm”i, ruhmelinde biçimlenir. sal varlıklara inanç olarak Bu “düalizm”, insanın en tanımlar. Tylor, pek çok katemel gerçeğidir. İki farklı, bile toplumunda karşımıkarşıt ve biri olumlu (iyi), za çıkan animist inancın tediğeri olumsuz (kötü) kişilimelinde insanların rüya ve ğe temel oluşturan gerçeksanrı (“trans”) deneyimleri tir bu... olduğunu belirtir. Uykuda Bu ikilik, “akıl” ve “kalp” bedeni hareketikiliği ile de siz olsa da kentakviye edilir. disini bir yerAkıl çok önemlerde bir şeyler li, ama riskyaparken gören li bir kategoriinsanlar, kendir; Şeytan, akdilerinde belı nefs aracılıdenlerinden bağı ile kontrol ğımsız hareket edebilir. Kalpte eden bir “öz” ise Allah’ın nuolduğu inancıru yatar! Kalp, na varmışlarruhun mekânı, dır. Bu “öz”, Edward Tylor Allah’ın insandaölümle tamamen ki meskenidir. serbestleşip varlığını ebediİnsan varlığının bu şeyen sürdürür ve yaşayanlakilde iki karşıt gücün birrın hayatına olumluolumlikteliği temelinde açıklansuz etki eder. “Anima”, yani ması İslâm’a özgü olmayıp ruhtur bu. diğer inanç sistemlerinde Animizmden “atalar ve dahi düşünce ekollerintapımı”na, Şamanizm, tode de karşımıza çıkar. Sostemizm, paganizmden çokyolog Durkheim, ahlâkı ele tanrıcılığa ve tektanrıcı alırken insanın “Homo dup“İbrahimî dinler”e kadar lex” olduğu sonucuna vakadar ruhmerkezli inanç rır. Yani insan birbiriyle çasistemleri, insan dünyasıntışma içindeki iki ayrı varlıda dünden bugüne ve farklı ğın, beden ile ruhun bileşicoğrafyalarda karşımıza çımidir. Ruh, kutsal bir özdür kar. Bu itibarla Tylor’un şu ve öyle olmayan beden içesözü çok anlamlı ve üzerinrisinde yer alır. Burada bede düşünülmeye değerdir: den nefse karşılık gelir de“Tektanrıcılık, günümüz mek mümkün. insanının animizmidir.” Bu çerçevede ölüm de ruYarın: İBADET Bir namlı obur ünyanın her yerindan bir kebapçık. Efendimide zengin sofralarına zin ağızlarına lâyık bir pat“meze olup” etrafı güldüren, lıcan dolması yapmışlar ki bunun karşılığınsormayın... BendeSOFRA SOHBETLERİ da bir güzel “besniz soluğu on ikincilenen” kişiler hâlâ de aldım. Ya o ekşibulunuyor. Dahali bamya, ya o parsı, ister New York, ça kuzu etli sultanî Londra , Paris, ister bezelye, o zeytinİstanbul’da, davetyağlı bakla... Derken li olmadıkları topiş [...] iç pilâva gen u Art lantılara, balolalip dayandı. Ver eyl a Üns ra, düğünlere, ürün ledim kaşığı, ver eylansman kokteyleledim kaşığı... Artık rine ya da ramazan ziyafetkendimden geçmişim efenlerine, bir yolunu bulup “ sıdimiz. Ne yaptığımı, ne ettizan” ve soluğu zengin büfe ğimi, kaç tabak göçürdüğüde alan yarızamanlı “profes mü hatırlamıyorum. Âdeta yonel” parazitlerin varlığı da rüyada gibiydim. Tabiî bakbir gerçek. lavadan evvel muhallebinin Hem asalak hem de obur, hatırını sorduk. Aşçıbaşı köişte en kötüsü bu olsa geleniz pek sevdiğimi bildiği rek. Hazır, bu tür parazitiçin elmasiyeden evvel ayırlerden söz ederken, üstâd dığı sarığı burmayı getirdi. Midhat Sertoğlu’nun İstanElmasiyeden sonra...Derken bul Sohbetlerinde değindiefendiyi hafakanlar basar ği, 17’nci yüzyılın sonlarına ve: Sus, sus...Allah müstadoğru İstanbul’un “en namlı” hakını versin! diye bağırırdı. oburları arasında ismi geçen Halbuki yemek lafı helecatelgrafçı Küçük Recai Bey’in nından arada o nefis kıymalı sık uğradığı bir konağın satereyağlı su böreğini atlamış hibiyle sohbeti hemen akbulunurdum...” Obur Recai Bey’in telegralıma geliyor. Cömert beyefının tellerine takılan yemek fendi sorar: “ Recaî, sen nağmeleri böyle. Bilmem, bugün öğle yemeği yedin mi? Sayenizde az evvel aşa artık mobil telefon devrimiğıda yedim efendimiz. Peki, nin yaşandığı günümüzde yeni Recai Beyler de icraı neler yedin? Say bakalım.” Recai’nin yediklerinin mik sanat ediyorlar mı? tarı bir yana, o dönem İstanSiz yine de sofra güzellikbul mutfağının en değerli yi lerine itidal ve izzeti nefsiyecekleri konusunda da bizi nizi koruyarak yaklaşmayı; aydınlatacağı kesindir: hepsinden önemlisi, ken“ Evvelâ şöyle iştiha di sofranızı asalak oburlaraçar diye bir iki tabak çorla değil, muhtaç gariplerle ba. Sonra yoğurtlusunde bir biçimde paylaşmayı dan, şişinden, tandırlısınsürdürün. D Ramazan ve sivil dindarlık SÜREYYA SU amazan’da artan dindarlığın kişiler ve kurumlar üzerinden farklı yansımalarını görürüz. Kişiler üzerinden yansımaları, “irfani” (kültürel) ve sivil nitelikleri ağır bastığı için renkli, neşeli ve samimidir. Kurumlar üzerinden yansımaları ise “şer’i” (yasal) ve resmi nitelikleri ağır bastığı için renksiz, sıkıcı ve yapmacık bir hal alıyor. Bu ayrıma biraz daha detaylıca girelim!.. Ramazan’da sivil dindarlık, bazılarının giyiminde dekolteden uzaklaşmak ve makyaj yapmayı bırakmak olarak kendini gösterir. Bazılarının alkollü içki içmeye ara vermesiyle, bazılarının namaza başlamasıyla, bazılarının kutsal olduğuna inanılan yerleri ziyaret edip dua etmesiyle, bazılarının da oruç tutmasa da akşam yemeğini iftar vaktine denk getirmesiyle... İftardan sonra teravih için camiye gitmek de dindarlığın bir biçimidir, sahura kadar arkadaşlarla R Ramazan’da sivil dindarlık iftar sonrası nargile keyfine de açık. nargile keyfi yapmak da... Bunların hepsinde ruhsal bir başkalaşma, içsel bir huzur, manevi bir heyecan vardır. Ramazan’a özgü âdet ve gelenekler aslında bu duygulardan doğmuştur. Bir de resmi dindarlık var. Bu, kendisini televizyonlardaki dini programlarda, camilerdeki hutbe ve vaazlarda, ilahiyatçıların söyleminde dışavuruyor genellikle. Ramazan’ı bir dinin özüne dönüş fırsatına çevirmeye çalışmak veya dinin doğrusunu öğretmek üzere, adeta teyakkuz halinde bir dindarlık adına takıntılı (“obsesif”) benlikler üretiliyor. Din, aşkı gerektirir Resmi dindarlığın İslamın “öz”ü veya “doğru İslam” olarak telkin ettiği bilgi, genel hatlarıyla iktidar tarafından sınırları çizilmiş bir din alanının, din adına yetkili kişilerce tanımından ibarettir. Böylece, kısırdöngü halinde, her Ramazan orucu neyin bozduğu; teravihin sünnet olup olmadığı; imsakın erken yapılıp yapılmadığı tartışılırken insanların dindarlığı çerçeve içine alınmaya, kurallara boğulmaya çalışılıyor. Oysa dindarlık çerçeveye sığmaz. Dindarlık coşkuyu, arzuyu, aşkı gerektirir. Elbette her kurumun olduğu gibi dinin de kuralları, ritüelleri, emir ve yasakları vardır. Ama tüm bunlar hayat içinde insanlar tarafından yeniden şekillendirilir, estetize edilerek hatları yumuşatılır. Genellikle de resmi dindarlığın dini camilere kapatıp ciddiyeti koruma çabasına rağmen, sivil dindarlık dini hayata katarak neşeyi korumaya çabalar. Ramazan’da sivil dindarlığın ve seküler toplumda maneviyatın imkânlarını aramak ve dini hayatta zevki keşfetmeye çalışmak gerek. Onu neşeyle geçirelim diye... C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle