28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 10 Kasım 2015 haber EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: İLKNUR FİLİZ 12 Münevver Karabulut’un babası Süreyya Karabulut’un isyanı AbD, PYD’den vazgeçmez elime oyunlarına kolay gelen bir milletiz. Bunu Bağdat’tan IŞİD’e karşı savaşın koordinasyonunu sağlayan Amerikalı Albay Steve Warren’ın yaptığı “YPG’ye artık silah sağlamayacağız” açıklamasına tepkilerde de görüyoruz. Bu açıklama basınımızda nüanslara bakılmaksızın işlenip yorumlandı. Hükümet yetkilileri de bunu kamuoyuna Ankara’nın başarısı olarak sunuyor. Aslında belli bir başarıdan da söz edebiliriz. Kısa bir süre öncesine kadar ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüleri, “PKK bize göre terör örgütüdür ama PYD’yi öyle görmüyoruz ve işbirliğine devam edeceğiz” diye adeta meydan okuyan açıklamalar yapıyordu. Warren’ın sözleri ise Amerikan tarafının Ankara’nın bu konudaki hassasiyetini anlamaya başladığını gösteriyor. Türkiye’nin, Fırat’ın batısına geçmeye çalışan PYD’lileri bombaladığına dair açıklamaları da tabii ki bunda etkili olmuş olabilir. Fakat Ankara’nın elini güçlendiren asıl husus bu değil. Türkiye’nin ABD için önemi, IŞİD’e karşı savaştaki stratejik konumudur. ABD bu konumun sağladığı avantajı elbette ki kaybetmek istemiyor. Bunun bedelinin ise PYD ile arasına mesafe koyuyormuş gibi görünmekten geçtiğini biliyor. Fakat gerçekten olan bu mu? Warren, silah yardımının bundan böyle YPG’ye değil, daha önce 50 ton mühimmat sağlanırken yapıldığı gibi, “Suriye Arap Koalisyonu’na” yapılacağını söyledi. Burada kast ettiği koalisyon Washington’ın “Suriye Demokratik Güçleri” adı altında kurduğu oluşumdur. İsmine rağmen bu oluşum ağırlıklı olarak Kürt savaşçılardan oluşuyor. Yani PYD ve YPG mensuplarından. ABD’ye göre IŞİD’e karşı en etkin mücadeleyi de bunlar veriyor. Nitekim daha önce yapılan 50 ton mühimmat yardımının önemli bir bölümü de bu gruplara gitmişti. Washington’ın bunları kolay terk etmeyeceği malum, zira bu, IŞİD’e karşı sahada zaten zorlandığı bir sırada elini daha da zayıflatacaktır. Ancak Türkiye’yi ve yeni ilişkiler geliştirmeye başladığı İran’ı Kürt savaşçılar konusuyla daha fazla gocundurmamak için olaya bir kılıf uydurdu. Yoksa Warren, “bundan sonra silah yardımı Suriye Arap Koalisyonu’na gidecek” derken, herkes koalisyonun ağırlıklı unsuru olan YPG’nin de bundan payını alacağını biliyor. Özetle burada söz konusu olan bir “diplomatik gönül almadır.” Ankara da öyle algılamış olmalı ki Dışişleri’nden, Warren’ın sözleri üzerine yapılan açıklamada “memnunuz ama bekleyip göreceğiz” türünden ihtiyatlı bir yaklaşım vardı. Bu “gönül alma” egzersizi karşılığında ABD’nin de Türkiye’den beklentileri var elbette. Özetle Ankara’ya, “artık ayak sürmekten vazgeç ve IŞİD’e karşı daha kararlı mücadele et” deniyor. Son dönemde IŞİD militanları ile Diyarbakır’da girilen çatışma, çeşitli diğer kentlerde örgütün hücre evlerine yapılan baskınlar da Türkiye’nin mesajı aldığını gösteriyor. Burada Ankara katliamının etkisi de yadsınamaz tabii. Kısacası Türkiye’nin IŞİD ile mücadelesi ve ABD’nin PYD ile arasında mesafe sokuyor görüntüsü vermesi arasında ters orantılı bir ilişki var. Fakat bu ABD’nin PYD’den vazgeçeceği anlamına gelmiyor. Hele hele ABD Kongresi’nde Kürtlerle işbirliğinin geliştirmesi için baskılar yapılırken. Türkiye Suriyeli Kürtleri, Iraklı Kürtler konusunda zaman içinde yaptığı gibi, hesaba katmak zorunda kalacak. Çözüm sürecine dönülmesi halinde PYD ile köprüler kurulmaya çalışılacağı da aşikâr. Suriye’de zıt taraflarda olsalar da Kürt meselesinde önemli ölçüde aynı sayfada olan Türkiye ve İran’ın baskılarıyla Suriyeli Kürtler tüm istediklerini belki elde edemeyecekler. Fakat Ankara’nın da Suriyeli Kürtler konusunda istediklerini tümüyle elde edemeyeceği kesin gibi görünüyor. K Münevver Karabulut, Ayşe Paşalı, Özgecan Aslan, Değer Deniz... Hepimizin bildiği bu dört isim Türkiye’yi ayağa kaldırırken ne siyasi irade ne de yargı erki kadın cinayetlerinin politik olduğu gerçeğini kabul etti. Son 6 yılda bu 4 isim dışında en az 1500 kadın katünevver Karabulut’un katil zanlısı Cem Garipoğlu 197 gün sonra teslim oldu, 3 yıl yargılandı. 18 yaşından küçük olan Garipoğlu, 24 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Üst sınırdan ceza alan Garipoğlu 10 Ekim 2014 günü cezaevinde intihar etti. Ayşe Paşalı’nın katili eski kocası İstikbal Yetkin için de 1 yıl sonra çıkan karar ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası oldu. Paşalı’nın polis karakolunda çekilen sembol fotoğrafının ardından öldürülmesi kamuoyunda tepki gördü. Mahkeme heyeti katilin ‘namus’ gerekçeli ifadelerine prim vermedi. Yaratılan baskının da etkisiyle mahkeme heyeti katilin cezasında indirime gitmedi. Ancak acı olan, bir kadın cinayetinin ses getirmesi için vahşetin boyutunun artması gerektiği gerçeğinin ortaya çıkmasıydı. Türkiye 3 Mart 2009 gününe lise öğrencisi bir kız çocuğunun cesedinin çöp kutusuna atılması haberiyle uyandı. Ceset 7 Mart 1991 doğumlu olan 18 yaşını doldurmamış Münevver Karabulut’a aitti. Beşiktaş Bingül Erdem Lisesi son sınıf öğrencisi olan Karabulut, üniversiteye hazırlanmak amacıyla dershaneye gidiyordu. Cem Garipoğlu ile tanışıp, arkadaşlık yapmaya başladı. Münevver’in cansız bedeni çöp konteynerinde parçalanmış halde bulundu. Adli tıp incelemesi sonucunda başı gövdesinden ayrılmadan önce bıçak darbeleriyle yaralandığı daha sonra öldüğü tespit edildi. Cem Garipoğlu tam 197 gün sonra teslim oldu. 3 yıl süren mahkeme sonucunda en üst sınırdan ceza verildi. 18 yaşından küçük olduğu için 24 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Aile üyeleri de delil karartma, cinayete yardım etmekten ceza aldı. Karabulut cinayeti Türkiye’nin kanayan yarası kadın cinayetlerini uzun süre gündemin ilk maddesinde tuttu. Garipoğlu ailesinin ‘varlık’lı, Karabulut ailesinin ‘yoksul’ oluşu ile sık sık Yeşilçam senaryolarını aratmayacak satırlar yazıldı. Karabulut ailesi Nişantaşı’nda aşçılık yapan bir babanın geliriyle geçinen 4 kişilik bir aileydi. Ancak bu mütevazı aile Münevver’i yaz döneminde Kanada’ya dil eğitimine gönderecek kadar da çocuklarının eğitim hayatını ön planda tutuyordu. Uzun zamandır sessizliğini koruyan baba Süreyya Karabulut bu bölünmüşlüğü şöyle anlattı: “Karşımızda bir Garipoğlu ailesi vardı. Eşim Özgecan’ın ailesini de ziyaret etti. Daha iyi anladık. Acı kıyaslama, ilgi bekleme Erdoğan bizi çok yaraladı ledildi. Hiçbirinin adını hatırlamıyoruz. Toprağa verildiği günler orada ailelerin yanında binler değildik. Mahkeme salonlarında da yoktuk. Sanıkların cezalarına “iyi hal”, “haksız tahrik”, “saygın tutum” gibi gerekçelerle indirimler uygulandı. Katiller ödüllendiri lirken bu kararlara sayfalarımızda yeterli yer de açamadık. Binlerce kadın, erkek şiddeti sonucu göz göre göre katledildi... “Her gün öldürülüyoruz” isimli yazı dizimizin ilk gününde Münevver Karabulut ve Ayşe Paşalı’nın ardından yaşananları paylaşıyoruz. M İkna olmasam o tabutu toprağa sokturmazdım Süreyya karabulut Damla Yur Münevver karabulut vEDAT ARIk Süreyya Karabulut, kızının katili Cem Garipoğlu’nun cezasını çektiği Silivri 5 No’lu L Tipi Kapalı Cezaevi’ndeki intiharından sonra ilk kez Cumhuriyet’e konuştu. değil bu. Ancak gerçek şu ki bizim yanımızda duyarlı Türk toplumu insanları dururken, Özgecan’ın yanında devlet de durdu. Çünkü bizim katilimizin soyadı Garipoğlu’ydu. Bize devlet cephe almıştı. İnsanların ekonomik güç ile bireysel gücü ayırt etmesi lazım artık.” Karabulut’un ifadelerini destekleyen bir demeç de söz konusuydu. 21 Temmuz 2009 günü dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan öyle bir söz söyledi ki dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ın “Kızlarına sahip çıksalarmış” sözlerini bile geride bıraktı. Erdoğan, “Son zamanlarda bazı arzu edilmeyen cinayetler, katliamlar duyuyorsak anne baba olarak kendimizi hesaba çekmeliyiz. ‘Acaba biz nerede hata yaptık’ diye üzerinde durmalıyız. Sınırsız, kontrolsüz bir ahlaki erozyonun olduğu yapılanma gerçekten bizi dertlendiriyor. Onun için aileye sahip çıkacağız. Kendi başına bırakılan kız ya davulcuya ya zurnacıya. Davulcu, zurnacı kızmasın. Bununla ne demek istediğimi anlıyorsunuz.” Davulcu ve zurnacı kızmamıştı Erdoğan’ın ifadelerine ama Karabulut ailesi tamiri güç yaralar almıştı. “Eşimi ve beni Başbakan’ın sözleri o dönem çok yaralamıştı. Acımız çok tazeydi. Hâlâ bir şey değişmedi. Çünkü evlattı giden. Kızlarına sahip çıkmayan anne baba olarak suçlanmak çok ağırdı, çok. Hâlâ unutmayız” sözleri ile ifade ediyor baba Süreyya Karabulut, Erdoğan’ın kendilerinde yarattığı hasarı. Kendilerine siyasiler arasında en büyük desteği CHP milletvekili Çetin Soysal’ın gösterdiğini de eklemeden geçemeyen baba Karabulut, “Avukat Rezan Epözdemir’i bulmamızda hukuki sürecimizin bu şekilde sonuçlanmasında önemli etkisi vardır” diyor. Suçlanmak çok ağırdı 12 avukata karşı Nitekim Epözdemir’in de Garipoğlu’nun en üst sınırdan ceza almasını sağlatması kolay olmamıştı. Karşısında güçlü bir heyet vardı. Aralarında dönemin Ankara Barosu Başkanı Metin Feyzioğlu ile birlikte 12 avukata karşı Epözdemir ile birlikte davanın takipçisi aktivistler salonu dolduruyordu. Ankara Barosu o dönemde şiddet gören kadınlara psikolojik ve hukuki destek sağlamak amacıyla hazırladıkları ‘Gelincik’ projesini yapıyordu. Mahkeme başkanı Mevlüt Bayraktar da daha önce Cem Garipoğlu’nun amcası Hayyam Garipoğlu’nu hileli iflas davasında akladığı yönündeki haberlerle basına yansıdı. Bayraktar davadan çekildi. En üst sınırdan karar çıktı, Cem Garipoğlu cezaevinde intihar etti. Ancak artık hiçbir şey zaten eskisi gibi olamayacaktı. Devlet bize cephe aldı ünevver’i aralarından ayrılan Karabulut ailesi önce Nişantaşı’ndan Bakırköy’e taşındı. Hukuki mücadele bu evde kaldıkları süreçte yaşandı. Ardından da aile Bakırköy’den ayrıldı. MS hastası anne Nagihan Karabulut’un hastalığı ağırlaştı, artık evden zor çıkıyor. Süreyya Karabulut gırtlak kanseri tedavisi gördü. Bir ay mamayla beslendi, biyopside dişlerini kaybetti. Şeker hastası olduğu ve kemik erimesi yaşadığı için şu an dişlerini yaptıramıyor. Münevver’in kardeşi Enver ise “Aaa kafası çöpe atılan Münevver’in kardeşi” cümlesini hayatından çıkarmak için ABD’ye yerleşti. Hem okuyor, hem çalışıyor. Baba Süreyya Karabulut en son Cem Garipoğlu’nun intiharı sonrası “İnanmıyorum” cümleleri ile medyada yer aldı. Eşinin Cem Garipoğlu’nun cesedini bire bir gördüğü için ikna olduklarını belirterek “İntihar etti veya ettirildi. Öldü veya öldürüldü. Hak ettiği cezayı alması bizi mutlu etmişti. Ölmesi de mutlu etti. İkna olmasaydım o tabutu o mezarlığa, toprağa sokturmazdım” diyor. Karabulut ‘Çocuklarını korumazlarsa’ diyen başbakandan, ‘Ailesi çok fakir, kızın yaşamı çok zenginmiş ama..’ diyen ‘ama’cılara şöyle sesleniyor: “Hayatımız bitti yani sonuçta kızımızı hiçbir şey geri getiremeyecek. Benden bir evlat gitti ama ne Münevverler gidiyor, ne insanlar gidiyor da insanların sesini duymuyorlar. Münevverler ölmesin. Ve kimse bu kadar yaralanmasın. Diyorlar ki; ‘Süreyya Karabulut paranın peşinde’. Hiçbir baba kızının kanını parayla satmaz, satamaz. Beni o gün de bugün de suçlayan anne, babalar bile...” M Kızımın kanını satmam Gözlerime bakın, utanın... Münevver’in ölümünün üzerinden 9 ay 4 gün geçmiş, bu süreçte onlarca kadın öldürülmüş, hiçbiri kamuoyunda “Gözlerime bakın ve insanlığınızdan utanın!” gibi güçlü bir mesaj veren fotoğrafı çekilmediği için Ayşe Paşalı kadar yankı bulmamıştı. Taciz mağdurlarına uyarı Sessiz kalmayın hemen şikâyet edin SİBEL BAHÇETEPE ürkiye İstatistik Kurumu ve Adalet Bakanlığı’nın son rakamlarına göre cinsel taciz mağduru sıfatıyla güvenlik birimlerine giden veya götürülenlerin sayısı yüz binlerle ifade ediliyor. Avukat Tamer Kulaçoğlu, mağdur ve mağdur yakınlarının hukuki hakları olduğunu belirterek, taciz eden kişi hakkında iki yıla kadar hapis cezası verilebileceğini, fiilin çocuğa karşı işlenmesi halinde ise üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunabileceğini söyledi. Kulaçoğlu, “Mağdurlar başvurularını süresi içinde yapmalı” dedi. T Yargıtay’a göre bunlar taciz: Yolda ıslık çalmak, gel işareti yapmak, takip etmek, cinsel organ göstermek, cinsel ilişkiye girmek istediğini söylemek, ‘Seni öpebilir miyim?’ demek, arkadaş olmak istediğini söylemek, ‘Hepsi senin mi?’ şeklinde laf atmak, ‘Tanışabilir miyiz?’ diye mesaj atmak. yşe Paşalı, 7 Aralık 2009 günü eski kocası İstikbal Yetkin tarafından 11 yerinden bıçaklanarak öldürüldü. Paşalı’nın ölümünün ülke gündeminin ilk sıralarına çıkmasına neden olan ayrıntı ise polis karakolunda çekilen bir fotoğrafıydı. Alnı, gözlerinin altı şişmiş, morarmış, eti çürümüş Ayşe Paşalı bu gözlerle objektife bakıyor, eski koca Yetkin ise elini duvara yaslamış kadına gözlerini dikmişti. Burası bir polis karakoluydu... Paşalı sabah şiddete maruz kalıyor, öğlen polise koşuyor, akşam ise Yetkin serbest bırakılıyordu. Sonunda 7 Aralık günü Paşalı öldürüldü. Sanık Yetkin için 1 yıl sonra çıkan karar ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası oldu. O fotoğrafın yarattığı kamuoyu ne ‘iyi hal’e, ne de ‘haksız tahrik’ indirimlerine geçit veriyordu. Öte yandan Paşalı’nın 3 kız çocuğu annesi olması, Yetkin’in eski nikâhlı eşi olması da ‘toplumsal ahlak’ kurallarımızdan geçer not alıyordu. Karabulut ailesi kadar linç edilmeye maruz kalmasa da o 3 çocuktan en büyüğü annesi Ayşe’yi doğum gününde kaybetmişti. Artık ba A cEMAl DoğAN Ayşe Paşalı, karakolda çekilen bu fotoğrafında “gözlerime bakın, insanlığınızdan utanın!” kadar güçlü bir mesaj veriyordu. Paşalının fotoğrafı kadın cinayetlerinin simgesi oldu. basının öldürdüğü annesini toprağa gömmüş, babasını sanık koltuğunda görmüş, adının arkasından kameralar koşmaya başlamıştı. Sadece anneler günü, annesinin doğum gününü kutlamıyor değildi artık o genç kadın kendi doğum gününde de annesinin mezarında onun ölüm yıldönümü ziyaretini gerçekleştiriyordu. Paşalı’nın 3 kız çocuğundan biri olan bu genç kadın geçen 6 yılın ar dından bugün şehir değiştirmiş ve olabildiğince kendisini cinayet satırlarından uzak tutmaya çalışıyor. Edindiğimiz bilgiye göre ne “O adam katil” ne de “Devlete öfkeliyim, mücadele veren annemi koruyamadı” demekten de çekinmiyor. Gizlenme sebebi de ‘katil’ babasına ilişkin beslediği, “Ya bir gün çıkarsa” tedirginliği. Ayşe Paşalı’nın fotoğrafı, Münevver Karabulut’un magazin unsuru ya pılan sözde ‘zengin sevgili’ detayı toplumda kadına yönelik şiddeti konuşturdu. Paşalı ve Karabulut davalarından çıkan sonuç toplumsal vicdanı rahatlattığı gibi gelecek benzer davalarda örnek teşkil etmesi açısından önemli bir yer bulmuştu. Karabulut ve Paşalı dosyaları ‘namus’, ‘tahrik’, ‘erkeklik’ gibi indirim sebeplerinin göz önüne alınamayacağının kanıtları olmuştu. Paşalı’nın fotoğrafı, fotoğrafsız düşen yüzlerce kadın cinayetinin görseli oldu. Katillerin aldığı cezanın en üst sınırda olması ‘milat’ kabul edildi. Toplumda bazı şeylerin değiştiği düşünülmeye başlandı... Ancak bu infialler genel tabloyu değiştirmedi. Kadınlar hâlâ katlediliyor... Polis karakolundaki fotoğrafın ardından gelen ölüm, parçalanmış ve gitar kutusuna konulmuş bir kadın cesedinden sonra vahşetin sınırı arttıkça konuşabiliyoruz. Gerçekten değişen ne? YARIN: ‘MİlAT’ kAbul EDİlME YoluNDA olAN ÖzgEcAN ASlAN vE DEğER DENİz DoSYAlARI vE gERİDE kAlANlAR C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle