28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Çarşamba 17 Haziran 2015 yorum TASARIM: BAHADIR AKTAŞ 20 eçim heyecanı ve sevincini üstümden atınca, hayatın gerçekleriyle yüz yüze geldim. Vallahi, şu anda yüksek politikadan daha çok beni bu çağ atlamış denilen ülkede karşılaştığım olaylar ve durumlar ilgilendiriyor. Öncelikle şu “kentsel dönüşüm” denilen ucubenin aleni mağduruyum. Kadıköy’ün Bağdat Caddesi’yle minibüs yolu arasında oturduğum için, zaten iki yıldır bir şantiyede yaşar gibiydim. İstanbul’un doğal yapı açısından depreme en dayanıklı bölgesi, kayaların üstünde olduğu için benim oturduğum bölge ama evleri yenilenecek ve değer kazanacak diye, çıldıran küçük burjuvalar ve tabii bu çılgınlığa rant uğruna koşa koşa katılan müteahhitler sayesinde yıkılmayan ev kalmadı. Ancak yeni yapılan apartmanları birbirinden ayırmak neredeyse imkânsız, çünkü aynı kapılar, aynı pencereler ve aynı donuk hastane havasında evler. Bunlara Almanya, Fransa gibi ülkelerde “sosyal konut” denir, biz de lüks residans! Neyse, anlaşılan mağdur S Altından ev ıl 1931. Yer, Eskişehir İnkılap İlkokulu. Cumhuriyetimizin en genç kızı Muazzez İlmiye Çığ, Bursa Kız Öğretmen Okulu’nu bitirmiş ve Eskişehir’de göreve başlamıştır. Sınıfta iki talebe vardır ki özellikleriyle öne çıkarlar: Meraklı bakışları, seri hareketleri ve sapsarı saçlarıyla akıllarda yer eden Turan, ki İlmiye Hanım’ın da kardeşidir ve hocasına sürekli olarak “Size altından bir ev alacağım/ yaptıracağım” diyen çalışkan talebe Orhan… Şikâyetname… olmak benim fıtratımda var, böylece yeni bir eve taşındım. O da ne? Sokak bok kokuyor. Kimsenin de umuru değil, lüks residanslarda yaşıyorlar ya! Bundan yakınırken Moda civarında oturan dostlarım “Işıl bu da bir şey mi, gel bize” dediler ve gece pencere açık uyumak imkânsız. Gerçekten ben merak ediyorum, bu yapılan lüks inşaatlar bittiğinde ve iki misli nüfus buralarda yerleştiğinde bunca kişinin defi haceti nasıl ve nereye gidecek? Sana ne mi diyorsunuz, o zaman söyleyecek sözüm yok ama tak Y minik bir kutu çıkarır ve heyecanını gizleyemeyerek, sevgili öğretmenine takdim eder. Kutuda, zincire takılmış ev biçimde bir kolye vardır ve altındandır! HHH İnce zanaat erbabı Muazzez İlmiye Çığ Küçük Orhan, yıl boyunca bu sözünü o kadar sıklıkla tekrarlar ki, durum ailesinin de dikkatini çeker ve bir akşam ailece öğretmen hanımı ziyarete gelirler. Bu ziyaretten sonra Muazzez İlmiye Hoca da o ailenin bir parçası olur artık, sık sık görüşürler Orhan’ın yakınlarıyla. Orhan Günday, ilerki yıllarda İstanbul Belediyesi’nde avukat olarak hizmet verir ve hukuk alanında önemli çalışmalar yapar. Zaten hocanın kardeşi Prof. Dr. Turan İtil de psikiyatri dalında öne çıkmış, beynimizin o karmaşık yapısı hakkında uzmanlaşmıştır. Muazzez İlmiye Çığ, 60’lı yılların sonu, 70’li yılların başında bir gün Topkapı Sarayı’ndan çıkarken kendisine doğru hürmetle ilerleyen bir bey görür. O bey çalışkan talebesi Orhan’dır ve sevgili eğitmenine söz verdiği altından evi hâlâ alamadığı için de çok üzgündür! Ulusunu seven, Atatürkçü bir talebe yetiştirmenin haklı gururunu yaşayan ise Muazzez İlmiye Hanım’dan başkası değildir, elbette. Yıllar yılları kovalar ve 2010’un ilk günlerinde Muazzez İlmiye Çığ’ın kapısı çalınır. Açılan kapıda, yüzünde sevinçli ve gururlu bir ifadeyle Orhan Günday belirir. İçeriye buyur edilen Günday, çayını içtikten sonra cebinden İstanbul’daki “Bitpazarı”nın aslı, “Batpazarı”dır. Bir zamanlar buranın yankesicisi, dolandırıcısı, cepçisi, arpacısı, karmanyolacısı, tantanacısı ve bilumum ince zanaat erbabı, akıl almaz kalitede “kalk gidelim”lere imza atmışlardır. Öyle ki, rivayete göre Sherlock Holmes’un ta kendisi olduğu iddia edilen dünyaca ünlü bir hafiye, mesleki merakını yenememiş ve Bitpazarı’ndaki durumu gözlemlemek için İstanbul’a gelmiştir. Hesabı, Bitpazarı’nı dolaşmak ve ününe yaraşır biçimde hiçbir şeyini çaldırmadan oteline dönmektir. İlk gün, ekose ceketi ve külot pantalonunun ceplerine hatırı sayılır tutarda para doldurur. Dişlerinin arasına sıkıştırdığı gül ağacından piposuyla olay mahallini tura çıkar. Pazaryerini aşağıdan yukarıya saatlerce dolaşır. Piposunu keyifle tüttürürken ceplerini de sık sık yoklamayı ihmal etmez. Zehir hafiyemiz akşama doğru son yoklamalarını yapar ve muzaffer bir edayla çıkışa yönelir. Sonuçtan hoşnuttur, çünkü bir sent bile çaldırmamıştır, “gözden sürmeyi çeken” hırsızlara. Piposundan kuvvetli bir nefes çekip İstanbul semalarına üfleyerek kutlamak ister, başarısını. Ne var ki havanın puslu akşamlara özgü tadından başka bir şey hissedemez damağında… Sağ elinin avucu, pek kıymetli piposunun tütün haznesi kadar boşluk bırakılmış halde, görünmez bir yumurtayı alttan tutar gibidir; ama mesleklerini “erkânı harp  seviyesi”nde idrak eden usta eller, bir göz kırpmalık zamanda gereğini yapmış ve çok özel hafiyenin çok özel piposunu uçuruvermişlerdir! Hafızam beni yanıltmıyorsa, zehir hafiyenin Cumhuriyet gazetesine ilan vererek: “Pipomu getirin, kaç para isterseniz öderim!” dediğini de hatırlarım. E şimdi ben böyle hırsızı alnından öpmez miyim?* *KEMAL KIRAR’ın Türkçenin güzellikleri üzerine… Ne Ülen Bu?! başlıklı kitabından alıntıdır (Destek Yayınları, 2015) tım bir kere, oturduğum sokak kaç günde bir süpürülüyor? Buna da taktım. Haftada bir, o da üstünkörü, ayıp olmasın diye, şöyle süpürge yalap şap dolaştırılıyor. Yağmur suyu gitsin diye açılan arklar, izmarit ve atılmış çöp dolu. Yani Kadıköy Belediyesi’nin bu bölgeyi umursadığı yok, varsa yoksa Bağdat Caddesi. Öte yandan belediye kendi dergisinde ve sitesinde vatandaşları denize girmemeleri için uyarıyor ve ayrıca bok kokusuyla birlikte yayılan bazı partiküllerin sağlığa zararlı olduğunu söylüyor. Yani yakın zamanda bu bölgede insanlar hani Gezi’de taktığımız maskelerle dolaşmaya başlarsa hiç şaşmamak gerek. Maskeler de bir işe yarasın yani. Bugün gerçek hayata dönüş yaptım ve yazımın başlığını şikâyetname koydum ya, devam behicak@yahoo.com.tr Delirmeye az kaldı edelim. Ben her ev taşıdığımda taşıma yapan ekiple problem yaşıyorum. Geçen evimi taşıyan ekip sanırım kitaplarımdan ilham alarak yedinci kattaki penceremin önüne benim balkonda bulunan sprey boyayla “Yaşasın PKK” yazmıştı. Mahalleliler telaşla silme işlemi yapıp ondan sonra bana söylemişlerdi. Bu seferki ekip de bir an boşluğumdan yararlanıp onlara dağıtacağım bahşiş parasını çantamdan almış. Helal olsun dedim. Ders bir, ne olursa olsun çantanı elinden bırakmayacaksın! Şimdi gelelim nasıl azarlandığıma, pencere camlarını değiştirmek için gelen mahallenin dini bütün camcısı, “Ne kadar çok istiyorsun, ben sokaktan para toplamıyorum” deyince, celallenip sayıları yüzleri bulan küçük heykellerimi gösterip “Boş işlerle uğraşmasaydın Allah sana da para verirdi” demez mi? Ya sabır, vay canına artık heykellerim için de azar işitiyorum. Bir an korktum. Heykel düşmanlığı sandığımdan da köklüymüş. Ülke çağ atladı ya, internetimiz var ya, öyle mi? Öncelikle genel olarak hizmet sektörünün tam bir fiyasko olduğunu söylemek isterim. Sanırım çok ucuza eleman çalıştırmayı kârlı buluyorlar ve bu elemanlar şirketlerine acayip bir eksi getiriyor. Şimdi gelelim internetle savaşıma... Benim internetim Superonline, tam yedi gündür bir nakil işlemini beceremediler. Ben onları defalarca aramaktan yoruldum, onlar ise tıpkı bir zamanlar Sovyet Rusya’daki gibi beni bir bölümden bir bölüme aktardılar, şu anda bile internetim yok. Yazılarımı geçtiğim kafedeki kız bile benden usandı. Ama hâlâ internetimi yapacaklar. Vay süper internet ha! Güldürmeyin beni! Her yanınız dökülüyor. Tabii bütün bu yazdıklarım yüksek politikayla uğraşanları hiç ilgilendirmiyor, şimdi her ağzını açan “yahu kim kimle hükümet kuracak” diye derin bir tahlile başlıyor. Hadi ben de biraz yüksek politika yapayım, arkadaşlar devrim filan olmadı, sadece darbe hükümetlerinin kötü mirası yüzde on barajı aşıldı. Ayrıca politikada bugün söylenen sözler yarın unutulur. CHPAKP neden koalisyon yapmasın, ekonomik politikaları aynı, ikisi de neokapitalist bir düzen istiyorlar. Derviş de hazır ortalıkta, ülke zaten batmış, biraz düzeltme iyi gelecek. Merak etmeyin üstyapı da kendiliğinden düzelir. Ama biz bok kokusunda oturmaya devam ederiz. 17 HAZİRAN 2015 SAYI: 32760 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com.tr HARBİ SEMİH POROY “Önce bir dil katledilir, ardından onu konuşanlar” JEAN GIRAUDOUX G NOKTASI osyal medyanın yayılmasıyla ortaya çıkan bir gerçek var: Türkçeyi doğru kullananların sayısı hızla azalıyor ve iyi eğitim görmüş diyebileceğimiz bir kesim bile, doğru konuştuğunu doğru yazmayı bilmiyor. En çok yanlış da “de/ da” ekinin yazılışında yapılıyor. Editör ve düzeltmen Kemal Kırar, Türkçe âşığı bir dil uzmanı. Yukarda iki anekdot okuduğunuz kitabı, aslında sözcüklerin kökenine, nereden gelip nereye gittiklerine ilişkin bilgiler içeren bir çalışma. Yazar, öykülerle süslediği kitapta “imla” öğütleri de veriyor. İşte o öğütlerden biri, sözünü ettiğim “de/da” ekinin yazılışını da içerdiği için tereddüt edenlere yararlı olabilecek ve sık yapılan yanlışlara dikkat çeken bir pusula niteliğinde: S İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına ki, böyle de yatılmaz ki!). Türkçede “ki”, anlamı vurgulamak için sadece olumsuz ifadelerde kullanılır, olumlularda değil! (Örnek: Ama ben onu hiç görmedim ki!) “ki” bağlacı, kalıplaştığı bazı durumlarda bitişik yazılır (oysaki, meğerki, illaki, mademki, sanki, halbuki, çünk(i)ü). Her soru edatı, istisnasız olarak ayrı yazılır (ben mi, benimki mi, gelir misiniz vb.) Aşağıdaki bölümü ise okkalı konuşup yazdığını göstermek için Osmanlıcayı katleden eğitimli cahillerin dikkatle okuması gerekir: Orhan Erİnç Karıştırmayın! Ayrı mı yazalım bitişik mi? Yer ve konum bildiren ismin “de” hali eki bitişik (Necip dün akşam bende kaldı.), “dahi” anlamına gelen ya da bağlaç görevi yapan “de” ise ayrı yazılır (Ben de bu akşam Necip’te kalacağım.) İsimlere eklenerek yer ve zaman bildiren sıfatlar türeten “ki” eki bitişik (Bu sabahki maçı kolayca kazanırız), bağlaç görevi yapan “ki” ise ayrı yazılır (Olmaz “Bilhassa” yerine “bilakis” derseniz, “özellikle” demek isterken “aksine” demiş olursunuz. Bir şeye “delalet” etmek, ona “işaret etmek/yol göstermek” anlamını taşır. Karıştırıp “dalalet” derseniz, “doğru yoldan sapma” demiş olursunuz. Birinin “eşkal”inden söz edilir, “eşgal”inden değil. İlki “şekiller” demektir, diğeri ise “işler”. “Katil”deki “a” harfi uzun okunduğunda “öldüren kişi”, kısa okunduğunda ise “öldürme işi/edimi” anlamına gelir. “Mahsur”un “kuşatma”, “mahzur”un ise “sakınca” demek olduğunu unutmayın! ürüyorlardı… Birçok koldan geçmişlerdi yürüyüşe… Takvim yaprakları 15 Haziran 1970’i gösteriyordu… Her şey aynı yıl çalışma yaşamını ve temel sendikalar mevzuatını düzenleyen 274 sayılı Toplu İş Sözleşmesi ve Grev ve Lokavt Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasası’nda değişiklikler öngören tasarının iktidardaki Adalet Partisi ve muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi’nin işbirliği ile önce TBMM’den, sonra da Senato’dan geçirilip yasalaşması üzerine başlamıştı. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın onaylamasıyla 11 Haziran 1970 günü yeni yasal düzenlemeler yürürlüğe girmişti. Amaç, Türkİş’ten Devrimci İşçi Sendikalar Konfederasyonu DİSK’e işçi akışının önünü kesmekti. DİSK, kendisine bağlı sendikalar ile yeni düzenlemelere tepki göstererek 17 Haziran günü için büyük bir miting düzenleme kararı almıştı. Ne var ki işçilerin sabırları taşmıştı. Miting gününü beklemeden 15 Haziran sabahı işyerlerini terk ederek E5 karayolu güzergâhında Kadıköy’e doğru yürüyüşe geçtiler. Eylemler önce Anadolu yakasında, Kartal çevresindeki fabrikalarda başlamıştı; yürüyüş ilerledikçe çok sayıda fabrikadan toplu katılımlar oluyordu. On binler yürüyordu… Bir başka yürüyüş kolu da Beykoz ve Paşabahçe’de oluşmuş, Üsküdar’a doğru yürüyüşe geçmişlerdi. Aynı saatlerde Avrupa yaka Y İcra Kurulu Başkanı İki uzun gün sında da eylemler başlamış, BakırköyTopkapıSağmalcılar güzergâhında binlerce işçi yürüyüşe geçmişti. O gün saat 17.00’ye kadar süren eylemler ertesi gün de sürecekti. 16 Haziran günü Gebze’den yola çıkan işçilere Kartal’dan katılımlarla o güne kadar benzeri görülmemiş dev bir kitle oluşmuştu. On binlerce işçi Bağdat Caddesi üzerinden Kadıköy İskele Meydanı’na ulaştı. Karşı yakada ise Topkapı kesiminden gelen kollar birleşerek Aksaray üzerinden önce Sultanahmet’e, oradan Cağaloğlu’nda bulunan Valilik önünden geçip Eminönü’ne aktılar. Devlet, bu dev kitlesel eylem karşısında çaresiz kalmıştı. 15 Haziran akşamı İstanbul’da ilan edilen 60 günlük sıkıyönetim, ertesi günkü eylemlerin önünü kesemedi. Tam tersine yasaklama işçilerin kararlılığını daha da keskinleştirmişti. Valilik, yürüyüşçülerin Beyoğlu tarafına geçerek orada oluşan yürüyüş kollarıyla buluşmasını engellemek için Haliç köprülerini açtırdı. Resmi verilere göre yürüyüş ey lemlerine iki günde 75.000 işçi katılmıştı. Sanayileşmenin kırk beş yıl önceki düzeyi düşünülecek olursa bu çok önemli bir sayıydı. Aynı zamanda o yıllardaki sendikalaşma düzeyinin bugünün çok daha üzerinde olduğu da anımsanmalıdır. Söz konusu yasalara gelince… Türkiye İşçi Partisi bu yasa değişikliklerinin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu. Bu arada yasa değişikliklerinin TBMM’den geçmesi için Adalet Partisi’ne destek veren CHP de Anayasa Mahkemesi’nde iptal davası açmıştı. Mahkeme bu başvuruları karara bağlayarak yeni düzenlemeleri iptal etti. Önce 12 Mart 1971, sonra da 12 Eylül 1980 darbeleriyle birlikte sendikal özgürlükler tırpanlandı, sömürü düzeni pekiştirildi. Devlet desteğiyle emek, sermayenin payandası olan Türkİş’e yönlendirilerek işçi sınıfı büyük ölçüde işverenlerin insafına terk edildi. 1516 Haziran 1970 işçi eylemleri benim kuşağımın belleğinde bir “umut” olarak derin izler bıraktı. Yazımı noktalarken o uzun iki günde sınıfının davası için can veren Mutlu Akü Fabrikası’ndan Yaşar Yıldırım, Vinleks Fabrikası’ndan Mustafa Bayram, Cevizli Tekel Fabrikası’ndan Mehmet Gıdak ile bu eylemlerden sonra direnişe geçen Gislaved Fabrikası işçilerinden Hüseyin Çapkan’ı saygıyla anıyorum. Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Tahir Özyurtseven Haber Koordinatörü Murat Sabuncu Yazıişleri Müdürü Ayşe Yıldırım Başlangıç Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Reklam Genel Müdürü Özlem Ayden Şalt Reklam Genel Müd. Yrd. Nazende Körükçü Reklam Grup Koordinatörü Hakan Çankaya Rezervasyon Yönetmeni Onur Tunalı l Haber Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Dış Haberler: Ceyda Karan l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Grafik: Ahmet Sungur l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül İzmir Temsilcisi: Serdar Kızık Ahmet Rasim Sok. No: 14 Halit Ziya Bulvarı 1352 S. 2/3 Çankaya 06550 Ankara İzmir Tel: (0232) 441 12 20 Tel: (0312) 442 30 50 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Can Dündar, Cüneyt Arcayürek, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Mustafa Balbay, Hakan Kara. Mali İşler Müdürü: Bülent Yener l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Cumhuriyet Caddesi Beşler Apartmanı No: 44 Kat:3 Daire:4 34367 Elmadağ/İstanbul Tel: (0212) 251 98 74 75 81 82 Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: YAYSAT Doğan Medya Tesisleri Hoşdere 34850 Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 03.22 03.15 03.31 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 05.24 13.1 2 17.10 05.12 12.56 16.52 05.40 13.23 17.18 Akşam 20.47 20.28 20.46 Yatsı 22.38 22.15 22.38 C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle