17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1 ŞUBAT 2015 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 13 Fransa coğrafyasından insan elini eksiltseniz, doğası çok şey kaybeder. Örneğin Atlantik Okyanusu’nu Gaskonya’nın bereketli topraklarından zümrüt bir bilezikle ayıran Landes ormanı var olmaz! Ülkenin en verimli doğal kaynaklarından sayılan bu görkemli çam ve mantar meşesi alanı, 1 milyon hektar yüzölçümüyle Avrupa’nın en büyük yapay ormanıdır. 19 Haziran 1857 tarihli bir yasayla, kumulların ana karaya ilerlemesini ve bölgeyi çölleştirmesini engellemek için başlanan ağaç dikimini, Köprü ve Yol Mühendisi Nicolas Bremontier projelendirmiştir. Çünkü Fransa’nın prestiji yüzyıllardır dünya çapında kabul edilen iki teknik üniversitesinden biri Köprüler ve Yollar Okulu (Ponts et Chaussees), diğeri Polytechnique’tir. Başka bir deyişle, 1800 yılından öteye inşa edilen Paris kanalizasyonlarının, bugün kayıkla gezilen turistik bir gelir kaynağı olması, raslantı değildir. Keza aynı yıllarda açılan geniş cadde ve kaldırımların, bugünün ihtiyaçlarına da cevap verip, daha yüzyıllarca verecek olması da... HHH Zaten Paris coğrafyasından insan elini eksiltirseniz, ortada ne “dünyanın en güzel şehri” kalır, ne de içinden nehir geçen düz ovadan ibaret doğasının bir özelliği... Dünyanın bir numaralı turistik destinasyonu olup, her yıl 60 milyonun üstünde, yani nüfusuna yakın sayıda gezginin ziyaret ettiği Fransa’dan dönen her turist, “Çok güzel bir ülke” der. Doğasında, elbette güzel yerler vardır. Ama ülkeye hayran olan gezgine “Nesini beğendin” diye sorduğunuzda, alacağınız cevap mutlaka insan eliyle düzenlenmiş bir tasarım olacaktır. Kimi üzüm bağlarının güzelliğinden söz edecektir, kimi Loire Nehri kıyısındaki şatoların görkeminden... Ama aslında hepsi, saydıkları her dağ, her ova ve su yoluna, insan elinden çıkmış alt ve üstyapının uyumlu güzelliği dolayısıyla hayran kalmıştır. Fransa yerine İtalya, Avusturya,Yunanistan, hatta Katar Emirlikleri’ni de örnek verebilirsiniz. İnsan elinin doğaya değer kattığı sonucu değişmez. kaynakları, yerin altında ve üstündeki tüm doğal bağışların hepsi, tek tek sömürgenlere, semirgenlere satıldı, tarumar edildi. HHH Köprü yapacağım diye ormanlar yok edildi. Maden açacağım diye zeytinlikler. GDO’lu tohum üretecek çokuluslu komisyonlara göller peşkeş çekildi, zehirlenmemiş son tarım arazileri ömrü on yıl bile olmayan çirkin ve dayanıksız inşaatlara feda edildi. Dünyanın en büyük, en gereksiz, en kullanışsız havaalanını yapacağım diye, son mandaların beslendiği sulak araziler kurutuldu... Yetmedi. AKP iktidarı, Türkiye’nin doğasını öteden beri sömürüp sündürenlerin önüne, çok övündüğü Osmanlı mirası “insan eliyle yaratılmış güzelliği” de en çirkin, en kaba biçimiyle yiyerek geçiyor. Önceki gün gördüm: Göz koyup iğrenç bir rant iştahına peşkeş çekecekleri için yıkılmaya terk ettikleri çatısı yanık Haydarpaşa Garı’nın önüne, alay eder gibi “bilmem ne şirketi tarafından restore ediliyor” yazılı devasa bir ışıklı pano koymuşlar! Gecenin karanlığında Haydarpaşa Garı’nın zavallı hayaleti önünden süzülen vapurlardan, gar binası değil, o görkemli binayı restorasyon adı altında mahvedecek “terminator” şirketin panosu seyrediliyor! İşte bu, yıkıcılıkta bile zevksizliğin daniskası, doğayı bitirip insan eliyle yaratılan güzelliğe de saldıran ilkelliğin ta kendisidir. HHH Estetik, güzellik ve duygu algısını konu alan bir felsefe dalı. Zevk dediğimiz uyum olgusu, 19. yüzyılda “Estetik” başlığı altında sanat felsefesine dönüştü. Doğal olsun yapay olsun, herhangi bir güzelliğin ya da sanat eserinin insanlarda uyandırdığı duyguları betimliyor. Felsefeye Estetik boyutunu kazandıran ilk düşünür, 1750’de “Aesthetica” başlıklı kitabın yazarı Alexander Gottlieb Baumgarten. Bizim ellerde, felsefe tu kaka... Zaten 100 kelimeyle konuşup düşünen ve kendisi kadar fikir yoksunu kişileri “demokratik seçimlerle” işbaşına getiren toplum da hem “estetik”ten habersiz, hem de ne olabileceğine dair en küçük bir merak duymuyor. İşte bu yüzdendir ki Türkiye’de en iyi niyetle ve “güzellik” diye yapılan her şeyin altı kaval üstü şeşhane. Ve bu coğrafyanın en büyük talihsizliği, akılsız değil, zevksiz insanların ülkesi olması. Ziynetin cürufa çıkarılması. “Ruh estetiğine, etik denir.” PIERRE REVERDY Ziynet İken Cüruf Fotoğraf: Paris kanalizasyonu, 19. yy. HHH Oysa Türkiye coğrafyasından insan elini eksiltseniz, doğa ne kaybeder, hiç düşündünüz mü? Hiçbir şey kaybetmez. Tam tersine, kazanır. Çünkü Türkiye’nin doğası, ham haliyle Fransa’dan çok daha güzel, çok daha çeşnili ve cömerttir. Daha doğrusu, öyleydi. Fransa’nın doğasına uyumlu değer ve güzellik kattığı ne kadar yüzyıl varsa, Türkiye daha büyük ve daha görkemli coğrafyasını adım adım yedi, bitirdi, çirkinleştirdi. Bu ülkenin insanları, yaşadıkları hiçbir bölgede var olan, aslolan güzelliğe saygı duymadı, doğanın dengelerine uyumlu bir uygarlık geliştirmedi. Aksine. Türkiye, gelişeceğim, sanayileşeceğim diye denizlerini, göllerini, akarsularını kirletti. Taş çekeceğim diye dağlarını kel, kentleşeceğim diye ormanlarını yok etti. Yüzyıllardır süren bu talan, coğrafyanın büyüklüğü sayesinde görece bir hızla ilerliyor, orada burada henüz dokunulmamış bir güzellik, gözümüzü oyalıyordu. Ama Akdeniz’in en görkemli coğrafyasının yağması, AKP iktidarı sürecinde sistematik, devasa bir hız kazandı. Kumsallar, içme suyu Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu kararıyla genel yayın yönetmenliğine son verilen Utku Çakırözer, çok başarılı bir gazeteci ve insani değerleriyle takdir edilen, zarif bir insandır. Gazetemde onunla birlikte ve onun yönetiminde çalıştığım sürede çok mutlu oldum, kendisine teşekkürü borç biliyorum. Üstün gazetecilik vasıflarıyla aramızda kalmasını, ama her halükârda bundan sonraki yaşamında mutlu ve başarılı olmasını diliyorum. Utku Çakırözer, daima arkadaşımdır. Sorun Sadece F Klavye mi? Bilgisayarlarda Türkçe harflerle ilgili sıkıntı yıllarca sürdü. İlk bilgisayarlarda Türkçe desteği hiç yoktu. Ş,ç,ı,ğ gibi harfler de yok. Klavye sorunu çeşitli yazılımlarla çözüldü, bu kez ekranda harfler düzgün görünmüyordu. Ekranda harfleri düzgün görmeye başladık, yazıcıdan çıkış alamadık. Veri tabanları ve arşiv işiyle uğraşanlar, yazılımcılar harf sorunları yüzünden saçlarını başlarını yoluyordu. 80’li yıllar böyle geçti. Peki, onca sıkıntı neden yaşandı? 1983 yılında bilgisayarlarda kullanılan harfler için bir standart oluşturmak amacıyla gerçekleştirilen Uluslararası Standartlar Örgütü’nün toplantısına Türkiye temsilci göndermedi de ondan. Türkçeye özgü harfler örgüt tarafından belirlenen kod tablosunda yer almadı. Dünyada teknoloji standartları konusunda bir mücadele yaşanıyordu. Türkiye o mücadeleyle ilgilenmiyordu. Malum 12 Eylül ve sonrası. 1995’te benzer bir toplantı cep telefonları için yapıldı. Türk heyeti toplantıyı izlemek yerine Paris’i gezmeyi yeğleyince, Türkçeye özgü harfler yine kapsam dışında kaldı. Cep telefonlarında Türkçe harfleri yıllarca kullanamadık. Yıllar sonra cep telefonlarının klavyelerinde Türkçe harfler belirdi. Fakat mesaj geçemedik. Çünkü Türkçe harfler kullanınca mesaj fiyatı iki katına çıkıyordu. Kısa mesaj krizi yaşandı. Sorun 2008 yılında çözümlenebildi. “F klavye” de yaklaşım farklı değildi. Türkiye’nin hangi klavyeyi kullanacağına ithalatçılar karar verdiler. Türkiye’de, Türkçe için geliştirilen “F klavye”ye sahip çıkılmadı. Bugün satın almak için F klavyeli bir dizüstü bilgisayar bulmanız zor. Google 2006 yılında internet üzerinden çeviri hizmetleri vermeye başladığında Türkçe bu diller arasında yer almadı. Türkçe, desteklenen diller arasına 2009 yılında girebildi. iPhone ve iPad için F klavye desteği daha iki yıl önce verildi. iPhone için geliştirilen “Siri” yazılımıyla ilgili reklamları internet üzerinden izlerken keyiflenmiştik. Sabah koşu yapan genç adam, kulaklıkla mesajlarını dinleyip yanıt yazdırıyordu. Hava ve yol durumunu soranlar, yemek tarifi isteyenler... Telefondaki tüm işlemler, “Siri” sayesinde konuşarak yapılabiliyordu. Klavyeyi artık kullanmayacaktık. İşte diyorduk telefonlar nihayet akıllanmaya başladı. Baktık, Türkçe desteği yok. 2015 yılındayız, hâlâ yok. Durum “Google Now” ya da Microsoft’un “Cortana”sı için de farklı değil. Türkçe desteği yok. Türkiye’de tüketici, akıllı telefonlar için bir Amerikalıdan daha fazla para ödüyor, buna karşılık son teknolojik gelişmelerden yararlanamıyor. Yani “yarım akıllı” telefonlar kullanmak zorunda kalıyoruz. Niye? Microsoft’un yeni işletim sistemi Windows 10’da Cortana da yer alacak. Artık bilgisayarları da sesle yöneteceğiz. Türkçe desteği yok. Önümüzdeki beş yıl içinde akıllı evlerde oturmaya başlayacakmışız. Evlerimizde robotlar da olacakmış. Öyle diyor uzmanlar. Peki, bunları nasıl yöneteceğiz. Uzaktan kumandalarla mı? Demek istediğim, sorun sadece F klavye sorunu değil. Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kalın, Sarkisyan’a sert karşılık verdi ‘Tavrı, Ermenilere zarar veriyor’ Taş Atan Küçücük Bir Çocuk... Günlerdir aynı görüntüler gelip beni buluyor. 12 yaşında fırlama bir oğlan çocuğu, geniş bir arazide, arkadaşlarıyla oyun oynuyor. Koşturup duruyorlar, yer Cizre, çocukların tepelerinden geçen jet seslerini ezan sesinden daha çok duydukları bir toprak parçası. Çocukların kül kedisi, kurbağa prens masallarıyla değil, dağa çıkan ağabeylerinin, devlet tarafından öldürülen babalarının hikâyeleriyle büyüdükleri sokakların sokak, caddelerin cadde olmadığı bir yer! Çocukların doğum günlerini bilmedikleri, karne aldıklarında ödüllendirilmedikleri, kardeşlerin birbirinin küçülmüş eskileriyle okula gittikleri, öğretmenlerin sürekli çocuklara “neden üşüyorsun” diye sorduğu bir yer. “Çünkü öğretmenim, ayağımdaki ayakkabı yazlık, karda çok su çekiyor.” Resim defterlerinin, çiçeklerle, böceklerle doldurulmadığı, en büyük hayalin, spor BİR ayakkabı olduğu bir yer! Çocukların ellerinde akıllı telefonlarla birbirlerine caka satmadığı, tabletlerle dolaşmadıkları bir yer. (Bu satırların yazarı, Rojava’ya gittiğinde, Rojavalılar kaçağa çıkan ve devlet tarafından bombalanarak öldürülen çocukların bilgisayar taksitlerini ödemek için yollara düştüğünü anlatmışlardı. Bilgisayar taksitini ödemek için!) Orası öyle bir yer. Orada çocuklar küçük yaşta ölümü öğrenirler. Babaları, ağabeyleri, amcaları bir gün yok oluverirler. Ağıda duran analarının, kız kardeşlerinin yüzlerine dikkatle bakarlar. Korkuyla ağıtların sözlerini anlamaya çalışırlar. İçleri ürperir, birden kendilerini yok olanların yerine koyarlar. Ölüm işte böyle bir şeydir, birden yok olmak. Orada, bayramlar bayram değildir. Çünkü bayramlarda çocuklara bir şeyler almak gerekir. Ama babaların ceplerinde rahatça harcayacakları paraları yoktur. Babalar, bir köşeye çekilip, o eski mutlu günleri düşünürler. Artık yanmış yıkılmış evlerin harap görüntüsünün iç kararttığı eski köylerini hasretle anarlar. Geniş çayırlarda keyifle otlanan koyunlarını düşünürler, zıplayıp hoplayan köpeklerini düşünürler. Bir kıyım gelmiş, onları o topraklardan sürmüştür, hiç bilmedikleri başka bir toprağa. O toprakta işleyecek tarla, otlatılacak koyun yoktur. Tüm bildiklerini unutmak zorundadırlar. Yapacak hiçbir iş yoktur. Seyyar satıcılık mı? Kaçak mı? O topraklarda çocuklar bayramlarda başka mahallelere, evlerin daha güzel, dükkânların daha albenili olduğu mahallelere giderler. Televizyonda görmüşlerdir, toplu halde ortaklaşa bir saç jölesi alıp saçlarına caddeye yakışır bir hava vermeye çalışırlar. Biraz büyükler babaların kaçak sigaralarından bir paket alıverirler. Ceplerinde biraz para caddelere dalarlar. O caddelerde herkes çok mutludur, herkes güler. Kendi yaşlarındaki çocuklar, pipetle meyve suyu içerler... Onlar da ceplerindeki parayı hesap edip, bir kafeye otururlar. Deli gibi heyecanlıdırlar, birer meyve suyu söylerler, sonra içlerinden biri paketi çıkarır, hepsi kırk yıllık tiryakiymişçesine birer sigara tüttürürler. Sonra evlerine dönerler ama yaşadıkları mahallelerde bayramda bile TOMA’lar su sıkmaya hazır beklerler, polis arabaları o mahallelerden hiç eksik olmaz. O çocukların oynamayı en sevdiği oyun, sıra sıra bekleyen polis arabalarına taş atmaktır. Çünkü en ucuz oyuncak taştır. Kim isabet ettirecek? Bitmek bilmeyen bir oyundur. Ve birden polis arabalarının oradan atılan bir fişek, bir kurşun oyunu bitiriverir. İçlerinden biri toprağa düşmüştür. Taşlarla oyun oynamaya çalışan bir çocuk hayatını yitirmiştir. Onlardan birinin adı, Nihat Kazanhan, henüz 12 yaşında, bir polis kurşunuyla öldü. O tek değil, Mazlum Akay, Doğan Teyboğa, Umut Furkan Akçil, Ahmet İmre, Enver Turan, Canan Saldık, Birem Basan, Oğuzcan Akyürek, İzzettin Boz, Mehmet Nuri, Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz... 1988’den bu yana devletin öldürdüğü çocuklardan birkaçı... Sorumluların çoğu yargılanmadı, ceza almadı. İHD Diyarbakır’ın hazırladığı “2012 yılı Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerini kapsayan Çocukların Yaşam Haklarına Yönelik İhlaller” raporuna göre, 19882013 arasındaki dönemde çatışmalı süreç nedeniyle 569 çocuk yaşamını yitirdi. Bu dehşet tabloya 2014’te en az yirmi çocuk eklendi. Devlet bu ölümlere öyle kayıtsız ki, Gezi olayları sırasında öldürülen Berkin Elvan’ın katilleri belli olduğu halde bir türlü mahkeme başlayamadı. Verilen kararlarda da hâkimler suçluları (iyi hali bahane ederek), az cezayla kurtarmak için birbirleriyle yarışa giriyorlar. Şimdi ben o hâkimlere soruyorum: “Neden?.. Ve siz geceleri uyuyabiliyor musunuz? Taş atan küçücük bir çocuk hiç mi rüyanıza girmiyor?” Not: Ezbere bildiğim birkaç şiirden biri olan ve ne zaman okusam beni ağlatan “Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim...” dizelerinin yer aldığı o güzelim şiiri yazan ve pek çok güzel ve acı anıyı bu topraklarda birlikte yaşadığımız, arkadaşım Sevgili Ataol Behramoğlu’nun ellinci sanat yılı coşkuyla kutlandı. Nice yıllara Ataol, hadi bir şiir söyle… ANKARA (Cumhuriyet Büro su) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Çanakkale Savaşları’nın 100. yılı anma törenlerine davetini, “dar görüşlü, boş ve alaycı hamle” diyerek reddeden Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’a Türkiye’den sert tepki geldi. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Sarkisyan’a sözlerini “aynen iade ettiklerini” belirterek, “Bu tavır, herkesten ve her şeyden önce Ermenistan’a ve Ermenilere zarar vermektedir” dedi. Kalın, Sarkisyan’ın, “kendini tahrif edilmiş tarih sayfalarından kurtaramadığını” söyledi. Kalın, Sarkisyan’ın açıklamalarının diplomatik teamüllere aykırı ve bir devlet başkanının ağzına yakışmayacak ifadeler olduğunu savundu. Ermenistan yönetiminin 2015’i Türkiye ve Türklere karşı uluslararası bir kampanya haline getirmeye çalıştığını, bu uğurda hakaret ve nefret söylemi kullandığını belirten Kalın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2005’te ‘Ortak Tarih Komisyonu’ kurulması çağrısı yaptığını, 2009’da protokoller imzalandığını ve geçen yıl da taziye mesajı yayımladığını anımsattı. Ermenistan’ın, her adımı karşılıksız bırakarak bölgesel barış ve istikrarın tesis edilmesine yanaşmadığını dile getiren Kalın, “Bu tavır, herkesten ve her şeyden önce Ermenistan’a ve Ermenilere zarar vermektedir” dedi. Kadim TürkErmeni dostluğunun ve tarihdaşlığının radikal grupların kışkırtmalarına rağmen yaşatılacağını anlatan Kalın, Çanakkale Zaferi’nin 100. yılının uluslararası etkinlikle anılacağını aktardı. Dışişleri kaynakları da Sarkisyan’ın açıklamasını kınayarak tepki gösterdi. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] G NOKTASI BULMACA SEDAT YAŞAYAN ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HARBİ SEMİH POROY SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Zorun 1 lu neden. 2/ 2 “Aysberg” de denilen, 3 lahana gö 4 rünümlü bir 5 tür marul... 6 Bir yetkinin, yasanın 7 ya da kararın 8 yürürlüğe gir 9 mesine karşı çıkma hakkı. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 3/ Üzerine yazı 1 D O L O R İ Z M yazılan tabaklan 2 Ö J E N İ K E K mış ceylan deri 3 N E Y N A İ R A si... Ressamların 4 G L İ G T İ Z boya karmakta S E N A kullandıkları lev 5 E K A R ha. 4/ Pantolonun 6 L İ K O R İ N O Z K A R E S İ apış arasına gelen 7 E L E T T O K Y yeri... Bir paranın 8 belirli bir kimseye 9 G R A B E N M E ödeneceğini gösteren senet. 5/ Mumun içindeki fitil... Karadeniz’in kuzeyindeki iç deniz. 6/ Üst yanı açık boru... Bir nota. 7/ “Yaprak döker bir yanımız / Bir yanımız bahçe” (Hasan Hüseyin)... Yaz yağmuru. 8/ Yemen’in ekonomik başkenti... İnsan bedeni çevresindeki manyetik alan. 9/ Güney Anadolu’da yaşayan ve halk edebiyatı şiir türlerinden birine adını vermiş olan Türkmen boyu. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Toplanan süprüntüleri alıp atmak için kullanılan bir tür saplı kap... Hayvanı avcılığa alıştırma işi. 2/ Padişah ya da vezir kavuklarında bulunan tüy ya da püskül biçimindeki sorguç... Kadastro haritalarında parseller topluluğu. 3/ Satrançta özel bir hareket... Ankara keçisinin yününe verilen ad. 4/ Samaryum elementinin simgesi... Denge. 5/ İtalya’nın en uzun ırmağı... Tümör. 6/ Kolaylıkla aldatılabilen... Bir renk. 7/ Deniz yosunlarından çıkarılan bir tür jelatin... Tanrı’ya göre insan. 8/ “Beni görüp yönün dönersin” (Karacaoğlan)... Harman yerindeki, tahılın taş ve toprakla karışık kalıntısı. 9/ Otomobilde direksiyon ile tekerlek arasındaki bağlantıyı sağlayan mil... Hayvanların eskiyen nallarının çivilerini değiştirme işlemi. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle