04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 HAZİRAN 2014 CUMA 2 HABERLER Madende Alınması Gereken Önlemler (2) Maden kazalarını minimuma indiren ülkelere bakıldığında, sorumluluğu birinci sırada devletin üstlendiği görülür. Ülkemizde ise durum bunun tersidir. Bir kaza olduğunda suçlamada ilk akla gelen bu sonuncu grup, yani teknik personeldir. Asıl fail durumunda olduğu halde, dikkat edilirse, hiçbir olayda devlet yasal bir ithama muhatap olmamaktadır. S Prof. Dr. ŞİNASİ ESKİKAYA / Maden Yüksek Mühendisi tekim, maden kazalarını minimuma indiren ülkelere bakıldığında, sorumluluğu birinci sırada devletin üstlendiği görülür. Oralarda sorumluluk sıralaması şöyledir: “Devlet+işveren+teknik personel.” Ülkemizde ise durum bunun tersidir. Bir kaza olduğunda suçlamada ilk akla gelen bu sonuncu grup, yani teknik personeldir. Asıl fail durumunda olduğu halde, dikkat edilirse, hiçbir olayda devlet yasal bir ithama muhatap olmamaktadır. Teşhis yanlış olunca, tedavinin de sonuç vermeyeceği aşikârdır. Kazaların olmaması için alınması gereken tedbirler bir bütündür. Bunları, ana başlıklar halinde bile olsa, böyle bir yazının içine sığdırmanın imkânı yoktur. Onun yerine, Batı ülkelerindeki, “alınması gereken önlemleri tek tek ele alıp sıralayan yüzlerce sayfalık yönetmeliklere” değinilmek yolu seçilmiştir. Bu ülkelerde devlet, taşıdığı sorumluluğun gereğini iki şey yaparak yerine getirmiştir. Bunlardan birincisi “madenlerdeki tüm faaliyetleri ve çalışma yöntemlerini” içine alacak şekilde, alınması ve uyulması gereken emniyet tedbirlerini, çok sade ve hiçbir farklı yoruma meydan vermeyecek bir açıklıkla ifade ederek kapsamlı bir “Madenlerde Alınacak ve Uygulanacak Emniyet Tedbirleri” yönetmeliği hazırlamıştır. İkinci olarak da madenlerdeki “çalışmaların bu yönetmeliğe uygun” olarak yürütülüp yürütülmediğini “ehil ve maden işletme deneyimli” müfettişler eliyle, düzenli olarak ve çok ciddi bir şekilde denetleyen bir “denetim sistemi” kurmuştur. Ülkemizde her iki husus da çok yetersizdir ve kazaların bir türlü bitmemesinin ana sebebi budur. Yani devletin görevini layıkıyla yerine getirmemiş olmasıdır. Bir örnek: Bizim 2013 yılında çıkan son emniyet yönetmeliğinde, yeraltı çalışmalarında alınacak emniyet tedbirlerine ayrılan kısım sadece 9 sayfa iken, Kanada mevzuatında aynı konuya tam 127 sayfa ayrılmış durumdadır. Kaldı ki bu 9 sayfa içindeki maddeler de çok genel ifadeli olup her yöne çekilebilecek niteliktedir. Mesela, madde 1/7’de “Her işyerinde veya işte güvenli çalışma yöntemleri uygulanır” ibaresi yer almaktadır. Bu “güvenli yöntemler” nedir? Açıklanmamış olup her işverenin kendi takdirine bırakıl oma faciasına yol açan olan unsurlar tartışılırken kazanın sebepleri, sadece görünen ve sonuçta tek başlarına önemli olmalarına ve sorun teşkil etmelerine rağmen, asıl eksikliğin yanında “ayrıntı” gibi kalan “taşeronluk, kiralama, teknik nezaretçinin ücretini işverenden almaması...” gibi hususlarla açıklanmaya çalışılırsa, temeldeki asıl yanlış gözden kaçmış olur. Bunlarla ilgili çözümler, bugünkü ana yetersizlik ortamı içinde, kısmi iyileştirmelerden öteye bir sonuç vermez. En yetkili ağızlardan çıkan “Bu facianın takipçisi olacağız. İhmaller, tedbirsizlikler, kusurlar tam olarak ortaya çıkarılacak ve gereken mutlaka yapılacak” şeklindeki sözler de yapılacak işlerin bu son kaza ile sınırlı kalacağı ve gene sorunun özüne inilmeyeceği endişesini doğurmaktadır. Zaten uzun uzadıya aramaya da gerek yoktur. Kusurun ne olduğu bellidir: “Devlet, üzerine düşen görevi yarım asırdan fazla bir süredir yapamamıştır ve durum bugün de böyledir.” Ülkemizin, maden kazaları sıralamasında çok uzun süredir dünyada en üst sıralarda yer almasının ana sebebi budur. Ni Önlemler bir bütündür mıştır. Önünde takip edilecek bir rehber olmadığı için, en iyi niyetli bir işveren bile, kendi bilgi seviyesinin izin verdiği ölçüde önlem almakta, eksik tedbirden dolayı bir kaza olduğunda da “Ben bütün önlemleri almıştım” diyebilmektedir. Halbuki Batı ülkeleri yönetmeliklerinde, her işin niteliğine göre bu önlemlerin neler olduğu, tüm işverenler tarafından aynı şekilde anlaşılacak bir sadelik ve açıklık içinde, tek tek sıralanıp sayılmıştır. Bu yönetmeliklerde zikredilmeye değer önemli bir husus daha vardır: Hemen bütün maddelerde muhatap olarak işveren alınmıştır. Yani yönetmelik, emniyet tedbirlerini almaktan işvereni sorumlu tutmuştur. Teknik personelin sorumluluğu, madendeki çalışmaların işveren tarafından alınmış olan emniyet tedbirlerine uygun olarak yapılmasını sağlamak ve yönetmelik tarafından kendilerine ayrıca bir yükümlülük verilmişse onları yerine getirmek şeklindedir. Bizim yönetmeliğimizde ise tedbirlerin kimin tarafından alınacağına dair bir açıklık yoktur. Madde 5. 2.1’de “Patlayıcı ortam oluşmasına ve birikmesine karşı tüm tedbirler alınır” denilmektedir. Tedbirlerin ne olduğunun belirsizliği bir tarafa, bunların kimin tarafından alınacağı da belli değildir. Mevzuatımızdaki bu yetersizlik ve muğlaklık, hem zaman zaman haksız suçlamalara neden olmakta hem de sorumluyu belirlemek açısından davaların gereksiz yere uzamalarına yol açmaktadır. Yönetmelikteki bu yetersizliğe ek olarak, ülkemizdeki denetim sistemi de istenileni vermekten uzaktır. Gerek denetim elemanlarının nitelikleri, gerekse fiili denetim açısından bu sistemin de Batı standartlarına uygun bir format içine alınması şarttır. Devletin üzerine düşen görevi tam olarak yerine getirdiği ve denetimin çok ciddi olarak yapıldığı ülkelerde bir işverenin, yönetmeliğin gereklerini yerine getirmekten başka çaresi yoktur. O kadar ki işvereni, tedbir eksikliğinden dolayı madeninin kapatılması ve/veya bir kaza olması halinde cezai/mali bakımdan bir yıkıma uğramamak için, çalıştırdığı mühendisleri “Aman, dikkat edin, eksik bir önlem bırakıp da başımı derde sokmayın” diye baskı altında tutmaktadır. Özetlemek gerekirse, gelecekte bu tür kazaların olmaması isteniyorsa devletin acil olarak, Batı ülkelerindekine benzer kapsamlı bir yönetmelik hazırlaması ve yine aynı nitelikte bir denetim sistemi oluşturması gerekmektedir. Bu yapılırsa gerisi zaten kendiliğinden düzelir. Ancak unutulmaması gereken husus “yönetmelik” ve “denetim sistemi”nin bir bütün olduğudur. Biri yetersizse, öbürünün mükemmel olması bir anlam ifade etmez. Devletin üzerine düşen bu asli görevi gereği gibi yapmaması halinde, aslında “önlenebilir” olan kazalar, uygulamada “beklenebilir” şeklinde bir nitelik kazanır. Taşeronlaşma ve ‘O Solo Mio’ Meclis’teki taşeronlaşma yasa tasarısı işçi dünyasında büyük tartışmalara yol açtı. Soma felaketinin temel nedeni olarak ortaya çıkan taşeronlaşma, ne yazık ki durdurulmuyor, tam tersine, yapısallaştırılıyor ve yaygınlaştırılıyor. Çalışma yaşamını tümden güvencesiz hale getirecek olan bu tasarıya karşı sendikalar ve sivil toplum örgütleri şiddetli bir muhalefet sergiliyor. Ama medya ve kamuoyu, kimisi kasten, kimisi ilgisizlik ve bilgisizlikten, bu konuya yeterince eğilmiyor. HHH İktidar durmuyor, toplumu derinden sarsacak olumsuz yapısal değişikliklerde son sürat ilerliyor. Örneğin, liselere geçiş sınavı tam bir kargaşa içinde... “Eğitimi İmamHatipleştirme” projesi çerçevesinde her bakana göre değiştirilen sistem, yaratılan kaos, çocuklarımızın ve ailelerinin hayatlarını karartıyor... Ama bu konuya da bir iki yazar dışında, medyada hemen hemen hiç değinen yok. HHH Aynı duyarsızlık, sanatı taşeronlaştıran TÜSAK yasa tasarısı konusunda da geçerli. İster devlet memuru olsun, ister serbest çalışsın, bütün sanatçılar bu tasarının sanatı katledeceği görüşünde. Dün, Opera ve Bale Genel Müdürü, ünlü orkestra şefimiz Rengim Gökmen’in bu konudaki eleştirilerini özetlemiştim... Sevgili Zeynep Oral da aynı konuyu yazmış, benim aktarmak istediğim bir ifadeye de değinmişti: Denizbank’ın, kültür ve sanat dostu Genel Müdürü Hakan Ateş, Rengim Gökmen için “Sanatımızın cesur yüreği” demişti. Bu ifade elbette Gökmen’i çok iyi anlatıyordu ama aynı zamanda Hakan Ateş’in zekâsını ve konuşma yeteneğini de yansıttığını belirtmeliyim. HHH Medyanın bu konudaki ilgisizliğinin nedeni, belki Gökmen’in konuşmasında aktardığı şu anekdot ile anlaşılabilir: “Bugün bir gazetede okudum. ‘Bir opera sürprizi’ diye bir yazı... Bir genç hafif müzik sanatçısı izleyicilerine sürpriz yaparak bir opera parçası söylemiş: O solo mio!” Gerçekten de medyamızın kültür düzeyi, sadece müzikte değil her alanda, Napoliten bir hafif müzik parçası olan bu güzel eseri (bazı okurlarım, Elvis’in “It’s Now or Never” yorumunu da anımsayacaklardır) bir opera şarkısı sanacak seviyede. Sonuç: Cumhurbaşkanı Seçimi ve Muhalefet T Mehmet Şakir ÖRS ürkiye yeni bir durumla karşı karşıya. Ağustos ayında cumhurbaşkanını halkımız seçecek. Oysa şimdiye kadar cumhurbaşkanı TBMM çatısı altında seçiliyordu. İlk bakışta olumlu bir gelişme gibi algılanan ya da algılatılmaya çalışılan bu durum, aslında parlamenter sistemin ruhuna aykırı. Kendi amaçları ve çıkarları için siyasal sisteme her türlü müdahaleyi yapmaktan çekinmeyen siyasal iktidar, parlamenter sistemin genleriyle de oynuyor. Parlamenter sistemin özüne ve ruhuna aykırı bir uygulamayı halkımıza dayatıyor. Üstelik bunu başkanlık sistemi denilen ve bizim toplumumuzun sosyal yapısıyla da, gelenekleriyle de hiç uyuşmayan bir sisteme geçmek için yapıyor. Bunu da açıkça itiraf ediyor. Birinci turu 10 Ağustos, ikinci turu 24 Ağustos tarihlerinde yapılacak cumhurbaşkanı seçiminin özü, halkın gözünden kaçırılmak isteniyor. Gösterilen adaylar arasından birisini cumhurbaşkanı seçmek gibi görünen ve gösterilen oylama, aslında siyasal iktidarın ve onun başının nihai hedeflerine ulaşması için bir geçiş noktası yapılmak isteniyor. Ağustos ayında yapılacak olan, bir cumhurbaşkanı seçiminden çok sistemin oylanmasıdır. Ülkemizde bugünkünden çok daha beter bir otoriter sisteme, tek adamlığa, diktatörlüğe yani başkanlık sistemine geçit verecek miyiz, yoksa vermeyecek miyiz? Olayın özü budur. Ülkemizde öteden beri uygulanagelen parlamenter sistem, bütün eksiklik ve aksaklıklarına karşın, ülkemiz ve halkımız için başkanlık sistemine göre çok daha uygundur. Bizim siyasal tarihimiz, demokrasi kültürümüz ve geleneklerimiz bakımından da temel gerçek böyledir. Sözün özü, ülkemize ve halkımıza dayatılmak istenen başkanlık sistemi, demokrasi yaşamımız için pek çok yeni riski ve tehlikeyi içinde barındırmaktadır. Başta anamuhalefet partisi CHP olmak üzere muhalefet partileri için, cumhurbaşkanı seçimine bu pencereden bakılmasının doğru olacağını düşünüyoruz. “Çatı aday”, “ortak aday” ve parti adaylarının kim ya da kimler olacağı tartışmalarının, bu temel yönsemenin dışında ikincil konular olduğuna dikkat çekmek istiyoruz. İşin özünü halkımızın gözünden kaçırmak isteyen siyasal iktidar, böylesi tartışmaları körükleyerek muhalefeti ayrıştırmaya, birbirinden uzaklaştırmaya çalışıyor. Oysa biz başta muhalefet partileri olmak üzere, halkımızın önemli bir bölümünün parlamenter sistemden yana olduğunu ve başkanlık sistemine geçişten endişe duyduğunu biliyoruz. Hatta iktidar partisi içinde bile bu endişeleri taşıyan siyasetçiler ve seçmenler vardır. Değişik zaman dilimlerinde yapılan kamuoyu araştırmaları da bu savımızı doğrulamaktadır. Öyleyse, bizce muhalefet bu temel ortak payda ve zemin üzerinde yükselebilir. Cumhurbaşkanı seçim kampanyasını bu yönseme temelinde oluşturabilir. CHP, MHP ve HDP seçmeni bu bakış açısıyla birbirine yaklaştırılabilir. Hatta başkanlık sistemi konusunda kafası karışık olan ve endişe duyan AKP seçmeninin bir bölümü bile kazanılabilir. Biz Cumhurbaşkanlığı seçiminin temel ikileminin ve sorusunun “demokrasi mi yoksa tek adam diktatörlüğü mü?” olacağını düşünüyoruz. Bu nedenle de halkın karşısına çıkacak muhalefet adayının ya da adaylarının, çoğulculuktan yana, parlamenter sisteme ve demokrasiye bağlılığı temel alan bir manifestoyla kampanya yürütmelerinin doğru olacağına inanıyoruz. Böylesi bir bakış ve yaklaşım, muhalefetin hareket alanını genişletecek ve pozitif bir kampanyanın önünü açacaktır. Ayrıca parlamenter sistemden yana pek çok farklı kesimi ve çevreyi birbirine yaklaştıracaktır. Birinci turda muhalefet partileri farklı adaylar çıkarsalar bile, ikinci turda, parlamenter sistemden, çoğulcu demokrasiden yana olanlar, ikinci tura kalan “demokrasi adayı”nın çevresinde buluşacaklardır. Sistem oylanacak Muhalefetin ortak paydası Yerçekimsiz ortam deneyimi yaşamak isteyenlerin hayali, Akbank Direkt'le gerçek oluyor. Zero G uçağıyla bu eşsiz deneyimi yaşamak için, siz de Haziran sonuna kadar Akbank Direkt’e giriş yapın, çekilişe katılma hakkı kazanın. Demokrasi manifestosu ve adayı Milli Piyango İdaresi’nin 16/05/2014 tarih ve 40453693255.01.02/16074125 sayılı izni ile Akbank T.A.Ş.’nin düzenlediği kampanya 20/05/2014 – 30/06/2014 arasında geçerlidir. 18 yaşından küçükler çekilişe katılamaz, katılmış ve kazanmış olsalar dahi ikramiyeleri verilmez. KDV+ÖTV hariç diğer vergi ve yasal yükümlülükler talihlilere aittir. Ayrıntılı bilgi için: www.akbank.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle