04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 EYLÜL 2014 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 1 Dünya Barışı Tehlikede... Eylül Dünya Barış Günü, Hitler faşizminin yarattığı yıkım ve felaketin unutulmaması, dünyaya barışı yaygınlaştırma ve sürdürme görevinin anımsatılması için 75 yıldan beri kutlanan bir gün. İnsanlığın varlığını sürdürme güdüsü, gelecek kuşaklara karşı yükümlülüğü ve insanın öğrenen bir varlık olduğu gerçeği, savaşa karşı barışı savunmayı gerektiriyor. Av Sezonu Başlarken Şükrü KARAMAN Nisan’da başlayan av yasağı, yaklaşık dört ayın ardından büyük teknelerin bugün denizlere açılması ile sona eriyor. Hazırlıklarını tamamlayan büyük tekneler “vira bismillah” nidalarıyla yeni av sezonuna merhaba diyecek. Palamut balığının erkenden tezgâhlarda boy göstermesi, bu yıl bereketli bir sezonun yaşanacağının işareti olarak değerlendiriliyor. Üç yanı denizlerle çevrili olan Türkiye, kişi başına tüketilen balık miktarı açısından Avrupa ülkelerinin bir hayli gerisinde. AB’de 24 kilogram olan kişi başına yıllık balık tüketimi Türkiye’de 7.5 kilogram düzeyinde. Avlanma biçimleri, ana girdi mazot fiyatının sürekli artması balıkçılığımızı olumsuz etkiliyor. Denetimsizce denizlerde gezinen gırgırlarla gerçekleştirilen avlanma sonucu denizlerin kuruması, türün azalması balıkçılığa vurulan en büyük darbe. Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz’in kıyılarına sahip, balıkçılıkta bir zamanlar parmakla gösterilen Türkiye, ne acıdır ki bugün balık ithal eden bir ülke konumuna geldi. Tezgâhlarda boy gösteren, görünümüyle iştahları kabartan o güzelim balıkların tamamanın ülkemizde avlandığını düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Sadece somon ve uskumrunun Norveç’ten ithal edildiğini, geri kalanın ise ülkemiz karasularında avlanan balıklar olduğunu bilebilirsiniz. Ancak, bunun hiç de öyle olmadığını kısacık bir araştırmayla öğrenebilirsiniz. Bilinçsizce ve hoyratça avlanma sonucu, Norveç’ten somon ve uskumrunun yanı sıra mezgit, Romanya ve Bulgaristan’dan kalkan, Senegal’den lagos ile dilbalığı, Gine ve Mısır’dan barbun ile mercan, Vietnam, Tayland ve Endonezya’dan karides ithal ediyoruz. Oysa, etrafı denizlerle çevrili, 8 bin 333 kilometrelik kıyı şeridi ve 177 bin 714 kilometre uzunluğundaki nehirleriyle balıkçılığa uygun Türkiye’nin balık ithal etmesi hem üzüyor, hem de onurumuzu incitiyor. Peki, çözüm ne? Çözüm, balıkçılara uygun koşullardaki krediyle sahip çıkmak, bilinçli avlanmaya ilişkin eğitim, teknelerin günün koşullarına uygun teknolojik donanımlarla yenilenmesi, av yasağına uymayanlara ağır yaptırımların uygulanması, bu önlemlerin kâğıt üstünde kalmamasıdır. Bunların hayata geçirilmesi can çekişen Türk balıkçılığının yeniden ayağa kalkmasını sağlayacak ilk adımdır. Yoksa daha çok balıkçılığın can çekiştiğini yazar, konuşur, yurtdışından artarak balık ithal etmeyi sürdürürüz. 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde, bir kez daha yönümüzü barışa çevirmek gerekiyor. Savaşa karşı olmak, savaşa direnmek, savaşı lanetlemek, her türlü sömürüye, ayrımcılığa ve yayılmacılığa karşı çıkmak; barışı kutsamayı ve yüceltmeyi sürdürmek insan olmanın gereği ve vicdani bir sorumluluk. PERİHAN SARI CHP Parti Meclisi Üyesi Barış, savaştan bağımsız olarak devletlerin ve toplumların tam iyilik hali olarak da tanımlanabilir. Bu iyilik durumu, uluslararası ilişkilerde çıkar çatışmalarının dengelendiği, meydan okumaların somut tehdit olgusuna dayandırıldığı, dünyanın tüm kaynaklarının insanlığın malı olarak görüldüğü, üretimin ve ticaretin ancak ihtiyaçları karşılamak ve insanlığın mutluluğu için gerçekleştiği koşullar olarak sayılabilir. Bu durum, dünyada barışı tanımlar. Toplumların tam iyilik hali, toplumdaki tüm kesimlerin hak ve özgürlük talep edebilmeleri ile ilgili koşulların ve bunu karşılayacak bir iradenin varlığı ile olanaklıdır. Halkın beklentilerine yanıt veren bir siyasal sistem, halkların birlikte yaşama iradesinin bir arada tuttuğu ulus; inanç ve etnik değerlerin korunduğu, siyasetin tüketici alanının dışında esirgendiği, özgürlük alanlarının genişletildiği bir toplum; doğal ve toplumsal kaynakların doğru, yerinde ve etkin kullanıldığı bir ekonomi; üretilenin paylaşımında adalet; yurttaşlarının güvenliğini öncelemiş, sosyal varlığını güvence altına almış, gelecek kaygısından arındırmış bir güvenlik sistemi de yurtta barışın gerekli koşullarıdır. Bugün, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü ne yazık ki, dünyanın birçok yerindeki kıyım ve vahşetin gölgesinde kutluyoruz. Dünya barışı tehlikede. Yurtta da barış tehdit altında. Gaflet ve dalalet içinde bir anlayış, ülkeyi kaosun sınırlarında gezdiriyor. Toplumun tüm kesimleri arasında karşıtlık yaratarak her türlü farklılığı siyaseten kullanan bir söylem yürütüyor. Toplumun değer ‘Yurtta barış dünyada barış’ türdükçe ve sermaye uluslararasılaştıkça, sistemin gereksinimleri doğrultusunda savaş ve barışın da yöntem ve teknikleri ile kuralları ve göstergeleri de değişti. Bugün, emperyalizmin ulaştığı bu yeni dönemde, enerji bölgeleri ve enerji kanalları üzerinden sürdürülen savaşların saldırgan tarafları, 75 yıl önce yaşananları daha vahşi yöntemlerle tekrarlıyor. Ülkelerin iç çelişkileri, hassasiyetleri, kırılganlıkları kullanılıyor. İç dinamikler ele geçirildiğinde, bir zamanlar yan yana yaşayan insanların kardeşlik duyguları, bir gecede amansız bir düşmanlığa dönüşüyor. Savaş terminolojisinde “siviller” olarak nitelenen halk, artık her türlü çatışmanın doğrudan hedefi. İnsanlığa karşı suç işleniyor. Savaş, bugün neredeyse olağan yaşamın kanıksanan bir parçası. Ama barış, her zaman bedel ödenerek ulaşılan, onu gerçekten barış yapacak değerleri hep diyet olarak vermek zorunda olan bir boyutta tutuluyor. 15 arış yanlısı iyilikseverler kim? Barışa en çok gereksinen, savaşın sonuçlarından en çok etkilenen, emekçiler, köylüler, yoksullar, kadınlar, gençler ve çocuklardır. Toplumsal olarak desteklenmesi ve korunması gereken, barışla birlikte gelecek temel hak ve özgürlüklere ihtiyacı olan bu çoğunluk, barış yanlısı iyilikseverlerdir. Barış, savaştan en çok zarar görenlerin gereksinimi ve istemi olduğuna göre, barışı gerçekleştirecek olan da sistemden beslenenler değil, emeği ile geçinenlerdir. İnsanlığın çoğunluğunun adını da koyalım kapitalizme karşı çıkması, kapitalizmin her türlü değeri kendi yararına kullanıp tüketen vahşi güdüsüne direnmesi, piyasaları insanları görür, insanlığın ihtiyaçlarını gözetir hale getirmesi için mücadele etmesi ile gerçek barış gelecektir. 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde, bir kez daha yönümüzü barışa çevirmek gerekiyor. Savaşa karşı olmak, savaşa direnmek, savaşı lanetlemek, her türlü sömürüye, ayrımcılığa ve yayılmacılığa karşı çıkmak; barışı kutsamayı ve yüceltmeyi sürdürmek insan olmanın gereği ve vicdani bir sorumluluk. B leriyle rövanşist bir hesaplaşma peşinde. Örgütlü topluma ve hak arayışlarına tahammül edemiyor. Ortaçağ kökenli örgütlenmeler dışında, emeğin, öğrencilerin, toplumsal dinamikleri oluşturan tüm kesimlerin bir araya gelmesi yasak. arış için iyilikseverlik yeterli mi? Barış, karşıtı olan savaşla birlikte anımsanan bir kavram. Savaş yokken barış pek anılmıyor. Gerilim, gerginlik ve çatışma dönemlerinin toplamına bakınca, tarih boyunca, barış içinde geçen dönemlerin süresi daha kısa. O yüzden, sürekli barış hali insanlık için bir ütopya. Barıştan yana olma, barış isteme, barışın sürekliliğini, insanların kardeşliğini isteme, gerçek olamaz mı? Savaşa karşı ya da barıştan yana olmak, 16. yüzyılın başlarında Erasmus’un söylediği gibi bir “iyilikseverlik” konusu mudur? İyiliksever olmak, savaşları engellemek için yeterli mi? B Barış tehdit altında Savaşın ve barışın hukuku, tam da Erasmus’un yaşadığı döneme denk düşen, kapitalizmin birikim sürecini oluşturan gelişme döneminde, ticaret sermayesinin sömürgecilikle başlayan ve dünyayı tek bir pazara dönüştürmeye yönelen serüveninde oluştu. Kapitalist sistemin yayılmacı döneminde, (bugün de olduğu gibi) tüccarın işini kolaylaştırmak, ticaretin düzenini ve sürekliliğini sağlamak için barış düzeninin kurulup sürdürülmesi gerekliydi. Barış kuralları bu amaçla oluşturuldu. Kapitalizmin varlığını sürdürme, yayılma, yeni pazarlar ve kâr alanlarını ele geçirme güdüsü ve bu eğilimin gereksindiği savaşlar, insani bir güdü olan barışseverliği, bir iyilikseverlik olarak barış istemenin dışında bir alana taşıyor. Üretimden kopan, insanı dışlayan, ortak kaynakları ve doğanın zenginliğini sorumsuzca tüketen, sadece kendi gelişmesine ve genişlemesine odaklanmış kapitalist sistem dünyayı tek pazara dönüş AKP Politikaları Ekonomik Gelişme Yaratmaz E AHMET ÖZGÜNEŞ konomik gelişme, yeni ve daha yüksek teknolojilerin yaratılması ve kullanılması olarak tarif edilebilir. Bu tarif sanayinin, tarımın ve hizmet endüstrisinin bütün sektörleri için doğrudur. Gelişmiş ülkeler sadece sanayide değil, tarım ve hizmet sektörlerinde de yüksek teknolojiler kullanmaktadırlar. Bu şekilde artan verimlilik ve daha kaliteli üretim ekonomik gelişme sonucunu doğurmaktadır. AKP döneminde yaşanan ekonomik büyüme, dünyada görülmemiş ölçüde parasal genişleme, bunun getirdiği kolay borçlanma olanakları, cari açıklar yoluyla Türk parasının değerlenerek yabancı orijinli ürünlerin göreceli olarak ucuzlaması, kaynakların inşaat sektörüne aktarılarak inşaatlar sürdüğü sürece hızlı büyüme yaratılmasının sonucudur. Bu ekonomik büyümenin geçici olduğu ve aksamaya başladığı görülüyor. Bu kısa yazı çerçevesinde incelenmesi mümkün olmayan bir gözlem daha var. Dünyadaki gelişmeler Türkiye’yi daha üretken olmaya zorlarken AKP’nin sosyal ve eğitim politikaları insanlarımıza modern dünya değerlerini inkâr etmeyi ve durağan bir hayat yaşamayı dayatıyor. Bu dayatmanın ekonomik gelişmeye olumsuz etkileri olacaktır. Ekonomik gelişme konusunda dünyada çok sayıda iyi ve kötü örnek ve zengin bir literatür var. Bu örnekler ve literatür incelendiğinde ekonomik gelişme sürecinin sadece doğru ekonomik politikaları uygulama meselesi olmadığını, çok sayıda temel unsura dayandığı ortaya çıkmaktadır. Bu unsurlar kültüre bağımlı değildir; başarı örnekleri olan Japonya ve Güney Kore’den Kuzeybatı Avrupa ülkelerine kadar çok değişik kültürlerde aynı temel unsurlar gözlemlenmektedir. Türkiye gibi orta gelir seviyesine gelmiş ve önemli ölçüde sanayileşmiş bir ülkede gelişmenin birinci anahtarı özgür ve yaratıcılığa imkân tanıyan sosyal ve politik bir ortamdır. Bu savın doğruluğu şüphe ile karşılanabilir ancak gelişmiş ülkelerin bulundukları konuma varırken izledikleri yörünge incelendiğinde tamamında ekonomik gelişmenin motorunun özgür düşünce ve yaratıcılık olduğu ve bu olguların verimlilik artışı ve daha değerli üretim ile sonuçlandığı görülür. Ekonomik gelişmenin ikinci şartı toplumun bütün fertlerinin bu gelişmeden yararlanmasıdır. Ekonomik gelişme uzun bir süreçtir; gözlemler toplumsal dayanışması zayıf olan ülkelerde ekonomik gelişmenin aksadığını gösteriyor. Eğer insanlar ekonomik gelişmeden yararlanmadıklarına inanıyor ise bu durum insanların verimsiz çalışması, toplumsal huzursuzlukların baş göstermesi ile sonuçlanır. Ekonomik gelişme, gelecekte daha yüksek hayat standardı yakalamak için bugün fedakârlıklar yapmayı gerektirir; insanlar, gayretlerinin ödülleneceğine inanmazlarsa fedakârlık yapmazlar. Türkiye, çalışanların çok büyük çoğunluğunun asgari ücret ile çalıştığı yani ekonomiye katkının ödüllendirilmediği bir ülkedir. Çalışma ve gayret ile bir yere varılamayacağı, daha iyi hayat şartlarına kavuşmak için adamını bulmanın gerektiği, zengin olmanın ise iktidardaki politikacılarla işbirliğinden geçtiği inancı yaygındır. Buna ekonomi dilinde rant ekonomisi diyoruz. Rant ekonomisinin en büyük zararı kaynakların iş yapmayı değil, politik güç sahiplerini yanına almayı beceren insanların eline geçmesi ve kaynakların kısa dönemde bu kişilere en yüksek kârı sağlayacak verimsiz alanlara akmasıdır. Gözlemler şunu gösteriyor: Türkiye de sağ iktidarlar önemli miktarda kamu kaynağını kendi adamlarına aktardılar; daha sonra bu kaynaklar yanlış yatırımlar ve lüks tüketim ile heba oldu. Ekonomik gelişmenin olmazsa olmaz şartlarından biri sağlam ve güvenilir bir hukuk sistemidir. Türkiye Cumhuriyet ile birlikte gelişmiş ülkelerin hukuk sistemlerini benimsedi, bu değişim ekonomik gelişme için önemli bir adım oldu. İnsanlar para kazanmak ve daha iyi bir konuma gelmek için gayretlerini ve paralarını ortaya koyarken oyunun kurallarının belli olduğunu, bu kuralların doğru uygulandığını ve haklarını savunma olanaklarının olduğunu bilmek isterler; bu olmazsa gayret ve teşebbüs yapmaktan kaçınırlar. İnsanlara bu güveni verecek sağlam ve iyi işleyen bir hukuk sistemidir. Kabul etmek gerekir ki Cumhuriyet tarihi boyunca uygulamada aksaklıklar oldu. Batılıların keyfi hukuk anlamına kullandığı kadı hukuku etkisini bir ölçüde sürdürdü. Bu olgu şüphesiz ekonomik gelişmeyi aksatan bir unsur olagelmiştir. Son olarak ancak önemde ön sıralarda olan husus eğitimdir; ileri teknoloji yaratmak ve kullanmak eğitim ile oluşur. Gelişmiş ülkelere baktığımızda üretimin her alanında ve her seviyede yüksek kaliteli eğitim verildiğini görüyoruz. Türkiye’de ara eleman dediğimiz ve ileri teknoloji kullanımı için hayati önemi olan kişileri yetiştiren okulların sayısı ve öğretim kalitesi yetersizdir. Yukarıda sıralanan ekonomik gelişme faktörleri günümüzdeki uygulamalar ile karşılaştırıldığında ortaya çıkan sonuç şudur: AKP politikaları, diğer etkilerinin yanı sıra, sürekli ekonomik gelişme yaratma ve gelişmiş ülkeler sınıfına katılma hedefine ters düşüyor. Güvenilir hukuk sistemi Uzun bir süreç
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle