05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 EYLÜL 2014 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Emperyalizm, Sol ve Ortadoğu E mperyal ve kolonyal siyasetlerin biçimlendirdiği Ortadoğu her daim istikrarsızlıkların, çatışmaların ve terör yapılanmalarının mekânı oldu. Ortadoğu imgesi birbirini tamamlayan bir negatif gösterenler setine; radikalizm, terörizm, katliamlar, vb. her türlü aşırılığın yaşandığı mekân ve uzam birlikteliğine dönüşmüş durumda. Elbette ki bunun en temel sorumluluğu sürekli bir biçimde Ortadoğu üzerinde emperyal hesaplar yapanlara aittir. Şu nedenle; Ortadoğu halklarının barışması, kendi kaderini tayin etmesi sürekli bir biçimde engellenmiş ve halklar suni devlet yapılanmalarına ayrıştırılıp, parçalanıp ve bölüştürülerek devamlı olarak belli karşıtlıklar temelinde çatışma atmosferinde tutulmuştur. Ortadoğu’da ulusal kurtuluş hareketlerinin, bağlantısızların ve elbette ki solun taban tutması sürekli engellenmiştir. Emperyal güçler bütün devrimci ve demokrat hareketler karşısında her daim dinci radikalizmi beslemiş ve sola karşı çok ciddi bir gücü seferber etmiştir. Bu tarihsel hatırlatmadan sonra Ortadoğu’nun bugününe ve yarınına bakmak ve bunun ışığında geleceğin nasıl olacağına ilişkin tespitler yapmak önem taşımaktadır. Ortadoğu’nun Müslüman toplumlar içinde müstesna bir konuma sahip olan Cumhuriyet Devrimi’ne benzer bir atılımı olmaması onun seküler akla kavuşmasını, toplumsal dinamiğinin zenginleşmesini ve demokrasiye temel oluşturacak müzakereci bir tarzın yaşam bulmasını engellemiştir. Coğrafyanın ve toplumların sol ile ilişkisinin kurulmaması için gösterilen her çaba dinsel radikalizmin bütün toplumsal ve siyasal akımları baskılamasına sebebiyet vermiş; daha doğrusu buna zemin sağlamıştır. Tarihin gelişme dinamiği Ortadoğu toplumlarının sürekli bir arayış içinde olmasını sağlasa da Bugün Türkiye’nin karşısındaki en ciddi tehdit, dinci radikalizmin ülke sınırlarına dayanması ve ülke içinde hem insan hem de maddi kaynağa rahatlıkla ulaşabilmesidir. AKP’nin Rojava’da Kürt otonomisini kırmak adına IŞİD’e verdiği destek şimdi büyük bir tehdit olarak karşımızda durmaktadır. Dr. ALİ HAYDAR FIRAT İletişim Bilimci bu akımlar hep dinsel radikalizmin gölgesinde kalmıştır. Bunun istisnai örnekleri elbette söz konusudur. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) hem İslam toplumlarında hem İslam dışı dünyada çok ciddi bir sempatinin oluşmasına neden olmuştur. Bir zamanlar Türkiye devrimcilerinin omuz omuza mücadele ettiği Filistin’de, bugün çok büyük bir trajedi yaşanmaktadır. FKÖ, emperyal sisteme ve onun siyasetine karşı çıkıyor; halklar arası bir savaşa karşı çok net bir duruş sergiliyordu. Bu tavır bugün ne Hamas ne de IŞİD örgütlerinde söz konusu. Hamas, Yahudilere karşı büyük bir kin, nefret ve şiddeti örgütleyip yaşama geçirirken; IŞİD, İslam içindeki mezheplere karşı adeta bir soykırım gerçekleştirmektedir. Radikal örgütlerin bu denli güçlenmesinin en temel nedeni kuşkusuz hem İsrail’in hem de diğer emperyal güçlerin FKÖ’nün mücadele biçiminin Ortadoğu, Mezopotamya ve Anadolu’da yol açtığı sempatiyi kırmak adına bu örgütlere sağladığı imkân ve açtığı alandır. Emperyal güçler başta FKÖ olmak üzere Ortadoğu’da sola ilişkin sempatiyi ve bunun yol açacağı aydınlanma süreçlerini ve devrimleri engellemek adına çok ciddi bir çaba içine girip bugün kendilerini ve bütün bir coğrafyayı boğan radikalizme kapıları sonuna kadar açmışlardır. Bugün emperyalist odaklar kendilerini hedeften çıkarıp mezhepleri birbirine kırdırmaktadır. Sol, dünyanın her tarafında olduğu gibi Ortadoğu’da da hem emperyal sömürüye karşı ulusal bağımsızlık hem de ülke içindeki sınıfsal sömürüye karşı eşitlik mücadelesi veriyor ve dolayısıyla toplumların suni çelişkilerine değil; temel çelişkiye odaklanıp mücadelesini örgütlüyordu. Emperyalizmin büyük ve kanlı başarısı, Müslüman toplumlar içindeki fay hatlarını tetikleyip buradan çok ciddi bir çatışma çıkarmaktı ve bugün bunu başarmış durumdadırlar. rtadoğu’nun ve Türkiye’nin geleceği Ortadoğu’daki radikalizm, AKP’nin Suriye politikası ve elbette bu örgütlerle olan zihniyet benzeşmesi nedeniyle Türkiye’nin kapılarına dayanmıştır. Türkiye’de de daha önce AleviSünni, TürkKürt ekseninde solun etkisini kırmak için tetiklenen çatışmalar, toplumun sağduyusu ile büyümeden önlenmiştir. Ancak yakın dönemde bu türden çatışmaların başlamayacağının bir garantisi yoktur. Bugün Türkiye’nin karşısındaki en ciddi tehdit, dinci radikalizmin ülke sınırlarına dayanması ve ülke içinde hem insan hem de maddi kaynağa rahatlıkla ulaşabilmesidir. AKP’nin Rojava’da Kürt otonomisini kırmak adına IŞİD’e verdiği destek şimdi büyük bir tehdit olarak karşımızda durmaktadır. Bütün bu fanatizmden kurtulmak, emperyal odakların çatışma kurgusunu bozmak, eşitlik ve özgürlük temelinde bütün farklı O lıkları bir arada tutmak ancak sol bir siyasetle mümkündür. Çünkü sol siyaset, etnik; ya da mezhepsel farklılıklar üzerinden değil; sınıfsal, ulusal ve uluslararası eşitsizlikler üzerinden bir stratejiyi ve mücadeleyi örgütlemektedir. Bugün Türkiye’de gerçek bir barışın sağlanması; etnik ve mezhepsel ayrışmaların engellenmesi, ülkenin AKP’den kurtulup sol bir iktidara kavuşmasına bağlıdır. Türkiye’deki sol iktidar Ortadoğu halklarını etkileyecektir. Bir zamanlar Ortadoğulu devrimcilerin örnek aldığı Cumhuriyet Devrimi nasıl olumlu bir etki yaratmışsa; solun iktidarı da yeniden aynı etkiyi yaratacaktır. Ortadoğu’nun aydınlanmaya, sekülerizme, sola ihtiyacı bulunmaktadır. Bugün Türkiye solu hem ülke içinde hem de Ortadoğu ekseninde ciddi bir örgütlenme ve mücadele hattı oluşturmak durumundadır. Eğer Türkiye solu dinci radikalizme karşı ciddi bir engelleme ve sonrasında geriletme mücadelesi vermezse bu coğrafya da dinci radikalizme teslim olur. Bu durum aynı zamanda mezhepler arası bir kırımdan dinler arası bir çatışmaya evrilecek ve elbette ki dünya felaketine yol açacaktır. Dolayısıyla Türkiye’de sola ne kadar acil ihtiyaç varsa Ortadoğu’da da o denli acil bir ihtiyaç bulunmaktadır. Hem Ortadoğu’nun hem de Türkiye’nin geleceği solun elindedir. Türkiye’de solun hem ülke için yeni bir iktidar stratejisi belirlemesi ama bununda ötesinde çok sağlam bir Ortadoğu vizyonu oluşturması gerekmektedir. Solun oluşturacağı iktidar vizyonunda dinci radikalizme ve terörizme karşı mücadele ve Ortadoğu başat bir rol oynamalıdır. Ve her defasında emperyalkapitalist sistemin solun iktidarını engellemek adına dünyaya ödettiği ağır bedeller hatırlatılmalıdır. Çünkü özgür ve eşit bir dünya hayali kuranları kırıma uğratanlar bugün insanlıktan çıkmış terörizmin yaratıcılarıdır. ‘Evrensel Demokraside’ Milli Eğitim(!) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi zorunlu din derslerinin kaldırılmasına yol açacak bir karar verdi. Ama bu arada, tüm eğitim sistemi zaten din eğitimine dönüştürülüyor! HHH Aşağıda bir örnek var... İstanbul’un göbeğinde bunlar söz konusu olduğuna göre, hiç kuşkusuz Anadolu’da çok daha sert olaylar ve baskılar yaşanıyordur. Bu vahim iddiaları İstanbul milletvekili Levent Tüzel’in Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne verdiği bir soru önergesinden aldım. HHH “... Lisesi’nde, 2013/2014 öğretim yılı ikinci dönem başında Okul Müdürü ... tarafından öğretmenler kuruluna okulda mescit açılması ve kız öğrencilerin tüm derslere türbanlı olarak girmesi önerisine yönelik ... öğretmenlerin bu konudaki görüşlerini ifade etmelerinin ardından başlatılan soruşturmanın sürgünle sonuçlandığı belirtilmektedir.Savunmaları dahi alınmadan, ... ... ... ayrı ayrı ilçelere sürülmüş, ayrıca okul müdür yardımcılarından ... müdür yardımcılığı görevinden alınmıştır. Okulun bulunduğu mahallede oturan yurttaşların çoğunlukla Alevi inancına sahip aileler olduğu, okul müdürü ... ile Müdür Yardımcısı ...’nın tüm derslere türbanla girmesi için kız öğrencileri teşvik ettiği, serbest kıyafetle gelen öğrencileri okul önünde giriş saatinde içeri almayarak derse girmelerinin geciktirildiği, yok yazıldığı, devamsız sayıldıkları, tüm derslere türbanla giren öğrencileri uyaran öğretmenlerin okul idaresince soruşturmayla tehdit edildiği iddialar arasında yer almaktadır. ... 1) Okulda mescit açılması ve tüm derslerde türban takılması laik, bilimsel ve demokratik eğitim ilkelerine, anayasanın 24. ve 42. maddelerine aykırı bir uygulama değil midir? 2) Orta Öğretim Kurumları Kıyafet Yönetmeliği’ne göre kız öğrencilerin Kuranı Kerim derslerinde isterlerse başlarını örtebileceği belirtilmesine rağmen, okul müdürünün tüm derslerde türban takılmasında ısrar etmesi Yönetmeliğe aykırı ve disiplinsizliğe teşvik değil midir? Huzursuzluklara neden olabilecek bu uygulamalara itiraz eden öğretmen ...’e, ‘bu uğurda gerekirse şehit olurum’ diyecek kadar cihatçı bir yaklaşımla davranan bu müdür hakkında ne işlem yapılmıştır?” HHH Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın TBMM’de vereceği yanıtları merakla bekliyoruz! Bir Dünya Markası: DEİK D TUĞRUL ERKİN DEİK Yönetim Kurulu Üyesi kerlerinin veya silah tacirlerinin kapılarını aşındırmakla geçti. Bu akut hastalık günümüze kadar geldi. Dış ticaret açıkları devalüasyonlara ve siyasal istikrarsızlıklara neden oldu. Planlı kalkınma dönemlerinde bu sorunun çözümü için çeşitli tedbirler üretildi. Ancak 1980 yılına gelindiğinde ekonomimiz 70 sente muhtaç durumdan kurtulamadı. Sonuçta 24 0cak 1980 tarihinde bu adla anılan bir tedbirler paketi yürürlüğe girdi. Bu tedbirlerin ana hedeflerinden biri, ihracatı artırmakithalatı azaltmak ya da yerli üretimle ika EİK ülkemizin uluslararası alanda yarattığı saygın bir kuruluştu. ‘Kuruluştu’ diyorum, çünkü bugün artık yok! Son torba yasa ile lağvedildi (kaldırıldı). Kimdir veya nedir bu DEİK? 1987 yılında özel sektörün, Türkiye’nin dış ekonomik ilişkilerini geliştirmek amacıyla kurduğu bir sivil toplum örgütüdür. Bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğu’ndan beri Türkiye’nin en başta gelen sorunu dış ticaret dengesizliği olageldi. Osmanlı’nın özellikle son yüzyılı borç bulmak için Galata ban me etmekti. Üretimde özel sektör öncü bir yol izleyecek ve serbest rekabet kuralları işletilecekti. Ancak bu tedbirlere rağmen beklenen olumlu gelişmelere erişilemiyordu. Toplam ihracatımız 10 milyar dolar, ithalatımız ise 20 milyar dolar civarında donup kalmıştı. Bu sorunu çözmek için rahmetli Özal’ın bulduğu çözüm daha etkin bir pazarlama yapmaktı. O günlerde işadamlarının yurtdışına çıkmaları döviz yokluğu nedeniyle 2 yıllık aralara bağlanmıştı. Türkiye’den doğru, oturduğumuz yerden pazarlama yapmak gibi bir metot bulunamamıştı. Bu durumu çözmek için devletin bulduğu yol, önemli başkent ve ticaret merkezlerinde ticaret ataşelikleri açmaktı. Ancak bu çözümde de mali ve idari sorunlar mevcuttu. Örneğin maaş sorunu, yabancı dil bilen eleman sorunu, iltimaslıların baskıları gibi çok önemli engeller vardı. Açılan ticaret ataşeliklerinin çoğunun göstermelik oldukları anlaşıldı. Örneğin 22 milyon km2 ve 293 milyon nüfuslu Sovyetler Birliği’ne sadece 2 eleman gönderilebilmişti. Çalışma alanları büyükelçiliğin bodrum katında idi, faks, elektrikli daktilo, fotokopi cihazları yoktu. Rusça bilmiyorlardı. Misafir ağırlama bütçeleri, motorlu araçları yoktu. Bütün bunlara rağmen büyük bir özveri ile çalışıyorlardı. Ama bu işler böyle yürümüyordu. ABD, Fransa, Almanya gibi ülkelerde de durum aynıydı. Sayın Özal’ın işadamlarına yurtdışına açılın talimatı da aynı eleştirilerle karşılanıyordu. Kimi işadamı elçinin, kimisi ticaret ataşesinin ilgisizliğinden ya da yetersizliğinden yakınıyordu. Bu eleştiriler karşısında Özal’ın bulduğu çözüm basitti: “Madem devlet yetersiz kalıyor, sizler de tek tek çare bulun diyorsunuz, o takdirde birleşin ve yö netimi sizin elinizde bir sivil toplum örgütü kurun, masraflarını aranızda bölüşün. Kaldı ki pazarlama devlet memurlarının yapabileceği bir hizmet türü değildir. Dar kalıplar içinde yapılamaz, başka beceriler de gerektirir. Siz bu çalışmayı başlatın, devlet de size destek olacaktır.” Bu görüş ve talimat doğrultusunda DEİK (Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu) 1987 yılında TOBB çatısı altında iş dünyasının önde gelen 6 kuruluşu tarafından kuruldu (TOBB, TÜSİAD, İKV, TİM, TMB ve YASED). Türkiye ekonomisinin tümünü kapsayan bu kuruculara, aradan geçen dönemde yenileri de eklendi. Bugün kurucu kuruluşlar 42’ye ulaştı, tüm sektörleri içine aldı. Bugüne kadar böyle geniş bir tabanı kaplayan benzer bir kuruluş olmadı. DEİK her biri yabancı bir ülkenin ekonomisini temsil eden 120 ülke ile 120 iş konseyi eliyle çalışmalarını yürütmekteydi. Böylece iki kanatlı bir yapılanmaya gidilmişti. Her iki kanat da dostluk ilişkileri içinde birlikte kanat çırparak hizmet etmeye uğraşıyordu. Ayrıca büyük ülkelerde merkezin dışında iş komiteleri kurulmuştu (Rusya Federasyonu gibi). Böylece ekonomik ilişkilerin tüm ülkeye yayılması amaçlanmıştı. Aynı şekilde Anadolu’nun çeşitli üretim merkezlerini de ihracatçı yapmak amacıyla seminerler düzenliyor ve yurtdışı iş gezilerine katılmaları sağlanıyordu. Yalnız Avrasya ülkelerinde yaptığımız iş etkinlikleri yılda 400 civarındaydı. 1987 yılından bugüne dış ticaretimizde sağlanan 15 misli gelişmeyi DEİK’in çalışmalarına bağlamak, diğer resmi ve sivil kuruluşlara nankörlük olur. Ancak, DEİK’in özverili çalışmalarının inkârı da en azından haksızlık olur. Yaklaşık 25 yıldır yakından izlediğim ve yukarıda saydığım çalışmaların gerçekleşmesinde rol alan DEİK personelini; üyelerimizi, F.Süren, N. Gökyiğit, F. Berker, Ş. Tara, J. Kamhi, R. Hisarcıklıoğlu, R. Yırcalı gibi yöneticilerimizi, büyükelçilerimizi, ataşelerimizi ve destek veren başbakan ve cumhurbaşkanlarımızı, başta T. Özal olmak üzere; DEİK’in dünya markası olma yolundaki çabalarını şükranla anıyoruz. Devletleştirilmiş DEİK’e başarılar dileriz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle