18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR ve GORUSLER KÜLTÜR SANAT Çarşamba 27 Mayıs 2015 Kapatılma ve kadınlık EMRE CANER Yazar 18 EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA TASARIM: AYNUR ÇOLAK G özetlenen, denetlenen dolayısıyla da yönetilen mekânlardır tüm kapatılmalar. Görünürdeki işlevi ıslah etme olan hapishaneler ve tedavi amaçlı kurulduğu söylenen akıl hastaneleri ilk akla gelen kapatılma mekânlarıdır. Kapatılma, mekân üzerinden tanımlanan bir olgudur. Dışarıdan yalıtılmışlık üstüne bina edilir ve sınırlar içine tıkıştırılma halini ifade eder. Tabii ki bu sınırlar, dışarıdakilerin iradesiyle belirlenmiştir. Camera Ottomana “Osmanlı İmparatorluğu’nda modernitenin fotoğrafla olan ilişkisine odaklan”mış Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’ndeki (Anamed) “Camera Ottomana” sergisi. Başta Ömer M. Koç Koleksiyonu olmak üzere çeşitli arşiv ve koleksiyonlardan derlenen fotoğraf, albüm, obje, yayın ve belgeler yer alıyor sergide. Küratörler Zeynep Çelik, Edhem Eldem ve Bahattin Öztuncay modernitenin fotoğrafla ilişkisi üzerine bir sergi oluşturmuş olsalar da fotoğrafları tarihsel, belgesel, etnografik ya da sanatsal gibi farklı şekillerde de algılamak/okumak olası. Ama nasıl bakarsanız bakın fotoğrafın modernleşmenin önemli araçlarından biri olduğu düşüncesine katılmamak elde değil. Ne de olsa Avrupa’daki endüstri devrimi ile ortaya çıkan bir teknoloji fotoğraf. Sergi alanına girdiğimizde bizi karşılayan kronoloji ve harita fotoğrafçılığın Osmanlı İmparatorluğu’nda nasıl geliştiğini düşündürüyor ister istemez. Matbaanın aksine fotoğrafın Osmanlı’ya gelişi de yaygınlaşması da hızlı olmuş. Matbaacılıktaki gibi Müslümanlardan önce Ermeni ve Rum Osmanlıları fotoğrafçılık mesleğinin öncüleri olmuş. 1840’larda ilk denemeler yapılmış, 1860’larda hem toplumun üst kesimlerinin hem de devletin benimsemesi ile iyice gelişip yerleşmiş fotoğrafçılık. En yakın ilgiyi saray göstermiş, sergideki panolarda fotoğrafçılığın II. Abdülhamid döneminde yaygınlaştığı vurgulanıyor. II. Abdülhamid’in ve ailesinin fotoğraf albümlerine bakınca sultanın fotoğrafı ne denli benimsediği de ortaya çıkıyor. Modernleşmenin simgesi fotoğrafın muhafazakârlığın simgesi sayılan bir sultan tarafından böylesine sahip çıkılıp desteklenmesi sanırım tartışmaya değer. Öte yandan o zamanlar Osmanlı toplumu böyle miydi, yoksa böyle mi (modern ya da Batılı gibi) gösterilmek isteniyordu sorusu da tartışılmalı tabii. Fotoğraflardaki giyime baktığınızda sergi küratörlerinin vurguladığı modernleşme olgusu önem kazanıyor. Özellikle saray mensupları dahil kadınların çektirdikleri başı açık fotoğraflar, birçok fotoğrafın kızlıerkekli olması da günümüz tartışmaları için önemli veriler. Sultan ve devlet, fotoğrafın belgelemedeki öneminin de farkına varmış. Sergide devlet daireleri, maden ocakları, hastaneler gibi kurumların fotoğraflarının yanı sıra sokaktan manzaralar, suçlu fotoğrafları ve portreler de yer alıyor. Fotoğrafçılığın propaganda, gazetecilik, eğitim, kriminoloji ve tıp gibi çeşitli alanlarda kullanıldığını görüyoruz. Anamed’le eşzamanlı olarak açılan Notre Dame de Sion Lisesi’ndeki (NDS) “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Kadınlar” kartpostal sergisi “Camera Ottomana”daki Osmanlı’da modernliğin fotoğrafla ilişkisinin sorgulaması için önemli veriler sunuyor. NDS’deki sergide Pierre de Gigord’un koleksiyonundan “kartpostalın altın çağı 1880 ile 1930 arasında”n örnekleri dönemin karikatürleri ve mecmua makaleleri ile kadınların yaşadığı değişim vurgulanıyor. Sergiye kaynaklık eden kitabın son sözünü yazan Liz Behmoaras’ın belirttiği gibi kadınların özgürleşme öyküsünü görüyoruz bu kartpostallarda. Bu yazıyı okuduğunuzda eğer uzatılmadı ise “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Kadınlar” sergisi sona ermiş olacak. Ama Anamed’in İstiklal Caddesi’ndeki binasında 19 Ağustos’a kadar sürecek olan “Camera Ottomana” sergisine giderseniz girişteki YKY’nin kitabevinde sergiye kaynaklık eden Christine Peltre’nin kitabını göreceksiniz (Yapı Kredi yay.). “Camera Ottomana”nın da kitabı Koç Üniversitesi Yayınları’ndan çıkmış. Kitapta modernitenin fotoğraf sanatının bir parçası olması ve fotoğrafın Osmanlı İmpartorluğu’nda yaygın olarak kullanılmasının nedenleri ve sonuçları hakkında önemli makaleler de var. Oysa tecrit asıl var oluş nedenidir bu kurumların. Dışarısına ait olunmadığını vurgulayan gettolar, mülteci kampları da benzer özellikler taşıyan zorunlu iskân alanlarıdır. Askeri merkezleri, eğitim kurumlarını ve fabrika gibi üretim yerlerini de birer kapatılma mekânı olarak görmek mümkündür. Bu perspektiften bakınca kadınlık da bir kapatılma mekânı olarak tanımlanabilir. Belki de en eski kapatılma biçimidir cinsiyetçilik; binlerce yıl öncesinden kalan bir alışkanlıktır. Mekânın aradan çekilmesiyle kapatılan ile kapatılma uzamının aynılaşmasıdır kadınlık. Nasıl yaşayacağını, ne hissedeceğini, hangi bilgiyi bileceğini söyleyen bir yerleştirme alanı olarak kadınlık, eril bir tasarımla kurgulanmış, disipline edilmiştir. Tecrit Kadın ve kapatılma NECATİ SAVAŞ Pek çok kadın platformu 2013 yılında Tayyip Erdoğan’ı protesto etmek için Meclis’e yürümüştü. medir. Dış dünya kötülenir. İçerisi adeta bir yuvadır. İyidir. Üçüncü seçenek kendinden vazgeçmektir. Total kurumun düzenine adapte olabilmek için istemeye istemeye kusursuz bir kapatılan rolü oynanır. Son seçenek ise isyankâr çizgidir, meydan okumadır. Böylesi bir eylemin içinde olanlara hapishanelerde hücre cezası verilir. Akıl hastanelerinde ise elektroşok bekler onları. Bu cezaların ardından kapatılanlarda sıklıkla durumsal geri çekilme görünür. benzerlikler ise oldukça şaşırtıcıdır. Kapatılma mekânı olarak kadınlığa (ataerkine, namus algısına, çocukken evlendirilmeye...) adaptasyon da, Goffman’ın bulgularıyla bire bir aynı şekilde açıklanabilir. nokta dışarıya bir hale yayar. Özgürlük bu halelerin güçlenmesinden başka bir şey değildir. Gezi Parkı’ndaki o 15 gün, kapatılma mekânı olarak kadınlıktan çıkabilen öznelerin belki de ilk defa dışarıda da kısıtlayıcı devlet iktidarını ve diğer eril baskı odaklarını görmemesiyle iyice kabaran çifte özgürlük anıydı. Hem içsel bir duyumsama olarak özgürlük hem de ayak basılan topia’nın fiili özgürlüğü aynı anda var olabilmişti. Bu tılsımlı uzama, bedeni ile iştirak eden herkes ister istemez havaya sinmiş özgürlükten etkileniyor, olduğundan dışarı (ama kendine doğru) kısıtsız taşabiliyordu. Gezi deneyimine sırtını dönmüş muhafazakâr eril ağzın tahammül edemediği şeylerden biri de kapatılma olarak kadınlığın kırılması ve dış uzamda bunun hiçbir tepki ile karşılaşmamasıydı. Adaptasyon seçenekleri Sosyolog Erving Goffman sık sık atıf yapılan Total Kurumların Özellikleri isimli makalesinde hapishane, akıl hastanesi ve toplama kampı gibi mekânlara kapatılanların adaptasyon süreci ile ilgili belli başlı izleklerin altını çizer. Böyle bir kısıtlama içinde yaşamak zorunda kalan insanın ilk seçeneği durumsal geri çekilmedir. Kapatılan, ilgisini yakın çevresinden başka olan biten her şeyden geri çeker. İştiraki azalır. Kayıtsızdır dışarıya. Hatta dışarısı olarak tarif edilebilecek bir yer kalmamış gibidir onun için. İkinci yol, kapatılma kurumu içindeki azami tatminle yetin AKP ve biyopolitika Hayatta kalma Tüm bu adaptasyon olasılıkları, Goffman’ın total kurum olarak isimlendirdiği mekânlara kapatılanların hayatta kalma çabasını ifade eder. Öte yandan bu dört alternatifli uyum sürecini, geleneksel toplumlarda alışılagelen kadınlık halleri üzerinden tekrar okumak mümkündür. Bu tekrar okumada keşfedilen AKP de yıllardır sürdürdüğü politikalarla, kapatılma mekânı olarak kadınlığı her daim desteklemiştir. Nasıl giyinileceği, kaç çocuk doğurulacağı, kiminle nerede nasıl yaşanacağı tavsiye kılığı altında topluma siyasal erk tarafından dayatılmaktadır. Kızlı erkekli olma hali bile eleştiri konusu yapılmıştır en yetkili ağızlarda. Mahrem olana müdahil olmaya her daim can attığı için muhafazakâr bir iktidar teknolojisidir biyopolitika. İşte bu yüzden siyasal İslamcı iktidarın vazgeçilmezidir. Öte yandan kapatılma mekânı olarak kadınlığın kırıldığı her Kılıçdaroğlu’na bir soru... ALİ BALKIZ Yazar C HP sözcülerinin konuşmalarına bakınca, anlaşılıyor ki, üzerinde uzunca bir zaman, özenle çalışılmış. Ekonomistlerin, gazetecilerin, seçmenlerin yönelttikleri her sorunun anında yanıtı var. İnandırıcı, güven verici. Kılıçdaroğlu’nun seçim öncesi sunduğu Merkez Türkiye projesinin gerçekleşebilmesinin öncelikli koşullarından biri de artık kangren olmuş Kürt sorununun çözümüne bağlı değil midir? Geleceğin projesi Emeklilere çift maaş, asgari ücret, mazot fiyatı, vb konularda bugüne dair oldukça önemli çıkışlar yapmışken, “sözüm söz” diyordu. “Merkez Türkiye Projesi” öyle değil. Beşonyirmi yıl sonraki Türkiye’den söz ediliyor. Bir anlamda, günü kurtaran değil, geleceği kurgulayan bir proje. Çocuklarımızı, torunlarımızı düşünen bir proje. AKP’nin “Kanal İstanbulÇılgın Projesi” anımsatıldığında, “Hayır” deniliyor, “bizimki çılgın değil, akıllı proje.” AKP, “Kanal İstanbul” projesiyle, milyonlarca metreküp toprak kaldıracak, o toprakla denizi dolduracak, İstanbul Boğazı’na paralel (eyvah yine paralel) yeni bir boğaz oluşturacak, içinde gezinti kayıkları yüzdürecek, değirmen bile döndürmeyecek, elektrik üretmeyecek, sadece kanal boyunca bolca arazi rantı elde edebilecekti. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu. (NECATİ SAVAŞ) “Merkez Türkiye Projesi” ise anlatılanlara göre, işsizlik, gelir dağılımı, yaşam standardı, milli gelir, artı değer vb. konularda umut aşılıyor, güven yaratıyor. CHP, projenin gerçekleştirilebilmesini başlıca iki önemli koşulla ilişkilendiriyor. Birincisi, demokrasi hukuk devleti, öbürü ise komşularımızla ilişkilerimiz, dolayısıyla barış siyaseti. Bu her iki koşul da Sosyal Demokrat bir partinin kuşkusuz ki önceliğidir. Ermenistan, İran, Irak, Suriye, İsrail, Mısır, Kıbrıs, Yunanistan, Çılgın değil akıllı! Güven verici AB ile ilişkilerimizin normalleşmesi, barışın sağlanması, güvence altına alınması bir koşul da, ya iç barış? Kürt sorununun ülkemizde nelere mal olduğunu sayıp dökmeye hiç gerek yok. Herkesçe bilinir. Bu yüzyılın projesinin gerçekleşebilmesinin öncelikli koşullarından biri de artık kangren olmuş Kürt sorununun çözümüne bağlı değil midir? Proje tanıtılırken, üzerinde konuşulurken, Suriye ile ilişkilerimiz önemsenirken, kendi yurttaşlarımızla Projenin eksiği olan sorunlarımızın anımsanmaması bir eksiklik değil midir? CHP seçim bildirgesinde, “CHP, Kürt sorununa da kapsayıcı demokratik yurttaşlık anlayışından hareketle yaklaşacaktır. Sorunun Meclis’te kurulacak komisyonca ve Meclis’teki tüm partileri kapsayacak milli bir siyasal mutabakat ile çözülmesi sağlanacaktır” dese de, “kapsayıcı demokratik yurttaşlık” ve “milli bir siyasal mutabakat” tanımlamalarını açmak, pratikte neye tekabül ettiğini izah etmek gerekmez mi? Hele de bildirgede, gıda güvenliği konusunda, “gen laboratuvarları kuracağız”, adil piyasa koşulları konusunda; “Esnafın işyerinden dinlediği radyodan telif hakkı alınması uygulamasını kaldıracağız” gibi ayrıntılara yer verilmişken... Merkez Türkiye Projesi’nin başarılı olabilmesi için yerli ve yabancı sermayenin; sakinılımankorunaklı bir limana ihtiyacı varsa eğer, bu aynı zamanda Kürt sorununun da barışla noktalanmasını içermez mi? CHP, açık sözlülükle, açık yüreklilikle bu sorunu da Merkez Türkiye Projesi’nin vazgeçilmez bir bileşeni haline getirmekle önümüzdeki yüzyıllarımızı garanti altına almış olmayacak mıdır? AKP’nin yıllardır oyun oynadığı, sömürdüğü, her türlü ayıbının, günahının, suçunun üstüne örtü yaptığı bir ulusal sorunu çözmek, sosyal demokrat politikalarla olası değil midir? C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle