04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 TEMMUZ 2014 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Merkez Bankası’nın Özerkliğine Piyasa Ekonomisi ve Müdahale, Çalışan Makineyi Bozmak Olur Toplumsal Zarar… Merkez Bankası’nın özerkliği, bir ülkenin ekonomik demokratikleşme düzeyinin aynasıdır. İktidarlar gelir, iktidarlar gider. Ama yetkin Merkez Bankası başkanları ve özerk kurumları yıllarca görevde kalır. Bu da işleyen bir bürokrasi için temel şarttır. K Prof. Dr. SEMA KALAYCIOĞLU urumsal özerklik, dışarıdan gelebilecek etki ve denetimlere karşı bir koruma kalkanı olup, özellikle Merkez Bankası gibi ülke ekonomileri için çok önemli olan kurumları siyasi otoritenin (siyasi ve ekonomik) rant heveslisi müdahalelerinden koruma amacı güder. Özerklik bağımsızlıktan farklıdır. İlk kavram kurumun işlevini sürdürürken sahip olduğu özgürlüğü, ikincisi ise kurumsal kısıtlamaların olup olmamasını ifade eder. Dünyanın hiçbir ülkesinde, Merkez Bankası veya dengi para otoritesi (Federal Reserve) bağımsız değildir. Bu nedenle tartışmalarda, Merkez Bankası özerkliğinin, “ülke bağımsızlığı” ile mukayese edilmesi abesle iştigaldir. Hatta iki kavramın aynı cümle içinde kullanılması bile batıldır. işleyişini özerk hale getirmeyi başaran ülkeler, enflasyonu daha iyi denetler hale gelmiş, özerklik parasal ve mali sistemin istikrarını sağlayarak, siyasi olayların, ekonomik konjonktürü ipotek altına almasını engelleyen bir koruyucu görevi ifa etmeye başlamıştır. Özerk merkez bankaları, aynı zamanda büyüme açısından ilave bir maliyet unsuru ve risk yaratmaksızın, mali disiplinin korunmasında en önemli aktörlerden biri haline gelmişlerdir. Özellikle 2000’li yıllardan itibaren, ülkelerin merkez bankası özerkliğini yerleştirme, güvence altına alma ve siyasi otoritelerin kaprisli müdahale, talep ve tasarruflarına karşı koruma konusunda adeta birbirleri ile yarışa girdiğini söylemek yanlış olmaz. görevini ifa edebilsin. Merkez Bankası’nın bankacılık sistemini gözetimi konusundaki görüşler çeşitlidir. Çoğu kez yine özerk olması koşulu ile, adeta sistem polisi diyebileceğimiz, para ve mali disiplini denetleyen, para piyasalarını gözetim altında tutan, bankaların faaliyetlerini gerekirse askıya alabilen veya tamamen durdurabilen ilave kurumların varlığı (TMSF ve BBDK gibi) önemli ve faydalı olmakla birlikte, merkez bankalarının böyle kurumlarla birlikte hareket etmesi, parasal oranların uyumunu takip etmesi önemlidir. Açıkçası, ilave kurumlara rağmen birçok ülkede merkez bankaları mali gözetim açısından hâlâ anahtar role sahiptir. yasal olarak birinci derece amaçları olan para politikalarını yürütmek ve dalgalı denizlerde, tekneyi fırtınaya kaptırtmamakla yükümlüdür. Politika oranlarının özerkliğini ve kurumun hükümet müdahalelerinden masuniyetini korumak da merkez bankalarının asli görev ve yükümlülüğüdür. ayır diyebilen bir merkez bankası ve başkanı sistem için elzemdir Bütün bunlardan öte merkez bankaları parasal reformları yapma, uluslararası parasal ve mali kurumlarda ülkeyi temsil etme, onlara bilgi aktarma ve kriz dönemlerinde bilgi ve görüş alışverişinde bulunmak gibi görevleri ifa eder. Başkanının hükümete değil, ülkeye karşı sorumluğu önemlidir. Bu sorumluluk ülkenin kısa vadeli değil, uzun vadeli çıkarı açısından önemli olduğu için kendi koltuğunu korumak için “evet efendim; emir buyurdunuz efendim”ci bir başkan da makbul bir başkan olmaz. Kazara hükümetle Merkez Bankası arasında bir anlaşmazlık veya sürtüşme çıkarsa, bankanın elini güçlendirecek yasal düzenlemelerin olması da zorunlu ve önemlidir ki, eline iktidarı geçiren, ülkenin kaderi, kişisel ihtiras, yandaş çıkarı veya salt siyasi güç gösterisi için tehlikeye atılmasın. Bu nedenle siyasi iktidara bilgi veren, işinin ehli, ülkenin genel makro hedeflerini de takdir eden ama her emre kavuk sallamayan Merkez Bankası önemlidir. Açıkçası Merkez Bankası’nın özerkliği, bir ülkenin ekonomik demokratikleşme düzeyinin aynasıdır. İktidarlar gelir, iktidarlar gider. Ama yetkin Merkez Bankası başkanları ve özerk kurumları yıllarca görevde kalır. Bu da işleyen bir bürokrasi için temel şarttır. Sözün özü o ki Merkez Bankası’na elle veya sözle müdahale edilmemeli ki işleyen makine arıza yapmasın. H ‘Her mahallede bir milyoner yetiştireceğiz’ sloganı, Demokrat Parti’nindir. Gerçekten de DP, yandaşlarından milyonerler yetiştirmiş, halkı çürük inanış ve içeriksiz sözlerle uyuşturarak ‘bir lokma, bir hırka’ yöntemine tutsak etmiştir. DP takipçisi iktidarlar da yoksulluğu ‘alın yazısı’ sayanlardan oy yakalamışlardır. Halkçıdevletçi tutumun tasfiyesiyle insafsız piyasa ekonomisi talancıları, ‘harami’ sınıfına terfi etmişlerdir. “Sosyal” sözcüğü eklenen piyasa ekonomisinin ikizi de çalışma, gelir dağılımı ve emeğe saygıda ancak “idarei maslahatçılık” rotasındadır. C ERTUĞRUL KAZANCI / Eğitimci, Hukukçu umhuriyet, antikapitalist kalkınma modelini benimseyerek somutlaştırmıştı. “İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz” ilkesiyle sosyal yaşamdaki “imtiyaz” yani ayrıcalık, devrimce reddedilmişti. Feodal yapı, tasfiye edilmek isteniyordu. Atatürk dönemindeki girişimlerin yanı sıra İnönü, 1945’teki “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu”nu gündeme getirdi. Halkçıdevletçi sistem; tefeciyi, vurguncuyu, kara para tüccarını silkip atmak kararındaydı. “İmtiyazsızsınıfsız” bir halk yaratılarak toplumdaki haksızlıkların giderilmesi amaçlanmıştı. Öngörülen kural, yurt ve ulus bilincine erişmiş insanların, eşitlikler göstergesinde kaynaşmalarıydı. bağımsızlıktan elbette farklıdır Ama ileri Batı ülkeleri ile, ekonomik istikrara önem veren sağduyulu siyasi yönetimlerin bulunduğu tüm ülkelerde merkez bankalarının kurumsal özerkliğine özen gösterilir ve bu yasalarla güvence altına alınır. Özellikle 1980’li yıllardan itibaren ne liberalleşen ekonomi anlayışı ne de dört nala ve dört bir yana at koşturan küreselleşme, merkez bankalarının özerkliği anlayışını aşındırmamış, tam tersine dünya sahnesinde giderek daha fazla yer alan yeni sanayileşen ülkeler de para otoritelerini özerk yönetime kavuşturma kervanına önemle katılmaya başlamışlardır. Özerklik zerklik hangi konuları kapsar? Merkez bankaları, parasal istikrar konusundaki politikalarını özerk bir biçimde alabilmeli, ellerinde bulunan faiz, karşılıklar ve benzeri araçları gerektiği zaman, gerektiği oranlarda ve gerektirdiği sürece özerk bir biçimde kullanabilmeli ve bu konuda istişari anlamda hükümete bilgi vermekten öte, hükümetten emir alma ve ona taahhütte bulunma yükümlülükleri bulunmamalıdır. Merkez Bankaları, “en son başvurulacak” kurumlar olarak (lender of the last resort), hükümetlere doğrudan kredi açma yükümlülüğünde de olamaz ve olmamalıdır. Siyasi rant peşinde iktidarlar, özellikle seçim arifelerinde, merkez bankalarını, halka ulufe dağıtmak için kullanamaz. Kullanamamalı ki banka fiyat istikrarını koruma ve kollama Ö zerklik neden önemli? Mülkiyet yapısı ne olursa olsun merkez bankalarının Ö Burada birkaç ayrım yapmak gerekir: Merkez Bankası’nın siyasi özerkliğinin sınırı, nihai kurumsal amaçları ile tanımlanır. Bunun ötesinde, başkanı, siyasi otorite tarafından belirlenir ve bu konuda hiçbir tartışma yoktur. Yenilenebilir görev süresinde de daima sınır vardır. Ama ülkesine göre ikili veya üçlü (çoklu) kararname ile atanan başkan, kendi yardımcıları ile kurullarını kendi oluşturur. Gerekirse kendi görevden alır. Bütün bunları yaparken liyakat ilkesini çiğnemez, çünkü buna yeminlidir. İktidar veya ideolojik yandaşlığı, bilgi, tarafsızlık ve ülke çıkarının üzerine asla çıkarmaz. Görev süresi belli yardımcı ve kurul üyelerinin atanmasında (veya görevden alınmasında) hükümet onayına yer yoktur. Bu işi de başkan yapar ve yapmalıdır. Hükümet veya ilgisi olan bakan ile istişarede bulunulabilir veya bilgi verilebilir. Evet, merkez bankaları, Özerkliğin sınırı nedir? 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta katledilen ülkemizin aydınlık yüzlerini saygı ile anıyoruz. M. Ekrem EŞKİNAT Süleymanpaşa Belediye Başkanı Kamu iktisadi teşekkülleri, ulusal üretime bağlı ucuz tüketim olanağı gerçekleştirip ithalatı kesiyorlardı. Devlet; öğretmen, subay, maliyeci, ziraatçı, sağlıkçı ve teknisyenleri geleceğe hazırlıyordu. Eğitim ve öğrenim; “zâdegan” tekelinden alınarak yurtdışı bir kapsamla halk çocuklarına açılıyordu. Çalışma, kölelikten arındırılıyordu. 1936 yılındaki “İş”, 1947 ve 1963 tarihli “Sendika” yasaları, çalışanların güvenceleri için devrimci iradenin sonuçlarıydı. Kayıt dışı kazançlar elde edenlere uygulanan 1942’deki “Varlık” vergisi, ayrıcalıksız bir mali disiplindi. Yıllarca ve bilgisizce konu edilen vergiyi, yeri gelmişken bir kez daha irdelemek gerekir. Toplanan 314 milyon liranın 130 milyonu, Türkiye’deki yabancı uyruklulardan alınmıştı. 30 milyonu, Kurtuluş Savaşı’nda; Journal d’Orient, Pontus ve Rönesans gazeteleri etrafında toplanarak işgalcilerle saf tutan azınlıklardan, 154 milyon lirası da Müslüman yurttaşlardandı. “Aşkale” zorunlu çalışmasında çoğu onlardı. “Verginin çıkarılması zorunluluktu.”(*) İkinci Dünya Savaşı’nda 100 kişilik asker, günde 15 somun ekmek paylaşıyor, arazide barınma güçlüğü çekiyor, 35.000 kadarı beslenme bozukluğundan yaşamını yitiriyordu. 17 milyon halkın 1 milyondan fazlası ordudaydı. (**) “İstanbul Defterdarı” sıfatıyla sorumluluk taşımış Faik Ökten’in, 1951 yılında DP iktidarına yarayan ve İnönü dönemini yeren “Varlık Vergisi Faciası” adlı kitabı, aldatıcı yankılar uyandırdı. Zamanla sahteci Ökten’in, bir vergi kaçakçısının hacizli evini ele geçirmek için başvurduğu şaibeli yöntem de ortaya çıktı. Ama “Salkım Hanım’ın Taneleri” teranesiyle kitap yazarak Varlık vergisini eleştirenlerle, “1 milyon Ermeniyi kestik” diyerek “Nobel” ödülü alanlar, ulusal geçmişi karalamada saf tuttular. Cumhuriyet ve devrimin tanıdığı tek kural, ortak; yurt, kültür, amaç, tasa ve kıvanç birliğindeki bir ulusun sosyal ve ekonomik eşitsizliklere karşı birleşmesiydi. Bu çaba özenle sürdürüldü. Ta ki, 1950’deki karşıdevrim sürecine kadar!.. Ondan sonra, “Zenginlik ve fakirliğin yaşamsal bir kader olduğu” topluma kabul ettirildi. İlerici süreç Günümüzde gelir dağılımında adaletsiz bir dengesizlik vardır. Serbest piyasa uygulamasıyla; yüzde 15’lik kesimin, yüzde 85 dolayındaki kitleyi bunalttığı bir Türkiye’deyiz. Ne diyor Nâzım Hikmet: “Benim; fakir, cesur, çalışkan ulusum…” “Halkçıdevletçi” ekonominin geçmişteki ekonomik büyüme hızı aşılamamıştır. Piyasanın “sosyal” tanımlı modelini seçenek olarak sunan siyasetler, liberalizmin başka versiyonudur. Bu ülkede devlet, halkına yabancıdır. Çünkü artık “sosyal” değildir. Kamu mallarını, satansavan politikalar egemendir. Cumhuriyet ve devrim örselenmiştir. İnsani erdemler törpülenerek bireycilikler sivriltilmiştir. Ülke suç laboratuvarıdır. Çıkarcılık, bencillik ve vurdumduymazlık egemendir. Ufak bir anlaşmazlıkta mahkemelere giden, silaha davrananlar gazete haberidir. Kadına saygısız, uyuşturucuya meraklı, kendini hep haklı sayan, ulusal değerleri yitik, kredi kartına sarılan, işsiz veya çalışmadan kazanmaya hevesli bir toplum yaratılmıştır. “Paramalcı” liberal politikalar, bu ülkeyi mahvetmiştir. Aydınlanma baltalanmıştır. Öğrenim; özel okul ve dershanelerin ticari hırslarına yönlendirilmiştir. Kamuoyunu yaralayan hukuksuz gelişmelere tanık olunmuştur. Adil yargı yerine, idarenin baskı kulvarı açılmıştır. Uluslararası ilişkilerde eşitlik ilkesi kalmamıştır. “Sevr” emperyalistlerinden bölücülük destekleri alanlar, ulusal bilinci darmadağın etmişlerdir. Artık; imtiyazlı, sınıflı, kaynaşmamış bir kitleyiz. Piyasaların iç ve dış sömürüsüne hedefiz. Uygulamada serbest piyasanın ikizi olan “sosyal” piyasa ekonomisi, kimilerince seçenek gibi şöyle öne sürülmektedir: “Ekonomide temel amaç, olanak olduğu kadar piyasadır. Devletin emtia ve hizmet fiyatlarını doğrudan denetim altında tutması, piyasaya uygun olmayan müdahaledir. Devlet, sisteme uygun olarak piyasa işleyişini bozmamak ve aksak rekabeti önlemek zorundadır.” Bu görüşün; “Ekonomik ve sosyal yaşamın sadece piyasa kuvvetlerince düzenlenmesini” isteyen 19. yy. liberal görüşünden farkı nedir? Çıkmazda olan piyasa ekonomisine müdahale etmeyen devlet kalmamıştır. “Seçenek” kaydıyla sunulan “sosyal” tanımlısı da doğasında halkçı ve adil olmadığından, serbest piyasayla uyuşmaktadır... Kamusal yaşama zarar veren aynı karakter etkindir. Öyleyse “istikrar” modeli, halkını; çalışma, sağlık, eğitim, barınma sorunlarında adaletli kanadı altına alarak “kula kulluğu” önleyen “halkçıdevletçi” uygulamadır. (*) C. Kayra: “Savaş, Türkiye, Varlık Vergisi” 2011 (**) Savaşta İnönü, C. Kazancı1959 (***) İkt. İşlt. ve Ekonomi D.2010 Şimdiler: Sonuç
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle