03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 MAYIS 2014 SALI CUMHURİYET SAYFA HABERLER Soma’da 301 maden işçisinin hayatını kaybetmesine neden olan facianın ardından AKP hükümeti 5 gün içinde üç farklı politika izledi. İlk günlerde siyasi sorumluluğu üstlenmek bir yana, olayı ‘olağan kaza’ gibi gösterip madeni devlet adına işleten özel şirketi dahi koruma yoluna gittiler. Cumhuriyet tarihinin en fazla ölümle sonuçlanan maden kazası olduğunun anlaşılması ve toplumda artan tepkilerin görülmesi üzerine tavır değişti. Cumartesi ve pazar günü ‘şirketin sorumluluğu’ gündeme getirildi. Ve son olarak dün de hükümete yakın yazarların haber ve yorumlarında, ‘siyasi sorumlu’ arayışı açıkça belirginleşti. Bu arayışta okların yöneldiği isimlerin başında ise Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik geliyor. “Bizim Çalışma Ba kanlığı olarak kendi görevimizi yapamadığımız şeklinde bir iddia varsa, her platformda yaptıklarımızın hesabını vermeye hazırız. Ben o madenlerin denetiminden sorumluyum. Yüzde 1 dahi başarısızlık söz konusuysa o koltukta oturmamız mümkün değil. Koltuk sevdalısı değilim.” olmamdan kaynaklı olabilir. Keşke orada ifade edilseydi. Sanki hiç işimiz yokken gitmemişiz gibi bir algı doğmuş olabilir. Ben sonradan açıkladım: Radyasyon aldığım için gitmedim” dedi. Kendisine ‘istifa’ çağrısı yapanları, bakanlık icraatları konusunda bilgi sahibi olmamakla eleştiren Çelik, “İş sağlığı ve güvencesi ile ilgili kaç makale yazmışlar? Kaç konferansa katılmışlar? Benim ne yaptığımı biliyorlar mı?” dedi. nusunda işletmenin önceden haberi olduğunu ve müfettişlerin de gerekli incelemeyi yapmadan ayrıldıklarını dile getirmişti. Bakan Faruk Çelik o sözleri şöyle değerlendirdi: “Ben de o işçilerle Soma dışında üç toplantı yaptım. Birçok eksikliği anlattılar. Hatta mevzuata göre yasak olmasına karşın madene dozer sokulduğunu bile anlattılar. Görüntüde taşeron yok ama uygulamada galeriyi vermişler taşerona. Şimdi Ankara’ya döndüm ve bu iddiaları bizim teftiş raporları ile tek tek karşılaştırıyoruz. Teftişe de haksızlık yapmayalım. Özverili çalışıyorlar. Benim hayret ettiğim konu şu: Neden bu işçi kardeşlerimiz gördükleri eksikleri daha önce dile getirmediler? Alo 170 hattını bu tür şikâyetler için kurduk biz.” 7 O madene 8 şikâyet gelmiş Çelik: Madenler Kapatılmalı Fransa kömür madenlerini hep kapatmış. Türkiye’de ise 1848 yılından bu yana üretim yapılıyor. Ve bu kadar kömür ocağının, galerilerin olduğu yerde üretimi devam ettirmek istiyoruz. Ruhsatlandırma da ona göre yapılıyor. Ben bunları aylardır açıkça söylüyorum.” Facianın yaşandığı madeni işleten şirket ile AKP arasındaki ilişkilere ilişkin bir soruya da Çelik, “Ben ömrümde görmedim kendilerini. Ne patron bilirim, ne kaça sattığını, kaça aldığını bilirim. Kimin ne yaptığını bilmem. Benim alanım değil. Ben sadece oradaki denetimlerden sorumluyum. Bu görevimi yaparken bugüne kadar kimseyi korumadım, yarın da korumam” dedi. ‘Aleyhimde kampanya var’ Bakan Çelik dün yaptığımız görüşmede, “Hükümete yakın isimler de artık istifa beklentisini dile getiriyorlar” sözümüz üzerine şu değerlendirmeyi yaptı: “Evet belli şeyler var, benim de dikkatimi çeken. Bir kampanya yürütülüyor. ‘Biri kötü, biri iyi’ diye. Siyasi sorumluluk varsa bu oturulup konuşulabilir. Kimin ne kadar sorumlu olduğu konuşulabilir. Maden ocakları benimle ilgili değil. Madenler konusunda bizim bakanlığımızın görevi teftiş ile sınırlı. Ocaklar, ruhsatlar ve işleyiş ise tamamen Enerji Bakanlığı’na bağlı.” “Biz kendi üzerimize düşen görevde inanın çok titiziz. Denetim zamanında yapılmış mı? Yapılmış. 8 tane programlı teftiş yapılmış. Ayrıca 8 şikâyet üzerine yine inceleme yapmışız ve giderilmiş. Madenler canlı organizma. Teftiş yapıldıktan bir saat sonra durum farklı olabilir. İşte bunun için de iş sağlığı ve güvenliği kanunu çıkardık. İl il, ilçe ilçe uygulamaya geçirdik. O işyerinde 13 uzman var. Ayrıca sendika temsilcileri var. Oralara şikâyet ettiniz de sonuç alınamadıysa o zaman bu da zaten idari ve adli soruşturmada ortaya çıkacak.” Almanya’da Erdoğan’ı Beklerken… WUPPERTAL Soma felaketi haberini aldığım gün Almanya’nın Wuppertal kentinde, “İşçi Sınıfının Koşulları”nı yazan Engels’in evindeydim… Engels; 20. yüzyıl başına dek Almanya’nın Berlin’den sonra en büyük ikinci kenti olan, sanayi bölgesi Wuppertal’da doğmuş ve burada yaşamış… 50 kilometre ötedeki Köln’de, Marx’ın yazı işleri müdürlüğünü yaptığı Ren Nehri gazetesi/Rheinische Zeitung’da entelektüel “yoldaşıyla” karşılaşan Engels, daha sonra İngiltere’ye gidiyor ve Manchester kentinde endüstri devriminin koşullarını görüyor, Marx’la “Komünist Manifesto”yu kaleme alıyor… Zengin tekstilci Engels’lerin aslında burada beş evi varmış… Biz şimdi yerel mimarinin tipik özelliklerini taşıyan, yeşil bir park içinde yeşil kepenkli bu evlerden birindeyiz… Rusya’nın San Petersburg kentinde gezdiğim, Lenin’e ev sahipliği yapan ünlü “Tarih Müzesi”nde olduğu gibi, burada da in cin top oynuyor. İçerde benden başka tek bir ziyaretçi var… O da Wuppertal’da bir tarih hocasıymış… Dört dörtlük burjuva ortamında yaşayan Engels’in eşyaları ile belgelerinin bulunduğu evin hemen ikinci katında, karşılıklı iki tablo göze çarpıyor… Tablolardan biri, 1848 “Avrupa baharı” devrimlerini betimliyor… Müzenin içinde karşılaştığım tarih hocası “Köşedeki Alman bayrağına dikkat edin!” diyor: “Almanya’nın (1871’de yaşanan) birleşmesi bu resmin yapıldığı tarihlerde henüz gerçekleşmemiş. Ama daha o zamandan itibaren bayrağı tanımlayacak olan renkler; ‘siyahkırmızısarı’ ortaya çıkmış. ‘Birlik, haklar, özgürlük/ Einigkeit, Recht, Freiheit’ şeklinde özetlenen ve giderek Alman ulusal marşına giren temel kavramlarımızın temsili renkleri bunlar. Resim, 19. yüzyıl ortalarından itibaren güçlü anayasacılık, haklar ve özgürlük mücadelelerinin yürütüldüğünü gösteriyor!” Özgürlük mücadelesi tablosunun karşısında duran resim bundan daha da ilginç… Bu tablo da Engels’in “İşçi Sınıfının Koşulları”nda (Türkçede “İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu” adıyla yayımlandı) anlattığı, bizim Soma cehenneminde 2014 yılında kaybettiğimiz işçilerin şartlarını çağrıştıran çileleri tasvir ediyor. Tepede; “Ekmeğimizi çıkarmak için biz gecemizi gündüzümüze katarak, emekle mücadele verdik!” şeklinde bir yazı var. Alt bölümde şapkalı, çakı gibi giyimli iki kapitalist; sömürülen işçilere ve resme dışardan bakan biz “izleyicilere” sinik, “mesafeli” bakışlar atıyor… Fakat buna karşın bir taraftan da… “Tuzu kuru” bu kapitalistlerin ardında, o yıllarda “oy hakkından” başlamak üzere, işçi sınıfının taleplerini, sırtlarında taşımakta oldukları posterlerde iri punto yazılarla teşhir eden “göstericiler” yürüyor! Şartlar diğer deyişle ne kadar ağır olursa olsun artık değişmekte! Avrupa’da “kölelik” bitmiş. İnsanlar güçlüler ve kralların “teba”sı olmaktan çıkmışlar. Kapitalistiişçisiyle, resimlerin betimlediği 165 yıl öncesinde çok yoğun demokratik hak mücadelelerinin yapıldığı yeni bir dünyaya doğru ilerliyorlar. Engels’in evindeki tablolar dünyayı silkeleyen büyük siyasi bilinçlenmenin nişanı olarak teşhir ediliyor! Bu yeşil kepenkli evden çıktıktan sonra tam… Soma haberlerini alıyorum. İçinde kaç kişinin çalıştığı, kaç ölü verdiği tam belli olmayan bir maden… Çalıştırılan çocuk işçiler… Kârlılık adına es geçilen güvenlik önlemleri… Hem suçlu, hem güçlü muktedirler… “300 ölüyle burayı kapatırız!” diyen bir bakan… Halktan birini döven, tekme atan bir Başbakan müşaviri. Yumruk attığı iddia edilen bir Başbakan… Ve “vatandaşlık” kertesine henüz ne yazık ki erişemeyen kurbanlar… Bu kâbus tablosunun, “endüstriyel devrim şartlarını” bir buçuk asır öncesinde bırakan bir ülkeden; ne ölçüde “yabancılaştırıcı”, uzak ve yadırgatıcı göründüğünü anlatmaya sözcük bulamıyorum. Engels turundan sonra buluştuğum bir Alman arkadaşım, gazetelerin birinci sayfalarındaki “tekme” fotoğraflarına göz atarken, bana dönüp gözüme baka baka özetle “Ne ilkel!” dedi. Dün Almanya’dan ayrılırken; Frankfurter Allgemeine Zeitung; “Erdoğan hoş gelmiyor!” manşeti atmış; “Türkiye’nin Führer’i” ifadelerini kullanmıştı. Soma trajedisi sırasında Almanya’da geçirdiğim üç günde, Erdoğan ve Erdoğan’la birlikte Türkiye imajının günbegün nasıl yıprandığına, yerle bir olduğuna şahit oldum. Türkiye, bunlar hiç yaşanmamış gibi; Erdoğan’ın hâlâ cumhurbaşkanlığı adaylığını konuşuyor.. anlamıyorum. ‘Güvenlik’ için nefes tükettik Çelik 5 yıllık Çalışma Bakanlığı döneminin önemli bir bölümünü iş sağlığı ve güvencesi konusuna harcadığını belirterek şöyle devam etti: “Herkes gözlerini kapatırken biz, işçiler için gerekli kanunları çıkarabilmek için nefesimizi tükettik. Sendika yasası, iş güvenliği yasası ve 36 alt mevzuat çıkardık. 81 ili gezip iş güvenliği toplantıları yapıyoruz. İstanbul’da uluslararası iş güvenliği konferansı düzenledik. Ne zorluklar çektiğimizi herkes biliyor. En çok da işçi örgütleri biliyor. Şu beş yılda kimler nelere engel olmuş, onu da konuşalım.” Patır patır ocak kapatıyorum Dün bu köşede Çalışma Bakanlığı’nın eski bir çalışanının ağzından hükümetin iş dünyası ile arasını bozmamak için teftişlerde ceza yazılmaması talimatı verdiğini duyurmuştuk. Çalışma Bakanı Çelik’e şubat ayında yaptığı “Ceza kesmeyin” talimatını anımsattığımızda şu değerlendirmeyi yaptı: “Tehlikeli ve çok tehlikeli işyerlerinde kesinlikle af yok. İhmal, eksik varsa ceza yazılacak. Ama diğer işyerlerinde iş güvenliğinin ciddiye alınması için ‘rehberlik’ yapılacak. Eğer o iddia doğru olsa benim ocak kapatmamam lazım. Ama ben 119 ocak kapattım. Patır patır kapatıyorum, kimsenin gözünün yaşına bakmıyoruz.” ‘Bu madenler kapatılmalı’ Yaşanan facianın, Türkiye’nin ‘enerji’ meselesinin bir parçası olduğunu belirten Çelik, şunları söyledi: “Türkiye’nin enerji sorununu masaya yatırmak lazım. Ben Çalışma Bakanı olarak kömür madenlerinin kapatılması lazım diyorum. Almanya, Bilmeden eleştiriyorlar Aleyhindeki ‘kampanya’nın sebebini, ‘ilk gün Soma’ya gidememiş olmasına’ bağlayan Çelik, “Sağlık nedenlerinden Soma’ya gidememiş Madene dozer sokmuşlar Önceki akşam Soma’daki maden işçilerinden Nihat Çelik, CNNTürk’te yaptığı açıklamalarda madene gelecek iş müfettişleri ko ‘Koltuk sevdalısı değilim’ Psikolojik destek şart PSİKOLOG YAZICI GÖNÜLLÜ OLARAK SOMA’DA FİGEN ATALAY Uzmanlar Soma’da yaşanan felaketin ardından babalarını ve yakınlarını kaybeden çocuklara karşı yanlış müdahale ve davranışların, travmanın tetiklenmesine neden olabileceğine dikkat çekti Bilinçlenmeyi simgeleyen ev ‘İnsanlar acılarıyla baş başa OĞUZ YILDIZ bırakılmamalı’ SOMA Madenci yakınlarını kaybedenlere psikolojik yardımda bulunmak için Soma’ya gelen psikolog Penbe Yazıcı, “patolojik yas”a dikkat çekti. Daha önce 17 Ağustos’un ardından depremzedelere hizmet veren Yazıcı, “Soma’da yakınlarını kaybeden aileler de karanlıkta kaldı. Kimse onlara doğru düzgün yol göstermiyor. Yakınlarını kaybedenler, böyle durumlarda yaşamaktan dolayı suçluluk hisseder, umutsuzlukla birlikte intihar fikriyle baş başa kalabilir. Ayrıca otorite figürüne karşı öfke ve isyan duyabilir. Bizler gittikten sonra bölge insanı acılarıyla baş başa bırakılmamalı” dedi. Meslekte 30 yılı geride bırakan Yazıcı, faciada yaşamını yitirenlerin ailelerine destek için gönüllü olarak Soma’daydı. Faciadan 4 saat sonra bölgeye ulaşan psikolog, herhangi bir parti, örgüt ya da derneğe bağlı olmadan çalıştığını kaydederek, şunları söyledi: “Yaşananlar, elbette travmatik ve dramatik. Acı bir tablo var karşımızda. Böyle büyük acılar, ilk başta bir şok etkisi yaratır. Ardından öfke ve son olarak depresyon gelir. Yani katmanlıdır. Kişiler yalnız bırakılırsa telafisi olmayan yaralar oluşur. Yas süreçlerinde beklenen bir durumdur bu katmanlar. Ancak uzun sürerse ‘patolojik yas’ sorunu doğar. Kişide depresyonla birlikte, uyku bozukluğu, Psikolog Yazıcı yemek yememe ve en önemlisi insanlarla, hatta en yakınlarıyla iletişimden kaçınma başlar. Yalnızlığı seçerler.” Tıpkı kurtarma ekipleri gibi psikolojik destek ekiplerinin de bölgeye gönderilmesi gerektiğini vurgulayan Yazıcı, şunları anlattı: “Nasıl başka illerden kurtarma ekipleri, polis, jandarma bölgeye sevk ediliyorsa, bölgeye doktor ve psikologlar da gönderilmeliydi. Ancak yetkililerin bu aklına gelmemiş. Facianın yaşandığı günden itibaren bölgedeydim, yalnızca bir kişiye denk geldim. Onun da klinik formasyonu yoktu. Sayısız aileyle görüşerek psikolojik destek verdim. Hepsi kapılarını ardına kadar açtı. Böylesi büyük facialarda acılar ilk etapta ‘çoklu’ yaşanır. Ardından acılar bireyselleşir, tekilleşir. Ailelerin ortak söylemi şu oldu: ‘Bizim buna dayanmamız için lütfen bize yol gösterin.’ Şimdi ben de bölgeden ayrılıyorum. Yine geleceğim. Görüştüğüm ailelere telefonumu, adresimi bıraktım. Her an arayabileceklerini söyledim. Ancak köklü çözümler bulunmalı, bizler gittikten sonra insanlar acılarıyla baş başa bırakılmamalı.” Soma’da yaşanan felaketin ardından geride kalan çocuklar ve kadınlar için Türkiye tek yürek oldu. Ancak uzmanlar, babalarını ve yakınlarını kaybeden çocuklara karşı yanlış müdahale ve davranışların, travmanın tetiklenmesine neden olabileceğine dikkat çektiler. Yaşar Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Berrin Özyurt şunları söyledi: “Toplu ölümlerin olduğu durumlarla karşı karşıya kalmak, travma yaratan bir durum. Bu, çocuklar için daha da zor. Bu durumda kalıcı hasarlar bırakmamak adına çocuklara nasıl davranmamız gerektiği çok önemli. Çocuğun en kısa zamanda eski hayatına benzer bir yaşam düzenine dönmesi önemlidir. Bununla birlikte çocuğun düşüncelerini anlamaya çalışmak, ona mümkün olduğunca net bilgiler vermek, güvende olduğunu vurgulamak, olumlu ve ileriye dönük bir bakış açısı oluşturmak, sevdi ği ve güvendiği bir yetişkinle birlikte zaman geçirmesini sağlamak ve en önemlisi korku ve kaygılarını anlamaya çalışarak duygularını ifade etmesine izin vermek gerekir. Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da konuyla ilgili bilgisi olmayan kişilerin olaya müdahale edip yardımcı olmaya çalışmamasıdır. Yanlış davranışlar, travmanın tetiklenmesine sebep olabilir.” Yrd. Doç. Dr. Ilgın Başaran ise şu önerilerde bulundu: lÇocuğun duyguları, düşünceleri ve kaygıları dikkatle dinlenmeli ve karşılaştığı durumla ilgili yaşına uygun açık ve doğru bir açıklama yapılmalı. lÇocukların yasa neden olan durum karşısında duygularını ifade etmesine ve rahatça durum hakkında konuşmasına izin verilmeli. l Çocuğa ölüm açıklanırken “uyku”, “uzun bir yolculuk” gibi benzetmelerden kaçınılmalı. Bu gibi benzetmeler, çocuğun, Veda mektubu... ilerleyen dönemlerde bu kavramlarla ilgili problemlerinin oluşmasına neden olur. lYasla ilgili müdahalelerde çocuğun yaşına uygun bir yaklaşım seçilmesi, yaşın, bilişsel düzeyinin ve kişisel farklılıklarının göz önünde bulundurulması çok önemli. lEn kolay uygulanabilecek teknik ise veda mektubu yazmaları olabilir. lÇocukları TV karşısında yalnız bırakmamalı, TV ve internet ortamında yayımlanan aramakurtarma çalışmaları, naaş görüntüleri ve şiddet haberlerinden uzak tutmalı. l Güvende hissettirebilmeye yardımcı olabilmek için çocuklara daha fazla dokunmalı ve sarılmalı Belirtiler neler? lÇok uyuyabilir ya da hiç uyumayabilir. lÇok yiyebilir ya da çok iştahsızlık çekebilir. lSosyal anlamda dış dünyaya ilgisizleşme hali olabilir. lTepkisizlik ya da tam tersi aşırı tepki, öfke hali görülebilir. ‘Erdoğan hoş gelmiyor!’ Ağlatan mektuplar Türkiye’yi yasa boğan Soma’daki maden faciasının ardından ilçeye Türkiye’nin dört bir yanından mektup yağıyor. Soma’yı ziyaret edenler de mezarlıklara yazdıkları mektupları bırakıyor. Mektuplar, faciada hayatını kaybeden madencilerin mezarları üzerine bırakılırken acılı aileler duygulandı. Mektuplar arasında babasını kaybeden bir madenci çocuğunun “Canım babacığım. Seni çok, seni çok seviyorum, biliyo rum sen cennette yatıyorsun” yazılı mektubu da sosyal medyada paylaşıldı. Samimi ifadelerle yakınlarını kaybedenlerin yalnızlıklarına ortak olmaya çalışılan, çoğu ‘Sevgili Somalı kardeşim’ diye başlayan mektuplarda acılı ailelere başsağlığı dilekleri ve yanınızdayız mesajları yer alıyor. Kimi mektuplarda da faciaya neden olan ihmallerin hesabının sorulacağına söz veriliyor. Çocukların bıraktıkları mektuplarda da madenci çizimlerinin yanı sıra el ele tutuşan insanlar göze çarpıyor. (Fotoğraflar: TUFAN HAMARAT/ EVREN KASIRGADHA) Soma ‘travma’da, SaĞLIK BaKanLIĞI performanS derdinde... Soma’da bile ‘performans’mantığı İKLİM ÖNGEL ANKARA Soma’ya gönüllü giden ve orada Sağlık Bakanlığı ile işbirliği halinde çalışan Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD) ekibinden Şahut Duran, ilk gün tüm psikologların koordinasyon sağlanmadan bölgeye gönderildiğini kaydetti. Bölgeye ilk giden tecrübeli bir ekip olduklarını söyleyen Duran, “Biz koordineyi yapmamış olsaydık, üç gün sonra psikiyatrlar kendi hastanelerine çekilecekti” dedi. Sağlık Bakanlığı’nın “performans mantığıyla” çalıştığını belirten Duran, “Kaç kişi baktınız” şeklinde sorularla karşılaştıklarını belirtti. “Bazen 5 kişi bazen 2 kişi bakılır” diyen Duran, “Başvuru olmadığı zaman ekip bir başka yere yönlendirilebiliyor. Ancak bizim burada onlar için olduğumuzu bilmeleri bile önemli. Onlara uzun süreli burada olacağımızı göstermek gerekiyor. Psikolojik desteğin devamlılığı sağlanmalı” diye konuştu. Derneğin Soma’da bulunan ekbinden Şahut Duran, herkesin ayrı bölgelere ayrıldığını kaydetti. Kendi imkânlarıyla çıkanlardan, eşleri ölenlere kadar pek çok farklı hikâyeye sahip kişinin kendisini ziyaret ettiğini söyleyen Duran, çoğunun şokta olduğunu, ne olduğunu tam olarak anlamlandıramadıklarını dile getir ‘Yas reaksiyonu var’ di. Duran, “İnsanlarda yas reaksiyonu var. Baygınlık, ağlama nöbetleri, stres ve uyku bozuklukları mevcut. Onları bir bir not ediyoruz. Sonraki süreçte takiplerini yapacağız” dedi. Duran, kurtulanlardan kimisinin arkadaşlarının cesetleri üzerinden yürümek zorunda kaldığını, hastaneye kaldırıldıktan 2 saat sonra tekrar madene dönerek kurtarma çalışmalarına katıldıklarını söyledi. Duran, “Yardıma ihtiyaçları var. Gözlerini kapadıklarında o anlar, görüntüler ve sesler karşılarına geliyor. O an yaşanan kaygı, korku atlatılmazsa depresyon etkileri olur. İleride panik atak, kaygı bozukluğu sıkıntıları görülebilir” uyarısında bulundu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle