24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 MAYIS 2014 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER İ Ölümle Şakalaşmanın Yabanlığı Günümüzün siyasal iktidarının ve yöneticilerinin insanların varlığını ve düşüncelerini hiç umursamayan tavırları, ayrıca bu sevgisiz kayıtsızlığı, on yıl boyunca bu toplumun katlandığı dramların zaten bir parçasıydı. Bu yakınlarda, “ölüm” kadar vahim bir olguyu alabildiğine kaba şakalaşmaların konusu haline getirmek daha da ibret verici olmuştur. ERHAN KARAESMEN dır. Bunların yaklaşık yarısı, medya kanallarıyla tutuculuk yoğunluğu katmerlenerek beslenen dinle bağlantılı olguların ürünüdür. Bir bölümü, kentlere bazı gerici kırsal yörelerden göç ettirilen yurttaş kesimidir. Bu grup, sosyal yardım görüntüsüyle bedava Soma kömürleri, peynir, makarna, patates ve ekmek yardımlarından sebeplenen, kendilerinden hiçbir üretim beklenmeksizin sadece iktidar partisi mitinglerinde çığırtkanlık yapmaları ve seçimlerde firesiz oy kullanmaları planlanmış bulunan “bindirilmiş kıtalar” gibidir. Buna ek olarak, tüketim çılgınlığıyla uyutulmuş ve harç borç malmülk edinme hırsına kendini kaptırmış epeyce bir yurttaşın bulunduğu da bilinmektedir. Bu toplum kesiminin de bir iktidar değişimi halinde borç ödeme sürecine girilebileceği ve dolayısıyla AKP’ye mecburi bir bağlılık sergilediği bilinmektedir. Bu iki kesimden de yakın geleceğin seçimlerinde AKP’den oy kaymasına yol açması beklenemez. Ancak konjonktürel ve kesin politik tercih kararı yapmamış biraz daha kalabalık bir başka kesim de mevcuttur. AKP tabanının bu parçasından son seçimde birazı CHP’ye ve daha çoğu MHP’ye yönlenmiş oy kaybı olduğu gözlenmiştir. Gezi olaylarının da biraz etkisiyle seçme mekanizmasına yeni katılan en genç yurttaşların da birinci tercihinin AKP olmayacağı da tahmin edilebilir. Tüm bu unsurlar göz önünde tutulduğunda gelecek yılki seçimden demokratik yolla bir iktidar değişikliğine ulaşılması hayal değildir. Cumhurbaşkanlığı seçimini muhtemelen kendi tasarımı içinde yürütecek bir AKP’nin, önümüzdeki bir yıl boyunca topluma saçacağı öfke ve şiddetin yoğunluğu artabilir. Ayrıca toplumu karşıt gruplara dönüştürme ve “Alevi’’liğe karşı neredeyse hınçlı bir tavır sergileme arayışlarının devamı da mümkündür. Bu oluşumların da tahammül sınırlarını zorlamasıyla namuslu, duyarlı, yurtsever toplum kesimi daha da bilinçlenmiş olarak “yeter artık” deme sürecini yoğunlaştırarak yaşayacaktır. Bu gidişatı durdurmak bizim elimizdedir. Durdurulacaktır... nsan denen yaratık, uzun soluklu bir “evrim süreci”nin ürünü olup kapsamlı bedensel değişiklikler yaşayarak bugünkü haline gelmiştir. Ancak bu süreçteki en büyük gelişme insana “akıl’’ yetisinin kazandırılmış oluşudur. Aklın gündelik yaşamı kolaylaştırıcılığı ve uzun soluklu bireyseltoplumsal mutluluk kaynağı olarak kullandığı yaratıcılık göz kamaştırıcıdır. Bu pırıltının hafifçe gölgesinde gelişmiş çok anlamlı bir akıl öğesi de “mizah duygusu”dur. Hafif alaycı sözcük oyunları, vücut ve yüz hareketleri gülümsemelerin ve gülümsetmelerin kaynağını oluşturur. Ancak, ince ve derin bir düşündürtücülüğe dayanak oluşturan bu üstün duyguya her fani sahip değildir. Eskilerin ve daha yenilerin çılgın diktatörleri Neron ve Mussolini’nin yaşamları boyunca hiç gülümsememiş oldukları tarihin ayrıntıları arasındadır. Günümüzün hoyrat, asık liderlerinin mizahı ise “maden işçilerinin ölümüyle çok ilkel ve duyarsız bir şakalaşma” biçiminde kendini göstermektedir. Yenilerde zuhur eden bir “fıtrat” kavramının, ölümle pençeleşen insanların dramını, yaratılış ve yazgı kaderciliğine yapışarak dile getirmesi yakın zamanların en talihsiz ve haşin sosyal bir oluşumudur. Sonrasındaki gaddar fiziki ve sözel davranış bozuklukları da bunun üzerine tüy dikmiştir. Günümüzün siyasal iktidarının ve yöneticilerinin insanların varlığını ve düşüncelerini hiç umursamayan tavırları, ayrıca bu sevgisiz kayıtsızlığı, on yıl boyunca bu toplumun katlandığı dramların zaten bir parçasıydı. Bu yakınlarda, “ölüm” kadar vahim bir olguyu alabildiğine kaba şakalaşmaların konusu haline getirmek daha da ibret verici olmuştur. Haraç rüşvet mekanizmalarıyla, vakıf oyunlarıyla çok büyük paraları çok rahat kazananlar için, emeğini neredeyse bedavaya satarak çok ağır yaşam koşullarına razı olanlar hiçbir gönül acısı yaratmayabilir. Ama bu toplumda, vicdanlı, duyarlı, yurt ve insan sevgisiyle dolu küçümsenemeyecek sayıda başka insanlar da vardır. Onların oluşturduğu toplum kesimlerinin gittikçe daha faz Cumhurbaşkanı Adaylarım Cumhurbaşkanı kim olmalı? Bu sorunun yanıtını verirken önce, “Nasıl bir cumhurbaşkanı olmalı?” diye düşünmek gerek. HHH Utku Çakırözer, 26 Mayıs’ta yazdığı, her zamanki gibi yeni haberler ve bilgiler içeren yazısında, Cumhuriyet Halk Partisi’nin yaptığı anket ve temaslardan nasıl bir cumhurbaşkanı profilinin çıktığını şöyle özetledi: Kucaklayıcı... Halkın içinde olan... Siyasi kimliği fazla ön plana çıkmayan... Toplumdaki gerilimi düşürecek... Çatışmayı önleyecek... Hukuku üstün gören... Devlet dengelerini koruyan... Uluslararası alanda Türkiye’yi temsil edebilecek... HHH Hiç kuşkusuz bu özellikler önemli, gerekli, ama yetersiz... Halkın doğrudan seçeceği, dolayısıyla yetkileri ve sorumlulukları artmış bir cumhurbaşkanı için aşağıdaki özelliklerin de önemli olduğunu düşünüyorum: Çok başarılı işlere imza atmış, becerikli... Bu başarılarıyla umut veren... Dürüst, çalmayan, yalan söylemeyen... Geçmişteki yalpalamayan duruşuyla güven veren... HHH Ne yazık ki bütün bu özellikler de gerekli ama yeterli değil... Adayın kazanma olanağı, yani geniş kitlelerden oy alabilme potansiyeli çok önemli... Bu “reel politik dayatma”, soldan da sağdan da oy alabilecek bir adayın belirlenmesini zorunlu kılıyor. HHH Benim bütün bu ölçütlere göre uygun görünen iki adayım var: Prof. Mehmet Haberal. Prof. Yılmaz Büyükerşen. HHH Hiç kuşkusuz kazanabilecek bir aday ancak muhalefetteki siyasal parti liderlerinin uzlaşmasıyla belirlenebilir... Dilerim uzlaşırlar ve kazanabilecek bir aday üzerinde ittifak ederler. la aşağılanmaya artık tahammülü kalmamıştır. Bu gidişe bir “dur” demenin zamanı, kesinlikle gelmiştir. Bu gidişi değiştirmek bizim elimizde Ağızları salyalı, vicdanları kömürden daha kara çıkarcılar ve ihanet sergileyegelen bir yandaş medya son yerel seçimlerin iktidar zaferiyle sonuçlandığını çığıradursun. Aslında AKP’de belli bir çözülmenin işaretleri yaşanmıştır. Yakınlarda Cumhuriyet’te yayınlanan dizi yazılarımızda yaptığımız bazı saptamaları özetleyerek konuya farklı bir açıdan girelim. 2011 genel milletvekili seçimlerine göre iktidar partisi bu son ulusal seçimde, 2 (iki) milyona yakın oy kaybetmiştir. Bu, son üç yıl içinde yüzde 6.5’lik bir puan gerilemesiyle yüzde 43.5’e düşülmesi sonucunu doğurmuştur. Yeni seçim ku rallarına göre belediye meclis üyelerine ve kişi olarak belediye başkanına verilen oylar arasında farklar çıkmaktadır. Ancak, gelecek yılın genel milletvekili seçimi için oy oranı göstergesinin yüzde 43.5 olduğu, yandaş medyanın sahiplendiği yüksek oranların hayal niteliği taşıdığı bilinmektedir. Aslında, AKP’nin mevcut Milletvekili Seçim Yasası uyarınca mutlak çoğunluğu hâlâ sağlayabileceği ve 275’ten fazla milletvekili çıkarabileceği anlaşılmaktadır. Ama bir milyon (1.000.000) daha oy kaybederse, AKP’nin o sihirli 275 rakamını tutturması artık mümkün olmayacaktır. Buna göre, “bir milyon”luk gücü kalmıştır. Ülkenin namuslu, yurtsever toplum kesiminin bu süreçte hiçbir şekilde karamsarlığa kapılmadan alabildiğine diri ve uyanık kalması gerekmektedir. İktidar cenahının kendi tabanında, çok sıkı kontrol ettiği bir seçmen kitlesi var ‘İz’inde miyiz, ‘İzinde’ miyiz, Göreceğiz... C TUNÇ TAYANÇ umhuriyet Halk Partisi’nde yönetici, hatta üye olsun olmasın, kendilerine ister “sosyal demokrat”, ister “laik”, ister “ulusalcı”, ister “Atatürkçü”, ister “Kemalist”, ne derlerse, ne denirse densin, genellikle “kentli orta sınıf”tan olanlarda, yıllardır her “seçim” sonrasında kolaylıkla gözlemlenen bir “düş kırıklığı” oluşuyor. Kimi zaman, kamuoyu yoklaması yapan araştırma şirketlerinin, kitle iletişim araçlarının ga zına geliyorlar, oyların yüzde 2530’unu alacaklarını düşünüyorlar, kimi zaman kendileri önlerine bir çıta koyuyorlar, sonuç fark etmiyor: Öngörünün, konulan çıtanın, beklentinin, diyelim ki 1 puan gerisinde kalınsa dünya başlarına çöküyor; bir karamsarlıktır başlıyor. Öyle böyle bir karamsarlık değil; hem kendilerini hem de çevrelerindeki yiyip bitiren, salgın bir hastalık gibi yayılan bir çöküntü... 30 Mart 2014’teki yerel seçim sonrasında da bu “hastalık” yinelendi. Ağustos 2014’te, şunun şurasında üç ay ya var ya yok, önce 10 ağustosta birinci tur, adaylardan hiçbiri “seçmenlerin değil, kullanılan oyların de ğil, geçerli oyların” yüzde 50’den çoğunu alamaz, bir başka deyişle “salt çoğunluğu” elde edemezse, en yüksek oyu alan iki aday için 24 Ağustos’ta ikinci tur “halkoylaması” yapılacak ve ikinci turda “geçerli oylar”ın çoğunu alan Türkiye Cumhuriyeti’nin 12. cumhurbaşkanı olacak. Ağustos, genellikle Türkiye’deki orta sınıfın “seçmen kütüğüne yazılı olduğu ikametgâhı” dışında, yaz aylarının geçirildiği yerlerde bulunduğu bir zaman dilimini oluşturmaktadır. Bu nedenle de, çevrenizde şöyle sözler çok duyuluyordur: “Geçen seçimde oy kullandım da ne işe yaradı ki?” (Kullanmasaydı ne olacaktı acaba?) “Yok arkadaş, o tarihte yurtdışında çok önemli işim var! (Örneğin konsere ya da festivale gidilecektir.) “Onca yolu gelemem.” (Bu sadece seçim söz konusu olduğunda ortaya çıkan bir bahanedir nedense.) “Birinci turda kullanırım, ikincide benden paso!” (Birinci tur seçim de, ikincisi değil sanki...) “Birinci turun sonucuna göre, ikinci turda kullanırım belki.” (İş işten geçmiş olabilir) vb. İşte AKP’nin hesapları içinde bu tür “söylemler”in “eylem”e döneceği varsayımı da önemli bir yer almakta ve cumhurbaşkanı adayının “birinci turda seçilmesini sağlama”nın yolları aranmaktadır. AKP’nin bu konudaki beklentisi: (i) CHP’ye oy vermesi beklenen seçmenlerin belli bir bölümünün oy kullanmayacağı, (ii) AKP’ye oy vermesi beklenen seçmenlerin büyük ölçüde sandık başına gidecekleri/getirilecekleri, (iii) Böylece “geçerli oylar” içinde AKP’nin oy oranının yükseleceğidir. Bu yükselmenin yüzde 50’yi geçip geçmemesi, yani AKP adayına Çankaya Köşkü’nün kapısının birinci turda açılabilmesi (i) CHP’ye oy vereceklerden ne kadarının sandık başına gitmeyeceğine, tersine, (ii) AKP’ye oy vereceklerin de ne kadarının sandık başına getirilebileceğine bağlıdır. Ayrıca, AKP’nin bel bağladığı bir başka seçmen kitlesinin, ilk kez bulunduğu ülkede oy kullanabilecek olan yurtdışındaki TC yurttaşları olduğunun da göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Açıklamalara göre, 500’den çok seçmen bulunan 56 ülkede seçim yapılacaktır ki, bu 2.7 milyon dolayında bir seçmen anlamına gelmektedir. Söz konusu kitlenin oy kullanabilmesi için “yurtdışı seçmen kütüğüne kayıtlı olunması”, bunun için de “adres bildiriminde bulunulması” gerekmektedir. Geçmiş deneyimler, bu konuda da AKP’nin diğer siyasal partilere göre daha etkin çalışacağını, böylece AKP’ye oy vermesi beklenenlerin yurtdışı seçmen kütüğüne yazılmasının sağlanacağını varsaymak gerçekçi olacaktır. AKP’nin üst düzey yöneticilerinin çeşitli konuşmalarda “adayımız birinci turda seçilir” demelerini sadece bir “moral aşısı” olarak okumamak gerekir. İş lafa geldiğinde mangalda kül bırakmayan “kentli orta sınıf”ın “İz”inde olmaktan çok “İzinde” olmalarına ilişkin beklentilerinin yansıması olarak da okumak gerekmektedir. Bu beklentiyi boşa çıkarmak, büyük bir olasılıkla, her siyasal partinin kendi adayını göstererek katılacağı, 10 Ağustos 2014’te yapılacak birinci turda en geniş katılımın sağlanarak AKP adayının “geçerli oylardan alacağı pay”ın 30 Mart 2014 yerel seçiminde belediye meclisi için aldığı oy oranı olan yüzde 42.87’nin ki 17.802.976 oydur altında bırakılmasına bağlıdır. “İzinde” olmanın değil, “İz”inde olmanın zamanıdır...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle