07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 MAYIS 2014 CUMA CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR S O N Ü Ç GÜN: S A KIN GEÇ KA L M A Y I N! 15 67. CANNES FİLM FESTİVALİ’NDE DÜNYA GERÇEKLERİ Sahi saat kaç? Muhteşem! Olağanüstü! Yaratıcı! Çarpıcı! Vurucu! Şaşırtıcı! Baştan çıkarıcı! Hipnotize edici! Büyüleyici! SALT Beyoğlu’ndaki “The Clock” (Saat ) adlı olaydan söz ediyorum. (Film, video, eser, iş , “kolaj”, gibi sözcükleri beğenmedim, ondan “olay” dedim.) 24 saat boyunca hiç aralıksız izlenebilecek, daha doğrusu yaşanabilecek bir olay, yaşanması gereken bir deneyim. Eğer bugüne dek görmediyseniz, benden söylemesi son 3 gününüz kaldı: Bugün, yarın ve pazar günü. 25 Mayıs son gün. Evet evet, İsviçreli babadan, Amerikalı anneden doğma (1955) dünya vatandaşı sanatçı Christian Marclay, bir büyücü! Ses, müzik, gürültü, plastik sanatlar, fotoğraf, film, video sanatları arasında gide gele, bunları birbiriyle ilişkilendiren bir sanatçı. 2010 tarihli sıra dışı eseri “The Clock” Venedik Bienali’nde büyük ödülle taçlandırılmıştı. Sinema tarihindeki binlerce filmden aldığı minicik parçaları, yeniden düzenleyerek 24 saatlik yeni bir kurgu gerçekleştirmiş sanatçı. İçinden saat geçen sahneler... Kol saati, çalar saat, masa saati, guguklu saat, dijital saat, saat kulesi, garlardaki, vapur iskelelerindeki, alanlardaki saat görüntüleri... “Şimdi saat kaç”, “geç kaldın”, “erken geldin” diyalogları... Kronolojik olarak ilerleyen ve sergilendiği ve gösterildiği yerin, yörenin gerçek zamanıyla birlikte ilerleyen bir kurgu. Yani perdede saat bir iken İstanbul’da da saat bir. Perdede saat biri beş geçiyor, on geçiyor, yirmi geçiyor, ikiye çeyrek var, vb... Sizin kolunuzdaki ya da cep o kaçınılmaz sona doğru ilerliyoruz... Bana soracak olursanız Christian Marclay, amacının ötesine bile geçmiş. Sanatçı sinema sanatının farklı dönemleri, türleri, biçemlerini bir araya getiriyor. Bunu yaparken film sahnelerini orijinal içeriğinden ve orijinal sesmüzik düzeninden koparıyor. Görüntüler üzerine sanatçının kurguladığı müzik ve ses çok etkileyici. Ve sonuçta çarpıcı bir anlam bütünlüğü ve müthiş bir gerilim sağlıyor. Beyazperde sizi adeta içine çekiyor. Şimdi ne olacak diye mıhlanıp ayrılmak istemiyorsunuz perdenin önünde. Geçmişle gelecek; düşüncelerle duygular; anımsamalarla çağrışımlar arasında yolculuktasınız! (Günün ve gecenin istediğiniz saatinde girip istediğiniz an çıkarak izliyorsunuz. Ben Venedik Bienali’nde sabah saatlerini izlemiştim. Bu kez öğleden sonra ve akşam saatlerini izleyebildim.) Bu benzersiz deneyimi yaşarken ve sonrasında içime yerleşen duygu ve düşünce şuydu: Zaman sadece saatle ölçülmüyor. Zaman beklemeyle, umut etmekle, düş kırıklıklarıyla da ölçülüyor. Korkularla, sevinçlerle, aşklarla, kahırlarla... Gelip geçici olduklarını bilmeyen diktatörlerle... Bir ömre bedel dostluklarla, dayanışmayla, kucaklaşmayla, sevişmelerle... Bir dokunuşla... Bir bakışla... Bu deneyimin izleyicide yarattığı çağrışımlar şelalesine (Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Beckett’a, Virginia Woolf’tan Melih Cevdet Anday’a) yerim kalmadı. SALT Beyoğlu’na ve bu olayı destekleyen SAHA’ya teşekkürler! ‘Şimdi ne olacak?’ “Toprağın Tuzu” Zamanın durmaz ilerleyişi telefonunuzdaki saat de o anda o saati gösteriyor. (Rüşvet saatleri konumuz dışındadır.) Ama sanatçının amacı size şimdi saatin kaç olduğunu söylemek ya da İsviçre dakikliğine methiye değil elbet. Amacı zamanın durmak bilmez ilerleyişini iliklerimize işlemek, bunu irdelememizi sağlamak... Bunu gerçekleştirmek için zamanı simgeleyen, zamanı (sözde) bildik kılan, zamanı denetime alma çabamız olan saati kullanmış. Sinema tarihine yönelttiği müthiş bir saygı ve sevgi duruşuyla... Laurence Olivier’nin (Hamlet) elinde tuttuğu kafatası da Humphrey Bogart’ın sigarasından çektiği nefes de Romy Schnider’in çocuk yaşındaki görüntüsü de “Koş Lola Koş”un müziği de ve perdedeki daha binlerce an, “Ey Zaman Gitme Dur” diye haykırıyor bize. Ama tık, tık, tık, tık, tık... Saatler durmuyor. Hepimiz Cannes’da yaşam kavgası Dönelim Dardenne kardeşlere, “İki Gün Bir Gece” ile yine başarılı bir toplumsal siCANNES Yaşam bir kavnema örneği sunuyorlar. İşini gadır. JeanPierre ve Luc kaybetmek üzere olan BelçikaDardenne’in vurguladıkları lı genç kadının, bir hafta sonu gibi, gelişmiş demokratik topboyunca verdiği kavgayı sahlumlarda bile ekmek kavgasıdır önce ve bu kavgada başarılı neye koyuyorlar. Hasta olduğu dönemde, 17 olabilmek için özellikle kürekişilik ekiple yaptıkları üretisel liberal ekonominin egemen min, 16 kişiyle de yürütülebilolduğu bir dönemde bireysel diğini gören işveren, küresel redireniş yetmez; birlik ve dayakabete direnebilmek için Manışma ruhu gerekir… rion Cotillard’ın başarıyla yozun soluklu politikalar rumladığı Sandra’yı, “Onu işBazı yörelerde, ekmek kavten çıkarmazsak, sizin yılgasının yanı sıra, su kavgası da lık primlerinizi kaldırmak zoyaşamsaldır. Wim runda kalırız” şanWenders’in, “Betajıyla ekipteki diu Wim Wenders, lirli Bir Bakış” ğer arakadaşlarına da “Toprağın Tuzu” bölümünde su“onaylatarak” kapıbelgeselinde, nulan son dereya koymaya karar vece çarpıcı ve etrir… uluslararası bir kileyici belgesel Yıkılan genç kadın, seferberliğe filmi “Toprağın eşinin ve iki arkadaçağırıyor insanlığı. şının desteğiyle diTuzu”nda vurguladığı gibi, bu teNaomi Kawase, renmeye karar verir. mel kavganın baizleyiciyi, doğanın Yeniden, bu kez gizşarısı için, dayali oylama yapılmasıbüyüleyici nışma ruhunun nı sağladıktan sonra, korkunçluğuyla ötesinde uluslarabir hafta sonu boyunrası bir seferberliyüz yüze getiriyor. ca kapı kapı dolaşağe, doğal dengeDardenne Kardeşler, rak, iş arkadaşlarını, leri yeniden kuraprimlerinden vazge“İki Gün Bir cak ileri görüşlü, çerek onun lehine oy Gece”de, çarpıcı uzun soluklu kürevermeye ikna etmeye sel politikalara ihbir ekmek kavgası çalışır… tiyaç vardır… MEHMET BASUTÇU ‘Ödünç Eros Başı’na vize SELDA GÜNEYSU U ANKARA Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın iadesini istediği, 1883’te İngiltere’ye kaçırılan, paha biçilemez değerdeki Eros Başı tarihi eseriyle ilgili olarak Londra’daki Victoria&Albert Müzesi’nin öne sürdüğü “uzun süreli ödünç olarak geri verme” koşulunu, “süresiz ödünç olarak geri verme” şeklinde değiştirilmesi durumunda kabul edeceği belirtildi. Londra’daki Victoria&Albert Müzesi yetkilileri, geçen günlerde, Türkiye’nin iadesini istediği Eros Başı’nı “Türkiye’ye uzun süreli ödünç olarak geri vermeyi arzu ettiklerini, ancak bunun koşulları konusunda henüz bir anlaşmaya varılmadığını” açıklamışlar ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’na, Türkiye’nin “eserin yasal mülkiyetinin müzede olduğunu kabul Kültür ve Turizm Bakanlığı’ın Londra’daki Victoria&Albert Müzesi’nin öne sürdüğü “uzun süreli ödünç olarak geri verme” koşulunu, “süresiz ödünç olarak geri verme” şeklinde değiştirilmesi durumunda kabul edeceği belirtildi. etmesi” koşulunu sunmuşlardı. Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ise müzenin koşulu karşısında Cumhuriyet’e bir açıklama yaparak, “Bizim dönemimizde de yapılan böyle bir öneriyi geri çevirdik. Çünkü bu kötü emsal teşkil eder. Diğer müzeler de bize ait olan eserlerin mülkiyetinin kendilerinde olduğunu kabul etmemiz konusunda bu koşulu bize örnek gösterebilirler. Örneğin iadesini istediğimiz ‘İhtiyar Balıkçı’ heykeli de var, onda da bu şartı koşabilirler” diyerek koşulun Türkiye’nin tarihi eserler konusunda elinin kolunun bağlanacağını dile getirmişti. Günay, bakanlığı döneminde sadece Penn Müzesi’nin Troya Hazineleri’nin iadesi konusunda bir koşul kabul ettiklerini, anlaşma maddesine de “Troya Hazineleri’nin ancak Türkiye’nin geri vermesi halinde iade edileceğini, geri verme zamanını da Türkiye’nin belirleyeceği” ifadesini koyduklarını da ifade etmişti. Bu gelişmelerin ardından bakanlığın, Eros Başı ile ilgili olarak Victoria&Albert Müzesi’nin koşullarını nasıl değerlendirdiği ve ne tür bir girişimde bulunacağı merak konusu olmuştu. Bakanlıktan Cumhuriyet’e verilen bilgiye göre, Kültür Varlıkları Müzeler Ge ‘Süresiz ödünç’e varız nel Müdürlüğü, müzenin öne sürdüğü “uzun süreli ödünç olarak geri verme” koşulunun “süresiz ödünç olarak geri verme” şeklinde değiştirilmesinden yana. Ancak bu koşulun kabul edilmesi, Türkiye’nin, müzenin öne sürdüğü bir diğer “Türkiye’nin, eserin yasal mülkiyetinin Londra’daki müzede olduğunu kabul etmesi” koşulu karşısında elini kolunu bağlıyor; iade anlaşmasını bypass ediyor. Bakanlıkta, eserle ilgili olarak ağırlıklı görüş, Troya Hazineleri’nin iadesinde olduğu gibi, anlaşma maddesine, “eserin ancak Türkiye’nin geri vermesi halinde iade edileceği, geri verme zamanını da Türkiye’nin belirleyeceği” şeklinde bir ifadenin eklenmesi gerekeceği şeklinde ifade ediliyor. Aksi takdirde Eros Başı Türkiye’ye sadece “ödünç” verilmiş olacak. korkunç gücü… Yerkürenin birçok bölgesinde, güzelim doğanın zaman zaman tüm canlıları tehdit eden yüce şiddetine karşı da yaşam kavgası verilir… Japon kadın yönetmen Naomi Kawase, Altın Palmiye adayı “Still the Water” ile Pasifik’teki bir adaya davet ediyor izleyicisini. Her gün o güzelim kıyıları döven güçlü dalgaların, zaman zaman patlayan tufanların, gürleyen gökyüzünün, o ada sakinlerinin yaşamlarını nasıl etkilediğini, giderek ruhlarını nasıl biçimlendirdiğini, sert bir şiirsellik içeren sağlam estetik duruşu gerisinde, destansı bir yalınlıkla anlatıyor. Doğanın öyküsü sunuyorlar. Sandra’nın bilinci Yeni oylama 8’e karşı 8 çıkınca, işveren, “Tamam Sandra, sen atılmıyorsun; üstelik, bir arkadaşınızın yakında süresi dolacak olan geçici kontratını yenilemeyerek, primleri de kesmeden sorunu çözmüş oluyoruz” der. Sandra, anında geri çevirir bu teklifi. Dayanışma ruhundan taviz veremeyeceğini ifade eder. Artık daha güçlüdür. İki gün boyunca verdiği savaş özgüvenini artırmış, bilincini keskinleştirmiştir... “İki Gün Bir Gece” Dardenne kardeşlere 3. kez Altın Palmiye kazandıracak kadar olağanüstü olmasa da, ödül listesinde, örneğin Marion Cotillard ile yer bulabilecek önemli bir film. DURUŞMA HAZİRAN’A ERTELENDİ Gezi kitabına hapis istendi li olarak müşteki hakkında 218. sayfasında “Eşek olma halkı dinle”, 220. sayfasında “Totoş Tayyip”, 221. sayfasında “İstifa et şerefsiz”, “Münafık Tayyip suç sende değil seni doğuran ananda” şeklinde nesnel bir açıklama ile desteklenmeyen ve ayrıca müştekinin toplum ve bulunduğu çevre içerisinde onur ve şerefini doğrudan zedeleyici söz ve nitelendirmelerde bulunulduğu iddia edildi. Mütalaada, “Doğrudan hakaret niteliğindeki bu sözlerin kitabın bu bölümünde sıkça tasdikler mahiyette tekrar edildiği, hiçbir kısıtlama ve özellikle hakaret niteliğindeki bu sözlerin kamufle edilmediği anlaşılmıştır” denildi. Mahkeme duruşmayı 17 Haziran’a erteledi. İstanbul Haber Servisi Gezi Parkı eylemleri ile ilgili hazırladığı kitapta duvar yazılarına ve sloganlara yer veren Erol Özkoray hakkında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret suçlamasıyla açılan davada savcı esas hakkındaki mütalaasını açıkladı. Savcı mütalaasında, Özkoray’ın hakaret suçlamasıyla 1 yıl 4 aydan 2 yıl 8 aya kadar hapis cezası ile cezalandırılmasını istedi. İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde dün görülen duruşmaya Özkoray’ın avukatı Sennur Baybuğa ile Başbakan’ın avukatı Ferah Yıldız katıldı. Duruşmada savcı esas hakkındaki mütalaasını açıkladı. Mütalaada, yargılamaya konu yazının son bölümündeki iddianameye konu olan kısımlarla ilgi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle