04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 AĞUSTOS 2014 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Dikta Yönetimine Hayır Demeliyiz! Bir Yaz D ünyanın en etkin dergilerinden biri olan “Der Spiegel”, bu haftaki ayrıntılı Almanca/Türkçe yazısıyla Erdoğan’ı ve Türkiye’deki durumu değerlendirdi. Dergi “Yeni Sultan” başlıklı yazısında, “vaktiyle kendisine büyük umutlar bağlanırken, artık risk olarak görülmeye başlandı” diyor Erdoğan hakkında. Gerçekten de Erdoğan Türkiye için son derece ciddi bir risk olmuştur. Komşu ülkeler Suriye, Irak, İran’la izlenen mezhep öncelikli dış politika, Türkiye’nin ulusal güvenliğini son derece ciddi bir tehdit altına sokmuştur. Türkiye’nin 1300 km uzunluğundaki Suriye/Irak sınırı, yüksek riskli bir duruma getirilerek, nerdeyse tamamı terör gruplarının kontrolü altına girmiştir. ABD ve İsrail’in istekleri doğrultusunda Esad’ı ve hatta Maliki’yi devirme amacıyla insanlık dışı terör grupları silahlandırıldı ve kendilerine her türlü lojistik destek verildi. Bu gruplar bu ülkelerdeki Türkmenleri ve farklı dini inançtan olanları katletmeye başlayarak göçe zorlamıştır. Musul konsolosluğu personeli kaçırılarak, konsolosluk binası IŞİD terör örgütünün karargâhı haline gelmiştir. Türkiye her an bir savaşa çekilebilir konuma taşınmıştır. Mısır ile ilişkiler kopmuş, İran ve Rusya ile ilişkiler gergin bir durum almıştır. Hızla demokrasi, hukuk devleti, evrensel insan hakları, yargı bağımsızlığı, basın ve fikir özgürlüğünden uzaklaşan Türkiye’nin, Avrupa Birliği ilişkileri tedirgin edici, zayıf bir konuma getirilmiştir. Başbakan’ın izlediği bu yanlış ve otoriter politikalar sonucu, Türkiye’nin itibarı uluslararası düzeyde dibe vurmuştur. Başbakan’ın Almanya ve Avusturya ziyaretinde bu iki ülkenin önemli gazetelerinde Erdoğan’a “Ülkemize hoş gelmediniz” manşetleri atılmıştır. Bu utanılacak durumla hiçbir Türkiye Cumhu Pazar günü yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimi, Türkiye’de dikta yönetimine hevesli adaya hayır diyebilmek için önemli bir şanstır. Bu seçimi boykot etmek, sonuçlarına katlanma sorumluluğunu doğurur. Buna özellikle bazı CHP’liler ve İşçi Partililer asla razı olmamalıdır. Prof. Dr. HAKKI KESKİN Siyasal Bilimci Tabii ki cumhurbaşkanlığı adaylığına benim de öncelikle tercih edebileceğim başka adaylar vardı. Ancak şu anda önümüzde oyumuzu verebileceğimiz tek cumhurbaşkanı adayı sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’dur. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine bağlılık, çoğulcu demokrasi, yargı bağımsızlığı, fikir ve inanç özgürlüğü, laiklik, “Yurtta Sulh Dünyada Sulh” ve Mustafa Kemal Atatürk’e saygı konularında Sayın İhsanoğlu’nun verdiği güvencelere inanıyorum. Bu konulara ilişkin açıklamalarında kendisinin samimi olduğu kanısındayım. Gecesi Rüyası… BOZKURT GÜVENÇ S Koalisyon hükümeti Sayın İhsanoğlu’nun cumhurbaşkanlığına seçilmesi, Türkiye’de son yıllarda giderek yoğunlaşan umutsuzluk zincirinin kırılmasına yol açacaktır. Bu 2015’te yapılacak parlamento seçimleri için de önemli bir sinyal ve dürtü olacaktır. CHP ve MHP’nin ortak girişimiyle başlayan yakınlaşma, giderek bu iki partinin kendi seçmenlerini de AKP iktidarına son verecek bir koalisyon hükümetine hazırlayacaktır. Sayın İhsanoğlu bazılarımızın idealindeki cumhurbaşkanı adayı olmayabilir. Bunu kendim içinde söyleyebilirim. Ancak Türkiye’nin siyasi ve toplumsal nesnel koşullarını da göz ardı edemeyiz, etmemeliyiz. Bazı CHP’lilerin bu seçimde oy kullanmayacakları yönünde açıklamalar var. Öte yandan İşçi Partililerin de seçimi boykot etme çağrıları var. Bu düşüncede olan arkadaşlarımızı, çekincelerini yukarıda özetlemeye çalıştığım Türkiye’nin genel tablosu nedeniyle gözden geçirmeye ve yeni bir değerlendirme yaparak oylarını kullanmaya çağırmak istiyorum. Böyle durumlarda bana her zaman yol gösterici olan, Atatürk’ün çok anlamlı ve unutulmaması gereken deyimidir: “Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır.” riyeti yetkilisi karşılaşmamıştır. Ağustos Pazar günü oylarımızla bu gidişata hayır demeliyiz! Ben tabii ki oyumu sayın İhsanoğlu’na vereceğim, çünkü Türkiye için çok yönlü risk olan Erdoğan’ın seçilememesi benim için büyük bir yurtseverlik görevidir. Çünkü Türkiye’nin giderek açıkça daha otoriter ve hatta dikta yönetimine gitmesini engellemek istiyorum. Çünkü herkesin farklı görüşlerini ve inançlarını özgürce yazıyla, sözle, sanat ve protesto yollarıyla gösterebilme hakkına sahip olmasını istiyorum. Çünkü Atatürk’ün deyimiyle ülkemde ve dünyada barış is 10 tiyorum. Çünkü tüm komşularımızla iyi komşuluk ilişkileri ve hatta dost ülkeler olarak yaşanmasını istiyorum. Çünkü Ortadoğu’nun en önemli ülkesi olan Türkiye’nin, demokrasisi, hukuk devleti oluşu, laikliği, barışseverliğiyle dünyada örnek ülkelerden biri olmasını istiyorum. Çünkü Türkiye’nin çimentosu olan laikliğin yeniden yaşama geçirilmesini istiyorum. Çünkü bu seçimlerde Erdoğan yenilgiye uğrarsa, bunun AKP için sonun başlangıcı olacağına inanıyorum. Çünkü işte o zaman Türkiye’de kutuplaşma, ayrışma, bölünme stratejileri son bulacak ve Türkiye’de toplumsal uzlaşma ve barış ortamı yeniden doğabilecektir. Kimi CHP’lilerin Halleri… AHMET GÜNAYSU C umhurbaşkanı seçim süreci, Erdoğan tarzı demokrasiye yakışır şekilde sonuna yaklaşıyor. Devlet aygıtı, medya kampanyası ve devasa parasal güç muktedirin arkasında; uslubun seviyesi, fütursuzca söylenen yalanlar ve kara propaganda, diğer iki adayı kuşatmış durumda. Bu “Erdoğan Demokrasisi”nin her tür tezahürünü 12 yıldır yaşayarak gördük, üzerinde edilecek yeni laf kalmadı. Ama cumhurbaşkanı seçimi gibi yeni bir politik deneyim yaşarken, CHP kesiminde (yönetim, köşe yazarları, seçmen) ortaya çıkan kafa karışıklıkları üzerine biriki laf etmek gerekiyor… Bilindiği üzere CHP, genelde nispeten eğitim düzeyi yüksek, orta gelirli, demokratik değerleri içselleştirmiş bir seçmen kitlesine dayanıyor. Parti; yoksul kesimlerle, kentli emekçilerle ve köylülerle, “sosyal demokrat” olma iddiasından beklenen güçte, bir teması gerçekleştiremiyor. Parti içi hizipler, parti örgütündeki atalet, ideolojik kalıp ve hassasiyetler vb. zaafiyetler yeni politikaların üretilmesi ve seçmen tabanının genişletilmesinde ayakbağı oluyor. Sonuç olarak, ülkenin bu kurucu partisi bir türlü iktidar alternatifi olamıyor, yüzde 2526 oy bandında salınan bir parti kimliğinden sıyrılamıyor. Cumhurbaşkanı seçimi sürecinde, CHP cephesindeki savrulmalar, yalnız partinin parlamento kadrosu ile sınırlı kalmadı, bazı geleneksel parti destekçisi köşe yazarları ve bir kısım CHP seçmeninde de ortaya çıktı. ejim değişikliğine karşı cephe Sıkıştığı oy bandından bir türlü sıçrama yapamayan CHP’ye, Cumhurbaşkanı seçimi bir fırsat sundu ve Kılıçdaroğlu bu fırsatı çok gerçekçi bir şekilde kullandı, reel politiğin gereğini yerine getirdi. İnisiyatif ve risk alarak yeni bir yönelimin adımını attı. Bunu yaparken, ülke siyasi tarihinde bir ilki de gerçekleştirdi ve bir araya gelmesi düşünülemeyecek CHP ve MHP arasında bir siyasi mutabakat sağladı. Bu yolla, Türkiye’nin sürüklenmekte olduğu rejim değişikliğine karşı bir cephe oluşturuldu… Bu aşamada evlere şenlik bir gelişme zuhur etti. Bir kısım CHP milletvekilleri “Bize danışılmadı, hassasiyetlerimiz dikkate alınmadı” di R yerek kazan kaldırdı. Benmerkezci ve parti içi hesapları olan bu zevat demeç üstüne demeç vererek, zaten kafası karışmış CHP seçmeninin kafasını daha da karıştırdı, ikircikli seçmeni daha da beter etti… Bu arada, parti içindeki “istemezükçüler” epeyce bir gürültü çıkarırken, MHP’de sükunetin hâkim olması, CHP’deki hizipçilik ve parti disiplini sorununu bir kez daha gündeme getirdi. Erdoğan karşıtı cephede gedik açma bazı CHP milletvekilleriyle sınırlı kalmadı, “kanaat önderi” konumundaki bir kısım köşe yazarı da bu kervana katıldı; daha da ötesi, “solcu/ulusalcı” geçinen malum gazete, İhsanoğlu’na karşı ipe sapa gelmez bir karalama kampanyası başlattı… Burada daha da acı olanı; bazı köşe yazarlarının, olumsuz algı yönetimini yaptıktan ve bir kısım CHP seçmenini bu yönde etkiledikten sonra, “pardon” deyip, baştaki duruşlarından çark etmeleri ve “Oyum İhsanoğlu’na!” deme noktasında pozisyon almalarıdır. CHP’li seçmenin tavrı Ve gelelim partinin üçüncü ayağı olan CHP seçmeninin genel tavrına. Metropoll’ün haziran sonu anketinde fire oranı maalesef yüzde 14’tü (Bu oranın, İhsanoğlu’nun ta nınırlığı arttıkça, ne kadar düştüğünü söylemek şimdilik mümkün değil). Ne yazık ki, bir kısım CHP seçmeninin, koşulların gereği oluşturulan politikaları algılayamama, ideolojik duruşlarını günün gereklerine göre esnetememe ve önyargılarını aşamama durumumunda kaldığı, ya da yılgınlığa teslim olduğu görülmüştür. CHP seçmenindeki fire oranı dışında başka bir sorun daha vardır. İhsanoğlu’na oy verecek CHP’li seçmen, genel olarak, sorumluluğunu sandığa gitmekle sınırlı tutmakta, bunun ötesinde bir çaba sarf etmemektedir. Bunun en somut kanıtı, İhsanoğlu’na maddi destek kampanyasının, 22 Temmuz itibarıyla, ancak 2 milyon 130 bin liraya ulaşmış olmasıdır... 12 milyonun üzerindeki CHP seçmeninin bu tavrı anlaşılır gibi değildir. Bu bağlamda, ortalama 10 liralık bir katkının bile sonuçta hangi boyutlarda bir destek sağlayabileceği ortadadır (12 milyon CHP’liye rağmen Cumhuriyet gazetesinin 50 binlik tirajı da ayrı bir gönül yarasıdır). CHP seçmeninin, Erdoğan’dan yakınmada sesi çok gür çıkmakta, ama eylemsel anlamda, ağırlığını yeterince ortaya koyamamaktadır… CHP seçmeni değerli hocamız Prof. Taner Timur’un çok net olarak belirttiği sap tamasına kulak vermelidir: Bu seçim bir plebisit niteliğindedir ve “evet/hayır” oyu vermekten öte bir şey değildir. Ve burada oylanacak olan aslında Erdoğan’dır. İhsanoğlu’ndan esirgenecek her oy, Erdoğan’a “evet” anlamını taşıyacaktır. Bu aynı zamanda, rejim değişikliğine, tüm demokratik değerlerin rafa kaldırılmasına, cepheleşmenin daha da keskinleşmesine, talan ekonomisine ve yolsuzlukların tavan yapmasına “evet” demek olacaktır… Sonuç olarak; CHP kesimi; parti örgütüyle, “kanaat önderleriyle” ve seçmen kitlesiyle tam bir bütünlük, kararlılık ve tutarlılık sağlayamadı bugüne kadarki seçim sürecinde. Artık sorumluluk, hâlâ “İçime sinmiyor, gönlümdeki aday değil!” yavelerinden veya “Nasıl olsa seçimin sonucu belli!” yılgınlığından kendini kurtaramamış CHP seçmeninde… Bu tutumlarını sürdürerek, eğer onun Köşk’e çıkmasında pay sahibi olurlarsa, daha sonra hiç ağlaşmasınlar! Aymazlıklarının yıkıcı sonuçları birer birer ortaya çıkarken nasıl bir rejimi hak etmiş olduklarını da yaşayarak görsünler... Deneyimlerimizden biliyoruz ki, bu kesim, böyle bir sonuçta bile, payına düşen özeleştiriyi yapmayacak, yine partisini eleştirerek günah çıkartacaktır… ıcak bir ağustos gecesi uyumaya çalışırken… Gürültülü bir kalabalık içinde buluyorum kendimi. Çevremde cep telefonlarıyla sağa sola koşuşanlar var. Açık pencerelerden, dışarıda horon tepen gençlerin “Başkan başkan, çok yaşa” sesleri duyuluyor. Neredeyim, neler oluyor, tam kestiremiyorum. Köşede yaşlı bir papağan yineleyip duruyor: “Kimse tepede kalamaz, tırmanan düşecektir, düşüyor…” Duvardaki büyük bir ekranda ilk açılan sandıklardan gelen sayılar, yüzdeler. Bir şeyler sanki umulduğu ya da beklendiği gibi gitmiyor. Bir seçim merkezinde olmalıyım, diyorum. Koşuşanların sessiz telaşı artıyor. Aday mıyım yoksa gözlemci mi? Sesimi kimse duymuyor, soruma cevap alamıyorum. Ekrandaki sayıların düşüşü hızlanıyor. Papağan yine Psikolog Carl Yung’un liyor “Düşüyor. savunduğu gibi, ya Düşüyor!” Kim, rüyalarımızda ya da nereye düşüyor? Ter içinde uya uyanınca yüzleşiyoruz nıyorum. Karan gerçeklerimizle. lık. Kulaklarım Hep gerçekten ve da uzaklaşan bir “çok yaşa” uğul gerçeklerden söz ediyoruz ama nice ders tusu. Rüya mı gerçek mi? To alıyoruz, emin değilim. parlanmaya çalıYaşadıkça öğreniyoruz şıyorum. Kalktım, bilgi ama öğrendiklerimizi sayarımı açtım. hayata geçiremiyoruz. Dilimin ucundaki “Son Hurra”yı arıyorum. Edwin O’Connor’un bir belediye başkanının son seçimini öyküleyen The Last Hurrah romanı imiş. John FordSpencer Tracy ikilisinin perdeye aktardığı filmi izlememiştim ama 1950’lerde okuduğum siyasal roman senaryosunu hatırladım. Öyküde, yıllarca seçim kaybetmemiş büyük bir kentin ünlü belediye başkanı, ilk açılan sandıklardan gelen sayılara bakar bakmaz, bir şeylerin beklendiği gibi iyi gitmediğini, sonun geldiğini görür. Yükselişin ve düşüşün acılarını yaşar ve yaşatır. Sanal seçimi kaybeden ben değildim, rahatladım; ama zirveden düşmenin acısını tattım diyebilirim. Geçirdiğim dumanı üstünde deneyimi paylaşmak için hemen yazmaya koyuldum. Seçimler, olaylar, yıllar değil, seçen ve seçilen biz insanlar geçip gidiyoruz bu dünyadan. Ne var ki acı tatlı deneyimler, olup bitenler, bireysel ve toplumsal bilinçaltında yaşıyor. Bu rüyayı tetikleyen güncel olay neydi, hangisiydi? Belki, “vebal altında kalmış bir kurucunun istifası”; belki, son günlerin biriken tortuları! Belki her ikisi! Karar veremiyorum. Olumlu bir şeyler bulup söylemeye çalışırken Shakespeare’in “Bir Yaz Gecesi Rüyası” geldi aklıma. Gerçi, romantik komediyi izlemiş ya da okumuş değilim; ama rüyalarım sona erdiğinde günlük hayatın ve nesnel geçeklerin nice farklı ve çelişik olduğunu hatırlarım. Nasıl derleyeyim? Psikolog Carl Yung’un savunduğu gibi, ya rüyalarımızda ya da uyanınca yüzleşiyoruz gerçeklerimizle. Hep gerçekten ve gerçeklerden söz ediyoruz ama nice ders alıyoruz, emin değilim. Yaşadıkça öğreniyoruz ama öğrendiklerimizi hayata geçiremiyoruz. Kaynaklar Edwin O’Connor. The Last Hurrah, 1956. John FordSpencer Tracy, ikilisinin yorumu, The Last Hurrah. 1958. Carl Gustav Yung, Toplumsal Bilinçaltı ve Arketipler, Analitik Psikoloji. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle