16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Olaylar ve GOrUSler KÜLTÜR SANAT Çarşamba 17 Haziran 2015 Çözüm restorasyon hükümeti mi? Köşemen 18 EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA TASARIM: AYNUR ÇOLAK Kaçak kat kültürü osyal medyanın hoşluklarından biri de kurumlarla doğrudan iletişim kurabilmeniz. Bir tweet attığınızda hemen cevap alabiliyorsunuz. Devlet kuruluşlarının ağzı var dili yok gayet ketum yöneticileri olduğunu bildiğimiz için bu hoşumuza gidiyor. Aslında bu doğrudan iletişim ve cevaplama gayet sanal bir durum. Cevapları yazanlar sosyal medya uzmanları ve sizin sorunuzu, sorununuzu çözmek yerine bir halkla ilişkiler eylemi gerçekleştiriyor, başvuru sahiplerinde “benimle, sorunumla ilgileniliyor” kanısı oluşturuyorlar. Şişli Belediyesi de Hayri İnönü’nün göreve başlaması ile sosyal medyada etkin olmaya çalışıyor. Komşu binada tadilat yapıyoruz diye kaçak kat çıkıldığını görünce 26 Mayıs’ta Twitter’dan “@sislibelediyesi @Hayriinonu Çatı yapıyoruz derken bir de kat çıkıverdiler” mesajını yolluyorum. Adresi istiyorlar, yolluyorum. 27 Mayıs’ta “Şu an ekiplerimiz gerekli işlemleri yapmaktadırlar” cevabını alıyorum. 1 Haziran’da tekrar sorunca “Ekiplerimiz zabıt tutarak inşaatı durdurdular” mesajı geliyor. “İnşaat devam ediyor. Çatı bitti” cevabını yolluyorum. Aldığım cevap ilginç, şikâyet ettiğim inşaatın adresini istiyorlar. Bilmediğiniz adrese ekipleriniz nasıl gidip de işlem yaptı, diye sorunca adresi teyit amaçlı sorduklarını belirtip “Şikâyetiniz üzerine gittiğimiz adreste, ruhsatsız çatı nedeniyle mülk sahibine yıkması için 3 gün süre verilmiştir” cevabını veriyor, “Yıkılmadığı takdirde ekiplerimiz yıkacaktır” diye ekliyorlar. Bu yazışmaların üzerinden 15 gün geçiyor. “Yıkılacak” dedikleri inşaat sürüyor, sıvası bitiyor, pencereler takılıyor... Yakında oturmaya başlarlar. Şişli Belediyesi sosyal medya ekibine söz verdiğim için yazdım bunları. Hem de kaçak kat yapmaktaki rahatlığı yaşadığım bir örnekle anlatmak istedim. Ülkemizde büyük bir kaçak kat kültürü var. Binalarımıza sonradan bir ek ya da kaçak kat yapmadan duramıyoruz. Çünkü bu eylemimizin cezasız kalacağını, S 7 Haziran seçimleri Türkiye’nin önüne çağdaşlığa ve normale dönme, korku devletinden kurtulma fırsatını çıkardı. (NECATİ SAVAŞ) KORAY DOĞAN URBARLI Sosyolog H erkes seçimi konuşuyor. Sokakta, dolmuşta, televizyonlarda, markette. İyisiyle, kötüsüyle o kadar çok ihtimal var ki; Türkiye 13 yıldır çalıştırmadığı bir organını çalıştırır gibi demokrasi ve siyaset konuşuyor. Siyaset üzerine düşünmenin de demokrasi olduğunu hatırlıyor. Seçim AKP’nin yenilgisiyle ve HDP’nin barajı geçmesiyle sonuçlandıktan sonra aklıma gelen senaryoları not ettim ve şu anda elimde seçime dair ona yakın ihtimal var. AKP ile geçirenler bu seçimde oy kullandılar. AKP’nin kafasındaki ile çağdaş dünya arasındaki farkın net görüldüğü bilgi ve haberleşme teknolojileriyle geçti bu 13 yıl. Çağdaş ülkelerde devlet ve halk nasıl ilişkilenir, Türkiye’de nasıl ilişkilenir ve AKP’nin dost gördüğü ülkelerde nasıl ilişkilenir artık herkes biliyor. AKP özellikle son yıllarda artan şekilde hedefe yönelik yasalar yaptı, toplumsal dinamiklerle oynadı. Restore etmek Şimdi yapılması gereken, bu zararın telafi edilmesi ve Ahmet Davutoğlu’nun göreve geldiğinde neden söylediğini anlayamadığım ama bugüne uyan cümlesiyle bir restorasyon. Özgürlüğe karşı atılmış her adımın, toplumu sıkmaya yönelik alınmış her kararın ve güzele, insanların yüzünü güldüren her şeyin karşısındaki tutumların restore edilmesi gerekli. Ekonomik kaynak aktarımlarının, alanı verene âşık edecek ihalelerin, topluma küfür etmekten geri durmayanlara sağlanan imtiyazların tahrip ettikleri restore edilmelidir. Ve tabii ki ekolojik yıkım, son dönemde yapılmaya başlanmış ve bittiklerinde geriye dönüşü olamayacak yaralar açacak olan yaşam düşmanı yatırımlar ve etki Bir caddede kırmızı ışıkta beklerken birkaç koalisyon ihtimalini ve seçim analizini duyabildiğiniz günlerde seçim üzerine yazı yazmak hem gündemi yakalamak anlamına; hem de sesinizin analiz bombardımanı arasında kaybolması anlamına geliyor. leri restore edilmelidir. Bu olağan olarak geçirilemeyecek bir dönemdir. Toplumun üzerindeki İç Güvenlik Yasası baskısının kaldırılması, yolsuzlukların açığa çıkartılması ya da nükleer santral yapımının durdurulması demokrasiye geçmek için hayati önemdedir. “Tehlikeyi” gördükleri için AKP’liler hemen erken seçim ısrarına başladılar. Çünkü hemen olmayacak bir erken seçim AKP’nin çözülmesini kolaylaştırıp, son yıllarda kazanılan bütün imtiyazların ve devletparti olma özelliğinin kaybına yol açar. Soruya dönersek... En iyi ihtimal CHPHDP koalisyonu. Fakat bu koalisyonun dışarıdan Erdoğan’ın seçime aktif olarak dahil olup yenilgiye ortak olması sebebiyle halkın güvensizliğini görüp istifa etmesi gibi “idealist” bir senaryo da bunların içinde; AKP’nin koalisyon ortağı olabileceği senaryolar da... Yani aslında herkesin aklında dönen ihtimaller birbirine benzer ve söylenebilecek yeni, farklı bir söz yok gibi. Böyle bir durumda şu soruya yanıt vermek gerekiyor: En iyi ihtimal ile mantıklı ihtimalin buluştuğu noktada karşımıza ne çıkacak? 2002 yılında 5 yaşında olup neredeyse tüm hayatlarını Olası senaryolar MHP tarafından desteklenmesi mümkün değil. En mantıklı olan ise CHP, MHP ve HDP koalisyonu fakat bu da iç çekişmelerden ötürü yürüyebilecek gibi durmuyor. Peki, bunların kesişmesinden ne çıkabilir? Buna yanıtım, protokole saplanmış, atılacak adımları maddelenmiş, amacı restorasyon olan ve bu yönde çalışan dışarıdan destekli bir CHP hükümetidir. Bu hükümet atılacak adımları bitirdiğinde erken seçime gitmelidir. Bu süre zarfında AKP kongresini yapacak, Abdullah Gül’ün hazır tuttuğu hareket ortaya çıkmak için zaman bulabilecek, sınırlarına çekilmiş Cumhurbaşkanı ile ülke normale dönebilecektir. Fırsat CHP’ye ya da HDP’ye yönelmekten kaçınan sağ seçmen de kendisine başka alternatifler bulabilecektir. Kısacası, 7 Haziran seçimleri Türkiye’nin önüne bir fırsat çıkardı. Normale dönme, çağdaşlığa dönme, korku devletinden kurtulma fırsatını çıkardı. Bu fırsatı kullanmak için adım atmamız gerekli. Belki 8 ay, belki 9 ay için net bir program çerçevesinde bir araya gelmek gerekli. ceza alsak da kaçak katın yıkılmayacağını, hatta affedileceğimizi biliyoruz. Benim yaşadığım sıradan örnekten çok daha önemli kaçak inşaat haberlerini geçen haftalarda okuduk. Habere göre Rıza Sarraf Osmanlı’dan kalma 2. derece tarihi eser olan Mehmet Arif Bey Yalıları’na kaçak kat çıkmakla kalmamış içlerini ve de dış görünümünü de değiştirmiş. Kanlıca’da boğaz kıyısındaki yalılardaki bu değişimi İstanbul Büyükşehir Belediyesi de Kültür ve Turizm Bakanlığı da görmemiş. Rıza Sarraf’ın kaçak katını görmeyen İBB Beşiktaş’ın Vodafone Arena Stadyumu’nun plandakinden 40 santim daha yüksek olduğunu görmüş ve inşaatı durdurmuş. BJK Başkanı Fikret Orman, böyle büyük bir inşaatta böyle farkların normal (!) olduğunu söylemiş, “Kadir (Topbaş) Ağabey’le görüşüp sıkıntıyı çözeceğiz” demiş. Yani Kadir Topbaş tamam derse inşaat sürecek. Dolmabahçe Sarayı’nın tam arkasındaki bu inşaat için tek karar verici Kadir Topbaş mıdır, Koruma Kurulları’nın hiç yetkisi yok mudur bilemiyorum. Türkiye’nin ilk belediyesiyiz diye övünen Beyoğlu Belediyesi’nin Osmanlı’nın ilk belediye binasının restorasyonu bitti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıldı. Bina restorasyon sonunda 2400 metrekareden 7000 metrekareye büyümüş. 158 yıllık binadan tarihi olarak geriye sadece dışı kalmış ki dış görünüm bile tam korunmamış. Tarihi çatının yerine yeni bir çatı ve ilave kat yapılmış. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan binanın “Yeni Türkiye vizyonunun eseri olduğunu, kentsel dönüşüm kapsamında binalarını yenileyecek mülk sahipleri için de örnek teşkil ettiğini” belirtip Beyoğlu’nda 10 yılda 6 bin restorasyon gerçekleştirildiğini söylemiş. Kendi tarihi binasını bu anlayışla restore eden bir belediyenin 6 bin binanın restorasyonunu nasıl denetlediğini, restorasyon adıyla nasıl değişiklikler yapılmasına izin verdiğini de siz tahmin edin. CHPHDP koalisyonu Çevirmenlerden ‘hak gaspı tepkisi’ K ültür Bakanlığı’na yarı resmi düzeyde bağlı olan Çevirmenler Birliği (ÇevBir) Derneği, dün sosyal medya unsuru Twitter üzerinden bir protesto kampanyası başlatarak Kültür Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, NTV televizyonu ve Digiturk yayın platformuna ilgili Twitter hesapları yolu ile açık çağrıda bulundu. Dernek, Bern Sözleşmesi ve Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) uyarınca ‘eser çevirileri’nin eser sıfatı taşıdığını ve Gelir Vergisi Kanunu’nun ilgili hükmü uyarınca ‘eser çevirmeni’nin de diğer eser sahipleri gibi gelir vergisinden muaf olduğunu ve stopaj ödemediğini öne sürdü. Buna karşın, CNBCe ve DIGITURK isimli kurumların kimi ÇevBir üyeleriyle çalışmayı bıraktığını yahut ödemelerini geciktirdiğini açıklayan dernek, şu soruyu da kamuoyu ile paylaştı: “Çevirmenin en temel hakkı olan ‘eserinde ismin bulunması’ bile hiçbir kuruluşta uygulanmazken, ÇevBir bunca şifreli ve şifresiz kuruluşta nasıl hak takibi yapacaktır? Hak takibi sadece sizin midir?” l Kültür Servisi Aşırı kibir hastalığı Prof. Dr. TEVFİK DALGIÇ Teksas Üniversitesi Uluslar tarih boyunca baskı, kötü yönetim, görevi kötüye kullanma, kamu kaynaklarını kendi çıkarları için kullanma ve zulme karşı hep değişim ve yenilenme aramıştırlardır. limsel bir çalışma 2009 yılında, Brain: A Journal of Neurology isimli sinir sistemine ilişkin araştırmalarla ünlü bilimsel derginin Şubat sayısında yayımlandı. İngiliz eski Dış İşleri Bakanı ve tıp doktoru Lord David Owen ile Amerika’nın Duke Üniversitesi’nde Vehim ve Travmatik Stres uzmanı psikiyatr Prof. Dr. Jonathan Davidson tarafından kaleme alınan araştırma son 100 yıl içinde Amerikan başkanları ile İngiliz başbakanlarının geçirdikleri sonradan ortaya çıkan kişilik bozukluklarını belirlemiş. Lord David Owen kendi yaptığı çalışmalarını daha önce 2007 yılında kitap olarak yayımlamıştı. Tıpta “Hubris SyndromeAşırı Kibir Hastalığı” adı verilen bu kişilik bozukluğu uzun süre iktidarda kalan siyasilerin gerçeklerden uzaklaşmış bir ruhsal bozukluğa uğradıklarını, hiç kimseyi dinlemeyen, görüşlerine itiraz kabul etmeyen, konuları iyi öğrenmeden, hırs ve kinle hareketle ani kararlar alabilen ve sonuçta ülkelerini felaketlere sürükleyebilecek türden yanlışlıklar yapabilecek bir kişiliğe dönüştüklerini ortaya koyuyor.  Bilimsel makalede “karizma, cazibe, insanları teşvik etme, ikna edebilme, vizyon genişliği, risk alma isteği, büyük idealler ve aşırı kendine güven, genel olarak başarılı liderlere atfedilen özelliklerdir. Buna karşın bu profilin bir başka yanı ise; birden bire ortaya çıkan kimseyi dinlememe ve aniden düşüncesizce ve derinliğine inmeden, sonuçlarını düşünmeden kararlar alma yeteneksizliğidir. Bunun sonucu ise felaketle sonuçlanan bir liderliğe ve büyük çapta tahribata neden olabilmektedir” denilmektedir. Büyük devrim ve değişim hırsı ile iktidara gelenler, zamanla lüksün, dalkavuk çevrenin ve otoritenin esiri olmaya başlarlar. İktidar gücü bir kimsenin ahlaki yeteneklerini etkileyebilecek hale gelebilir. Bu arada iktidarı kaybetme korkusu (paranoya) başlar. Yani politikacı giderek beyin kimyası bozulmaya yüz tutmuş, gerçeklerden uzaklaşmış, hayali bir dünyada yaşamaya başlamıştır. Artık kendisi devlettir. Araştırmalar baskı altında yetişen bazı kişiliklerde kızgınlık, aşırı duygusallık ve hatta nefretin zamanla öne çıktığını belirlemişse de, baskı altında büyümemiş bazı siyasilerin niye birer zalim haline dönüştüklerini tam olarak açıklayamamaktadır.  K endisine daha iyi bir yaşam, daha düzenli bir kamu servisi, daha namuslu bir yönetim, daha demokrat bir politika ve adil bir yönetim umudu vermiş olan bazı kişilerin arkasına düşmüşlerdir. Çoğu kere evrim değil adeta devrim yapabileceği inancı ve belki de kararı ile iktidara gelen kişiler, asil duygu ve niyetlerle ise başlayabilirler. İngiliz tarihçi ve politikacı Lord Acton’un şu sözlerini hatırlayalım: “İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlaka yozlaştırır”. Çünkü iktidar olmanın doğası gereği yozlaşma gayet kolay gerçekleşir ve tarih boyunca bunun pek çok örneği görülmüştür. Bu konuyu araştıran bi ‘Devlet’ sanmak Evrim değil devrim! Sonuç: Felaket Bodrum Gündoğan’da yeni bir galeri: Costa S anatçı Rahmi Saltuk’un eşi Asuman Saltuk, ‘Deve Güreşleri’ temalı suluboya işlerini, Bodrum’un Gündoğan beldesinde İlke Sönmez tarafından yeni açılan Galeri Costa’da sanatseverlere sundu. Mekânda ayrıca, Erol Özen’in kırkyama halı ve kilimlerden oluşan koleksiyonu da görülebiliyor. Galeri aynı zamanda, Saltuk’un kızı Sönmez tarafından kapılarını açmış olmasıyla da hoş bir tesadüf yaratırken, Asuman Saltuk eserleri hakkında, “Benim için çok özel bir çalışmaydı. Suluboya resim genelde, tekniğin özelliğinden ötürü küçük çalışılır. Ben meydandaki görkemi ve enerjiyi yansıtabilmek için büyük çalıştım. Hızlı çalışmam gerektiği için de yorucu bir süreç oldu” diyor. l Kültür Servisi Kişilik bozukluğu C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle