19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
15 OCAK 2015 PERŞEMBE CUMHURİYET [email protected] SAYFA KÜLTÜR 21 Kültür Servisi Edebiyatımızın büyük ustası Yaşar Kemal, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nin yoğun bakım servisinde tedavi altına alındı. Şuuru kapalı olduğu belirtilen Yaşar Kemal’in, solunum destek cihazına bağlı olduğu öğrenildi. 92 yaşındaki Yaşar Kemal, edebiyatımıza “İnce Memed”, “Ağrı Dağı Efsanesi” gibi başyapıtlar kazandırdı. İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Başhekimi Prof. Dr. Mehmet Akif Karan yaptığı ilk açıklamada, “Solunum yetmezliği var. Solunum cihazına bağlı. Gözlem altında. Şu an göstergeleri iyi. Ama ne olacağını bilmiyoruz. İzliyoruz. Zatürree var gibi görünüyor. Tedaviye iyi cevap verecek diye umuyoruz. Bekliyoruz. 24 saat bekleyeceğiz. Yaşlı ve kronik hastalıkları olduğu için ve bu tedaviler de birden fazla nedenlere bağlı olduğu için yakından izlemek gerekiyor. Ciddi bir hastalık tablosu. Ama uygun tedaviler altında, dileğimiz kısa zamanda olumlu cevapları görebilmek. Maalesef hayati tehlikesi var şu anda. 5 gündür başka hastanede tedavi görmekte olan bir hasta. O hastanede uygun tedaviler yapılmış. Bu hastalıklar kolay hastalıklar değil tabii ki” dedi. Yaşar Kemal yoğun bakımda Yazarın devletle imtihanı Nobel Edebiyat Ödülü, kurulduğundan bu yana pek çoklarının tepkisini çekti, birçok yönden eleştirildi. Ne ki, bugüne dek 107 kez verilen bu ödülü yalnızca üç yazar geri çevirdi. İsveçli şair Erik Axel Karlfeldt, 1919’da ödülün kendisine verileceğini fark edince, seçici kurulu kararından döndürmeyi başarmıştı. Karlfeldt’in ödülü istememesinde de, seçici kurulu kararından döndürebilmesinde de, kendisinin de kurulda olmasının payı büyüktü kuşkusuz. Ne ki, Nobel’in yıllar sonra, 1931’de kendisine verilmesine engel olamayacaktı! Çünkü artık hayatta değildi ve o dönemde Nobel hayatta olmayan yazarlara verilebiliyordu! Nobel Edebiyat Ödülü’ne ikinci ret ise1956’da Sovyetler Birliği’nde yasaklanan, 1957’de yurtdışında basılan, ülkesinde ancak 1985’ten sonra yayımlanabilen “Doktor Jivago”nun yazarı Boris Pasternak’tan gelecekti. Ama zorunluluktan kaynaklanan bir reddi bu… 1958’de kendisine verilen Nobel Edebiyat Ödülü’nü ilk başta kabul eden Paster JeanPaul Sartre, Simone de Beauvoir ile... nak, SSCB yönetiminin yoğun saldırı kam meyecekti. panyasıyla karşı karşıya kalacak; ÇevirSartre’ın mektubu Komite’nin eline eymenler Birliği’nden kovularak geçim kaylül toplantısından önce geçseydi, 1964 Nonağından yoksun bırakılacak; bunun üzeri bel Edebiyat Ödülü büyük olasılıkla başka ne ödülü geri çevirmek zorunda kalacaktı. bir yazara gidecekti. Evet, Pasternak, Nobel’i devlet baskınlık tepki değil sı altında geri çevirmişti. JeanPaul SartPeki, tam olarak neden geri çevirmişti re ise Pasternak’tan altı yıl sonra, 1964’te, hiçbir kurum, dahası devletle özdeşleşmek Sartre pek çok yazarın aklını başından alan bu ödülü? istemediği için reddedecekti Nobel’i. Her şeyden önce, Nobel’i geri çevirirken eç ulaşan mektup anlık bir tepki göstermediğini, resmi ödülŞu dünyada onca şey olurken bu da neleri kabul etmekten her zaman kaçındığını reden geldi aklına, demeyin. İsveç Akadevurguluyordu Sartre. misi, Nobel ödülüyle ilgili belgeleri üstün1945’te, II. Dünya Savaşı’nın bitiminden den elli yıl geçtikten sonra açıklar. O yüzhemen sonra, Fransız Cumhuriyeti’nin en den, 1964 Nobel Edebiyat Ödülü’ne ilişkin yüksek onur nişanı Légion d’honneur’ü de belgeler geçenlerde “resmen” kamuoyureddetmişti. Üstelik o günlerin hükümetine na açıklandı. yakınlık duymasına karşın. Sartre’ın gönderdiği ret mektubu Sonra, pek çok dostunun ısrarına karşın, Akademi’ye 14 Ekim 1964’te ulaştığındevletçe desteklenen yükseköğrenim kuruda, Nobel Edebiyat Kurulu 17 Eylül’de mu Collège de France’ta hocalık yapmaya Sartre’da karar kılmıştı bile. da yanaşmamıştı. 22 Ekim’de bir araya gelen İsveç “Bu tutumum, benim yazarlık anAkademisi’nin 18 üyesi de Edebiyat layışımdan kaynaklanıyor” diyordu. Komitesi’nin tavsiyesine uymayı karar“Sözcükler”in yazarına göre siyasal, toplaştırıp Nobel’in Sartre’a verilmesini ka lumsal ya da edebi bir tutum benimseyen rarlaştıracak; ama Sartre sözünden dönbir yazar, gücünü yalnızca kendi araçların tin e l v e d e r t r a JeanPaul S mların ve kuru nü ü l ü d ö ü l r ü her t şti i m ç e s i y e reddetm Fransa PEN’den Mektup Var... Bu yazıyı yazmaya oturduğumda (dün sabah) telefonum susmuyordu: Bir yanda “Bugün gazetem Cumhuriyet çok güzel” diyenler... Karşı tepkilerin korkunçluğunu dile getirenler... Sakın sokağa çıkma, diyerek tehditleri anımsatanlar... Charlie Hebdo Genel Yayın Yönetmeni’nin Cumhuriyet’i işaret ederek “En önemlisi Türkiye baskısı... Çünkü Türkiye’de anayasal laiklik saldırı altında” tanımlamasını tekrarlayanlar... Gazetem, Charlie Hebdo’nun bir bölümünü yayımlama kararı aldığı saatlerde Fransız PEN’inden bir mektup geldi. Malum Dünya Yazarlar Birliği PEN, edebiyatı yüceltmek kadar; ifade özgürlüğünden de sorumlu. Nitekim özellikle son dört yıldır Hapisteki Yazarlar komiteleri aracılığıyla hem dünyanın çeşitli ülkelerinde hem de Türkiye’de nice gazeteci ve yazar için seferber olduk. PEN Fransa Merkezi’nin Başkanı Jean Luc Despax, ülkesinin en sevilen şairlerinden biri.. Londra Merkezli Uluslararası PEN aracılığıyla, dünyadaki yaklaşık 120 ülkenin PEN Merkezi’ne ulaştırdığı mektubunda özetle şöyle diyor: “Pazar günkü yürüyüşümüz, ifade özgürlüğü içindi. Laikliği ve özgürlüğü yüceltmek içindi. Fransız PEN’i olarak yürüyüşe katılan yabancı liderleri kendi ülkelerinde de basın özgürlüğüne gölge düşüren sınırları kaldırmaya; Fransa’nın savunduğu laiklik ilkesine bağlı kalmaya ve uluslararası ifade özgürlüğü hareketine katılmaya davet ediyoruz.” Bu çağrıdan sonra yürüyüşe katılan birçok lider arasında elbet Türkiye ve Davutoğlu’nun da adı geçiyor. (Tümünü almaya yerim yok) Türkiye ile ilgili bölümde Uluslararası PEN’in gözlemi şöyle yer alıyor: “Türkiye Bugün yirminin üzerinde gazeteci hapiste, onlarcası da mahkemelerde süründürülmektedir. PEN’in davalarını yakından izlediği yazar, sanatçı ve gazeteciler arasında Ayşe Berktay, Muharrem Erbey, Prof. Büşra Ersanlı, Mülazım Özcan, Fazıl Say, Nedim Şener, Ahmet Şık, Deniz Zarakolu ve Ragıp Zarakolu bulunmaktadır.” u 20. yüzyılın en etkili yazarlarından Sartre, Nobel’i de, Légion d’honneur’ü de, Collège de France’ta hocalık yapmayı da reddetmişti. Yazarın resmileşmemesi, bağımsızlığını, özgürlüğünü yitirmemesi uğruna... Aklıma ister istemez, bizdeki Devlet Ödüllerini, Devlet Sanatçısı unvanlarını almak için yanıp tutuşanlar, devlet ödülünü huşu içinde alırken, “bireyin ehlileştirilmesinden” dem vuracak kadar iktidar ideolojisiyle bütünleşenler geliyor... dan, yazılı sözcüklerden almalıydı. “Yazarın alacağı bütün ödüller, okurlarını, hiç de uygun görmediğim bir baskı altına sokacaktır” diye eklemeden de edemiyordu. “JeanPaul Sartre” imzasını atması ile “Nobel Edebiyat Ödülü sahibi JeanPaul Sartre” imzasını atması aynı şey olmayacaktı… İsveç Akademisi’nden birilerinin yapıtlarını ödüle değer görmesi Sartre’ı pek ilgilendirmiyordu. O çoktan ödülünü almıştı bile. Onun ödülü, bireyin kökten özgürlüğünü vurgulayan varoluşçuluğun sözcülüğünü yapmış olmanın zevki, romanları ve oyunlarıyla da dünya görüşünü çok geniş bir okur kitlesine aktardığını görmenin keyfiydi. Gerçek olan bunlardı. Resmi ödüller, hep “Özgürlük Yolları”nı arayan Sartre’ın gözünde gerçek değildi; “onurlandırıcı” ödüllere inanmıyordu. Önemli olan, sistemden özgür, bağımsız kalmaktı. Sartre’a göre bir yazar, bir kuruma dönüştürülmesine izin vermemeliydi. Böylesi ödüller, yazarın bağımsızlığını kısıtlar, onu kurumsallaştırırdı. Yaşamı boyunca kuram ve eylem insanı niteliklerini birleştiren Sartre, yazaraydın kimliğiyle sokak gösterilerine, eylemlere katılmış, solcu yayınlar üstündeki baskıyı protesto etmek için kendisi de bu yayınları satmayı üstlenmişti. Beni en çok etkileyen yanlarından biri de, bireyin özgürlüğüne saygılı bir Marksizmden yana çıkmasıydı. Şimdi, yazarın bağımsızlığını, özgürlüğünü yitirmemesi uğruna, Légion d’honneur gibi Fransa’nın en büyük devlet nişanını, Nobel Edebiyat Ödülü gibi belki de dünyanın en büyük kurumsal ödülünü geri çevirebilen Sartre’ı düşünüyorum da... Aklıma ister istemez, bizdeki Devlet Ödüllerini, Devlet Sanatçısı unvanlarını almak için yanıp tutuşanlar geliyor… Aklıma, devlet ödülünü huşu içinde alırken, “bireyin ehlileştirilmesinden” dem vuracak kadar iktidar ideolojisiyle bütünleşenler geliyor… “Devlet” derken, iktidarın niteliği konusunda bir ayrım da yapmıyorum… Toplumsal ve bireysel özgürlükleri sonuna kadar savunabilmek için, insan ruhunun en derinlerde yatan gizlerini özgürce düşleyebilmek için, yazarın da, düşünürün de, aydının da gerçek anlamda bağımsız olması gerekmez mi! Yoksa ne yazar, ne düşünür!.. ‘Özgürlük yolları’ Başkalarından önce kendimize bakmak Pazar günkü Paris Yürüyüşü’nde Türkiye’nin de temsil edilmesi elbet gerekliydi. Ama bunun için en iyi temsilcinin cumhurbaşkanı ya da başbakan olmadığı da kesin... Yürüyüş sonrasında birçok gözlemcinin tekrarladığı, İsrail, Bahreyn, Mısır, Katar, Suudi Arabistan, Arap Emirlikleri ve Türkiye liderleri önce kendi çamaşırlarını yıkasınlar düşüncesine katılmamak imkânsız. Ve bunun yanıtı da “Fransa önce kendi sömürgeci döneminde yaptıklarına baksın!” olamaz... Hiçbir devlet masum değil. Her devlet kendi ayıpları, günahları ve haksızlıklarıyla, başkaları istedi, başkaları zorladı diye değil, kendi yoluna alnı açık devam edebilmek için hesaplaşmalı... Bırakın iç politika dış politika sorunlarını, sadece ifade özgürlüğüne ilişkin örneklere bakalım: Bir yandan Berkin Elvan’ın annesini yığınlara yuhalatmak... 16 yaşındaki lise öğrencisini sizi eleştirdi diye gözaltına aldırmak... Hapisteki gazetecileri terörist diye nitelemek... Yandaşlarınızdan parayla havuz kurup medyaya sahip olmak... Twitter’ı kapatmak... Sizi eleştiren kadın gazetecileri hedef gösterip hakaret etmek, meydanlarda yuhalatmak... 17 Aralık soruşturmasına yayın yasağı getirmek... Bir yandan da “En özgür basın bizde” demek... Bu tutarsızlıkla, “vidan temizlemesi” yapamazsınız, ancak gülünç duruma düşersiniz... Tıpkı Erdoğan’ın Saray Merdiveni pozu gibi... Tıpkı Davutoğlu’nun yürüyüşte ön sıraya geçme çabası gibi... NOT 17 Ocak Cumartesi saat 10.30’da PEN Türkiye Yazarlar Derneği’nin olağan genel kurulu var. MAYA Cüneyt Türel Sahnesi’nde. (İstiklal Cad. Halep Pasajı 62/20 2. Kat.) Tüm üyelerimizi bekliyoruz. Direnişin ilk çizgi romanı Kültür Servisi “#DirenÇizgiRoman – Gezi Direnişinden Çizgiler” Esen Kitap etiketiyle raflardaki yerini aldı. Kolektif olarak hazırlanan kitapta 30’u aşkın çizerin işleri yer alıyor. Dünyanın ve Türkiye’nin farklı yerlerinde yaşayan çizerler, Gezi Direnişi ile ilgili kişisel gözlemlerini ve söylemlerini çizgilerle aktardı. “#DirenÇizgiRoman”da dünyada ve Türkiye’de tanınan, deneyimli çizerler de var, ilk eseri ilk kez bu kitapta yayımlanan genç çizerler de. Kitabın hikâyesi şöy le aktarılıyor: “‘Direnişle falan hiç işi olmayan’ Alp, Eylem için Kuğulu Park’a gidiyor; bir süper kahraman, maskesini çıkarıp direnişçilerin arasına karışıyor; Berber Rıfat, tehlikeli GeTeA örgütü hakkında görüş bildiriyor; Pelo, plazadan çıkıp gaz maskesini takıyor; Serdar ve Murat, Gezi Kütüphanesi belgeselini çekiyorlar...” Bireyin özgürlüğü A G Cumhuriyet’e destek... Kültür Servisi UNESCO’ya bağlı Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Birliği Türkiye Birimi (AICATR), Cumhuriyet gazetesiyle dayanışma içinde olduklarını duyurdu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde birçok yazar ve aydının, sadece düşüncelerini ifade ettikleri için katledildiğinin hatırlatıldığı açıklamada, “İfade özgürlüğü ekseninde Charlie Hebdo’yla dayanışma gösteren Cumhuriyet Gazetesi, bunu yaparken toplumun inanç özgürlüğü ve hassasiyetlerini göz önünde tutmuştur. Cumhuriyet Gazetesi bu yaklaşımı göstermesine rağmen, çeşitli odaklardan tehditler almış ve dağıtımı polis baskını eşliğinde gerçekleştirilmiştir” denildi. “İfade özgürlüğüne gözdağı veren bu güvenlik tutumunu reddediyoruz” denilen açıklama, “Cumhuriyet Gazetesi’nin yanında ve onunla dayanışma içerisinde olduğumuzu ilan ediyoruz” ifadeleriyle sona erdi. ALTIN AHUDUDU ADAYLARI AÇIKLANDI Hollywood’un ‘en kötü’leri Kültür Servisi Hollywood’un yüksek bütçeli, büyük beklentili filmlerine verilen Altın Ahududu Ödülleri’nin (bilinen adıyla Razzie) adayları açıklandı. Oscar Ödülleri töreninden bir gün önce verilen ödüllerde bu yıl öne çıkan film ise “Transformers: Age of Extinction” (Transformers: Kayıp Çağ) oldu. Film en kötü yönetmen, en kötü görüntü, en kötü yardımcı erkek oyuncu dahil 10 daldan 7’sinde aday gösterildi. Bu yıl 34’üncüsü verilecek ödüllerin en şanssız adayı ise ABD’li komedyen Kelsey Grammer oldu. Grammer 2014’te yer aldığı 4 filmle birden en kötü yardımcı erkek oyuncu dalında aday gösterildi ve ödülü “kazanmasına” kesin gözüyle bakılıyor. Bu dalda aktöre eşlik eden isimler ise Mel Gibson, Shaquille O’Neal, Arnold Schwarzenegger ve Kiefer Sutherland. Bu yıl verilecek ödüllerde çeşitli dallarda Megan Fox, Charlize Theron ve Cameron Diaz gibi isimler aday olarak yer alıyor. Kimsenin almaya gitmek istemediği ödülün törenine şimdiye kadar sadece Tom Green, Halle Berry ve Sandra Bullock gitti. ‘Transformers: Kayıp Çağ’ HANDAN BÖRÜTEÇENE’NİN SERGİSİ İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ’NDE ‘Kendime Gömülü Kaldım’ uzatıldı Kültür Servisi Handan Börüteçene’nin “Kendime Gömülü Kaldım” sergisi 30 Ocak’a dek uzatıldı. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde görülebilen sergide Börüteçene, İstanbul’un hayaletini görünür kılmak için diktiği bir giysi heykel ve bu giysi heykelin çektirdiği hatıra fotoğraflarından oluşan yerleştirmesini sunuyor. Yapıtıyla ilgili “Bu şehir dört yüz bin yıldır insan kalbinin hiç durmadan attığı sonsuz bir nefes / Hemşerilerim bu sonsuz nefesin belleğinden niye kaçıyorlar bir tür anlamıyorum” diyen Börüteçene, dünyanın en eski arkeoloji müzelerinden birinin kökleri arasında, bugün İstanbul’da yaşayan insanların tarihle ilişki kurma biçimlerini sorguluyor. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle