24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 AĞUSTOS 2014 PERŞEMBE 4 HABERLER Köşk’teki resepsiyona ‘28 Şubat’ta bile bu kadarını görmedik’ diyen Hayrünnisa Gül damga vurdu Nafile Kurultay Salı günkü Cumhuriyet’in 10. sayfasındaki CHP’nin 18. olağanüstü kurultay çağrısını okuyunca düşüncelere daldım. Bir zamanlar CHP ve de SHP kurultaylar partisi olarak nitelenirdi. Olaya, konuların en üst organ tarafından tartışılması açısından bakarsak, bu kurultay tutkusunun hiç de yararsız olmadığını söyleyebiliriz. Köklü sol partilerde kongreler, kurultaylar yeni programların, modellerin, tüzüklerin tartışıldıkları önemli etkinliklerdir, hazırlıkları aylar önceden başlar ve tartışmalar zaten bu ön aşamada, üyelerin çoğunluğunun katılımıyla oluşturulmuş metinler üzerinde cereyan eder. Sonuçta da ortaya geniş katılımla oluşturulmuş programlar çıkar. Onları ve çevrelerinde oluşturulacak politikaları partinin üyelerinin çoğunluğu bilir, içselleştirir ve yaşama geçmesine katkıda bulunmak üzere kolları sıvarlar. Böylesi bir prosedür canlı, etkinliği yüksek, enerjik bir parti kadrosu oluşturmanın yanı sıra, partilerin potansiyel seçmenleri açısından da bir çekim etkisi yapar. CHP’nin de henüz sosyal demokrat olmadığı dönemde politikaların tartışıldığı, programların oluşturulduğu geniş soluklu kurultayları olmuştur. Bu sütunlarda CHP’nin yine böyle bir kurultaya şiddetle ihtiyacı olduğunu yazdığımı anımsayanlar, başlıktaki “nafile kurultay” yargısını sanırım yadırgamışlardır. HHH Oysa yadırganacak bir şey yok. Evet CHP’nin yeni programını ve onun ayrılmaz bir parçası olan yeni örgütlenme modelini tartışmak için tabandan geniş katılımla oluşturacağı önerileri getirip delegelerle yapacağı bir kurultaya ihtiyacı var. Var çünkü, CHP başarısızlıktan başarısızlığa koşmaktadır. Ve bu başarısızlıklar partinin içinde bulunduğu kafa karışıklılığından olduğu kadar, aynı zamanda etkin bir örgüt yapılanmasına sahip olmamasından kaynaklanmaktadır. Son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Tayyip Erdoğan, 30 Mart seçimlerine oranla oylarında fazla bir artış sağlayamamasına, 2011’e oranla oy kaybetmesine karşın, daha ilk turda sandıktan çıkmayı başarabilmiştir. Bunun nedeni, CHP’nin kendi potansiyel seçmenini sandık başına getirmeyi becerememesidir. Burada örgütün yeterince etkin bir çalışma yapamamasının da etkisi var, ki bu da çatı adayının seçiminden, daha doğrusu saptanmasındaki yanlışlıktan kaynaklanmıştır. Üstelik de bu saptamayı Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun tek başına yapması her şeyin üstüne tuz biber ekmiştir. Böylesi bir başarısızlığın sonunda hesaplaşmanın en demokratik biçimde yapılması olağan olduğuna göre, delegelerin veya genel başkanın kurultay çağrısı yapması normaldir. HHH Eh yapılan da bu olduğuna göre kurultay neden nafile kurultay oluyor? Kurultay nafiledir. Çünkü, yalnızca genel başkan seçimi ve 60’ı asil 15’i yedek yeni parti meclisi üyelerinin seçimiyle sınırlıdır. Tüzük değişikliği ise gündemin tali maddesidir. Evet, Kemal Kılıçdaroğlu çatı adayını tek başına saptadığı için son bozgunun, baş sorumlusudur. Ama hemen belirtelim ki, CHP’nin artık kronikleşmiş başarısızlığının nedenini sadece Kılıçdaroğlu’nun sırtına yüklersek konuya yanlış ya da eksik yaklaşmış oluruz. Başka bir deyişle, CHP’nin içinde bulunduğu sorun genel başkan sorunu değildir. Önceki Genel Başkan Deniz Baykal zamanında da böyleydi bu, şimdi de böyle. CHP’nin sorunu, kendi kimlik bunalımından ve örgütlenme modelinden kaynaklanıyor. Deniz Baykal’ın gidip Kemal Kılıçdaroğlu’nun gelmesi, CHP’nin ne örgütlenme modelinde, ne kimlik bunalımında ne de oy oranında önemli değişiklik meydana getirdi. Oysa, Sayın Kılıçdaroğlu’nun gelişinin bütün Türkiye’de yarattığı umut sokaklara taşmıştı. Ama hepsi boş çıktı? Neden? Çünkü önemli olan, yapının, politikanın, örgütlenme modelinin değişmesiydi, ki böyle bir şey de olmadı. Olağanüstü kurultayda da böyle bir arayış olmadığına göre, bu yönde bir çözüm de olmayacak. Onun için bu nafile bir kurultaydır. ‘İntifada başlatacağım’ l First ladynin mizacından ipuçları Kabineye FIRAT KOZOK ANKARA Çankaya Köşkü’nde düzenlenen resepsiyonda “Neler yazılıyor, söyleniyor, insan inanamıyor. Ben her şeyi biliyorum. Şimdi ben de susuyorum ama fazla susmayacağım; asıl intifadayı ben başlatacağım” sözleriyle dikkatleri üzerine çeken Köşk’ün “first lady”si Hayrünnisa Gül, ilginç yaşamöyküsüyle dikkat çekiyor. Kendisinden 15 yaş büyük eşi Abdullah Gül ile evlenmek için okulu bırakan ancak Medeni Kanun engeline takılan Gül, yasada öngörülen 15 yaşını doldurduktan 3 gün sonra evliliğe adım attı. Okuldaki beden eğitimi derslerine rapor alarak katılmayan Gül, üniversitede karşılaştığı türban engeli karşısında okula kaydını yaptırmadı, AİHM’ye kadar gitti. Çankaya Köşkü’nü baştan aşağı yenileten Gül, bazı tarihi mekânlardaki bakımsızlık nedeniyle Bakanlar Kurulu üyelerine bile toplantı öncesinde sitemde bulundu. Ailesi Kayserili olan ancak kendisi 1965 yılında İstanbul Beşiktaş’ta doğan Hayrünnisa Gül, 1979’un Eylül ayında Çemberlitaş Kız Lisesi’ne kayıt yaptırır. O yıllarda “Özyurt” soyadını taşıyan Gül’ün lisede en başarılı olduğu ders din bilgisi olur. Lise yıllarında rapor alarak beden eğitimi derslerine girmez. O dönemde okul kapısında başını açmakta, dışarıda kapatmaktadır. 1980 yılında 15 yaşında olan Hayrünnisa Hanım, o tarihte Kayseri’deki bir sünnet düğününde Abdullah Gül’ün annesi Adeviye Gül’ün dikkatini çeker. Aileler tanışır ve Hayrünnisa Hanım, babası Ahmet Server Özyurt’un isteği üzerine lise birinci sınıfta okuduğu dönemde Çemberlitaş Kız Lisesi’ndeki eğitimine son vererek 30 yaşındaki Abdullah Gül ile nişanlanır. Ancak Medeni Kanun’da yer alan 15 yaş şartını doldurmadığı için bir süre evlilik için beklemek zorunda kalır. Hayrünnisa Gül, 15 yaşını doldurduktan 3 gün sonra 21 Ağustos 1980’de Abdullah Gül ile evlenir. Gül çiftinin Kübra adında bir kızları, Ahmet Münir ve Mehmet Emre adlarında iki de oğulları olur. Abdullah Gül’ün İslam Kalkınma Bankası’ndaki görevi nedeniyle uzun süre Cidde’de kalan Gül ailesi, 1991 yılında bir yaz tatilinde Türkiye’ye döndüğü sırada Abdullah Gül milletvekilliği teklifi alır. Hayrünnisa Gül sıcak bakmasa da Gül, daha sonra kapatılacak olan Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi’nden gelen teklifi kabul eder ve milletvekili olur. ayar vermişti Hayrünnisa Gül 15 yaşındayken Abdullah Gül’le evlenerek lise eğitimini yarıda bıraktı. ürban engeli Hayrünnisa Gül, yıllar sonra liseyi dışarıdan bitirir ve üniversite sınavına girerek Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arap Dili ve Edebiyatı bölümünü kazanır. Ancak 8 Eylül 1998’de kayıt için gittiğinde türbanlı fotoğrafı kabul edilmeyerek kaydı yapılmaz. Bunun üzerine 1999’da yine daha sonra kapatılacak olan dönemin FP milletvekili olan eşi Abdullah Gül, Hayrünnisa Gül’ü fakülte önüne, noter ve gazeteciler eşliğinde getirir ve yine kayıt yapılmayınca basına dönerek, “Bugün Moskova’da yaşıyor olsaydık böyle bir engelle karşılaşmazdı eşim” der. Gül çifti, bu olayın ardından yargıya başvurur. İç hukuk yolları tükenince de 2002’de AİHM’nin kapısını çalar. Ancak aynı yıl, 3 Kasım 2002 seçimlerini kazanan AKP Abdullah Gül başbakanlığında hükümet kurar. Davadan vazgeçeceği beklenirken Hayrünisa Gül, başvurusunu geri çekmez. Mart 2004’te eşi başbakanlıktan ayrıldıktan bir yıl sonra davadan vazgeçer. Bunu “Haklılığım tam, yargı kararlarının tartışılmaması için başvurumu çektim” sözleriyle açıklar. T ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Çankaya Köşkü’ndeki veda resepsiyonuna eşi Hayrünnisa Gül’ün sözleri damga vurdu. Gül, “Bir turnusol döneminden geçiyoruz. Bu süreçte bazı yaşadıklarımızı, 28 Şubat döneminde benim başörtümün tartışıldığı günlerde bile yaşamadık. Şimdi ben de susuyorum ama fazla susmayacağım; asıl intifadayı (ayaklanmayı) ben başlatacağım” dedi. Hayrünnisa Gül, veda için sıraya giren gazeteciler arasındaki Yeni Şafak gazetesi Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi’ye “Sizinle tokalaşmak istemiyorum, size çok kırgınım” dedi. Bu tepki ortamı buza kesti. Hayrünnisa Hanım daha sonra gazeteci çemberinden dışarı çıkmak için hamle yaptığında karşısına ATV Ankara Temsilcisi Mehmet Akarca çıktı. Gül, ona da “Hep akıl veriyordunuz. Şimdi de bir akıl verin. Bakıyorum fotoğrafta herkesle birliktesiniz” tepkisini gösterdi. Hayrünnisa Gül, daha sonra bir grup gazeteci ve davetliyle sohbetinde tepkilerini sürdürdü. “Bizi çok üzdüler. Şimdi fotoğrafta yer almak için yarışıyorlar. İnsan kendisine zor hâkim oluyor. Bizi hiçbir şey görmüyor, bilmiyor, farkında değiliz mi sanıyorlar? Her şeyin farkındayız” diyen Hayrünnisa Gül, “Çizgimizde bir değişiklik oldu mu? Hayır. Bir de etrafımızdakilerin geçirdiği değişime bakın. Neler yazılıyor, söyleniyor, insan inanamıyor. Ben her şeyi biliyorum. Şimdi ben de susuyorum ama fazla susmayacağım; asıl intifadayı ben başlatacağım” ifadelerini kullandı. Eşinin hararetli bir şekilde sitemlerini sıraladığının farkına varan Cumhurbaşkanı Gül’ün, bu sırada eşinin omzuna vurarak “Bu kadar yeter” şeklinde tepki verdiği görüldü. Gül kesmek istedi elvi: Kişiselleştirmek istemiyorum Hayrünnisa Gül’ün tepki gösterdiği Abdülkadir Selvi olayla ilgili yorum yapmak istemediğini belirterek “Evet elimi sıkmadığı doğru ama bu konu hakkında yorum yapıp olayı kişiselleştirmek istemiyorum” diye konuştu. S İntifada nedir? Ayaklanma anlamına gelen “intifada” haksızlık ve aşırı baskıya başkaldırıyı temsil ediyor. Eski Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat’ın İsrail’e karşı ayaklanma çağrısı için kullandığı “intifada” kelimesi daha sonra birçok ayaklanma için kullanıldı. İşte o çıkışın perde arkası FIRAT KOZOK ANKARA Gül çiftinin tepkisinin geri planında, özellikle Twitter üzerinden ekibiyle ilgili yorumlar yapan bazıları Başbakan Tayyip Erdoğan’ın danışmanlarıyla yakın ilişki içinde olan “troller” ve Köşk’ten sonrası için “milletvekili olsun, dışişleri bakanı olsun” gibi öneriler sıralayan köşe yazarları ve partililerin bulunduğu ifade ediliyor. Gül çiftinin yakın ekibine “Evladımız gibi gördüğümüz insanlara yapılan hakaretlerle aslında biz hedefleniyoruz” dediği öğrenildi. Edinilen bilgilere göre Abdullah Gül’ün ve Hayrünnisa Gül’ün bu denli net tepki koyacaklarını yıllardır kendileriyle birlikte çalışan ekip bile beklemiyordu. Ancak çiftin özellikle son 1 haftada oldukça tepkili olduğu belirtiliyor. Cumhuriyet’in edindiği bilgilere göre, Gül’ün rahatsızlıkları 2010’da yapılan, görev süresiyle ilgili değişikliğe kadar uzanıyor. Yapılan değişiklikle cumhurbaşkanının görev süresi, “5+5” şeklinde düzenlenmişti. CHP’nin başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi Gül’ün görev süresinin 7 yıl olduğuna karar vermiş aynı zamanda 2. kez aday olabileceğini bildirmişti. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, mahkemenin kararını eleştirirken, “Görev süresine ilişkin 7 yıl kararı doğru. Ancak ikinci kez seçilme kararı anayasaya aykırı” demişti. Tüm bunların ötesinde Gül, son dönemde AKP’nin “kafasındaki ilkelerden uzaklaştığını” görmeye başladı. Bu çerçevede Gezi Direnişi, tutuklu milletvekilleri, basın özgürlüğü, Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmaları, başkanlık sistemi gibi kamuoyunun gündemini meşgul eden bir dizi önemli konuda partinin söylemleriyle ayrılıklar ortaya çıktı. Gül’ün resepsiyonda iki kez tekrarladığı “saygısızlıklar”, kendisinin Cumhurbaşkanlığı muhabirlerine verdiği resepsiyonun ardından doruğa ulaştı. Bu çerçevede AKP’nin kongre tarihini Çankaya Köşkü’ndeki devir teslim töreninden bir gün önceye alarak, kendisinin bir anlamda önünü kesmesi Gül’ü çok rahatsız etti. Ayrıca son bir haftalık dönemde Gül çiftinin yakın ekibinden Koruma Müdürü Osman Çangal ile Basın Başdanışmanı Ahmet Sever, Kurumsal İletişim Başkanı Kemal İlter ve Basın Müdürü Süleyman Kurt’a yönelik hakaret mesajlarının dalga dalga yayılmasına doğrudan şahit olan Hayrünnisa Gül, bu durumu eşine iletti. Gül de, “Yıllardır evladımız gibi gördüğümüz insanlara yönelik bu saldırılarda aslında hedef biziz” dedi. Gül’ü bu süreçte özellikle köşe yazarları ve partililer açısından rahatsız eden ikinci nokta ise kendisine yönelik “koltuk önerileri” oldu. Gül, AKP’nin genç ekibine “Bizim cenaha yeni girenler” ifadesini kullanırken Gül’ün bu açıklamasıyla işaret ettiği isimlerden AKP’li Şamil Tayyar oldu. Tayyar’ın Gül’ün açıklamasının hemen ardından Twitter’dan “aklı esir alan hırs” demesi, Gül’ü çileden çıkardı. Gül’ün tepki duyduğu bir diğer isim ise bu süreçte Gül’e üstü kapalı mesajlar gönderen Başbakan Erdoğan’ın siyasi Başdanışmanı Yalçın Akdoğan oldu. akanlar Kurulu’na çıkışmıştı Hayrünnisa Gül, geçmişte Bakanlar Kurulu üyelerine çıkışmıştı. AKP iktidarının ilk kabinesindeki bakanların şahitlik ettiği olay eşinin Dışişleri Bakanı olduğu dönemde yabancı konukların eşlerine Ankara Palas, Dolmabahçe gibi tarihi mekanları gezdiren Gül’ün bakımsızlığa tepki göstermesi sonucu gelişmişti. Bakanlar Kurulu’nun rutin toplantılarından birinden önce toplantı salonuna giren Gül, sitemini iletip sorunun aşılmasını sağlamıştı. B Koltuk önerilerine tepki Kriz tavan yaptı CHP’nin başvurusu reddedildi Yargıtay topu Meclis’e attı ALİCAN ULUDAĞ ANKARA Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, CHP’nin hukukçu milletvekillerinden Atilla Kart’ın cumhurbaşkanı seçilen Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı, parti genel başkanlığı ve milletvekilliğinin düşeceği ve bu nedenle 27 Ağustos’taki AKP kongresine katılıp bu toplantıyı yönetemeyeceği yönündeki başvurusunu reddetti. Başsavcı Hasan Erbil, Erdoğan’ın vekilliğinin düşüp düşmediğine ilişkin konunun TBMM’nin yetkisinde olduğunu öne sürdü. Karara tepki gösteren Kart, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunacak. l MHP, cumhurbaşkanlığı kararının Resmi Gazete’de yayımlanmamasının anayasa ve yasalara aykırı olduğu gerekçesiyle YSK’ye başvurdu. MHP, kesin seçim sonuçlarını yayımlamayan sorumlular hakkında YSK’nin suç duyurusunda bulunması istendi. YSK’nin başvuruyu bugün karara bağlaması beklendiği ifade edildi. l Halkın Kurtuluş Partisi de AKP hakkında Yargıtay Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Yalın bir soru: Baas rejiminin zulmünden kaçıp Türkiye’ye sığınan Suriyelilere sınır kapılarında pasaport soruldu mu? Cevabı Ankara filan değil, Suriye sınırındaki kapılarda göçü izleyen gazeteciler ağız birliği ile veriyorlar: Hayır. Hiç!.. Bir yalın soru daha: IŞİD katillerinden kaçıp Türkiye’ye sığınmak isteyen Ezidilere sınır kapılarında pasaport soruluyor mu? Cevabı Ankara filan değil, sınır kapılarında göçü izleyen gazeteciler ağız birliği ile veriyorlar: Hem de nasıl!.. Pasaportsuz geçiş mümkün değil. En yalın soru: Peki neden? HHH Suriye’de iktidardaki Baas rejiminde belirgin bir Nusayri ağırlığı var. Nusayrilik için en kestirme tanım: Arap Aleviliği. Yani Sünni mezheplerden birinden değiller. Suriye’de nüfusun farklı kaynaklara göre yüzde 11’i ile yüzde 17’si Nusayri. Yani azınlıktalar. Suriye Araplarında çoğunluğu oluşturan kesim Sünni. Baas rejimine muhalefet eden ve son dönemde başkaldıran da onlar. Suriye ordusu önünden kaçmak ve Türkiye’ye sığınmak zorunda kaldılar. Beşşar Esad önderliğindeki Baas rejimi ile kısa süren Mezhep Kardeşliği ve Ezidiler bir balayından sonra papaz olan, gitgide de kanlı bıçaklı bir düşmanlığa yönelen AKP iktidarı, kaçan Sünni kardeşlerine kucak açtı. İyi de etti. Cihatçı katil çeteleri ile Suriye ordusu arasına sıkışan sivillerin bir sığınak bulmaları ve onlara kucak açılması iyidir, doğrudur, insancadır. Pasaport filan sorulmadan Türkiye’ye aktılar. Onlar için kamplar kuruldu; varsıl olanları evler kiraladılar. Aralarında işyeri açanlar bile oldu Yoksullar ise ucuz işgücü olarak çalışma olanakları aradılar ve buldular. (Gaziantep, Adana, Urfa gibi kentlerde baş gösteren azgın Suriyeli düşmanlığının, linç kültürünün şaha kalkmasının asıl sebebi de galiba bu.) Suriye sınırının El Nusra, El Kaide, IŞİD gibi cihatçı çeteler için kevgire dönmüşlüğü; AKP hükümetinin dış politikasını yöneten “büyük Türk büyüğü ve mütefekkiri” Davutoğlu’nun bu çetelerden Türkiye’nin hastane, konut, araç gereç, silah ve mühimmat gibi yardımlarını esirgememesi bu yazının konusu değil. Burada sadece Baas rejiminden kaçan Suriyeli Sünni Araplara Türkiye’nin kucak ve sınır kapılarını açmasından söz ediyorum ve bunun iyi, doğru ve insanlığa yaraşır bir tutum olduğunu vurguluyorum. O kadar. HHH Ezidiler kimilerine göre Zerdüşt dininin günümüzdeki temsilcileri. En azından Ezidilik, Zerdüşt dininden çok güçlü izler taşıyor. Zerdüşt dini için hatırlarsınız, “büyük Türk büyüklerinin en büyüğü” Recep Tayyip Erdoğan, 2011 Ekim’inde başörtüsü yasağının tümüyle kaldırılmasına ilişkin önerge veren BDP’lilere öfkelenmiş, onlar için yüzüne derin bir tiksinti ifadesi de yerleştirerek “Bunlar Zerdüşt dininden be, Zerdüşt dininden... Onların böyle bir dertleri olabilir mi?” diye kükremişti. Ezidiler, işte Erdoğan’ın nefret ettiği o Zerdüşt dininden; Kürtçe konuşan, çoğunluğu Irak’ın Ninova bölgesinde yaşayan kadim bir Ortadoğu kavmi; Irak’ta dinsel bir azınlık. IŞİD çeteleri egemenlik alanlarını adım adım genişletirken sonunda Ezidi bölgelerine dayandılar ve Ezidileri Müslüman olmadıkları ve Müslümanlığı kabul etmeye de yanaşmadıkları için kitlesel olarak öldürmeye başladılar. IŞİD’den kurtulmak için kaçan Ezidiler Türkiye sınırına dayandılar. Ayrıntıları bizim Dış Haberler Servisi’nin yeni şefi Ceyda Karan’ın, o bölgeye gidip dört döndüğü ve döner dönmez de sıcağı sıcağına bizlere aktardığı dolaysız gözlemlerinden okuyun. Ben kısa ve yalın soruyu yineleyeceğim: Suriyeli Sünni sığınmacılara kapılarını açan, pasaport gibi bürokratik engellere başvurmayan Türkiye’nin, Ezidilere kapılarını kapatıp ancak pasaportu olanlara gönülsüzizin vermesinin sebebi ne ola? Acaba cevap, Ahmet Davutoğlu’nun IŞİD için cihatçı çete, terör örgütü gibi doğru ve fazlasıyla hak edilmiş nitelemeleri ağzına almaktan ısrar kaçınıp buna karşılık IŞİD olgusunu “Irak’ta Sünniler üstündeki ağır baskılar ve haksızlıklar IŞİD’i doğurdu” gibi belirgin bir “aklama ve haklı bulma” tınısı taşıyan cümlelerinde yatıyor olabilir mi? Daha kestirmesi: Mezhep kardeşliği bu kadar ilkel bir tutuma ebelik edebilir, dış politikada belirleyici bir etken olabilir mi? Anlaşılan edebilirmiş de, olabilirmiş de...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle