18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Çarşamba 6 Mayıs 2015 haber EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN 12 Deniz’ler, Nurhak Dağı’na gelebilse katliam olmazdı THKO’nun Elazığ kanadından Zeynel Metin, Deniz’lerin öyküsünü anlattı MİYASE İLKNUR KONUK YAZAR FEHMİ ERBAŞ H nlar bizim ellerin devrimci abileriydi. Elazığ’da devrimci hareketin serpilip gelişmesinde mayayı çalan bu önder kadronun emeği inkâr edilemez. Deniz Gezmiş başta olmak üzere, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Sinan Cemgil, Mustafa Yalçıner, Semih Orcan gibi THKO’nun önder kadrolarıyla ilişki kuran, köylerinde ağırlayan, ilk kitlesel eylemi yapan bu abilerin kimini tanıdım. Kiminin de sadece adını duydum. Hüseyin Şimşek’le bitişik evlerde komşuyduk. Zeynel Metin ise evimize gelip giden biriydi. Zeynel Metin, Sinan Cemgil’lerle birlikte Nurhak’a çıkanlardan biriydi. Hastalanıp da Sinan Cemgil tarafından tedavi amacıyla dağdan gönderilmese Nurhak’ta belki o da katledilenler arasında olacaktı. Zeynel Metin’le Elazığ’ın Sün köyünde bir dost sofrasında Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın Elazığ’a gelip devrimci hareketi örgütlemelerinin öyküsünü konuştuk. THKO önder kadrosu ile tanışmanız nasıl oldu? ZEYNEL METİN: Hüseyin Şimşek ile Elazığ’da açılan İnşaat Mühendisliği sınavına girdik, o kazandı ben kazanamadım. O zaman Hüseyin Şimşek’le beraber Palulu Yusuf Aslan ile Metin Güngörmüş bizim köye gidip gelmeye başladılar. Köyde bu arkadaşlarla tanışıp sohbet ettik. Getirdikleri sol yayınları okuyunca dünyam değişti. 1960’lı yılların sonunda Keban Barajı için köylerde kamulaştırmalar başlamıştı. Hükümet kamulaştırma bedellerini ödemiyordu. Deniz Gezmiş’le birlikte asılan Yusuf Aslan ve birkaç öğrenci lideri daha bizim köye geldiler. O grupla bizim köyden ben, Hüseyin Şimşek ve Cemalettin Kandemir birlikte bir toplantı yaptık. Keban köylülerini örgütleyip bir yürüyüş yapmak üzere karar aldık. Mitingi yaptınız sanırım. Evet. Elazığ halkı alkışlarla bize destek verdi. Bu eylemden sonra devrimci öğrenci hareketinin lider kadrosu artık sık sık bizim köye gelmeye başladı. Deniz hangi tarihte geldi? Sanırım Bursa Cezaevinden çıktıktan sonraydı. O tarihlerde Deniz böyle ünlü değildi ve ben doğal olarak tanımıyordum. Sün köyüne gelmek nerden aklına gelmiş? Herhalde ya Hüseyin İnan ya Yusuf Aslan ya da Sinan Cemgil önermiştir. Hüseyin İnan da geldi nadolu halk geleneğinde 6 Mayıs hıdrellezdir. Sevenlerin, özlem çekenlerin kavuşma günüdür. 6 Mayıs’ın, Hıdrellez gününün benim için hem kavuşma, hem ayrılık günü olacağını nereden bilebilirdim... 18 yaşındaydım. Sabaha karşı annemin mutfaktan gelen ağlama sesleriyle uyandım. Perdeyi aralayıp dışarı baktım. Gün ağarmamıştı henüz. Kötü düşler görmüştüm. Hıdrellez sabahı böyle mi uyanacaktım... Anneme koştum. Babamla birlikte balkona geçmişlerdi. Annem, beni görünce sesini daha da yükseltti. Babam, sessiz ağlıyor, gizlediği gözyaşlarını elinin tersiyle silmeye çalışıyordu. “Kim ölmüş anne!” diye sordum. “Astılar kızım; bu gece Deniz’i, Yusuf’u, Hüseyin’i astılar!..” O ana dek sessizce ağlamaya çalışan babam, hıçkırıklar içinde arka odaya geçti. Annemin sıcacık kucağında buz gibi oldum birden. Bir acı düğümlendi boğazıma, ağlayamıyordum, konuşamıyordum. Babam, Altındağ’ın Çalışkanlar Mahallesi’nde muhtardı. Ben uyuduktan sonra polisler gece gelmiş, evimizin kapısını çalmış. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hakkındaki idam kararlarının o gece infaz edileceğini bildirerek, aynı mahallede oturan Mezarlıklar Müdürü Alişan Canpolat ve Ulucanlar Cezaevi’nde idamları infaz eden celladın ev adreslerini almışlar. O Hüseyin Şimşek Zeynel Metin dan motosikletle Nurhak’a geleceklerdi. Dağa sadece Sinan gelebildi. Deniz’le Yusuf Gemerek’te yakalandı. Dağda 20 kişi kadardık. Fakat ben rahatsızlandım. İdrarımdan kan geliyordu. Sinan “Filistin’de biz de olmuştuk, sen acilen dağdan in ve bir doktora görün” diyerek beni yolladı. Elazığ’a gelip doktora göründüm. Tekrar Nurhak’a gitmek için bizim köylü Mustafa Ayduran’la birlikte yola çıktım. Akçadağ Hüseyin Obası köyündeki Mustafa Dayı’ya gittik. Çünkü dağla bağlantıyı o sağlıyordu. Dağdakilerle irtibatın kesildiğini söyledi ve bizi Sürgü köyüne yolladı. Ordan bir isim verdi ve o kişi aracılığı ile dağdaki arkadaşlarla iletişim kurabileceğimizi söyledi. Sürgü’ye gittim, bize adı verilen kişiyle ilişki kuramadım. Çaresiz Elazığ’a döndüm. Üçbeş gün daha bekleyip 30 Mayıs günü Akçadağ’a gitmek üzere yola çıktım. Bindiğim araçta radyo 13.00 bültenlerinde “İnekli köyü yakınlarında Hoca kod adlı Sinan Cemgil, Alpaslan Özüdoğru ve Kadir Manga öldürüldü, Mustafa Yalçıner yaralandı, Metin Güngörmüş de kaçtı” haberini verdi. Hemen arabayı durdurup indim. Damarlarımdan adeta kanım çekildi. Sinan Cemgil çok zeki, çok iyi bir beyindi. Sinan’a bir gün sormuştum biz hepi topu 20 kişiyiz ne yapabiliriz ki, bizi kolaylıkla altedebilirler. Kürecik Radar Üssü’nü bastık sonra ne olacak dedim.. “Biz bir çoban ateşi yakacağız, bir kıvılcım, arkası gelir ama” demişti. Eğer Deniz’ler Nurhak’a ulaşmayı başarabilseydi biz o katliamı yaşamaz, önceden planlandığı gibi radar üssü basılır ve Suriye’ye geçilirdi. Teslim Töre ile tanıştınız mı? Bir gün beni dağdaki mağaralarda nöbetçi bıraktılar. İri yarı birisi çıkageldi. Elimde thomson var. Vursam mı vurmasam mı derken samimi bir şekilde “Yav arkadaş bunlar nereye gittiler” diye sorunca gelenin yabancı olmadığını anladım. Teslim Töre’ymiş. Oğlunuzun adı Sinan, torununuzun Deniz. Eşim oğlumuza hamileyken bir gece rüyamda Sinan Cemgil’i gördüm, bizim köye gelmiş. Bebeğin cinsiyetinin önceden belli olmadığı yıllar. Ben bu rüyayı görünce eşimi uyandırdım. “Oğlumuz olacak adı da Sinan olacak” dedim. Rüyam gerçek çıktı. Torunumun doğumuna iki gün kala rüyamda Deniz’i gördüm. O zaman da “torunum kız değil oğlan olacak, adını Deniz koyalım olur mu?” diye rica ettim. Onlar da kırmadılar ve torunum gerçekten de oğlan oldu. Ultrason doğru çıkmadı. lar. Mezarlıkta çalışan gassal Seyit Çiftçi’ye de gündüzden haber vermiştim, onu da yanımıza alıp Karşıyaka’nın yolunu tuttuk. Gece yarısıydı. Sokağa çıkma yasağının uygulandığı şehirden mezarlığa zifiri karanlıklar içinde gittik. Emniyet Müdürü İsmail Hakkı Demirel ve üçbeş polis de bize eşlik etmişti. Çoban ateşi O çeşmenin başında öye, özellikle de sizin evinize durmadan devrimci kadrolar gelip gidiyordu, köylüler sormuyor muydu? Ailem hiçbir gün kim bunlar niye geliyorlar diye sormadı. Ellerinden geldiği kadar iyi ağırlamaya çalıştılar. Onlar için misafir misafirdir. Onlar da oturup bazen bizim tartışmalarımızı dinliyor, anlamaya çalışıyorlardı. Sadece bir kez annem bana “Zeynel oğlum sizin sonunuz ne olacak?” diye sordu o kadar. Hele de bu devrimci gençler köye çeşme yapınca daha da bir sevdiler. Muhtar köye çeşama ben görmedim. Maalesef tanışmak kısmet olmadı. Deniz ne kadar kaldı köyde? 10 ya da 12 gün falan kaldı. Metin Güngörmüş’le birlikte Tunceli’ye gideceğiz diye çıkıp gittiler. O köye gelip gittikten bir ay sonra da Ankara’daki Emek banka soygunu gerçekleşti ve THKO’nun açıklaması geldi. O günlerde zaten Kürecik Radar Üssü’nü basma planları yapılmış, Akçadağ’da kalınacak, mağaralar ve yığınaklar ha ütün uğraşlara ve bu yolda şehitler vermemize karşın, olayın akışını değiştiremediğimiz o bilinen gece, bulunduğumuz Mamak Askeri Cezaevi’nde alışılmışın dışında güvenlik önlemleri vardı. İlk kez iç ve dış güvenlik birleşmiş, yasalara uygun olmadığı halde silahlarıyla girmişlerdi koğuş koridorlarına. Bu telaş, bizim beklediğimiz o korkunç ayrılık anının yakınlaştığını gösteriyordu. Küçük gözetleme deliklerinden sanki yüreğimizde gözler varmış da, o gözleri dışarıya uzatırcasına koridoru izliyorduk. Hepimiz kulak kesilmiştik. Bir kaç dakika sonra, 5’inci koğuştaki arkadaş, çakmağı yakıp yakıp söndürerek bizim koğuşun penceresindeki arkadaşa çıktıklarının işaretini vermişti. Sonra, cezaevinin koridorlarında, şakırdayan zincir sesleri yankılanmaya başladı. Bunu bir anlık sessizlik izledi ve arkasından Deniz, o gür sesiyle; “Haydi eyvallah arkadaşlar, hakkınızı helal edin!” diye seslendi. Arkasından önce Yusuf, sonra Hüseyin çıktı. İki kez “Hoşça kalın arkadaşlar” sözlerini işittik. Gidenler gitmişti, sessizlik devam ediyordu. Sessizliği bozan tek şey, koridorlardaki askerlerin cezaevini alelacele terk edişlerinde, postallarının çıkardığı sert ve tekdüze ayak sesleriydi. Gardiyan Nafiz ve Mehmet Dayı, gözyaşlarını tutamıyorlardı. “Olmaz, olmaz! Böyle gülerek gidilmez!..” diyorlardı, mesleklerinin getirdiği tecrübe ve katılığa rağmen. Daha birkaç ay önce Nafiz’le Deniz’in şakalaşmasını gözümün önüne getirdim, “Deniz! İpini ben çekeceğim ve meşhur olacağım” diyordu Nafiz. Hepimiz kahkahalarla gülüyorduk bu espriye. O gece, uyumadı hiç kimse ve konuşmadı hiç kimse, gün O gece... B ağarana kadar. Sessizliği bozan, kapatılmamış olan radyo cızırtısıydı. Haberlerin başlamasıyla hepimiz birbirimizin yüzüne bakmaya çalıştık. İlk haberleri verirken, üç arkadaşımızın ölüm cezasının infaz edildiğini söylüyordu kalın sesli bir spiker. Arkasından askerler, sayım için hışımla girdiler koğuşumuza. Ve sayım hemen bitti. Dağılmadık. “Onlar” için yalnızca bir saygı duruşunda bulunduk. O gece, “Onlar” giderken gelenek olmasına rağmen sloganlarımızı haykırmadık. Çünkü Onlar, “Ajitasyona ihtiyacımız yok!” diyerek istememişlerdi bunu. Bense bugün bile hayıflanırım bu katı duruşumuza. Ve yaşam devam etti, uzun yıllar geçti o geceden günümüze. Çok sözler verildi, çok antlar içildi. Unutanlar zaten unuttu, unutmayanlar devam ediyor yoluna, zincir seslerinin şakırtılarını bugün de yüreklerinde hissederek... Ne demişlerdi?.. “Yaşasın halkların bağımsızlığı! Yaşasın MarksizmLeninizmin yüce ideolojisi! Kahrolsun emperyalizm!” Günümüzde tazeliğini koruyor bu çağrı. Bu çağrıya uymak, “Emek, Barış ve Özgürlük Mücadelesi”nin bir bütün halinde yapılanmasından geçtiği bilinciyle örgütlenmek ve mücadele etmek demektir. Şimdi ilginç bir örnek vereceğim okurlara: Bu çağrı, Malcom X’in öğütlerinde bütün yönleriyle vardır: “...Bir dogmaya meydan oku. Korkunu kullan. Bir damla gözyaşı akıt. Haritayı incele. Hainlerle hesaplaş. Ağırlığını hakkıyla taşı. Biraz daha ağırlık kazan. Sevmek için mücadele et. Sevdiğini bir daha söyle. Sınırları aş.” K me yaptıracak ama ustalar 5 bin lira istemişler. Muhtarda da 1200 lira para var. Köyde de Temir Yavuz diye bir usta var. Ona gittim ‘Sen başımızda dur işçiliğini biz gençler yaparız’ dedim ve ikna ettim. Ben, Cemal Kandemir, Mustafa Yıldırım, Hüseyin Şimşek, o sırada köyde olan Sinan Cemgil, Mustafa Yalçıner ve başka arkadaşlar da geldi çalıştı. Muhtarın verdiği 1200 liranın 800 lirasını ustaya verdik. Gençler para istemedi. Geriye kalan 400 lirayı da alıp Tunceli dağlarına eğitim için yürüyüşe çıktık. zır edilmişti. O banka soygunundan sonra Osman Alkış, Mustafa Erdoğan, Semih Orcan köye geldi bir aydan fazla kaldılar. On beş gün sonra da biz Nurhak’a gittik. Nurhak’a, dağa ne zaman çıktınız? Biz dağa çıktığımız günlerde Deniz Gezmiş ve Sinan Cemgil’in de aralarında olduğu grup Emek’te banka soygununu gerçekleştirdi. Deniz’le Yusuf ayrı bir yoldan, Sinan ayrı bir yol H Fehmi Erbaş, 1960’ların son yıllarında Ankara’da DEVLİS adıyla tanınan Devrimci Liseliler Örgütünün önde gelen isimlerinden biridir. Cumhuriyet okurlarına armağan... Cezaevinde savunma hazırlıyoruz bahanesiyle hücreye aldıkları bir daktilo sayesinde, vaktinde Deniz Gezmiş anlatmış, babam Erdal Öz yazmıştı. “Bizim hikâyemizi sen yaz” demişti Deniz Gezmiş. Bu gizli notlar daha sonra güçlükçe cezaevinden çıkarılabilmişti. “Deniz Gezmiş Anlatıyor, 1976 senesinde Cem Yayınları’ndan yayımlandı, çok geçmeden Gülünün Solduğu Akşam yayımlanınca da Erdal Öz bu kitabı tekrar yayımlamamak üzere rafa kaldırdı. Deniz’leri kullanıyor olmakla suçlandığı oluyordu, iki kitap birden çıkarmış olmak istemiyordu. Bu eleştirilerden zaten çok yıpranmıştı. Hayata gözlerini yumduğu 6 Mayıs 2006 gününde bu kitap o raftan inmemişti, biz de onu kaybetmemizin ardından acele telaş yayımlamayı uygun görmemiştik. Can Dündar’ın ricası üzerine, Cumhuriyet gazetesi için “Deniz Gezmiş Anlatıyor”u bir seferliğine o raftan indiriyoruz. Erdal Öz’ün hassasiyetini sürdürmek adına da, Öz ailesi olarak bir ücret almayacağız. Değerli Cumhuriyet okurlarına armağan olsun. CAN ÖZ Dağa çıkış... A KONUK YAZAR / YAŞAR SEYMAN Üç fidanın idam gecesi “Acıyı bal eyledik” demiş ya şairimiz Hasan Hüseyin Korkmazgil... Ben de 6 Mayıs’ın anısını törene dönüştürdüm. Artık gül ağacının dibine dilek kâğıtları bırakmıyorum ama Hıdırellez gecesi, 6 Mayıs’ta evin her yanına mumlar yakıp bırakıyorum Deniz, Yusuf, Hüseyin aşkına... konuşmak istiyorum. Bu konudan kimsenin haberi olmasın; duyulmamasını rica ediyorum. Meclis’te 3 genç hakkında idam kararı verildiğini biliyorsunuz. Bu gece o idam kararları Ulucanlar Cezaevi’nde infaz edilecek. Cenazeler, sabaha karşı Karşıyaka Mezarlığı’na gelecek. Gece yarısından itibaren makamınızda hazır bulunmanızı ve defin işlemlerine yardımcı olmanızı rica ediyorum. Zorlukla, ‘Peki’ dedim. Telefonu kapattıktan sonra derin bir acı duydum. Bir baba olarak o acıyı yüreğimde yaşadım. O akşam eve nasıl gittiğimi anımsamıyorum. Hanım, davranışlarımda bir gariplik olduğunu fark etti. Söylememek için uzun süre direndim. Evin içinde üst üste sigara yakıyordum. Aysel Hanım, ‘Sende bir hal var, ne olduysa söyle!’ diye sıkıştırınca daha fazla dayanamayıp açıkladım. Gece yarısına doğru polisler kapıyı çaldı. ‘İdamlar bu gece infaz edilecek, seni almaya geldik’ dediler. Belediye Başkan Yardımcısının gündüz saatlerinde telefon ettiğini, haberimin olduğunu bilmiyorlardı. Gelip sizin kapınızı çalmışlar, muhtar baban da evi tarif etmiş. Bana gelmeden önce mahallede oturan celladı da alıp cezaevine bırakmış Üç oğul, üç baba... Canpolat anlatıyor Sonradan CHP’den milletvekili seçilen eski Mezarlıklar Müdürü Alişan Canpolat ile idamlardan 34 yıl sonra görüştüm. Yıllar olmuş görüşmeyeli... Sağlığı bozulmuş, yaşlanmış, saçlarındaki beyazlar da artmıştı. Telefonla konuşmuş, randevulaşmıştık. Bana, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idam gecesini anlatacaktı. Bu konuda o güne dek birçok kitaplar, şiirler yazılmış, türküler bestelenmiş, filmler çekilmişti. İdamların canlı tanığı Alişan Canpolat, o geceyi ilk kez anlatacaktı. 16. Dönem CHP milletvekili Alişan Canpolat, kahvesinden bir yudum aldıktan sonra belleğini zorlayıp başladı anlatmaya: Ankara Belediye Başkan Yardımcımız 5 Mayıs günü akşama doğru aradı: ‘Alişan Bey, sizinle özel bir şey Cenazeler sabaha karşı geldi. İdam edilen üç gencin babası da oradaydı. Deniz, çok uzun olmasına karşın babası Cemil Gezmiş kısa boyluydu. Hüseyin’in babası Hıdır da oradaydı, Yusuf’un babası da gelmişti. O saatte çay demledim ama kimin boğazından geçer... Deniz’in babası, okumuş, bilgili bir insandı. Diğer babalar da üzülüyordu ama o daha çok çırpınıyordu; en çok onu teselli etmeye çalıştım. Hem mesleki, hem insani görevimi yerine getiriyordum... Cenazeler gelince bir hareketlenme başladı. Önceden kazılmış boş mezar yerlerine gittik. Emniyet Müdürü Demirel, ‘Alişan Bey, ben mezarların başına gelmeyeyim, siz durumu idare edin’ dedi. Onu odada bırakıp çıktık. Yanımızdaki polisler de, ‘Alişan Bey işini bilir’ diyerek karışmadılar. Ben, Türk askerine, erinden komutanına kadar sempati duyarım. Ancak, defin sırasında o jandarma yüzbaşının davranışlarını aradan bunca yıl geçmesine karşın unutamıyorum... adalara gömün!’ dedi. ze namazı kıldık. Ben, itiraz ettim: ‘Yüzİşlemlerden sonra başım, bu çocuklar iyi mezarlardan idare bigünlerinde, kötü günnasına doğru yürüyolerinde beraber olduruz. Yüzbaşı, hocayla lar, ölüme birlikte gitbirlikte önde. Duymatiler. Babaları da yan dığımızı sanarak arayana gömülmelerini islarında konuşuyorlar. tiyor. Ayırmayın onlaGassal Seyit Hoca’ya, Alişan Canpolat rı.’ Ayrı adalara def‘Hocam, bu gece sen nedilmelerinde ısrar de günaha girdin. Ben edince, ‘Yan yana olmalarını isemir eriyim, mecburen geldim’ temiyorsanız, hiç olmazsa aynı diyor. Arkadan yetişip, ‘Yüzbaadada birer mezar arayla defne şım, sen memleketini seviyor delim’ dedim. Ailelerin de tepki musun?’ diye sordum. Çok şagöstermesi üzerine aynı adada, şırdı, ‘Elbette seviyorum’ dedi. ancak birer mezar arayla defne Çok sinirlenmiştim, ‘Bu çocukdilmelerine izin verdi. Çuvaldan lar da seviyordu. Az ilerde Memsöz ediyormuş gibi, sert bir ses lik Köyü var. ODTÜ’lü öğrencile ‘Atın mezarların içine!’ dedi. ler oraya eğitime geliyor. Duyup Ölüye bile saygısı yoktu. Gençgelselerdi, senin bu söz ve davlerin babaları yüzbaşıya büyük ranışların karşısında burada artepki gösterdi. bede çıkardı. Olay çıkmasın diDeniz’in babası, bana, ‘Müye özen gösteriyoruz. Siz de bidür bey, ben oğlumun cenaze raz sakin olun’ dedim. Bana dönamazını kılmak istiyorum’ denüp, ‘Haklısın’ diyebildi. Bir dadi. Yüzbaşı, ‘Sizin çocuklarınız ha da sesini çıkarmadı. idam edilirken imam bulunmaBabalar teşekkür edip ayrılsını dahi istemedi’ diyerek itiraz dılar... Onların feryadını anlaetti. Ben, araya girip, ‘Yüzbatamam. Bu yaşamanın en büşım, siz görevinizi yaptınız, bunyük acısıydı. O adanın önünden dan sonrası bize ait. Cenazegünlerce geçmedim. Babalar ne ler babalarına teslim edildiğine kadar ‘Acımızı hafiflettin’ dese göre, bu isteklerini yerine getirde acı büyüktü.” Ayrı ayrı adalara gömün! üzbaşı, boş mememiz gerekir’ dedim. Y zarlara göz atBabalarla birlikte metıktan sonra, ‘Ayrı ayrı zarların başında cena C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle