19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 OCAK 2015 PAZARTESİ 6 HABERLER Hrant Dink, katledilişinin 8. yılında bugün saat 15.00’te Agos gazetesinin önünde anılacak Haber Merkezi Bugün Hrant Dink’in aramızdan ayrılışının 8. yılı. Bugün saat 15.00’te Agos’un önünde yine binlerce kişi onu anacak, bir kere daha “Hrant için Adalet için” diye haykıracak. Biz onu biraz daha farklı anmak istedik. Dört yakın arkadaşına Hrant’ı sorduk. “Hrant deyince sizi en çok güldüren, en çok öfkelendiren, gözyaşı döktüren birer anı aktarın” dedik. Ümit Kıvanç, Baskın Oran, Ali Bayramoğlu ve Aydın Engin sorularımızı cevapladılar. Kahkaha, öfke, gözyaşı ve Hrant nuşuyor, beni görünce işaret etti, sizi arıyorlar diye. ‘Ben Fırat Dink, İstanbullu Ermeni işadamıyım’ diye başladı söze. Devam etti: ‘Bizim cemaatimiz için, bizim sıkıntılarımız konusunda köşe yazınızda çok güzel şeyler yazmışsınız, size teşekkür etmek için telefon ediyorum.’ Ve sesi titremeye başladı. Ne yapacağımı bilemedim. Elim ayağım boşandı. Sekreter kıza arkamı dönüp ben de sessiz sessiz gözyaşı dökmeye başladım. Bir süre böyle gitti, konuşmadan, sonra karşılıklı bişeyler söyledik, buluşmaya söz verdik, kapattık. Bir süre sersem gibi dolaştım. Hatırladıkça kötü olurum. Sadece bu karşılıklı ağlaşmaya değil; bir insanın ismini gizlemek zorunda kalmasına da çok kötü olurum…” ca kaybediyoruz…’ İkisi de müstehzi, ‘Tarih oğlum, kolayını bulduk, bedeli sana ödetiyoruz’ demişti Hrant. 2005 yılı... Yine aynı üçlü Marsilya dönüşü, trendeyiz, istikamet Paris. Hrant’ın ayaklarını uzatıp ‘Memleketi özledim, buralar güzel ama ben yaşayamam’ diye tren seyahati boyunca Fırat türküsü, Sarı Gelin çığırdığı yolculuk. Paris’te vardık yine bilet alınacak. Fransızca bilen ben olduğum için öne sürülüyorum. Gişedeki ‘indirimli olan var mı?’ diye soruyor. ‘Bir tam, iki Ermeni’ esprisi kimin ağzından çıkıyor şimdi hatırlamıyorum. Ama Paris metrosu üçümüzün kahkahalarıyla çınlamıştı. Sonra bu hikâyeyi anlattıkça gülmüştük. Şimdi anlatıp tebessüm ediyoruz. Cinayete doğru bir telefon geldi Hrant’tan. Gazeteye gelebilir misin diyordu. Gittim. Bir tehdit mektubu gelmiş. Gönderici adı Mahmut Yıldırım. ‘Oğlunu vuracağız, sonra şuraya bırakacağız’ diyen. Aile tehdidi iyice germişti Hrant’ı. ‘Ne dersin, ne yapmalıyım. Gideyim mi bu ülkeden’ diye sormuştu. O soruyu, ona ‘hemen çek git’ diye cevaplamadığımı hatırladıkça, bugün bile gözüme yaş dolar.” tarak oyalanıyoruz. Bir martı şimşek gibi daldı, elimdeki simidi kapayım derken parmağımı gagaladı. Parmağım kanıyor. Bizimki sırıtıyor, ‘Yanında ben varım ya, martı seni de Ermeni sandı. Bu garanti milliyetçi bir Türk martısıdır.’ Bu sataşmayı cevapsız bırakamazdım. ‘Saçmalama, bak Kınalıada sularına girdik sayılır. Bu bal gibi Ermeni martısıdır’ dedim. Biraz düşündü. Yine sırıttı. ‘Olabilir. Akla uygun’ dedi, ‘Öyleyse bu martı senden 1915’in hesabını soruyor demektir. Haydi ver hesabını, yoksa öteki parmağına da dalacak…’ Bugün de aklıma geldikçe öfkelenirim. Vilayetten telefon edip bir görüşme için gelmesini istemişler. ‘Davetten çok emir gibiydi’ dedi. ‘Gitsem mi gitmesem mi’ diye sorup bizlere danıştı. ‘Git. N’olacak ki? Git tabii’ dedik. Gitti. Odada vali muavini susmuş, kim olduklarını açıklama zahmetine bile girmeyen iki adam konuşmuş ve Hrant’ı tehdit etmişler. Sabiha Gökçen haberini hatırlatıp ‘Ayağını denk al, aklını başına topla, başına bir şeyler gelebilir’ demişler. Kısa süre sonra da öldürüldü. Cinayetin ertesi günü AGOS’un önünde toplanan genç habercilere açıklama yaptım ve vali muavini odasındaki tehdidi anlattım. İstanbul valisi birkaç gün sonra bir basın toplantısı düzenledi ve ‘O gazetecinin söyledikleri kesinlikle yalandır. Hrant Dink valilik binasına gelmemiştir bile’ dedi. Bana da öfkeyle sövüp saymak kaldı. Bugün de aklıma geldikçe gözlerim dolar. Şişli’de daracık bir mahkeme odasında yargılanıyoruz. Sanık bizleriz: Hrant, Sarkis Seropyan, Arat Dink ve ben. Dinleyiciler bölümünde bütün haşmeti ile Veli Küçük ve adamları yerlerini almışlar. Müdahil avukat olarak da Kemal Kerinçsiz ve adamları. Arkalardan tükenmez kalem, metal para ve hatta tükürük yağıyor. Yargıç deneyimsiz ve çaresiz. Seyrediyor. Herkes iç içe. Dirseklerimiz birbirine değiyor. Benim payıma da Kemal Kerinçsiz’in ve avukat cüppesi kuşanmış bir adamının dirseği düştü. Üçüncü ya da dördüncü dirsekten sonra Hrant kulağıma eğildi. ‘Abi yer değiştirelim’ dedi. Şaşırarak yüzüne baktım. O devam etti: ‘Ben alışkınım. Çünkü Ermeniyim. Sen değilsin.’ Mahkeme salonunda ağlayacaktım. Arkadaşımın fedakârlığına filan değil. En iyi evlatlarından, en değerli yurttaşlarından birini böyle düşünmeye ve söylemeye iten zihniyetin kol gezdiği bir ülkede yaşıyor olmanın utancından…” Floş Royal Kimin Elinde? Bugün Cumhurbaşkanı’nın “hükümeti de devralmaya” resmen soyunduğu gün. RTE aslında hükümete başkanlık etmeyi 5 Ocak’ta iki aylık döngülerle yapacağını, B. Yıldırım aracılığıyla ilan etmişti. Yıldırım, epey bir “şiddet” gördü! Davutoğlu “Yok öyle kararlaştırılmış bir zaman, hükümet anayasal ve yasal, icracı kurum niteliğindedir” benzeri laf etti. B. Arınç da “o kişi de kim ola ki” diye Binali Bey’i “sopaladı”. Binali kim mi? RTE’nin özel siyasi danışmanı, en yakın siyasi kankası. Aslında hem Davutoğlu hem Arınç ve başkaları, Yıldırım’a “çakarken”, RTE’ye dokunduruyorlardı.. Siyaset böyle bir şeydir! Sonra, 19 Ocak’ta karar kılındı. Davutoğlu, RTE’nin gücünü gördü. Pokerde, elinde royal flush (floş royal) olan, hiçbir blöfü yemez! Davutoğlu bunu bilir tabii ki ama blöfünün tercümesi şudur: “Evet elini görüyorum, güç sende ama yasalar, anayasa, icra yetkisi vb. bilgin olsun, zamanı gelince ben de elimdeki floş royali kullanacağım...” (Baktım darbukayı öğrenmem yıllar alacak, pokere yöneldim!) Evet ikisinin de elinde floş royal var; ama yasaların ve hukukun üzerinde darbuka çalındığı ülkede Davutoğlu’nunki pasif, şu an etkisiz; RTE’nin elindeki ise güce dayalı olduğu için güncel geçerli. RTE’nin kâğıtlarına bakın: Parti başında Davutoğlu ama partide esas güç o.. Yargı şeklen Davutoğlu’nda (Adalet Bakanı) ama RTE’nin elinde.. Milletvekilleri (yasama) RTE’de.. Hele, seçim stratejisinin ve milletvekili adaylarının saptanmasının RTE kumandasında olacağı haberinin yayılması, Davutoğlu’nun elindeki yasal kâğıdı tam kırdı. Yalanlanmayan bu habere göre, Cumhurbaşkanı’nın talimatıyla parti üst düzey yöneticileri Beşir Atalay’ın başkanlığında strateji ve adayları belirleyecek. 72 milletvekili zaten devre dışı, yerlerine RTE’ye tam bağlı (genç kılıklı) kişilerin getirileceğinden şüphesi olan? Yani Davutoğlu, RTE’nin, parti başkanlığında, hükümette, parlamentoda, icrada, adeta baş memuru durumunda. Davutoğlu bağımsız bir karşı çıkış yaptı; ama derhal yanıtını aldı: Beş gün önce “kamuda şeffaflık paketi” açıkladı. Yanında bakanları, hatta Cemil Çiçek desteğiyle.. “Meclis’te grubu bulunan siyasi partilerin il başkanları bile TBMM’ye mal bildiriminde bulunacak... Mal bildirimi yenilenme süresi 5 yıldan 2 yıla inecek. İmar planlarında oluşan değer artışlarından doğacak olan rant belediyelere ve bakanlıklara kentsel dönüşümde kullanmaları için aktarılacak, vekillik statüsü değişecek…” Peki, RTE ne yaptı? “Böyle bir düzenleme .. seçim öncesinde doğru gelmiyor. Sert kararlar alırsanız, ekonomiyi olumsuz etkiler. Mal bildiriminde de çok dikkatli olunmalı. Böyle giderse görev alacak il ve ilçe başkanı bulamazsınız.” RTE bir şey daha dedi: “Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlık arasında, istişare ve danışma mekanizması yeterince işletilemiyor. Bir konu dışında bu mekanizma pek kullanılmadı. İstişare ve uyum olabilmesi için başkanlık sistemine ihtiyaç var..” Ümit Kıvanç Ümit Kıvanç, “Hrant deyince benim aklıma Hrant gelemiyor ki artık. Onunla birlikte güldüğüm anlar da gelmiyor, gelemiyor. Tebessüm edecekken birden içimde öfke köpürüyor. Hrant dendiğinde aklıma sadece onun öldürüldüğü ve cinayetin ardından sergilenen pişkinlik geliyor” diyerek üç soruya sadece tek cevap verebileceğini belirtti ve şöyle dedi: “Bu bir dava değil müsamere. Sekiz yıldır, ‘Hrant Dink cinayeti davası’ adı verilmiş bu müsamerede rol alıyoruz. Bu müsamereye müsamere dediğimiz için kimileri abarttığımızı düşünebilir. Ne de olsa mahkemedir, diye geçebilir insanların aklından. Ben size söz konusu müsamereden, kara mizahın doruğuna ulaştığı bir örnek anlatayım da her türlü şüpheniz dağılsın. Biliyorsunuz veya söyleyince hatırlayacaksınız: Meşhur bir ‘valilikte tehdit’ olayı var, Hrant’ın öldürülmesine giden süreçte. Sabiha Gökçen’in Ermeniliğine ilişkin haber üzerine Hrant İstanbul Valiliği’ne çağrılmış, orada vali yardımcısı Ergun Güngör’ün odasında iki MİT’çi tarafından, usulüne uygun şekilde ‘ikaz edilmiş’ti. Devlete sorarsanız, bu, Hrant’ın selameti için yapılmış bir uyarıydı. Ancak hakikat istiyorsanız devlete sormazsınız herhalde, niye soracaksınız!.. Hepimiz biliyoruz ki, bu, Yasin Hayal’in mahkeme girişinde ‘Orhan Pamuk akıllı olsun’ diye bağırmasıyla aynı şeydi. Hrant’a ‘akıllı ol!’ demişlerdi. Cinayete giden yolda sembolik uğraklardan biri olan tehdit, aynı zamanda, yaklaşan eylemin ‘resmi’ niteliğinin ispatı niteliğindeydi. Mahkemede Dink ailesinin avukatları, nice uğraşlardan sonra, mahkeme heyetine taleplerini kabul ettirebildiler, mahkeme, ‘şu şu şu tarihte valilikte Hrant Dink’le görüşen iki kişinin isimleri ve görevlerinin’ İstanbul Valiliği’nden sorulmasına karar verdi. Soruldu da. Dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler, mahkemeye bir sayfalık bir cevabi yazı gönderdi. Yazıda her şey vardı ancak sorulan sorunun cevabı, yani iki kişinin isimleri ve görevleri yoktu. Avukatlar mahkeme heyetine, ‘sorunun cevabı alınmadı, tekrar sorulsun’ dediler. Hâkim, gelen yazıyı gösterip, ‘İşte cevap’ dedi. ‘Sorduk, valilik de cevap verdi, dolayısıyla bir daha sormamıza gerek yok.’ Fıkra değil, espri değil, hiç eğlenceli değil. Böyle işte, yıllardır boyuna top çevrilen, hepimizle alay edilen o müsamere…” Dava değil müsamere Ali Bayramoğlu Ali Bayramoğlu soruları ikisi çok güldüğü, biri ise bugün de gözyaşlarıyla hatırladığı üç anı ile paylaşmayı yeğledi. “Etyen ve Hrant’ın ortak yönlerinden birisi at yarışı sevmeleri ve oynamalarıydı. Her gün telefonlaşırlar, ‘tüyo’ ve fikir alır verirlerdi. 2006 yazı olsa gerek, bir ara ortak oynamaya başladılar. Fena iş çıkarmıyorlardı. İki kaybediyor, bir kazanıyor, işi karlı götürüyorlardı. Burgazada’da bir gün yine kazanıp havalandıkları bir gündü. Ben ne at yarışı, ne oyun severim. Ama bunların havasına bakıp, ‘Ben de ortak oluyorum arkadaş’ dedim. Başladık oynamaya, durmadan kaybediyoruz. Aradan ay geçti. Durum felaket. ‘Ulan dedim ne oluyor, ikiniz oynayınca kazanıyorsunuz, üçümüz olun Tarih oğlum, bedeli sana ödetiyoruz Aydın Engin Davutoğlu’na ilk karşı çıkış Aydın Engin’de Hrant anısı çok. Epey zorlandıktan sonra üçünü seçip aktardı. “Bugün de aklıma geldikçe gülerim. İkimiz karakışın ortasında Kınalıada’ya kaçamak yaptık. Karılarımızın denetimi dışında kalıp istediğimiz kadar içeceğiz. Güneşli ama kuru soğuk bir havada, vapurun güvertesinde martılara simit fırla Martı senden hesap soruyor Hükümetin bağımsızlığından şikâyetçi Erdoğan, hükümetle gerektiği gibi istişare halinde olmadıklarından şikâyetçi. Diyor ki: “Kendi başınıza iş yapmaya kalkıyorsunuz, her şeyi danışacaksınız...” Davutoğlu ise olayı yumuşatıyor, RTE’yi hoşgörüyor “Cumhurbaşkanı’mız bizim 6 ay önceki başbakanımız, bunu doğallık içinde değerlendirmek lazım.” Yani “zamanla alışır, daha yeni” mi demek istiyor? Affedersiniz, RTE bu gücü öyle kolay bırakmaz. Bunun çin Bakanlar Kurulu’nun, hükümetin bağımsız tutumu, kararları zorunlu. Yoksa hükümet var mı yok mu, sorusu, yasalanayasal olarak tartışılmaya başlanır! RTE aslında “hiç kimseye” güvenemeyeceğini biliyor.. Bunun için “İstişare ve uyum olabilmesi için başkanlık sistemine ihtiyaç var” diyor. Yani anayasa değişikliğini şart görüyor.. Soru şudur: Bu değişiklik için her şeyi yapar, büyük risklerin altına girer mi? Evet önümüzde bir “Floş royal kimin elinde” sorusu var, şimdilik RTE’nin, peki sonra?.. Devletin bir zamanlar tasfiye edilen istihbarat müdürü Sabri Uzun’un yazdığı kitabın adı İN (KırmızıKitap). RTE’nin Cemaate karşı savaşında sık dile getirdiği “inlerine gireceğiz” sözünden alıyor adını. Uzun, “inlerini açıklıyorum” demek istiyor. Doğru mu? Evet, epey.. Anlattığı olaylar benim “Çatışmanın Anatomisi” (KırmızıKitap) kitabımdaki analizleri, tezleri doğruluyor büyük ölçüde. Okunması gereken bir kitap. Ama beni rahatsız eden bir nokta var: Uzun’un AKP’ye pek sözü yok. Cemaat adamlarının yalan ve düzmece belgelerle, sanal olaylarla tamamen RTE’yi kuşattığı ve olmayan şeylere inandırıp esir aldığı fikri egemen. Buradan “zavallı, kandırılmış iktidar” projesi çıkıyor! Eksik olan, Sabri Uzun’un bu “tezini” inandıracak olayları, “tanıklıkları” eksik bırakması. Eğer bunu tamamlayabilirse, başka bir fotoğraf çıkacak ortaya.. Haydi Sabri bey! NOT: “Çatışmanın Anatomisi” için Cumhuriyet Kitap’ta “Yakın Türkiye siyasi tarihini olgulardan hareketle anlamak isteyen okuyucu için Çatışmanın Anatomisi tekrar tekrar okunması gereken bir başucu kitabı, bunun da ötesinde tam bir başyapıt özelliği taşıyor” diyen B.A. Eşiyok’a; “Kitap, sergilediği tutarlı saptamalar kadar, bilimsel bakış açısı kısırlığını aşmanın yol ve yöntemini de ortaya koyması açısından çok değerli” (Aydınlık) diyen Ahmet Yavuz’a; “Kitap, makalelerin toplamından oluşmuyor, Bursalı bu kitapı çatışmanın ilk gününden itibaren yazıyor” diyen, Mehmet Ali Güller’e ve Mustafa Mutlu’ya kitaba yazılarında yer veren diğer dostlara abartık da olsa yorumlarından dolayı teşekkür ederim.. Baskın Oran Baskın Oran üç sorumuza üç kısa cevap verdi. “Hrant adı geçince keyifle gülerim... Bütün toplumsal önemi ve ciddiyeti bir yana, Hrant çok hoş ve matrak bir arkadaştı. Mart 2002’de Michigan Ann Arbor’a, üniversiteye gidiyoruz bir Ermeni konferansına. Uçak indi, gümrükten geçeceğiz, eşim Feyhan’la ben sorunsuz geçtik. Hrant’ı durdurdular, esmer ve iri yarı ya, başladılar baştan aşağı aramaya. Pabuçlarını çıkarttırdılar, en sonunda da pantolonunu işaret ettiler. O anda Hrant’ın yüzünü görecektiniz; Malatyalı delikanlı, Feyhan’ın önünde kemerini çıkartamıyor, kıvranıyor. Biz de hainlik bu ya, karşısına geçmiş kırılıyoruz onun haline… Hrant denince öfkemin tepeme çıktığı tek bir an var. Öfkem ona değildi elbet. Hrant’la ilişkimizde tabii ki böyle bir anı söz konusu değil. Çünkü kızmak bilmez, insanı öfkelendirecek şey yapmasını bilmez. En azından, ben rastlamadım. Ama onunla ilgili olarak öfkemin tepeme sıçradığı bir an tabii ki var. 2007 yılbaşını Bodrum’da geçirmişiz, biraz daha kalıyoruz, bahçedeki kulübede çalışırken bir telefon. Eski bir öğrencim, şimdi emekli büyükelçi: ‘Abi, duydun mu Hrant’ı vurmuşlar!’ Nasıl bağırdığımı, nasıl… Hrant denince gözlerimin dolduğu bir anı istiyorsunuz. O kadar çok ki… İlkini aktaracağım.. İlk konuşmamızdı, tanışmamızdı. Telefonda. 1993’ün Aralık ayı. Ben o sırada Aydınlık’ta yazıyorum. Çünkü Aydınlık o zamanlar şimdiki gibi değil; gayrimüslimlerin ve özellikle de Kürtlerin sorunlarına alabildiğine açmış sütunlarını. Ekimde Milli Eğitim Lozan’ı çöpe atan bir karar almış, Ermeni azınlık ilkokullarında Ermenice dersi dışında bütün derslerin artık Türkçe yapılmasına karar vermiş. Din dersi ve müzik dahil olmak üzere. Hatta, haberini Cumhuriyet’te Aydın Engin imzasıyla okumuştum. Ben de ‘MEB Talim ve Terbiye Kurulu’nu İhbar Ediyorum!’ diye beş gün süren bir dizi yazmıştım, Lozan’ın nasıl böyle ihlal edilebildiğine dair. Mülkiye’de bölüm odasına bişeye bakmak için uğramışım, sekreter telefonla ko Karşılıklı ağlaştık Dink için yürüdüler İstanbul Haber Servisi HDP üyeleri, 8 yıl önce genel yayın yönetmeni olduğu Agos Gazetesi önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürülen Hrant Dink’i anmak için Şişli’de yürüdü. Kurtuluş ve Ergenekon Caddelerinin kesiştiği noktada toplanan grup buradan çeşitli sloganlarla Osmanbey Metro İstasyonu önüne kadar yürüdü. Gruptakiler bazı cadde ve sokakların isimlerini ırkçı söylemler taşıdığı gerekçesiyle değiştirdi. 8 yılda 6 savcı değişti CANAN COŞKUN Genel Yayın Yönetmeni olduğu Agos Gazetesi önünde 8 yıl önce öldürülen Hrant Dink’in faillerine yönelik soruşturmada 6 savcı değişti. Bu süreçte Dink ailesi avukatlarının tüm suç duyurularına rağmen haklarında işlem yapılmazken AKPcemaat arasındaki kavganın ardından bazı polislere dokunuldu. 8. yılda ancak 2 polis tutuklandı, bir polis hakkında yakalama kararı çıkarıldı. Dönemin İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek ve eski İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, ancak 8 yıl sonra ilk kez şüpheli olarak ifade verdi. Yılan hikâyesine dönen Dink soruşturmasında 8 yıldan bu yana sır perdesi bir türlü aralanamadı. AKPGülen cemaati ittifakında köprülerin tamamen yakıldığı 2014 yılında ise alınan bazı ifadeler ve yaşanan tutuklamalar vardı. Dosyadaki atıllık sürecinin son savcısı olan, aynı zamanda geçen günlerde HSYK tarafından açığa alınan Muammer Akkaş, 25 Aralık dosyasından el çektirildikten sonra soruşturmada operasyon aşamasına gelindiğini söylemişti. Kamuoyu nezdinde çok da inandırıcı bulunmayan bu açıklamanın ardından soruşturma savcı Yusuf Hakkı Doğan’a devredildi. Soruşturma bu aşamadan sonra büyük bir ivme kazandı ve Dink ailesi avukatlarının kamu görevlileri hakkındaki suç duyuruları sonuç verdi. Bu süreçte İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek ve eski İstihbarat C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer, 8 yıl sonra ilk kez şüpheli olarak ifade verdi. Savcı Doğan’ın Akyürek’e cinayet sonrasında cinayetin azmettiriciliği ile yargılanan Yasin Hayal ile ilgili Muhittin Zenit’i arayarak, “Aman şu Yasin Hayal’i bulun. Orada mıdır, değil midir? Hrant Dink vurulduğuna göre o vurmuştur” beyanını hatırlatması ifadenin kırılma noktasıydı. Savcı Doğan’ın soruları Akyürek’i zorlamış ve cinayet sonrası yapılan toplantıda Ali Fuat Yılmazer’in de olduğunu söylemişti. Akyürek’ten sonra ifade veren Yılmazer de olayın Veli Küçük kaynaklı olduğunu iddia etmiş, ardından da Dink’e yönelik tehditlerle ilgili İstanbul Emniyeti’nin koruma alması gerektiğini belirtmişti. Yılmazer cinayetten sonra İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü’ne atanmadan önce o görevde bulunan Ahmet İlhan Güler de ifadesinde baskıyla görevini bıraktığını, yerine Yılmazer’in getirildiğini söylemişti. Savcı Yusuf Hakkı Doğan’ın Yargıtay üyeliğine seçilmesinin ardından dosya savcı Gökalp Kökçü’ye devredildi. Kökçü, 8 yıllık soruşturmada ilk kez bir polis memurunu tutuklanma talebiyle mahkemeye sevketti. Dönemin Trabzon İstihbarat Şube Müdürü Faruk Sarı mahkemeden serbest kalmıştı ancak savcı, aynı yerde görev yapan polis Muhittin Zenit ile suç tarihinde komiser olan Özkan Mumcu’nun “ihmal suretiyle ölüme neden olmak” suçundan tutuklanmasını istemişti. Mahkeme de talebi yerinde görerek soruşturmada bir ilke imza atıp tutuklama kararı vermişti. Burada grup adına basın açıklamasını okuyan HDP Şişli Eşbaşkanı Xunav Altun, “Hrant, Sevag ve Maritsa gerçek adalet istiyoruz” dedi. “Halkların eşitliği ve özgürlüğü temelinde yeşeren bir coğrafyada semtimizin ırkçı isimlerden arındırmaları için eski isimlerini iade ediyoruz” diyen Altun, Ergenekon Caddesi’nin isminin “Hrant Dink Caddesi” olarak değiştirilmesi için imza kampanyası başlattıklarını söyledi. Grup açıklamanın ardından dağıldı. Bu arada Hrant’ın arkadaşları da bugün öğlen saat 13.00’de Taksim’de toplanarak Agos Gazetesi önüne yürüyecek. Agos’un önünde saat 15.00’te anma gerçekleşecek. ‘İN’: Haydi Sabri Bey! Cizre Emniyet Müdürü hâlâ yakalanamadı Soruşturma kapsamında 12 Ocak’ta savcılıkta şüpheli sıfatıyla ifade veren Cizre Emniyet Müdürü Ercan Demir, “ihmal suretiyle ölüme neden olmak” suçlamasıyla nöbetçi mahkemeye sevk edilmişti. Mahkemenin Demir’i yurtdışı yasağı koyarak serbest bırakmasına savcı itiraz etmiş, itirazı değerlendiren nöbetçi mahkeme de 16 Ocak’ta yakalama kararı çıkardı. Aradan geçen 3 günlük sürede yakalama kararı hala uygulanmadı. Demir, Cizre’de göreve başladıktan sonra 12 ve 14 yaşında 2 çocuk polis kurşunuyla yaşamını yitirmişti. Demir, Dink cinayeti sırasında Trabzon İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde amir olarak görev yapıyordu. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle