04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 TEMMUZ 2014 ÇARŞAMBA CUMHURİYET [email protected] SAYFA KÜLTÜR 17 u Son haftanın en çok ses getiren olayı Fazıl Say’ın çok yönlü yaratıcılığını ortaya koyan ‘Sait Faik’i Hatırlamak’ adlı yapıtı oldu. Festivalin dünyanın ünlü bestecilerine olduğu kadar bizim bestecilerimize de yapıt siparişi vermesi anlamlı ve kalıcı bir olay. ‘Sait Faik’ ses getirdi 42. İSTANBUL MÜZİK FESTİVALİ’NİN ARDINDAN 42. İstanbul Müzik Festivali ardında güzel renkler bırakarak sona erdi. Son haftanın izleyebildiğim konserleri arasında müthiş arpçı Xavier de Maistre, L’Arte del Mondo’nun barok müzik konserinde çok etkileyiciydi. Arp tınısı Aya İrini’ye çok yakışmıştı. Aynı sanatçıyı Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Hall’de değerli soprano Diana Damrau ile bir kez daha dinledik. O da romantik dönem dağarcığı ile çok iyi programlanmış bir konserdi. Günümüzün önde gelen piyanistlerinden Yuja Wang’ı bekleyenler, sanatçının geçirdiği kazayı duyunca düş kırıklığına uğradılar. Wang yerine Festival Buluşmaları serisindeki trio konsere piyanist Jerome Ducros katıldı. Kemancı Kirill Trojssov, çellist Gautier Capuçon ve Ducros’tan oluşan trio bu ilk buluşmalarında büyük coşkuyla çaldı, enerjileriyle salonu etkiledi. Doğal ki hepsi son derece yetenekli, işini bilen müzikçilerdi ama yıllanmış trioların aynı soluğu alıp veren aile atmosferi eksik kalmıştı. Piyanist Yuja Wang festivalin kapanış konserinin solisti olacaktı. Yerine çağrılan Alexander Romanovsky onun kadar tanınmadığı için kimi dinleyici biletini iade etti. Sanatçı, Sacha Goetzel yönetimindeki BİFO’nun eşliği ile Çaykovski’nin 1. Piyano Konçertosu’nu çaldı. Son derece temiz, kristal gibi ve olgunlaşmış bir yorumdu. Goetzel ve BİFO eşlikte zengin bir atmosfer yarattı. Zorlu Center Performans Sanatları Merkezi salonunda hangi köşeden daha iyi ses geliyor diye köşe kapmaca oynamak gerek. Kimine göre balkon altı en iyi yer. Kimine göre 15. sıradan sonrası, kimine göre balkon... Son haftanın en çok ses getiren olayı Fa Taksim: İstanbul’un Kalbi Tarihi boyunca hep İstanbul’un kalbi olan Taksim, Gezi Parkı Direnişi ile Kızıl Meydan, Tiananmen ya da Tahrir meydanları gibi dünya tarihinde simgeleşen meydanlardan biri olarak yakından izlenmeye başladı. Üstelik Taksim, diğer ünlü meydanlar gibi üzerinde siyasi eylemler, gösteriler yapılmasının yanında hakkında siyasi projeler gerçekleştirilen bir meydan da oldu. Bunların sonuncusu Başbakan Erdoğan’ın Gezi Parkı’na Topçu Kışlası’nı yeniden yaptırma projesidir. Topçu Kışlası henüz yapılamadı ama Erdoğan’ın kışlanın yeniden yapımını da içeren “Taksim Yayalaştırma Projesi” kısmen gerçekleştirildi. Trafiğin bir bölümü yeraltına alındı. Bu proje Danıştay’ın iptal kararı ile şimdilik durmuş gibi görünüyor. Taksim her türlü mitinge uygun boş bir beton alan halinde ama valilik hiçbir gösteriye izin vermiyor. Bugünlerde Beyoğlu Belediyesi’nin iftar sofraları Taksim’de kurulacak ama meydanda arkadaşlarınızla orucunuzu açmak isterseniz engelleneceksiniz. Bu da ileri demokrasinin “herkes yasalar önünde eşit değildir” anlayışının bir sonucu. Erdoğan’dan önce de birçok politikacı Taksim’i kendi siyasi görüşüne uygun olarak şekillendirmeye çalıştı. Muhafazakâr iktidarlarda hep gündeme gelen Taksim’e cami yapma arzusu da bunların en simgesel olanı. Taksim Meydanı adını, Belgrad Ormanları’ndan gelen suyun dağıtımını sağlamak amacıyla 1701’de III. Ahmet tarafından başlatılan 1731 – 1750 arasında I. Mahmut tarafından tamamlanan maksemden almış. Öncesinde Taksim “az ağaçlı geniş bir kırlık” olarak biliniyor. 18. yüzyılda bu alan “Ölüler Alanı” diye adlandırıl mış. Surp Agop Ermeni Mezarlığı, Müslümanların defnedildiği Ayaspaşa Mezarlığı, Gümüşsuyu’na inen yanda Jatolik mezarlığı ve Harbiye yönünde de Ortodoks ve Gregoryen mezarlıkları yer alıyormuş. Taksim’in eski halini canlandırmak isteyenler bu mezarlıkları da hatırlamalılar. “Ecdad” lafını ağzından düşürmeyenlerin atalarının mezarları ne oldu acaba? Mezarlığı yıkmaya başlayanın da söylendiği gibi İsmet İnönü değil Sultan Abdülmecid olduğunu anımsatalım. (bkz. “Taksim Meydanı eskiden mezarlıktı ve yapılan binaların akıbeti de tuhaf oldu”, Murat Bardakçı, haberturk.com, 2 Haziran 2013). Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde açılan ve 11 Ekim’e kadar devam edecek “Taksim: İstanbul’un Kalbi” sergisi Taksim Meydanı’nın öyküsünü fotoğraf, gravür ve haritalarla anlatıyor. Serginin girişinde Taksim Meydanı’nın tarihi kısaca anlatılıyor, ardından fotoğraf ve haritaları görmeye başlıyoruz. Taksim Meydanı’nın kuruluş tarihi olarak maksemin yapılışını almak gerekiyor sanırım. Pera’nın sınırı olan bu bölgeye önce askeri bir işlev kazandırılmış daha sonra da ilk şehircilik denemeleri yapılmış. Meydanın oluşması da bu modern şehircilik denemeleri ile bağlantılı. 1928’de Cumhuriyet Anıtı yapılıyor ve sonra anıtın çevresi modern bir meydana dönüştürülüyor. Meydan yapılırken de önce Topçu Kışlası’nın ahırları sonra da tamamı yıkılıyor. Gezi Parkı da İstanbul’u yeşille buluşturacak 18 kent parkının ikincisi. Şimdi polis dinlenme tesisi olarak kullanılan Atatürk Kültür Merkezi de meydanın önemli simgelerinden. 1946’da temeli atılmış 23 yıl süren inşaattan sonra 1969’da hizmete girmiş kısa bir süre sonra 1970’de yanmış ve 1978’de tekrar açılmış. Osmanlı başkenti Cumhuriyetin en büyük kentine dönüşüyor. Taksim Meydanı da Cumhuriyetin simgesi halini alıyor. “Taksim: İstanbul’un Kalbi” sergisinde Taksim Meydanı’nın kuruluşundan 60’lı yıllara kadar nasıl bir değişim yaşadığının fotoğrafları var. Çoğunu usta fotoğrafçı Selahattin Giz çekmiş, Suna ve İnan Kıraç Vakfı koleksiyonundan derlenmişler. 43 yıl Cumhuriyet’te görev yapan Giz’in eserlerine bakarken belgesel değeri olan fotoğrafların sanatsal bir nitelik taşıyabileceği de bir kez daha görülüyor. zıl Say’ın “Sait Faik’i Hatırlamak” adlı yapıtı oldu. Festivalin dünyanın ünlü bestecilerine olduğu kadar bizim bestecilerimize de yapıt siparişi vermesi anlamlı ve kalıcı bir olay. Üstelik bu yapıtları son derece üst düzey yorumcular çalıyorlar. Fazıl Say’ın yapıtını da işinin ehli sanatçılar çaldılar: Hakan Güngör (kanun), Derya Türkan (kemençe), Aykut Köselerli (perküsyon) ve Borusan Quartet. Klasik Türk müziğinin tınıları Batı müziğinin temel taşlarından bir yaylı çalgılar kuartetiyle birleştirilmişti. Özen Yula gibi bir ustanın yazıp sahnelediği yapıta iki soprano ve üç anlatıcı da devinim ve renk katıyordu. Belki de bir “sahne kantatı” diyebile cegimiz bu çalışma Fazıl’ın çok yönlü yaratıcılığına yeni bir örnek. Sait Faik ’e gelince: Modern Türk hikâyeciliğinin öncüsü olarak getirdiği yeniliklerle klasikleşmiş öykü tekniğini yıkmış bir usta. Doğayı ve sıradan insanın doğasını yalın ve içten anlatmış. Kendine özgü bir dil yaratmış, yapıtlarına anlık heyecanlar getirmiş. Sait Faik, Türk hikâyeciliğinin yeniliğe açılan dönüm noktası. Besteci, bu yapıtın yüzünü Divan müziğine çevireceğine, yine geleneksel müzikten renkler kullanarak daha derin bir polifonik doku işleyebilirdi. Ne de olsa Sait Faik bizim çoksesli topluma açılışımızın öncülerinden birisi! 21. İSTANBUL CAZ FESTİVALİ CRR’de Avrupa caz sahnesinden bir renk ustası: Tomasz Stanko Yalınlık ve doğaçlama SAMİ KISAOĞLU ‘Bütünşehir Yasası’ ile il özel idarelerinin kaldırılması Türk kazılarının ödeneklerini sıkıntıya soktu... Zorlukların yıldırmadığı, hayal kuran, kurduğu hayallerin sonuna kadar avukatlığını yapan bir trompet ustası 72 yaşındaki Polonyalı Tomasz Stanko. Avrupa’nın ilk “free jazz” trompetçisi olarak anılan Stanko, 1990’da dişlerini tamamen kaybetmesi sonucunda hayatı boyunca bir “leydi” olarak tanımladığı trompete bir süre ara vermek zorunda kalmıştı. Zaman içinde kendine özgü bir trompet ağızlığı geliştiren ve yetenekli bir diş doktorunun kendisi için yaptığı takma dişlerle trompete dönen Stanko o dönemde yeni bir ton oluşturmak için saatlerce süren nefes egzersizleri yapmış ve doğal diş ile çalamamanın olumsuz yanlarını kendisi için avantaja dönüştürmeyi başarmıştı. Polonya caz sahnesinin kalburüstü isimlerinin yanı sıra uluslararası caz arenasının da “crème de la crème” simalarıyla (Jack DeJohnette, Dave Holland, Reggie Workman, Lester Bowie, David Murray) çalışmalar gerçekleştirmiş olan Stanko sadece kendi adına 30’un üzerinde albüme imza atmış bir isim. Son olarak Polonya’nın Nobel ödüllü şair ve deneme yazarı Wislawa Szymborska anısına New York Quartet’i ile “Wislawa” (ECM, 2013) albümünü kaydeden sanatçı 73. doğum gününün bir hafta öncesinde İstanbullu caz dostlarıyla buluşacak. 21. İstanbul Caz Festivali’nin konuğu olarak yarın akşam saat 21.00’de Cemal Reşit Rey Konser Salonu sahnesinin misafiri olacak Stanko ile kariyerinin satır başları üzerine bir söyleştik. Polonya’da doğdunuz ve hayatınızın büyük bölümünü bu ülkede geçirdiniz. 1980’lerde ise kendi ülkeniz dışında, Hindistan ve ABD’de de çalıştınız. Son 5 senedir kısmen New York’ta Oy hesabı kazıları vurdu göre, iki hafta önce kazı başkanlıklarına bir ileti gönderilerek, “vergi dairesinden verANKARA İktidarın 30 Mart gi numarası almaları” istenyerel seçimler öncesi oy hedi. Ardından da başta Ziraat sapları yaparak Meclis’e sunBankası olmak üzere kazı başduğu ve 2012’de yasalaşan kanlarının bir bankadan hesap “Bütünşehir Yasası”, arkeaçtırması talep edildi. Başkanolojik kazıları vurdu. Yasayla lar uygulamayı yaptı. Ancak büyükşehirlerdeki il özel idauygulamaya bu kez de Mareleri kapatılınca Kültür ve Tuliye Bakanlığı’nın itiraz ettiği rizm Bakanlığı bu yıl kazılar için belirtildi. Maliye Bakanlığı’nın, ayrılan ödenekleri nereye yaKültür ve Turizm Bakanlığı’na tıracağı ve harcamaların nasıl gönderdiği yazıda, “Söz konuyapılacağı konusunda teredsu uygulamaydüt yaşıyor. Bala devlet bütçekanlık ödeneksinden ayrılan u Bakanlık, önceki leri nasıl yatıraödeneğin tüzel cağının hesabını yıllarda kazılar için kişilere değil, yaparken, Türk gerçek kişileayrılan ödenekleri arkeoloji kazıları re aktarılmasıda kazı başkanil özel idarelerine nın nerede ve larının “ödenek nasıl harcandıyatırıyordu. Onlar gelmediği için ğının tespitinin işçi çalıştıramakapanınca yaşanan yapılamayacadığı” gerekçeödenek karmaşası, pek ğı ve karışıklısiyle zorda. Bu ğa yol açacanedenle çalışma çok kazı çalışmasının ğı, bütçeyi de yapılamayan pek çok kazı alanı olbaşlamasını engelledi. zora sokabileceğini” belirttiduğu belirtiliyor. Türkiye, 30 ği dile getirildi. Mart yerel seçimlerine yeni Bakanlık en son ödeneği il bir oy hesaplama yöntemiykültür müdürlüklerine yönlenle gitmişti. TBMM’den 2012 dirme kararı aldı. Ödenek, il yılında çıkarılan “Bütünşehir kültür ve turizm müdürlükleYasası” ile büyükşehir ile yörince kazı çalışmalarına aknetilen illerin sayısı artırılmış tarılacak. Ancak bakanlığın ve bu illerdeki il genel mecödeneği yatırmada çektiği lisi uygulamasına da son vesıkıntı nedeniyle bugün pek rilmişti. Yasayla birlikte il özel çok yerde kazı çalışmalarıidareleri de kapatılmıştı. Banın başlayamadığı ve kazılarkanlık, önceki yıllarda, Türk da “ödenek gelmediği için kazıları için genel bütçeden işçi çalıştıramadığı” belirayrılan ödenekleri il özel idatildi. Bakanlık yetkililerinden relerine yatırıyordu. Kazı başCumhuriyet’e yapılan açıklakanları da il özel idareleri aramada da “Ödeneklerin dün cılığıyla harcama yapıyordu. itibarıyla il kültür ve turizm müdürlüklerine yatırılmaya deneği nereye başlandığı, sorunun en kıgöndereceğiz?’ sa zamanda aşılacağı” dile getirildi. Bakanlıktan edinilen bilgiye SELDA GÜNEYSU u 72 yaşındaki trompet ustası Stanko, yalınlığın yalnızca müzikte ve sanatta değil, her konuda çok önemli olduğu kanısında. Doğaçlama ise cazın en önemli yanı. da yaşıyorum. Hatta şu anda New York’tayım ama genel olarak Polonya’da yaşıyor ve tüm seyahatlerimi Varşova’dan yapıyorum. New York, müzisyenleriyle bu müziğin ana sahnesidir. Ayrıca, müzik şirketim ECM’de burada. Müziğin uluslararası olması çok önemli. Ben, pek çok şeyden ilham alırım. Sadece müzikten değil, sanatın her dalından. Görsel sanatlardan, mesela Amedeo Modigliani’nin çok büyük bir hayranıyım. Türkiye’ye daha önce birkaç kez geldiniz. Ülkenin müzikal zenginliğini keşfetme fırsatınız oldu mu? Evet, Türkiye’de birkaç defa bulundum ama çok iyi bildiğimi söyleyemem, bunu söylemek için gerçekten iyi bilmek gerek. Ama bu müzikten geçmişte çok ilham aldım. Kudsi Ergüner, bunlardan biriydi. Kariyerinizde Krzysztof Komeda, Edward Vesala, Cecil Taylor gibi pek çok önemli isimle çalıştınız. Hatta Polonyalı usta besteci ve şef Krzysztof Penderecki ile de. Bu ortak çalışmalar sizin müziğinizi nasıl etkiledi? Evet, pek çok isimle çalıştım, doğru. Penderecki ile yıllar önce bir performans gerçekleştirmiştik. Tabii ki özellikle Cecile Taylor ve tabii ki Komeda ile çalışmalarım beni oldukça etkiledi. Komeda ile çalışmaya başladığımda çok gençtim, 26 yaşındaydım ve ilk profesyonel konser çalışmalarımı onunla yaptım. Komeda’nın müziğinde özellikle lirizm ve dokunaklı ifadeler vardı. Ben, bu kombinasyonu seviyordum. Onun müziğinde “yalınlık” çok önemlidir. Bu, ondan öğrendiğim en önemli şeylerden biriydi. “Yalınlık”; müzik, sanat ve her konuda çok önemli. Yeni albümünüzden biraz söz edebilir miyiz? Albümünüzün yapım süreci nasıldı? “Wislawa”, üzerinde uzun süre çalıştığım bir albüm oldu. Onun ölümünden sonra, New York’ta bestelerimi ona adamaya karar verdim. Caz, doğaçlama bir müziktir ve kayıt yaparken hızlı çalışırız. İki gün kayıt sürer ve bir gün de ne yapacağımıza karar veririz. Bir sesi çok tekrar ederseniz, tazeliğini kaybeder. Doğaçlama bu müziğin en önemli yanı. (Bu söyleşinin gerçekleşmesine yardımcı olan Burak Sülünbaz’a teşekkür ederiz.) ‘Ö
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle