28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Perşembe 31 Aralık 2015 KULTUR EDİTÖR: EZGİ ATABİLEN TASARIM: ZARİFE SELÇUK EVRİM ALTUĞ ‘Bilim siyasete kurban ediliyor’ 17 Prof. Emre Kongar’ın ‘Tarihimizle Yüzleşmek’ kitabı, 100’ün üzerinde ek sayfası ve 94. baskısıyla raflarda. Kongar’la gündemi ele aldık Ezel Akay’la kısa film gecesi ürkiye’deki bağımsız sinema algısını güçlendirmek hedefiyle yola çıkan sosyal sinema platformu Fil’m Hafızası, 6 Ocak Çarşamba akşamı saat 20.30’da Bronx Pi Sahne’de başlayacak ‘Best Shorts of 2015’ (2015’in En İyi Kısaları) adlı etkinlik serisinin ilkinde, 2015 yılında üretilen kısa filmlerin en iyilerini sinefillerle buluşturacak. Her seferinde farklı bir ünlü ismin ev sahipliğinde gerçekleşecek etkinlik, 6 Ocak’ta yönetmen Ezel Akay’a emanet olacak. T n Papa, Yeni Yıl mesajında tüketim toplumunun altını çizdi. Bir sosyolog olarak sizin görüşünüz nedir? Doğru. Benim de en çok üzerinde durduğum şey o. 20. yüzyılın sonlarında 21. yüzyıla bakarken benim en çok üzerinde durduğum şey yükselen tüketim beklentileriydi. O sırada çok daha önemliydi, çünkü Sovyetler Birliği’ni çökertti. Sovyetler Birliği’nin çöküşünün birkaç nedeni var. Bir tanesi uydu teknolojisi. Haberleşme demir perdeyi açtı. Sovyetler Birliği dışa karşı izolasyonunu sürdüremedi. Uydu teknolojisi haberleşmeyi içeri taşıdı. İkincisi ağır sanayiye yaptığı büyük yatırımdan dolayı tüketim piyasasını destekleyemedi. Bu ikisi birleşince yükselen beklentiler Sovyetler Birliği’ni de çökertti. Bununla birlikte ortaya çıkan mikro milliyetçilik ve mikro dincilik herkesi ayrıştırırken, marka bazında ise bütünleşme oluyor. Tarihin ‘Kavşak’ noktası Prof. Kongar’a göre bugün ODTÜ’ye yapılan saldırı ile, ‘ucube’ heykel tartışmaları arasında siyasi bağlar bulunuyor. tarihinin gelişmesindeki aşamalara göre düzenleyip, Sovyet modelini reddetmesi. Yani insanlığı ileriye sıçratacağı iddia edilen modeli reddediyor. Çünkü, diyor, Osmanlı zaten çok geride, Osmanlı insanlık gelişmesinin ileri aşamasında değil ki daha çok sıçrayıp Sovyet modelini kullansın. Biz olsa olsa para devriminden sanayi devrimine geçeriz, Fransa’ya benzeriz; endüstri devrimi modeli oluruz, diyor. Cumhuriyeti ona göre kuruyor. Atatürk’ün kafasındaki ideolojik model çok net. Sonunda Sovyetler Birliği çöküyor. Yalnız orada hemen bir dipnot koyayım, asla bu Marksizmin çökmesi demek değil,tam tersi Marksizmin 21. yüzyılda yeniden gündeme geleceğini düşünüyorum. Çöken zaten biraz Leninizm, biraz Stalinizm. Uygulama çöküyor. Ama Türkiye Cumhuriyeti bütün içten ve dıştan çabalara rağmen hâlâ ayakta. hi modelinin, tarihin belli bir döneminde ve belli bir coğrafyada uygulanması için oluşturduğu reçeteyi onun tümüne uygulamaya kalkarsanız olmaz. Yani altı ok doğrudur, yararlıdır. 1920’ler 1930’lar Anadolusu için günümüzde mutlaka altı okun da tek tek konuşulup geliştirilmesi olanaklıdır. Ama Atatürkçülük altı ok falan değildir. Atatürkçülük sadece bilimcilik ve akılcılıktır. Çağın bilimi ve çağın özgür aklı neyi gerektiriyorsa işte Atatürkçülük odur. ediliyor. Aynen bugün ODTÜ’ye yapılan saldırı veya heykele ‘ucube’ denmesi gibi. Sanata ve bilime karşı çıkıyorlar. n Bugünün medyasındaki nefret söylemi üzerine ne düşünüyorsunuz? Utanç verici. Daha da korkuncu, bizi yöneten iktidar gayet demokrat olduğunu ve bütün dinlere, dillere, ırklara eşit davrandığını söylemekle birlikte, “affedersiniz Ermeni” gibi, ya da PKK olayında “Bunlar zaten Ermeni kökenlidir” demek gibi, Ermenilik üzerinden; İsrail konusunda olduğu gibi Yahudilik üzerinden; ayrıca eşcinsellere yönelik tavırları üzerinden de tam bir nefret söylemi geliştiriyorlar. Üstelik bunu Kürtlere “Zerdüşt” diyerek de tamamen dini ve mezhepsel alana taşıyorlar. Bu çok tehlikeli. Dış politikada bile böyle bu. Suriye için Sünni, Şii, Nusayri; İsrail için Yahudi diyor, zaman zaman bunlarla hiç ilgisi olmayan zavallı Masonlara saldırıyorlar. Yani bizi yönetenlerin tahrik ve teşvik ettiği nefret söylemi medyaya tamamen hâkim. Türk, Kürt, Alevi, Sünni derken, AKP’li olanolmayan ayrımı da bindi bunların üzerine. azetemiz yazarı Özgen Acar’ın kaleme aldığı ve köşe yazılarının da başlığı olan ‘Kavşak’ adını taşıyan kitabı, Bilgin Kültür Sanat Yayınları imzasıyla okurla buluştu. Kitap, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne kadar tarihin nasıl yağmalandığını, tarihsel belgeler ve resimlerle, yer yer esprili bir üslupla ortaya koyuyor. Türkiye’nin yönetiminde ilerlenen yoldaki türlü kavşak noktalarının detaylarıyla işlendiği kitapta Eylül 2014 ve Mart 2015 tarihleri arasında yaşanan siyasi konulara özellikle değiniliyor. (www.bilginkultursanat.com) G ‘Marksizm yola çıktı’ n Gerek Osmanlı Türkçesi, gerek Türkçe kökenli bazı kelimelerde, kimi mahalle ve marka adlarında zoraki İngilizceleştirmeye de rastlıyoruz... Çünkü uluslararası tüketim kültürünün dili İngilizce. Star Wars, farklı bir örnek gibi görünüyor ama aynı şey. Hollywood’un bir filmi bütün dünyayı egemenliği altına aldı. Ondan sonra da Haremlique Selamlıque Ottoman vb. yazıları İngilizce geliyor. Kesinlikle yozlaşmaya sebep oluyor. Bir de sosyal medya dili var. Orada da farklılaşma var. Semboller değişiyor tabii. Bu çerçevede eski Türkçeye özlem çok saçma bir şey. Aslında o tartışmada bir tweet attım. Ben 1990’lı yıllarda bile seçmeli ders olarak taraf oldum. O çok ciddi bir kültürel mesele. Fakat oradaki sorun eski Türkçe alfabe değil. Eski Türkçe alfabeyi biraz aklı başında adam 2 yılda öğrenir. Asıl Osmanlıca dili o kadar karmaşık bir dildir ve o kadar yazıyla okuma ve anlama değişiktir ki, öyle istediğin kadar üstadı ol eski Türkçenin, Osmanlıcayı bilmezsen hiçbir işe yaramaz. Ve Osmanlıcayı öğrenmek, Arapça, Farsça ve onların imlasını, okumalarını, fonetiklerini bilmeyi gerektirir. n Atatürk’ün kütüphanesinde pek çok ülkece yasaklanan, yakılan kitap da vardı. Onları hatırlayalım mı? Atatürk çok ciddi okuyan bir adam ve bence Atatürk’ün en büyük özelliği, kafasındaki Cumhuriyet modelini, insanlık Depardieu Stalin’i oynayacak ransız oyuncu Gerard Depardieu’nun yeni filminde Sovyetler Birliği liderlerinden Jozef Stalin’i oynayacağı bildirildi. The Hollywood Reporter dergisi, filmin Fransız sinemacı Fanny Ardant tarafından yönetileceğini ve isminin ‘Stalin’in Divanı’ adını taşıyacağını belirtti. Filmin senaryosu, Fransız yazar JeanDaniel Baltassat’nın 2013 yılında yayımlanan romanına dayanacak. Depardieu ülkesindeki yüksek vergileri ödememek için 2013 yılında Rusya’ya yerleşmişti. Oyuncu Rus vatandaşlığı da almıştı. l Kültür Servisi ‘Nefret söylemi korkunç’ Soru: Atatürkçülük nedir? n 21’nci yüzyılda Atatürkçülüğün daha iyi anlaşılması için bir güncellemeye ihtiyacı varmı? Hayır hiç yok. Dondurulmasına karşı çıkmak yeter. Altı ok meselesi Atatürk’ün kafasındaki bilimsel modelin 1920’ler ve 30’lardaki Anadolu’daki uygulamasının kısa yol reçetesidir. Siz bilimsel bir modelin, bir insanlık tari n Kitabınızdaki manidar bölümlerden biri de yok edilen Gözlemevi. Bu vesile ile, ODTÜ’ye yapılan son saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz? Kötü politikacı bütün dünyada bilimsel gelişmelerden korkuyor. Kaptanı Derya’ya top ateşiyle yıktırıyorlar Tophane’deki gözlemevini. Onun arkasında saray içi entrikalar yatıyor. Saray içindeki ayak oyunlarına göre dönemin şeyhülislamı bunlara karşı çıkarak, “Felekle (sema, Allah, evren vs. demek) çok uğraşırsan, felaket olur” diyor. Tam o sırada da Avrupa’da bir veba salgını var, Osmanlı’yı da tehdit ediyor. Bütün mesele sarayın içindeki din otoritelerinin, başta şeyhülislam olmak üzere, zayıflaması. Bilim din üzerinden siyasete kurban F Mart döneminde Mamak’ta önceleri astsubay gazinosundan bozma 3 No’lu Cezaevi’nde kalmıştım. Bir süre sonra evden Facit daktilomu getirtme olanağı bulmuş, o daktiloyla ne çeviriler yapmıştım. Liam O’Flaherty’nin “Kıtlık” romanı, Harry Golombek’in satranç kitabı, Dee Brown’ın “Kalbimi Vatanıma Gömün”ü... Bir köşeye çekilip yazı makineme gömüldüğümde, koğuşun penceresinden uçup gidiyor, çevirdiğim yazarların düşsel dünyalarında özgür yolculuklara çıkıyordum... 12 Tuvalet kâğıdına yazmak… İlk romanını hapiste yazan Ngugi, “Son on aydır kendimi bütünüyle tuvalet kâğıdına yazmakta olduğum romanıma vermiş durumdayım!” diyordu. “Tuvalet kâğıdına yazmak! Artık biliyorum; kâğıt, kâğıdın her türlüsü, bir siyasal tutuklu için, hele benim gibi yazdıklarından dolayı içeri alınmış bir tutuklu için en değerli şey...” Ngugi’nin yazısı, “Yüreğim coşku dolu. Saat yediden beri durmadan yazmakta olan elim güçsüz düştü. Ama ses ısrarlı: Yazmaya devam et!” diye son buluyordu. Şimdilerde, 2015’ten 2016’ya geçmeye ramak kala, yalnızca Can Dündar ve Erdem Gül değil, pek çok tutuklu gazeteci, yazılarını bilgisayar ile, olmadı günü geçmiş bir daktilo ile yazma olanağından yoksun. Belli ki, haksız tutuklamalara bir de yazmayı kısıtlama cezası ekleniyor... Büyük ‘lüks’ maktilo bile yasaktı... Oysa hapishanede bir şeyler yazmanın bir siyasal tutuklu için ne kadar karşı konulmaz bir istek, hatta gereksinim olduğunu, Mamak’ı boylamadan önce dışarıda çevirdiğim “Darağacından Notlar” kitabından biliyordum. Bunun ne kadar büyük bir “lüks” olduğunu bir yıl kadar sonra 1 No’lu Cezaevi’ne aktarıldığımda anlayacaktım. Orada daktilo yasaktı, hatta Direniş güncesi Çek komünist Julius Fucik, 1942’de Prag’daki Nazi zindanına düştüğünde, birkaç gardiyanın hücresine gizlice getirdiği kâğıt parçalarına dayanılmaz koşullar altında yazmaktan vazgeçmemiş, ortaya “Darağacından Notlar” adlı o unutulmaz direniş güncesi çıkmıştı... 1980’li yıllarda edebiyat tarihçisi Atilla Özkırımlı’yla birlikte “Yazarları da Vururlar” adlı bir kitap hazırlamıştık. Adı, Horace McCoy’un “Atları da Vururlar” adlı romanından esinli... Ferruh Doğan da bizi kırmamış, ustalıklı çizgileriyle anlamına anlam katmıştı kitabın... O kitaba çevirdiklerim arasında, Kenyalı yazar Ngugi wa Thiong’o’nun “Tuvalet Kâğıdına Yazılmış Özgür Düşünceler” diye bir yazısı da vardı. Peki, bugün Türkiye? ‘Yazmaya devam et!’ Mamak’taki daktilolar yasaklandığında, Türkiye’de askeri bir diktatörlük hüküm sürüyordu. Fucik, güncesini kâğıt parçalarına gizli gizli yazmak zorunda kaldığında, Çekoslovakya Nazi diktatörlüğünün işgali altındaydı. Ngugi, Nairobi’deki hapishanede romanını ancak tuvalet kâğıtlarına yazabildiğinde, Kenya’da Daniel arap Moi’nin tüm muhalefeti sindiren sivil diktatörlüğü vardı. Peki, bugün Türkiye’de?.. Ben, Can’a ve Erdem’e, Ngugi’nin sözleriyle seslenmekle yetineyim: “Ama ses ısrarlı: Yazmaya devam et!” C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle