03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET [email protected] 26 EYLÜL 2014 CUMA 16 KÜLTÜR 20 bininci günde uyanınca… 21. Adana Altın Koza Film Festivali Efsane rock’çı Nick Cave’in yaşamöyküsü Başka Sinema salonlarında gösterimde Adanalılarla buluştu ASLI SELÇUK 21. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali bu yıl hem Türk sinemasının hem de Orhan Kemal’in 100. yılını kutladı. 100. yılın emek ödülleri Fatma Girik, Filiz Akın, Eşref Kolçak, Birsen Kaya, Abdurrahman Keskiner gibi değerli sinemacılara verildi. Fatma Girik, 100 yılın 57 yılının kendisiyle geçtiğini vurguladı. 70 yılını sinemaya verdiğini belirten Eşref Kolçak izleyicinin sevgisiyle, ilgisiyle ayakta kaldığını belirtti. 205 film 10 sinema salonunda 515 seansta halka ücretsiz olarak sunuldu. Adanalılar yine ücretsiz olarak Volkan Konak, Yusuf Güney, Soner Sarıkabadayı, Atilla Taş, Mehmet Erdem, Burcu Güneş’in açıkhava konserlerini dinlediler. Ulusal Uzun Metraj Yarışması’nda 45 filmden finale kalan 12 yapım insandoğa ilişkisi, 12 Eylül darbesi, umut, geçmişle hesaplaşma, taşra rutini, sorgulama, özgürlük, yalnızlık, yazgı, içsel yolculuk temalarını işliyorlardı. Tüm kategorilerde toplam 630 bin TL ödül verildi. Deniz Seviyesi (Nisan Dağ, Esra Saydam) 6 ödülle en çok ödül alan film oldu, onu 3 ödülle Silsile (Onur u Festivalde hem Türk Aydın), 2 ödülsinemasının hem de Orhan le Toz Ruhu (Nesimi Yetik) izle Kemal’in 100. yılı kutlandı. 205 di. Orhan Kemal 100 Yaşında bö film 10 sinema salonunda 515 lümünde yazaseansta halka ücretsiz olarak rın yapıtlarından sunuldu. uyarlanan Gurbet Kuşları (Halit Refiğ/1964), Murtaza (Tunç Başaran/1965), Bereketli Topraklar Üzerinde (Erden Kıral/1979), Eskici ve Oğulları (Şahin Gök/1990), Sessizlerin Sesi: Orhan Kemal (Mehmet Güleryüz/2010) gösterildi. Shakespeare 450 Yaşında’da Hamlet (Laurence Olivier/1948), Othello (Orson Welles/1952), Romeo ve Jülyet (Baz Luhrmann/1996) izleyiciyle buluştu. Cannes’dan Altın Koza’ya bölümünde Deux Nuits, Un Jour (İki Gece, Bir Gün/J ean–Pierre ve Luc Dardenne), Leviathan (Andrey Zvyagnitsev), Adieu au langage (Dile Veda/Jean–Luc Godard), Map of the Stars (Yıldız Haritası/David Cronenberg), Mr. Turner (Mike Leigh), Jimmy’s Hall (Ken Loach) gibi Cannes’ın ödüllü filmleri Türkiye’de ilk kez Altın Koza’da gösterildi. Şarlo’nun ilk sesli filmi The Great Dictator (Şarlo Diktatör/1940) komedyenin 125. yaşı kutlamasından ötürü etkinlikte yenilenmiş kopyasıyla yer aldı. Venedik’ten Altın Koza’ya bölümünde restore edilen yeni kopyasıyla Gelin’in (Lütfi Akad/1973) gösterimi Venedik’in hemen ardından başrol oyuncusu Hülya Koçyiğit’in katılımıyla Adana’da gerçekleştirildi. Yaşamlarını yitiren değerli oyuncular Çolpan İlhan, Yalnızlar Rıhtımı (Lütfi Akad/1959), Tuncel Kurtiz, İnadına Film Çekmek (Reis Çelik/2010), İnat Hikâyeleri (R.Çelik/2003), Korkunun Karanlık Gölgesi (Konstantin Schmidt/1992) filmleriyle anıldılar. Ülkemizde gösterilen gençlik TV dizisi The O.C’de, Notting Hill (Aşk Engel Tanımaz), The Sixth Sense (Altın His) filmlerinde oynayan Mischa Barton festivalin konukları arasındaydı. Türk Sineması 100, Altın Koza 21 Yaşında sergisiyle sinemanın başlangıcından günümüze dek uzanan dönemleri Türk Sineması 100 Yaşında başlığı altında kutlandı. Bu sergide Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Muzaffer İzgü, Arif ve Abidin Dino, Yılmaz Güney gibi sanatçıların Adana’ya ve Türk sinemasına katkıları vurgulandı. Bir zamanlar 200 yazlık sinemaya sahip yazlık sinemaların başkenti Adana bundan böyle geçmişiyle, Altın Koza etkinliğiyle, sinema müzesiyle, halkının sinema sevgisiyle, giriştiği güncel projeleriyle sinemamızı desteklemeyi sürdürecek. Yüzlerce film u Nick Cave belgeseli ‘Dünyada 20.000 Gün’, İstanbul Festivali’nde FIPRESCI, Sundance Festivali’nde de En İyi Yönetmen ve Kurgu ödüllerini kazanmıştı. Genelde insan yaşamının kaçıncı yılında olduğunu hemen bilir de, şu ölümlü dünyada kaçıncı gününü yaşadığını kendine pek sormaz, sorgulamaz yaşlanmadıkça. İşte geçen hafta gösterime giren, ünlü Rock şarkıcısı, müzisyen, şarkı sözü ve roman yazarı, senarist ve oyuncu, 1957 WarracknabealAvustralya doğumlu Nicholas Edward Cave’i konu edinen, 2014 İngiltere yapımı “20.000 Days on Earth Dünyada 20.000 Gün” belgeseli adını buradan alıyor. Engin bir müzik vizyonuna sahip, 57 yaşındaki efsanevi RockPost Punk şarkıcı, Nick Cave’in yirmi bininci gününün sabahına uyanmasıyla başlayan “Dünyada 20.000 Gün”, alışılagelmiş, beylik bir Rock Star biyografisinden çok, şimdiye dek çekilmiş müzik belgesellerinden ayrılan, farklı bir kavramsal yaklaşımın ürünü olarak kurmacayla belgesel türleri arasında gidip gelen, ayrıksı bir film. Meraklısını Cave’in yarım yüzyılı aşkın yaşamına, 40 yılı devirmiş müzik geçmişine ve belleğinin derinliklerine daldırarak ilginç bir müzikal yolculuğa davet eden, çeşitli anı, duygu, tutku ve travmalarla örülü, belgeselle kurmaca (ve yer yer de doğaçlama) melezi, neredeyse üstadın kalp atışlarını hissettiğimiz, benzersiz bir filmle karşı karşıyayız baştan belirtmek gerekirse. Senaryosunu Cave’le birlikte yazan Iain ForsytheJane Pollard çiftinin yönettiği, çoğunlukla şarkıcının nicedir yaşamayı yeğlediği, İngiltere’nin sürekli yağmur alan kıyı kenti Brighton’daki evinde, şarkı provalarında, sahnede, “Kötü Tohum”lu grup arkadaşlarıyla ya da birlikte düet yaptığı, fettan şarkıcı Kylie Minogue, Ray Winstone gibi ünlü dostlarıyla sohbet ettiği otomobilinde geçen filmde, başrolü bizzat üstlenmiş Cave’in ağzından, birinci tekil şahıs anlatımıyla şarkıcının, Avustralya kırsalındaki harika ve haşarı çocukluk günlerinden kadın giysileriyle dolaştığı ergenliğine, hüzünlü bir gerilim içeren müziğinden yazarlığına ve bugünkü durumuna değin süregelen, dört kol çengi birikimi ve donanımına odaklanarak, sanatsal yaratımına ilişkin kimi düşüncelerini izliyor, ona Nabokov’un “Lolita”nın ilk bölümünü okuyan, İngiliz dili ve edebiyatı öğretmeni babasıyla ilişkilerini, ilk seks deneyimini, filan öğreniyoruz 95 dakika boyunca. Yiyen, içen, uyuyan, irili ufaklı fotoğraflarla afişlerle dopdolu çalışma odasında daktiloyla yazan, şarkı çalışan, beste yapan, ikiz çocuklarıyla pizza yiyip oynayarak TV izleyen, karısı Susie’ye (her koca gibi) ufak tefek eziyetler eden, ruh hekimine samimiyetle içini döken, en çok da belleğini yitirmekten korkan, yaşlanmayı pek dert etmeyen, damarlarına habire eroin zerk ettiği, “junkie” yıllarındaysa acayip dine bağlanmış Cave’in hayallerle gerçeklerin kesiştiği performanslarıyla bezeli filmdeki o enerjisine ve elektriğine kapılmamak ne mümkün? Şu günleri sayılı hayatımızı ve dünyayı değiştirmenin yolunun küçücük fikirlerden geçtiğini de bilgece vurgulayan Cave’in düşünce akışı ve iç ses anlatımıyla şekillenmiş filmin müzikleri de Cave’le Warren Ellis’e ait. Şarkı sözlerinin anlamı, dinleyenin ruhunda yakıcı izler bırakan o kendine özgü sesiyle de çok iyi örtüşen Cave’in sonuçta çok etkileyici bir portresini çizen “Dünyada 20.000 Gün”, derdini baştan sona geçirdiği seyircisini de şu ölümlü dünyadaki yaşamımızı nasıl değerlendirdiğimiz konusunda düşündürmeye gark eden, esin verici, kaçırıl mayacak nitelikte bir film özetle. Herkesin kendinden sıkılıp günün birinde bir başkasına dönüşmek istediği saptamasını da yapan Cave’in bilinen yaşamından çok, yaratıcı kimliğini perdeye yansıtmayı amaçlayan “Dünyada 20.000 Gün”ü öncelikle hayranlarına salık veriyoruz. Kısacası Nick Cave’in 1957’nin 22 Eylülü’ndeki doğumundan günümüze, yaşadığı binlerce günün 1.5 saatlik, serbest çağrışımlı, son derece ilginç ve esinlendirici bir kolajını, hem de üstadın iç sesiyle karşımıza getiren bu benzersiz film beylik deyişle kaçmaz! 21. Altın Koza’da En İyi Senaryo ödülü alan ‘Balık’ın yönetmeni Zaim: u Zaim’e göre, sinemamızda sadece her şeyin boş, beyhude olduğu bir dünyanın temsili yapılıyor. Nihilizmin Türk sinemasında yaygın ve olumsuz bir etkisi olduğunu düşünen Zaim, bir sinemanın değer üretme gayreti göstermesi gerektiği kanısında. CEREN ÇIPLAK Sinema nihilizmin batağında nemada göstermiyor... Değer skalası yok. Beyazperdede sadece ve sadece her şeyin boş, beyhude olduğu bir dünyanın temsili yapılıyor, dolayısıyla nihilizmin Türk sinemasında yaygın ve olumsuz bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Oysa bir sinemanın değer üretme gayreti göstermesi gerekir. Aksi halde hem sinema sanatı, hem de o sinemanın içinden çıktığı toplum veya toplulukların hayatı da yoksullaşabilme tehlikesine maruz kalabilir. Nihilizm, Türk sinemasının en büyük belalarından biri... Türk sinemasında böyle bir bataklık var, bu bataklıktan çıkamazlar da... Türkiye’de tartışılması gereken meselelerden biri de toplumsal beğeni ve ilgi. Niçin bu hallere geldik? Niçin nihilist bataklığa girdiler ve bu bataklıktan çıkamıyorlar? Niçin o nihilizmin üzerine Dostoyevski’nin yaptığı gibi başka tuğlalar koyamıyorlar. Konuşulması gereken önemli konular bunlar. Niçin peki? Çünkü yaşadığımız son 2030 yıl bizi bu hale getirdi. Ama insan değişen ve değiştirebilen bir varlık. Bunu da değiştirmemiz lazım. Yaşadığımız coğrafyanın bize dayattığı koşullar, karşı karşıya kaldığımız sorunlarla ilgili hikâye ve karakterler çizmek gibi bir niyetim vardı. “Balık” ta bunun adına mütevazı bir girişim. İnsandoğa ilişkisini anlatmaya bir önceki filminiz “Devir”le başladınız. “Devir” doğayla ilgili bir farkındalık yarattı mı? Devir’in seyirci bağlamında şöyle bir şansızlığı oldu. Film, 31 Mayıs Gezi Direnişi’nin başlangıcında gösterime girdi. Şanssız bir tarih. Film, seyirci anlamında güme gitti. Peki siz doğayla iç içe yaşayabiliyor musunuz? Doğayla yaşayabilmek için film yapıyorum... “Gökyüzündeki bulutları en son ne zaman fark ettiniz?” sorusunu kendinize İstanbul’da yaşadığınız zaman sorarsınız. Üç artı bir mağaralarda yaşadığınız zaman... İşte böyle durumlar belki de o filmleri yapmaya itmiştir beni. Türkiye’deki yönetmenlerin çıkmazlarına trajikomik yaklaşan festivalin yarışma filmlerinden “Neden Tarkosvki Olamıyorum”un çoğu sahnesine sizin de katılarak güldüğünüzü gördüm. Peki siz piyasa isteği ile hayalleriniz arasında nasıl bir ilişki kurdunuz? Dünyanın her yerinde bu tür terslikler olur. Film çekmek adını verdiğimiz Allah’ın cezası iş, terslikleri idare etme sanatıdır. İkisinin arasında yol bulmak gerekiyor. İnsan bir öznedir, değişebilir ve değiştirebilir. Ben de değişebilirim, değiştirebilirim, mesleğim olan sinemacılığımın da bunun bir parçası olarak değiştirme özelliği var, bu nedenle bu filmleri yapıyorum. Doğayı değiştirme derdindeyim ama umutlu değilim. Neden? Çünkü, sanat bir şeyi hemen değiştirmez, değiştirme ihtimali varsa dayavaş ve uzun bir süreçte olur. ADANA 21. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Senaryo Ödülü’nü alan ve 51. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yarışacak olan “Balık” filminin yönetmeni Derviş Zaim “Türk sineması nihilizmin bataklığından çıkmalı” diyor. Derviş Zaim’in senaryosunu yazıp yönetmenliğini üstlendiği “Balık”ın, bu yılki festival seçkisinde dikkate alınabilecek birkaç filmden biri olmasına karşın En İyi Senaryo dışında ödül alamaması dikkat çekti. Ödül töreni sonrası düzenlenen kokteylde de jürinin Zaim’i görmezden geldiği konuşuldu. Başrollerini Bülent İnal ve Sanem Çelik’in paylaştığı filmde balıkçılık yaparak yaşamını sürdüren bir ailenin doğayla olan ilişkisine tanık oluyoruz. Son dönem sinemamızda özellikle festivallerdeki filmlerde bireysel hikâyeler izliyoruz. Sıradan insanın buhranları, yalnızlığı, çıkmazları... Bireyin bunaltı hikâyelerini didikleyip duruyorlar. “Balık” filmi bunu kırdı biraz. İnsan ve doğa ilişkisi üzerine ortak bir dert var... Yönetmenler değer arayışı çabalarını si
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle