17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
9 ŞUBAT 2015 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 Babacan: Özgürlük, temel haklar, hukukun üstünlüğü gibi alanlarda Türkiye’nin yapılacaklar listesi daha uzun Yargı kredibilitesini yitirdi TMSF’nin Bank Asya’ya el koyması ve Merkez Bankası’yla ilgili faiz tartışmalarına sessiz kalması nedeniyle eleştirilerin hedefi olan Başbakan Yardımcısı Babacan, “Türkiye’de yargı kredibilitesini yitirmiştir” dedi. Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Türkiye’de yargının kredibilitesini yitirdiğini söyledi. Türkiye’nin G20 dönem başkanlığı kapsamında dün uluslararası Finans Enstitüsü tarafından İstanbul’da düzenlenen konferansta finans sektörüne seslenen Babacan, hukuk ve yargıda güven mesajı verdi. Babacan, TMSF’nin BDDK kararıyla Bank Asya yönetimine el koyması ve AKP’nin Merkez Bankası’na faiz baskısı karşısında, her üç kurum da sorumluluğunda olmasına rağmen sessiz kalarak eleştirilerin hedefi olmuştu. Gazetecilerin Bank Asya ve Merkez Bankası’na ilişkin sorularını yanıtlamayan Babacan, konferansın açılış konuşmasında şu sözlerle hukukun üstünlüğüne vurgu yaptı: “Ne yazık ki son birkaç yılda özellikle Türkiye’de olan olaylar yargı sistemimiz ile ilgili bir kredibilite eksikliği doğurdu. Bizim yeniden güven aşılama noktasında da yargı sisteminize reform yapmamız gerekiyor. Adım adım yargıya güveni sağlamamız gerek. Çünkü Türkiye bir hukuk devleti.” Son 12 yılda Türkiye’nin önemli dönüşümler geçirmesine rağmen hukuk ve demokrasi konusunda yeterli gelişmenin sağlanamadığını anlatan Babacan, “Güvene dayalı yargı sistemi, demokrasi, temel haklar ve hukukun üstünlüğü gibi alanlarda Türkiye’nin yapılacaklar listesi daha uzun” dedi. Babacan Türkiye mali alanda kuvvetli olsa da ‘acil ve şiddetle’ ihtiyaç duyulan yapısal reformların da olduğuna dikkat çekti. Babacan şöyle devam etti: “Türkiye’nin daha çok katma değer sağlaması gerek. Araştırma ve inovasyonda daha çok şey yapmalıyız. Çok daha iyi bir eğitim sistemi olursa katma değer yaratabiliriz.” Konferansın banka ve finans çevrelerine ayrılan kısmında öne çıkan mesaj ise “reformlara devam edilmeli” oldu. İş Genel Müdürü Adnan Bali, Türkiye’nin 2001 krizi sonrası güçlü reformlar sayesinde yoksulluk çıkmazından sıyrılabildiğine dikkat çekerek yavaşlayan büyüme nedeni ile reformların göz ardı edilmemesi gerektiğini anlattı. Zengin fakir arasındaki uçurumun OECD ülkelerinde son 30 yılın en yüksek düzeyine ulaştığını vurgulayan Bali, “Eğer bu trend devam ederse, nüfusun yüzde 1’i, 2 yıl içinde geri kalan yüzde 99’un çok üzerinde bir gelire sahip olacak” diye konuştu. Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer de “Türkiye için artık ne kadar hızlı büyüyebildiği önemli. Kısa vadeli sermayeye bağımlılığımızı azaltmak ve yurtiçi tasarrufları artırmak zorundayız. Ancak bu kurumsal reformlarla Türkiye’yi bir sonraki aşamaya taşıyabiliriz” dedi. İstanbul Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilen G20 Maliye Bakanları ve Merkez Bankası Başkanları Toplantısı için küresel finans sektörünün önde gelen temsilcileri bir araya geliyor. Zirve kapsamında düzenlenen toplantıların büyük çoğunluğu basına kapalı olarak gerçekleştirilecek. Bugün IMF Başkanı Christine Lagarde, İngiltere Merkez Bankası Başkanı Mark Carney, Fransa Maliye ve Kamu Hesapları Bakanı Michel Sapin, Japonya Merkez Bankası Başkanı Haruhiko Kuroda, ABD Merkez Bankası Başkanı Janet Yellen, Almanya Maliye Bakanı Wolfgang Schauble, Rusya Maliye Bakanı Anton Siluanov konferanslar verecek. OECD Genel Sekreteri Angel Gurria ise teşkilatın “Büyümeye Geçiş 2015” raporunu açıklayacak. Yarın akşam ise Lagarde ve Babacan basın toplantısı düzenleyecek. Adını Doğru Paranın patronları İstanbul’da Koyun! Haziran seçimlerine yoğun rejim Yatırımlar için şeffaflık şart Zirvenin “Büyümeyi Canlandırma ve Eşitsizliğin Azaltılması” ve “Altyapı Yatırımları için Sektör Desteği” başlıklı oturumlarına ise “şeffaflık” konusu damgasını vurdu. Büyümenin sürdürülebilir olması için yatırımların artırılması gerektiğine işaret eden konuşmacılar, yatırımcı tabanını genişletmenin de “daha fazla şeffaflık”tan geçtiğine vurgu yaptılar. UBS Yönetim Kurulu Başkanı Axel Weber, uzun vadeli büyüme için altyapı yatırımları konusuna daha fazla eğilmek gerektiğine dikkat çekerek “Eşitsizliği azaltmanın yolu sürdürülebilir büyümeyi artırmaktan geçer. Büyüyen pastadan pay almak daha kolaydır. Bunu yaparken de spesifik altyapı yatırım planları belirlenmeli. Bunun da ne kadarının yapıldığı denetlenmeli. Çünkü şeffaf olunmadığı takdirde yolsuzluğa yol açılabilir” dedi. Partners Group AG Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Charles Dallara ise “Düzenlemeler şeffaf olursa, yolsuzluktan korunursa süreç iyi ilerler. Sadece yabancı sermaye ile yatırım olmaz. Türkiye’nin yerli sermayeye de ihtiyacı var. Uzun vadeli finansman yatırımları için gerekli düzenlemeler yapılarak uygun ortam yaratılmalı” diye konuştu. Prudential Financial Kıdemli Başkan Yardımcısı ve Baş Yatırım Sorumlusu Scott Sleyster da “yatırımcı tabanını genişletmek için daha fazla şeffaflık olması gerektiğini” vurgulayarak şöyle devam etti: “İnsanlar kendilerini ne gibi yeni gelişmelerin beklediğini bilmezlerse güvende hissetmiyorlar. Yatırımcılar, CEO’lar riskten kaçınıyorlar.” Akbank Genel Müdürü Hakan Binbaşgil ise altyapı yatırımlarını geliştirmeden Türkiye’nin 2023 hedeflerini gerçekleştiremeyeceğini söyledi. Bankaların bu süreçlere katılımının devamı açısından sektörün sürdürülebilir kârlılığının önemli olduğunu vurguladı. Binbaşgil, “Türkiye’de bankaların aşağı yukarı 530 milyar dolarlık kredisi var. 2023 yılına kadar mevcut özkaynak kârlılığı devam ederse 600 milyar dolarlık ek kredi imkânı var. Sürdürülebilir kârlılık projeleri finanse etmeyi kolaylaştırabilir” dedi. 20 işçiden 19’u kayıt dışı MAHMUT LICALI Mevsimlik tarım ANKARA TBMM Mevişçilerinin yüzde simlik Tarım İşçileri Araştır12.2’si 200 TL ve altı, ma Komisyonu’na rapor suyüzde 21’i 201 TL 400 TL, nan TÜİK, Türkiye genelinyüzde 23.7’si 401 TL600 TL, yüzde 16.7’si 601 TL 800 TL, de toplam 485 bin mevsimyüzde 17.9’u 801 TL 1000 lik tarım işçisi bulunduğuTL, yüzde 8.5’i 1001 TL ve nu açıkladı. 485 bin kişinin üstü aylık gelire sahip. yalnızca 24 bininin sosyal Başka bir deyişle 364 bin güvencesi bulunuyor. Mevkişinin geliri asgari simlik tarım işçilerinin yaklaücretin altında şık yüzde 20’si 1518 yaş arası kalıyor. Tarım sektöründe çalışan mevsimlik işçilerin 233 binini (yüzde 43.6) 3554 yaş grubu oluşturuyor. Orta yaş grubunun ardından tarım sektöründe çalışan mevsimlik ya da geçici işçilerin 98 bini (yüzde 18.4) 1518 yaş grubundaki çocuklardan meydana geliyor. Mevsimlik tarım işçilerinin yüzde 74.9’u asgari ücretin altına çalışıyor. Mao Zedong, bir keresinde, “Gök kubbenin altında kaos var, koşullar mükemmel” demişti. Bugünlerde de gök kubbenin altında, kimi yerde kaos, kimi yerde belirsizlik var ama Mao’nun iyimserliğine pek rastlanmıyor, belki de bu kaosa bir düzen getirebilecek yeni bir öznenin yokluğundan... “Dünyanın varsayılan düzeninde” bir şeyin bittiğine ilişkin bir sezgi yaygınlaşıyor. Ancak “Biten şey nedir?”, “Bir yenisi başlayacak mı?”, “Bu yeni neye benzeyecek?” gibi sorulara cevap vermek henüz olanaklı değil. sağ ve sol ucundaki akımları canlanıyor. Bu sırada kitlelerin siyasi tercihlerini, taleplerini sokaklarda gösterme eğilimleri güçleniyor. Neoliberalizmin eleştirisi kapitalizmin geleceğinin eleştirilerini de gündeme getirmeye başlıyor. Bir taraftan SYRİZA ve Podemos, karşılarında ise Altın Şafak, İspanya’da Frankocu akımlar, Almanya’da PEGIDA, Fransa’da Ulusal Cephe; diğer taraftan “Siyasal İslam”ın vahşeti, siyasikültürel kutuplaşmanın kapitalizmin demokratik/ emperyalist “düzeninin” sınırlarına dayandığını gösteriyor. Aslında geri çekilerek biraz uzaktan “büyük resme” bakınca, tarihin adeta tekrarlanmakta olduğunu söylemek olanaklı. 1970’lerde başlayan bir yapısal krizi öteleme çabaları, önce işçi sınıfını vurdu, çalışanların tüketim kapasitesini büyük ölçüde imha etti. Böylece derinleşen talep açığına karşı, hem kredi hacmini, mali spekülasyonu büyüten hem de dünyada yeni piyasaları sermayenin serbest dolaşımına açan bir süreç hızlandı. Sermaye bu alanlara, dolaşımı hızlandıran, hızlandırılmış tüketimi destekleyen, yan etkilerini dayanılabilecek kılan kültürü üreten teknolojiyle yöneldi. Böylece karşımıza, küreselleşme, dijital devrim, finansallaşma olarak betimlenen olgular geldi. Kültür endüstrisi, akademik yaşam bunları anlatan, öven, “yeni bir tarihsel dönemin başladığını” söyleyen yorumlarla doldu. Bu köşeyi izleyenler, birilerinin de bu “zamanın ruhuna” karşı, “yaşananlar yeni ve de sürdürülebilir değildir; bu küreselleşme ve finansallaşma da bir önceki gibi kendi ağırlığı Her 5 çalışandan biri çocuk çocuk işçilerden oluşurken, yaklaşık yüzde 75’i asgari ücretin altındaki ücretlerle çalıştırılıyor. TÜİK raporuna göre, Türkiye’de içerisinde mevsimlik tarım işçilerinin de bulunduğu ücretliyevmiyeli çalışan sayısı 612 bin kişi. Ücret li ve yevmiyeli çalışan kişi sayısı 2009’da 466 bin kişiyken 2014’te 612 bine çıktı. Mevsimlik tarım işçilerinin sayısı tarım sektöründe çalışan toplam 5 milyon 404 bin kişiyle karşılaştırıldığında 485 bin işçi yüzde 9 oranına denk gelirken; tarım sektöründe çalışan erkeklerin yüzde 8.9’u (tarım sektöründe çalışan 2 milyon 885 bin erkek işçiden 257 bin kişi), kadınların ise yüzde 9.1’i (tarım sektöründe çalışan 2 milyon 519 bin kadın işçiden 228 bin kişi) mevsimlik tarım işçilerinden oluşuyor. Mevsimlik tarım işçisi olarak çalışan 485 bin kişinin yalnızca yüzde 4.9’unun sosyal güvencesi bulunurken, yüzde 95.1’i (461 bin) kayıt dışı olarak çalıştırılıyor. ‘Gök Kubbenin Altında...’ imi gözlemler ve büyük resim... Belki düşünmeye, az çok gözlemleyebildiğimiz şeylerden, örneğin şunlardan başlayabiliriz: Kapitalizmin yapısal krizi devam ediyor. Bu krizi yöneten, sorunları öteleyen ekonomikkültürel model 2008’de tükendiğinden bu yana bir “uzun durgunluk + deflasyon”, diğer bir deyişle bir depresyon var. Bu depresyonun etkileri tüm ekonomik bölgeleri, ülkeleri aynı şiddette, biçimde etkilemiyor. Bu nedenle, uluslararası güçler dengesi değişmeye, ABD hegemonyası gerilemeye, büyük güçlerin düzen getirme, sorun çözme kapasitesi zayıflamaya devam ediyor. Bu gelişmeler “jeoekonomik” (eski ismiyle piyasalar, kaynaklar üzerinde emperyalist) rekabeti hızlandırırken, bölgesel savaşlar, savaşlara açılma olasılığı yüksek istikrarsızlıklar sıklaşıyor. Liberal demokrasi de meşruiyetini hızla kaybediyor. Düzen partileri yelpazesinin (sunduğu siyasi seçeneklerin) merkezindeki partilerin zayıflaması hızlanırken yelpazenin K altında çökecek” dediğini anımsayacaklardır. Mali kriz başladığından bu yana bu kötümserlik, sosyalist bir azınlığın yazılarının sınırlarını aştı, günlük medya sayfalarına, köşe yazılarına girdi. Geçen hafta, Boston Globe gazetesinde Joshua Kurlantzick, “The great deglobalization” (Küreselleşmede büyük geri dönüş) başlıklı yazısında bu alanda son durumu KOF Swiss Economic Institute “Küreselleşme İndeksi”, McKinsey &Co. araştırma şirketinin bulguları, İngiltere Merkez Bankası Dış Para Politikası Komitesi üyesi, ekonomist Kristin Forbes’in Finansal Küreselleşme konulu bir sunuşu ve uluslararası dev kargo ‘Büyük geri dönüş...’ şirketi DHL’nin “Global Connectedness 2014” (connectedness: Bağlantılı olmak) raporu üzerinden kısaca özetliyordu. Bu raporlar ve çalışmalar, küresel sermaye hareketlerinde, dünya ticareti büyüme hızında mali krizden bu yana bir toparlanmanın yaşanamadığını gösteriyor. McKinsey, uluslararası sermaye hareketlerinin 2008 düzeyinin yüzde 60 gerisinde kaldığını, KOF ve DHL raporları küreselleşme indekslerinin artışının durakladığını saptıyor. Kristin Forbes, verilerle desteklediği sunuşunda, “artık küreselleşmeyi konuşmayı bırakın, ‘küresel mali bütünleşme eğilim durdurulamaz’ varsayımını sorgulayın” diyor. Uluslararası konteyner fiyatlarındaki gelişmeyi izleyen Baltic Dry Index (BDI dünya ekonomisi açısından çok önemli bir öncü göstergedir) geçen hafta başında 600’ün altına indi, 564 ile tüm zamanların en düşük düzeyine, 554’e (Haziran 1986) geldi dayandı. Mali krizden az önce 2007’de 8000 dolayında seyreden BDI, 2008 ortasından 1000’in altına düştü. BDI 2010 yılında 4000 düzeyine yükseldi, ancak günlerden bu yana dalgalanarak sürekli düşme eğilimi sergiliyor. Resesyonun ve toparlanma yılının etkileri bir kenara konduğunda da dünya ticaret hacminin büyüme hızının 20002008 döneminde yılda ortalama yüzde 7.6 düzeyinden 20102015 döneminde yüzde 4.7 düzeyine gerilediği görülüyor. Geçen hafta bu grafiklere bakan kimi mali piyasa yorumcuları, “dünya ekonomisi çökmek üzere”, “Lehman’dan bu yana en hızlı gerileme” gibi yorumlar yapıyorlardı. Küreselleşme eğilimi tersine dönerken korumacılık eğilimleri de artıyor. İngiltere’de bulunan Centre for Economik Policy Reserach’in araştırmasına göre, zengin ülkelerin uyguladıkları korumacılık önlemlerinde de 2013 yılında 2009 yılına göre yüzde 23 artış olmuş. Küreselleşmenin çok vurgulanan bir boyutu da internet, iletişim teknolojilerindeki gelişmelerle ilişkiliydi. DHL araştırması, 2014 yılında sınırlar arası internet trafiğinin “küreselleşme” içinde olması beklenen düzeyin yüzde 17 gerisinde kaldığını gösteriyor. Freedom House’ın internet özgürlüğü araştırması da özgürlük oranının dört yıldır (krizden bu yana) sürekli gerilemekte olduğunu vurguluyor. Birleşmiş Milletler’in derlediği nüfus hareketleri verilerine bakıldığında, bir ülkeden diğerine giden insan sayısında 2011 yılından bu yana, her yıl ortalama bir milyon kişilik azalma gözleniyor. Küreselleşmeci ideoloji, “önünde durulamaz” iddiasından hareketle dünya ekonomisinde küreselleşme dışında kalan bölgelerin hızla azalmasını bekliyordu. Son yıllarda durum; Somali, Yemen, Sudan, Mali, Irak, Kongo gibi ülkelerin “dışarda” kalmaya devam ettiği, Libya, Suriye, Ukrayna gibi ülkelerin, Nijerya’nın bazı bölgelerinin “dışarı” düştüklerini gösteriyor. Yunanistan krizinin etkileri, küreselleşmenin prototipi olduğu varsayılan Avrupa Birliği’nin parçalanma riskiyle karşı karşıya kaldığını düşündürüyor. Küreselleşme geçmişte, iki büyük savaşa, büyük çaplı siyasi altüst oluşlara yol açmıştı. Yine gök kubbenin altında kaos gelişiyor. Ya koşullar? tartışmalarıyla gidiliyor. Cumhurbaşkanı, başkanlık sistemi istiyor. Kamuoyu, her şeyi unutmuş, bu noktaya kilitleniyor. Kimi yazar ve yorumcular ve özellikle de muhalefet partileri, haklı olarak başkanlık sistemiyle ulaşılmak istenilenin, gerçekte, dört dörtlük bir diktatörlük olduğunu öne sürüyor. Ancak karşı çıktıkları diktatörlüğün şimdiye dek oluşmuş bulunan temellerini konuşmuyor; eleştirilerini tümüyle Cumhurbaşkanı’nda kişiselleştiriyor; böylece ana sorunlar tartışılamıyor; eleştiri alanı iyice daraltılıyor. Burada büyük ve tarihsel bir yanlış yapılıyor. Gidilmekte olan rejimin adı doğru konulmuyor. Hazirandan sonra ulaşılmak istenilen ne başkanlık sistemidir ne de bildiğimiz sıradan bir diktatörlük; istenilen, adını koymaya kimsenin dilinin varmadığı Siyasal İslam rejimidir! HHH Ülke, AKP tarafından bu noktaya adım adım getirildi. Ustalıkla ve bilinçle yürütülen bu politikaya aynı bilinçle ve kararlılıkla karşı çıkılmadı; ne Meclis’te ne de Meclis dışında. Anımsayalım. Toplumun geleceği olan eğitim, büyük ölçüde dinselleştirildi. Yine toplumun gözükulağı olması gereken basınyayının, özgürlüğünün, bir kısmı dinci iktidarın yoğun baskısı bir kısmı da aynı tür sermayenin dişlileri arasında un ufak edildi. Devlet bürokrasisi AKP düşüncesini taşıyanlarla dolduruldu. Bürokrasi, iç çekişmelerle etkinliğini yitirdi; çökertildi. Bu süreci altyapısı olarak, hukuk devleti yerle bir edildi; ekonomiyi düzenlemeyle görevli olan kurumlar; iktidarca teslim alındı; bunların son kalelerinden Merkez Bankası da sürekli bombalanıyor. Öte yandan, siyasi partiler ve seçim yasaları, demokratik ve katılımcı bir işleyişe kavuşturulmadı; seçim barajına dokunulmadı. Sendikal haklar kullanılmaz kılındı; toplantı ve gösteri hakkının kullanımı iyice kısıtlandı. Üniversitelerin çoğu ve diğer bilim kurumları, çağın gelişmelerinden uzak kaldı; başka ülkeler hızla ilerlerken Türkiye bilimsel gelişmede de çok geri düştü. O kadar ki topluma artık bilim değil, Diyanet İşleri Başkanlığı yol göstermeye başladı. Tanrı aşkına, var olan yapının neresi demokratik ki adına başkanlık sistemi denilince birdenbire diktatörlük olsun?! Başkanlık dayatmasıyla, gerçekte, bu yapıya dokunulmaması; şimdiye dek atılan yapısal temellerin ve sağlanan birikimin güçlendirilerek sürdürülmesi isteniyor. HHH Adını doğru koyun çağrısı, bu nedenle başkanlık sistemine karşı çıkanlar için öncelikle geçerlidir. Bu köşede geçen hafta önerilen, seçimlerde AKP’ye bir çatı yapılanmasıyla karşı çıkılması çağrısı bu nedenlere dayalıydı. İçinde bulunulan rejimin doğru tanımlanmasına dayandırılacak kapsamlı bir yapılanma, çağdaş demokratik Türkiye ya da aydınlık bir gelecek için adı altında bir ideolojik bütünlük sağlamalıdır. Girişim, özgürlük, eşitlik, laiklik ve barış üzerine kurulmalı; hukuk devleti, çağdaş eğitim ve üniversite, özgür basın, demokratik parti yapısı ve seçim sistemi; güçlü sendika ve kişi dokunulmazlığı boyutlarını da içermelidir. Seçmen, yalnızca özgürlük ortamında haklı olabileceğini; ekmeğini büyütebileceğini; kişiliğiyle, malı, mülkü ve çevresiyle güvence altında olabileceğini duyumsamalıdır. Bunun sağlanması için de seçmene, aş, iş, sağlık ve ekmek, kısaca ülke ekonomisinin AKP’den çok daha etkin ve üretken yönetileceğinin güvencesi verilmelidir. Oluşuma yalnız siyasal partiler değil, sendikalar ve sermaye örgütleri de dahil, bu görüşlerde birleşen tüm kesimler ve kişiler katılmalıdır. Evet, adı doğru konulmalı! nDış Haberler Servisi Türkiye ile Rusya, Güney Avrupa’ya yönelik “Güney Akım” projesi yerine ikame edilen “Türk Akımı”nın rotasında geçici olarak uzlaştı. Fransız AFP ajansının haberine göre Enerji Bakanı Taner Yıldız ile Rus Devlet şirketi Gazprom’un Genel Müdürü Aleksey Miller dün 4 saat süren bir helikopter turuna çıkarken, Yıldız boru hattının Karadeniz’in altından geçerek Kıyıköy yakınlarında sahile çıkması, Lüleburgaz üzerinden TürkYunan sınırındaki İpsala’ya ulaşmasının planlandığını söyledi. Enerji Bakanı, Miller’la yaptıkları tura atfen, “Boru hattının rotasını keşfetme fırsatı bulduk” derken, çevresel kaygılarla ilgili bazı yerlerin üzerinden 23 kez geçtiklerini belirtti. Gazprom da bir açıklama ile bu rotayı doğrularken, hattın Karadeniz’in altından Türk topraklarına çıktıktan sonra 180 kilometre uzanacağını kaydetti. Taner Yıldız ise hattın ilk bölümünün tamamlanması için geçici tarih olarak Aralık 2016’yı verdi. Türkiye ile Rusya’dan ‘Güney Akım’ için geçici uzlaşma C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle