03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 TEMMUZ 2014 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ‘Eski’ ve ‘Yeni’ Türkiye Marmaray Ne Zaman Bitecek? M armaray projesi, İstanbul’un iki yakasındaki demiryolu hatlarını İstanbul Boğazı altından geçen bir tüp tünelle birleştiren 76 km’lik bir demiryolu iyileştirme ve geliştirme projesidir. Marmaray, hizmete açılan bölümüyle bile İstanbul için raylı sisteme dayalı toplu taşımacılığın güzel bir örneğini oluşturdu. Ancak ne var ki proje hâlâ bitmedi. Marmaray projesi HalkalıGebze arasında 76.3 km’lik bir güzergâhı içeriyor; açılan bölümü ise 13.6 km’den ibaret. Anımsanacağı gibi 29 Ekim 2013’te bu bölüm çok gösterişli törenlerle açılmıştı. Başbakan o gün Marmaray projesini, “Asrın Projesi” olarak tanımlamıştı. Tanımlama doğal ki çok abartılıydı. Asrın tamamlanması için önümüzde daha 87 yıl vardı; 87 yılda dünyada daha neler olacaktı kimbilir? Asrın bitimini bizim göremeyeceğimiz kesin; bugünün çocukları uzun yaşarlarsa belki görebilirler. O gün projenin yalnızca, Kazlıçeşme ile Ayrılık Çeşmesi arasındaki, 13.6 km’lik, 5 istasyonlu bölümü tamamlanarak işletmeye açıldı. Önümüzde daha KazlıçeşmeHalkalı ve Ayrılık ÇeşmesiGebze arasında tamamlanmamış 63 km’lik, 34 istasyonlu bir bölüm var. Denizi geçip karada boğulmak gibi bir durumla karşı karşıyayız. Şimdi soru şu: “Marmaray ne zaman tamamlanacak?” Boğaz’ı alttan demiryoluyla geçmek, eskiden de hayal edilmiş bir konuydu. Proje ilkin 1860 yılında Sultan Abdülmecid zamanında dile getirilmişti. Daha sonra 1902’de Sultan 2. Abdülhamid döneminde ABD’li üç mühendis Sarayburnu ile Salacak arasında işleyecek bir metro projesi sundu. Denizin dibine desteklerle tutturulacak bir tüp geçidin içinden üç vagonlu bir tren geçecekti. Osmanlı hükümeti o zaman bu projeyi tümüyle hayal ürünü olarak değerlendirmişti (1). u Marmaray’daki gecikme yalnızca dört yıldan ibaret değil. Projenin 63 km’lik banliyö bölümü hâlâ tamamlanamadığı için gecikme sürüyor. Aslında tamamlanmamış bölümde, çanakçömlek engeli de yoktu. Halkalı ve Gebze banliyö hatlarının düzenlenmesi bitirilen bölümle eşzamanlı olarak yapılabilirdi. Olmadı... Doğan Hasol bakan R.T. Erdoğan, 26 Şubat 2011 günü yakınıyordu: “Proje aslında 2010’a yetişebilirdi. Bize gecikmek yakışmaz, ertelemek yakışmaz. Sürekli, yok arkeolojik şey, yok çömlek çıktı, yok şu çıktı, yok bu çıktı ile önümüze engeller koydular. Bunlar insandan çok daha mı önemliydi? Yok kuruluydu, yok yargı Cumhuriyetin erken döneminde İstanbul planlamasının başına getirilen Fransız mimarşehirci Henri Prost’un da HaremAhırkapı arasına 2 km. uzunluğunda, raylı sisteme ve motorlu taşıtlara ayrı ayrı hizmet edecek iki katlı bir tüp geçiş önerdiği biliniyor. Marmaray’ın ilk adımları, yapılabilirlik etütleriyle 1987 yılı na arkeolog Mustafa Kaya’dan aktararak bakalım: “Marmaray kazılarında dünyanın en büyük antik limanlarından biri olan Theodosius limanı alanında surlar, ahşap ve taş iskeleler, mendirek, depo yapıları bulundu. Limanın içinde MS. 5. ve 11. yüzyıllar arasına tarihlenen 35 adet ahşap gemi ortaya lek söylemindeki hafifliğin çok ötesindeydi. Ayrıca doğrusu istenirse gecikmenin tümü “çanakçömlek”ten kaynaklanmıyordu. O günlerde uygulamanın gerçekte başka sorunlar nedeniyle durmuş olduğu konusu medyanın gündemine geldi: Marmaray’ın bir bölüm işlerini üstlenmiş olan Fransız şirketler ile ortakları olan yerli firma işi bırakmıştı. Marmaray’da yapım Nisan 2010’dan itibaren uzun bir süre bu nedenle durmuştu. Yazılıp çizilenlere karşın kamuoyu o konuda aydınlatılmadı. Şu anda Marmaray’daki gecikme yalnızca dört yıldan ibaret de S DOÇ. DR. HÜNER TUNCER na, Turgut Özal’ın başbakanlığı dönemine dayanıyor. Daha sonra etütler geliştirilmiş ve tüpgeçit yapımının finansmanı için Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanı, Bülent Ecevit’in başbakan olduğu dönemde Japonya ile anlaşmaya varılmıştı. “İstanbul Boğazı Tüpgeçit İnşaatı Projesi”nin finansmanı için Türkiye ve Japonya hükümetleri arasında imzalanan anlaşma 15 Şubat 2000 tarihli Resmi Gazete’de yer alıyordu. O anlaşmanın devamı olarak Marmaray’ın ihaleye çıkarılması AKP iktidarı dönemine rastlayacak, temel atma töreni 9 Mayıs 2004 günü yapılacaktı. İşin 2009 yılı sonunda biteceği bildiriliyordu. Ne var ki yapım gecikti. Baş sıydı… Bunlara takılıp kaldık. Üç sene bizi engellediler. Bundan sonra engel mengel tanımıyoruz, bedeli ne olursa olsun.” (2). İki yıl sonra 14 Mayıs 2013 günü yine aynı konuya değinerek, “Bakın biz içeriden vurulmasaydık dört yıl önce Marmaray’ı açacaktık ama bizi içeriden vurdular. Marmaray’ı bitiremedik” demiş (3). Başbakan sürekli olarak, kazılarda ortaya çıkan arkeolojik buluntulardan yakınıyordu. Uzunca bir süre başka birçok söylemde de arkeolojik buluntuların “çanakçömlek” olarak anıldığını ve gecikmedeki sorumluluğun hep o olguya yüklendiğini hatırlıyoruz. İstanbul’un geçmişine ışık tutan o buluntuların neler olduğu çıkarıldı. İstanbul dünyada en çok batığın bulunduğu yer olarak tescillendi. Kazılar sırasında birçoğu dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmamış (ünik) 40 bin adet obje ile yaklaşık 800 kasa dolusu anfora tespit edildi…” … “Liman dolgusunun altında İstanbul’un ilk yerleşimi ortaya çıkarıldı. Bu kazılar sonucunda İstanbul’da yerleşik hayatın MÖ. 6500 yılında (yani bundan 8500 yıl önce) başladığı tespit edildi.” (4). Kazılardan önce İstanbul yerleşimi 6000 yıl önceye tarihleniyordu, kazılar sayesinde, 8500 yıl önceye dayandığı belirlenmiş oldu. Çok özetlenmiş olarak arkeolojik bilanço böyle. Konu, çanakçöm ğil. Projenin 63 km’lik banliyö bölümü hâlâ tamamlanamadığı için gecikme sürüyor. Aslında, tamamlanmamış bölümde, çanakçömlek engeli de yoktu. Halkalı ve Gebze banliyö hatlarının düzenlenmesi, bitirilen bölümle eşzamanlı olarak yapılabilirdi. Olmadı... Marmaray iyi bir proje; bir an önce tamamlanmalı. 1. Çelik, Z., Değişen İstanbul, Tarih Vakfı, İstanbul, 1996, s.82 2. Marmaray/Vikipedi. 3. www.emlakguncel.com, 14 Mayıs 2013. 4. Hasol, D., Marmaray’a Ne Oldu?, YAPI dergisi, 353/Nisan 2011. Muhalefetin Cumhurbaşkanı Seçim Kampanyası u Muhalefet, seçmenlere sandığı sahiplenme çağrısı yaparak, ülke çapında ‘oyun’a gelme ‘oy’unu kullan kampanyası başlatabilir. Bu çalışmayı toplumsal bir seferberliğe dönüştürebilir. Eşitsiz koşullarda yapılacak cumhurbaşkanı seçiminde, devletin bütün olanaklarını kullanacak iktidar partisinin adayına karşı, muhalefetin tek dayanağı halkın gücü olacaktır. Mehmet Şakir ÖRS geride kalmıştır. Öncelikle, bu tartışmalı dönemin muhalefet cephesinde bırakabileceği olumsuzluklar giderilmelidir. Ayrılıklara, ayrışmalara, kırgınlıklara son verilmeli, muhalefetin bütün güçleri sahaya çıkarılmalıdır. karşın parlamenter sistemin, ülkemiz ve halkımız için daha uygun olduğunu düşünüyoruz. Muhalefet güçlerinin neredeyse tamamına yakın sayılabilecek önemli bölümünün de böyle düşündüğünü biliyoruz. Öyleyse, muhalefeti birbirine yaklaştırıp bütünleştirecek temel yönseme, parlamenter sisteme sahip çıkma ortak paydası olabilir. Muhalefetin seçim kampanyası böylesi bir zemin üzerine inşa edilebilir. Parlamenter sistemi mi tercih ediyoruz yoksa tek adamlığı mı? Bu soru seçmen için temel ayraç işlevi görebilir. Çünkü biz biliyoruz ki meclisteki muhalefet partileri ve meclis dışındaki muhalefet güçlerinin önemli bölümü, bu konuda ortak bakışa sahiptir. Bu ortak payda değerlendirilmelidir. Muhalefet güçlerinin cumhurbaşkanı seçim kampanyasında bir başka ortak paydası da cumhuriyetin temel ve çağdaş değerleri ile demokrasinin evrensel ilkeleridir. Parlamenter sistemi temel alan, cumhuriyet ve demokrasi değerlerini savunan bir manifesto, bu yaklaşımı taçlandırabilir. Bu manifesto, cumhurbaşkanı seçiminde oy kullanacak seçmene yönelik bir seçim bildirgesi olarak değerlendirilebilir. Otoriterliğe, tek adamlığa, başkanlık sistemine karşı olan; parlamenter sisteme, cumhuriyet ve demokrasi değerlerine sahip çıkan seçmenler aynı saflarda toplanabilir. Biz, seçmenin büyük çoğunluğunun, cumhuriyet demokrasi ve parlamenter sistem ekseninde buluşabileceğini öngörüyoruz. Böyle olmasını da diliyoruz. Adaylık tartışmaları ve iktidarın muhalefeti ayrıştırmaya, topluma kendi üstünlüğünü kabullendirmeye yönelik algı operasyonları, muhalif seçmende moral bozukluğu yaratmıştır. Bunun sonucu önemli bir muhalif seçmen kitlesi sandığa gitmeyebilir. Bu durumu tetikleyebilecek bir başka neden de elbette mevsim ve iklim koşullarıdır. Bütün bunlara karşın, muhalefet; seçmenlere sandığı sahiplenme çağrısı yaparak, ülke çapında ‘oyun’a gelme ‘oy’unu kullan kampanyası başlatabilir. Bu çalışmayı toplumsal bir seferberliğe dönüştürebilir. Eşitsiz koşullarda yapılacak cumhurbaşkanı seçiminde, devletin bütün olanaklarını kullanacak iktidar partisinin adayına karşı, muhalefetin tek dayanağı halkın gücü olacaktır. Ü lkemizde ilk defa halkın oylarıyla belirlenecek cumhurbaşkanının seçim sürecinde, deyim yerindeyse son düzlüğe girildi. Adaylar kesinleşti, tablo netleşti. Seçim kampanyaları başladı. Adaylık tartışmaları ile çok zaman yitiren muhalefet partileri için, önümüzdeki süreç yaşamsal derecede önem taşıyor. Kalan zamanın iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Belli çevrelerce kamuoyunda yapay olarak oluşturulmaya çalışılan, iktidar adayından yana sonucun şimdiden belli olduğu algısının tersine çevrilmesi önem taşıyor. Üstelik bu algı yaygınlaştırılıp pekiştirilerek, muhalif yurttaşların umutsuzluğa kapılarak sandığa gitmemesi isteniyor. Muhalefet, iktidarın bu oyununu bozmalıdır. Adaylık ve yöntem tartışmaları artık Sandık seferberliği Parlamenter sistemi savunmak Daha önce de yazmıştık, cumhurbaşkanı seçimi ile aslında sistem oylanacak. Siyasal iktidar ve onun adayı, ülkemize başkanlık sistemini getirmek istiyor. Cumhurbaşkanı seçimi bunun ilk adımıdır. Seçmen olarak cumhurbaşkanı mı seçiyoruz yoksa başkan mı? Ülkemizde bugünkünden çok daha beter bir otoriterliğe, tek adamlığa, diktatörlüğe yani başkanlık sistemine geçit verecek miyiz yoksa vermeyecek miyiz? Olayın özü budur. Biz, bütün eksiklik ve aksaklıklarına ayın Başbakan’ın, aşağılayarak ve dudak bükerek dile getirmekten usanmadığı “Eski Türkiye”, yani Atatürk Türkiyesi’nin nasıl olduğunu bir kez daha anımsayalım. “Saltanat kaldırılmış, Cumhuriyet yönetimi ilan edilmişti. Din ile devlet işleri birbirinden ayrılmış, laiklik ilkesi benimsenmişti. Dinin, politikaya alet edilmesi engellenmişti. Tarikatlar, tekkeler, dergâhlar, medreseler kapatılmıştı. “Eğitim millileştirilip, çağın ve ülkemizin gerekleri göz önüne alınarak düzenlenmişti. ‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir’ ilkesi temel alınmıştı. 600 yıllık Osmanlı döneminde yaşanamayan ‘Aydınlanma’ çağı yakalanmış, Türkiye’nin çağdaş devletler topluluğunun üyesi olmasını sağlayan devrimler, birbiri ardı sıra gerçekleştirilmişti. “Ümmet döneminden millet dönemine geçilmişti. İnsanımız kulluktan kurtarılıp, devlet karşısında haklarını savunabilen vatandaş durumuna getirilmişti. Ülkemiz yarı sömürge durumundan kurtarılıp, tam bağımsızlığına kavuşturulmuştu. Devletler topluluğunda ikinci sınıf bir devlet u “Dış politikamızda muamelesi görürken, ‘yurtta sulh, cihanda uluslararası topluluğun eşit bir üyesi hasulh’ ilkesi bir yana line gelmiştik. itilmekte, neredeyse “Ulusal ekonomi ve planlı kalkınma bütün komşularımızla dönemi başlatılmışsorunlar tı. Batı’dan tek bir yaşanmaktadır. kuruş borç almadan onurlu bir biçimde Ülkemizin uluslararası kendi ayaklarımızın toplulukta saygınlığı üzerinde durabilmehemen hemen hiç sini başarabilmiştik. kalmamıştır. Osmanlı Devleti’nin bütün borçları ödenmişti. Ülkemizdeki bütün yabancı kurumlar ile demiryolları millileştirilmiş, yeni yapılan demiryollarıyla ülkemizin dört bir yanı birbirine bağlanmıştı. “Sanata, kültüre, spora büyük önem verilmişti; çağdaş tiyatroyu, çağdaş müziği halkımıza sevdirme yolunda önemli adımlar atılmıştı. Onurlu ve tam bağımsız bir dış politika izlenmekteydi. Bütün komşularımızla dostça ilişkiler kurulmuştu. ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ ilkesi benimsenmişti. “Özellikle Batılı uluslar karşısında duyulan aşağılık duygusundan halkımız kurtarılmış, kadınerkek eşitliğini sağlamaya yönelik dev adımlar atılmıştı.” Şimdi de Başbakan’ın hedeflediği “Yeni Türkiye”nin nasıl olduğuna bir bakalım! “Din yeniden politikaya alet edilmiştir. Din sömürülmek suretiyle halkın oyları kazanılmaya çalışılmaktadır. “Milliyetçilik yerine ümmetçilik anlayışı ön plana geçirilmiştir. Eğitim yetersiz hale getirilmiş, din eğitimi ve imamhatip okulları ülkenin dört bir yanını sarmıştır. Tarikatların, tekkelerin, dergâhların, cemaatlerin, şeyhlerin yeniden ortaya çıkmalarına göz yumulmuş ve hatta bunlar özendirilmiştir. “Dindar ve kindar” kuşaklar yetiştirme amaç edinilmiştir. Kadınların toplumda yeniden ikinci sınıf vatandaş durumuna indirgenmesi teşvik edilmiş ve özgürlük adına kadınların örtünmesi özendirilmiştir. “Dış politikamızda ‘yurtta sulh, cihanda sulh’ ilkesi bir yana itilmekte, neredeyse bütün komşularımızla sorunlar yaşanmaktadır. Ülkemizin uluslararası toplulukta saygınlığı hemen hemen hiç kalmamıştır. “Üniversitelerin sayısı gereğinden çok artırılmış ve eğitimin kalitesi düşürülmüştür. “Adil olmayan bir adalet yürürlüktedir. İnsanların hukuka ve adalete hiçbir güveni kalmamıştır. İktidar tarafından devletin bütün kurumları ele geçirilmiş ve bu durumdan özellikle eğitim ve yargı kurumları büyük yara almıştır. “Ülkemiz dış borç almadan ayakları üzerinde duramaz hale getirilmiş, işsizlik ve yüksek enflasyon ülke ekonomisini hâkimiyeti altına almıştır.” İşte, “Eski” ve “Yeni” Türkiye’den bazı örnekler! Şimdi sizlere sormak isterim: “Eski Türkiye”de mi yoksa “Yeni Türkiye”de mi yaşamak isterdiniz? Karar sizin!!!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle