28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 MAYIS 2014 PAZARTESİ 6 DİZİ Alkol, ter, sperm, esrar ve parfüm kokusu birbirine karışarak geceye çarpıyor yaşayamam’ ece şehre ağır ağır inerken, karanlığın nefesi gölgeleri büyütüyor, ötekilerin gölgelerini... Seks işçileri, evsizler, sokak çocukları ve mülteciler... Biz gece kafamızı yastığa koyduğumuzda, sokaklarda ötelenen, aşağılanan, tehdit edilen, dayak yiyen; hatta öldürülen bu insanların mücadeleleri başlıyor... Yalnızlık, acı ve soğuk, bir biçimde hayata tuEmel, odanın bir köşesinde yeşil tunamamış ruhlara düşüyor... Ardından, sabah oluyor ve hiçbir şey yaşanmaErk ACARERMeltem YILMAZ eşofmanıyla duruyor. Hayli geçkin mış gibi, hayat kaldığı yerden devam ediyor. Ne var ki bu insanları doğuran sobir seks işçisi! Sürekli, beline dek kak değil, bu hale getiren de! Sistemin bozuk çarkları bir fabrika gibi başa çıuzattığı saçlarını tarıyor. Boynunkılamayan toplumsal sorunlar üretiyor. Türkiye’de, sokağa düşen insan sayısı da derin bir bıçak izi var. “Kendimi her geçen gün artıyor. Bu yüzden de sokağı yargılamadan önce, ona içeriden daha iyi hissetmek istiyorum, belki de bakmak gerekiyor. Ve sokaklar öğretiyor: Asla duygusal bağ kurmayacak ve fotoğrafım da güzel çıkar” deyip ruj gördüğün hiçbir şeye şaşırmayacaksın! sürüyor. Konuşmaya istekli görünüYalnızca bir ay bile sokakta olmak, hayatı farklı bir yerden sorgulamamıza da yor, anlatacak bir hikâyesi var. En baştan alıyor: “1967’de. Nişantaşı neden oldu. Sokak, bize sert öyküler sundu. Tutuklanmamak için boğazını keZümrüt Apartmanı’nda dünyaya gelsip intihar eden travesti, çocuklarıyla buluşmadan önce, onlara küçük bir hedim, babam apartmanın kapıcısıydı. diye alabilmek için sinyal çeken evsiz, ağabeyine sevgisini göstermek için kenBeni bu hale getiren öz ağabeyimdir. dini köprüden atan tiner bağımlısı, çocuklarıyla Küçükpazar’ın ucuz otellerinde Hırsızlıktan cezaevine girmiş. Ancak yaşamaya çalışan Suriyeli mülteci, bu dünyaya dahil. İlk gecemizde, ruhsatsız çıktıktan sonra tanıdım onu. Günün bir genelevdeyiz... birinde ben 9 yaşındayırmızı kapı açılıyor ken, evdeki Tarlabaşı’ndaki “o eve”, başka hayatlara tahta sedi rin üzerin doğru yürüyoruz... Burçin takma adlı, 46 de tecavüz yaşındaki travesti, işlettiği evi telefonda etti bana. Bu tarif ederken, “Tarlabaşı Karakolu’nun nedenle evhemen karşısına geçip, ilk sağdan giden kaçtım. rin!” demişti. İstanbul çelişkilerden bes15 yıl son lenen bir şehir… Karakolun karşısında ra rahmet taravetsilere ait bir randevu evi! Suç ve li annem ve ceza karşı karşıya oturuyor. Daracık Soteyzem beni Mis Sokak’ta kak’taki evlerin tamamı fuhuş için kirarifesi, iki katı kira isterler bizŞen Otel’de buldular, eve götürdülanmış durumda. Sokakta, “her ince zev den” diyor. ler ama yine kaçtım.” kin” “iş tutmak” için fırsat kolladığı bir Emel, “Yaşam kimine adil davseks işçisi bulunuyor. Sarışını, esmeri, şişent de yaşamlar da ranmıyor” diye sürdürüyor: “Otomanı, zayıfı, gay’i transeksüeli, kadını, tra köhne mobillerin altında yatıp kalktım. Sivestisi sokağa dağılmış durumda. Bazılagaraya alıştım ama sigara alacak Odaya, bakışları yorgun, tüyleri rı ayakta duruyor, bazıları oturuyor. Kimi param yoktu. İzmarit toplayıp içkirli Hayat adlı ihtiyar bir köpesigara içiyor, kimi elindeki aynaya bakıp meye başladım. Karnımı doyurmak ğin girmesiyle tanışma faslı kesinsaçlarını düzeltiyor. Sokağın ortasındaki için merdiven ve dükkân temizliği tiye uğruyor. Pencereden bakınca, yaptım...” Emel konuştukça çözüdemir, kırmızı kapılı apartman ziline basHaliç görünüyor. Bulunduğumuz lüyor. Yaşadığı tacizin, tecavüzün tığımızda, seks işçilerinin sesleri bir olup oda gibi üst üste binmiş evler de çetelesi tutulacak gibi değil! Ne var yükseliyor: “Nereye?” köhnemiş, yapay bir kentin ucuz ki derinlikler onu rahatsız ediyor. “Burçin’e geldik” cevabıyla ilgi da“Geçmişten konuşunca, yaşanandekorlarına benziyor. Karşı apartğılıyor. Anlaşılan o ki, burada hiçbir kaları hatırlayınca hep böyle olurum, manın terasında bir yer yatağı sepı referansınız olmadan açılmıyor! Alkol, kendimi kesmek öldürmek, isterim” çiliyor. Yorganın altındaki uzun ter, sperm, esrar, parfüm… 5 katlı apartdiyor. Buna rağmen biraz soluklasakallı adam miskin şekilde bir manın, 40 yıllık basamaklarını çıkarken, nıp, anlatmayı sürdürüyor: “12 yasağa bir sola dönüyor. Sanki koşında travesti oldum. Fakat 28 yaburnumuza her katta farklı bir koku çarca bir şehir yalnızlığına ağlıyor. şıma geldiğinde fuhuştan para da pıyor. Kirli eşiklerde, çikolata ambalajlaDerken, hemen aşağıda bir kavga kazanılabileceğini çözdüm.” Sokakrı, bira kapakları, saç telleri ve kullanılmış patlıyor. İki hayat kadını, yakası ların hoyrat göğsünde aşka da sevkondomlar var. Burçin, uzun boylu, kalıpgiye de yer yok. Lafı bir anda “İlk açılmamış küfürleri birbirlerine lı, makyajı suratında eğreti duran bir trave son kez 22 yaşında âşık oldum, sıralarlarken pencereden uzanan vesti… En üst kattaki daireyi kendisi gio da başladığı gibi bitti” sözleriyle bedenler, uyuyan hücrelerin canbi travesti olan Emel ve üç çocuklu bir dibıçak gibi kesen Emel, “Hayatımlanışı gibi kavgayı izlemeye koğer seks işçisi Ayşegül’le paylaşıyor. Hava da sevgi istemiyorum. Yaşamak yuluyorlar. Ne var ki kavga, başiçin sevmemem gerekiyor” diyor. çok soğuk. Buna rağmen davet edildiğimiz ladığı gibi bir anda kesiliveriyor. Bir seks işçisinin bir günü nasıl odanın bütün camları açık. Ancak ruhlara Her şey eskiye döndüğünde, Burgeçiyor? Emel, bunu da şu sözlersinmiş esrar kokusu, pencereleri açmakçin yaşadıkları hayatın inceliklele anlatıyor: “Kalkıyorum, karnıla evi terk edecek gibi görünmüyor. Kirli, mı doyuruyorum, kuaföre gidiyoriyle ilgili tüyolar veriyor. Kendisarı bir koltuğa ilişiyoruz. Ev, bulunduğurum. Akşam caddeye çıkıp müştesinin, Emel’in ve Ayşegül’ün hamuz bölüm dışında, bir yatak odası banri bekliyorum. Müşteriden çok şidyatlarını sürdürebilmek ve kiralayo ve mutfaktan ibaret. Kaldıkları det görmedim bugüne kadar ama rını ödemek için gece gündüz çamekâna 700 TL kira ödedikpolisle hep köşe kapmaca halleri… lıştıklarından söz ediyor. Aynı zaAna yola çıkmamız yasak! Alıyorlar, lerini söyleyen Burçin, manda, sokakta çalışan seks işçikarakola götürüp para cezası kesi“Bize her şey Avlerine de müşteri başına komisyorlar, sonra da bırakıyorlar... Hep rupa tayon karşılığında evin kapılarını aynı tantana yani.” ‘Seversem sehrin Öteki ‘12 yaşımda travesti oldum’ yÜzÜ ‘K adere inanırım’ Emel, fuhu şa başladıktan sonra başka bir iş yapmaktan vazgeçtiğini, yıllar önce cinsiyet değiştirme ameliyatı olmayı düşünmüş olsa da şimdi aklından geçirmediğini söylüyor: “O zamanın parasıyla epey yüksek bir paraydı, Profesör Mındıkoğlu vardı. Rahmetli annem ‘sütümü helal etmem’ dedi, o yüzden yaptırmadım. İyi ki de yaptırmamışım çünkü öldüğüm zaman Emel olarak değil, Hasan ya da Hüseyin diye okunacak adım. Gerçek olmayan kimliğimle öte tarafta olacağım!” Kadere inandığını söylüyor Emel, “Benim yazım buymuş” diyor: “Başından beri kadın olabilirdim. Evlenirdim o zaman. Yine de çok şükür. Halimden memnunum. Kendimle barışığım, elimden geldiği kadar doğruyu yapmaya çalışıyorum. Mesela şimdiki travestilere bakıyorum, yeni nesil olanlara... Bir tuhaflar, yürüyüşleri bir tuhaf, ağızlarında sürekli küfür, çok çirkin görüntüler...” Ayağa kalkıyor Emel. Beline uzanan saçlarını yeniden taramaya başlıyor, boynunda derin bir bıçak izi. Göbeğini açıyor birden. Derin bir kesik daha! Kollarını sıyırıyor, onlarca faça! Gülümsüyor: “Harita gibidir vücudum” diyerek anlatıyor: “Bir gün çok içmiştim, pilot gibiydim. Harbiye’de çalışıyordum o gece. Mekânı polis bastı. Toplamaya başladı herkesi. Travestinin, transeksüelin, fahişenin saçlarını kesiyorlardı o vakitler karakolda. Beni ekip otosuna bindirecekleri sırada kollarımdan tutanlara birer tekme atıp çıkardım cebimden falçatayı, kestim boğazımı. Beni Taksim İlkyardım’a kaldırmışlar. Kurtulmuşum işte! O zamanın parasıyla 1 milyon ödettiler hastaneye. 5 dakika daha geç kalsam gidiyordum Tahtalıköy’e…” Ümmet mi Millet mi? Av Kim, Avcı Kim? Abdullah Öcalan Diyarbakır’da “Demokratik İslami Kongre” diye İslami bir heyet topladı ve yeni bir kulvar açtı ya, İslami ümmetçilik diye.. Dünkü yazımda değinmiştim, bugün bu kulvarda biraz daha yürüyelim... Ne demişti Öcalan? “Çağdaş İslami Ümmet”! Bu “ümmet”in “millet birliği”! Yani tam bir çorba! Kavramları at bir torbanın içine çalkala çalkala, içinden ne çıkarsa! İçinden hiçbir şey çıkmaz! “Tek millet, tek devlet, tek bayrak zırvalıktır.” Yani Öcalan, çoklu millet, çoklu devlet, çoklu bayrak diyor. Hadi iyimser yaklaşalım: Belirli bir coğrafyada, çoklu millet, çoklu devlet, çoklu bayrak altında ümmet bayrağı altında beraber yaşamak. Bu nerede var bilemem. Ama İmralı’dan Kürt meselesinin çözümü böyle gözüküyor. İslam neyi birleştirmiş ki Türk ve Kürt coğrafyasını birleştirecek. Ama Öcalan’ın bu “çözüm”ü yeni değil, MİT ve hükümet ile yaptığı görüşmelerden çıkan sonuçları açıklayan ilk tutanaklarında bu “fikir” vardı. TürkiyeKürdistan federatif veya konfederatif birliği! İslamcılıkla da o tutanaklarda oynuyordu Öcalan. Tabii, Barzani ve tüm Kürtler adına konuşarak! Öcalan, Kürt devletini var etmek için bir çıkış yolu arıyor. Bir yol, BDPHDP’nin özerklik uygulamalarında denenirken, Öcalan daha büyük resimden bakarak “büyük çözüm” sunuyor.. “Medine Sözleşmesi” gibi, üzerinden sosyolojiler, kültürler, uygarlıklar, imparatorluklar, emperyalizmler.. geçmiş, ulusal devletler gerçeğine gelip dayanmış bir dünyada, 1400 yıl öncesinin, o günkü koşullarda o da kısmen geçerli olabilmiş bir anlaşmayı, günümüzde gelip dayatmak, insanı güldürüyor. Bugün orada hangi “Medine Anlaşması” var? Biri anlatsa da öğrensek! Bizim “entelektüel Müslümanlar”ın birikimi ve dünya algısı ancak bu kadar diyebilirsiniz, ama ya Öcalan için ne diyeceğiz? Şunu diyebiliriz: Öcalan, Kürt devleti, Kürdistan ve bu oluşumun öncülüğü için de her yolu deniyor ve eldeki her malzemeyi kullanıyor. Her araç, kullanılabilir bir siyaset aleti.. Elde din mi var, eh ne zararı var onu da kullanmakta? Ama Öcalan’a bu aracı verenlerin kim olduğu da açık seçik: Ümmetçi Davutoğlu ve Recep Tayyip Erdoğan (*). Düşünceleri: Kürt ayrılıkçılığını ortak payda “İslam”ı kullanarak ve “biz ümmetiz” diyerek bertaraf edebilir miyiz ve TürkKürt federasyonu veya konfederasyonu adı altında birleşip, Türkiye’yi “büyütebilir miyiz”? Daha doğrusu, aslında eninde sonunda küçülmeye denk gelecek bir politikayı, büyüyoruz diye yutturabilir miyiz? Çağımızın en temel gerçeği ulusal devlet var oluşudur. Ulusal devlet olmayan tek “devlet” göstermek mümkün değil. Ancak henüz “devlet” olarak örgütlenememiş “milletler” vardır. Ulusal devlet, bu anlamda, sınırları içinde yaşayan yurttaşların refahını, canını, malını, özgürlüğünü ve geleceğini korumakla yükümlüdür; ulusal devletin, insanlarına yeteneklerini alabildiğine gerçekleştirme şansı ve olanağı vermesi gerekir. Benim ulusal devlet anlayışım dayanışmacıdır, fırsat eşitliğini ve sosyal adaleti mümkün olduğunca en üst düzeyde gerçekleştirmeye çalışır. Özgürbilimsel eğitimi baş tacı eder, hem bireyi hem yurtseverliği gözetir. Gelir farklılıklarını gerektiği kadar ve kabul edilebilir düzeyde tutar. Aynı zamanda evrenseldir de, dışa açık ve dayanışmacı.. Peki, ümmetçilik? Tüm Müslümanları bir ve bütün görmenin adıdır. Dini inanç her şeyin üzerinde; dil, etnisite, kültür ise önemsiz veya ikinci, üçüncü planda.. Dünyada ise böyle bir şey yok. Tek bir Müslümanlık yok.. Ne kadar İslam ülkesi varsa o kadar İslamidini anlayış ve uygulama var. Hiçbiri birbirine benzemez. İslam ülkeleri örgütü gibi bir şeyler hep varsa bile, aralarında ciddi bir birlik ve dayanışma da bulunmaz. Öcalan’ın elinde ümmetçilik aracı, Kürt devleti kurmanın bir adımı olabilir mi? Davutoğlu/RTE ikilisi de bu araca inandıkları sürece, evet, Öcalan haklıdır, bu yolla başarı kazanabilir. Zaten RTEDavutoğlu’nu Kongre’de okunan açıklamasıyla dövüp duruyor: Kardeşim ümmetçilikle tek devlet, tek millet bir olur mu, olmaz; olursa ancak zırvalık olur... Ama RTE’yi de can damarından yakalamış durumda, buna ümük sıkma denir: Cumhurbaşkanı olmak istiyorsan, yolu benden geçer... Öcalan, ümmetçilikten yakalarken RTE’yi... Pervin Buldan da zaten açıklamadı mı: İmralı ile Recep Tayyip Erdoğan “Bölgesel Özerk Yönetim Yasası” konusunda anlaştı.. “Devlet heyeti” yani MİT ile Öcalan anlaşmışlar.. Recep Tayyip Erdoğan, Öcalan’ın “zırvalıktır” açıklamasına yanıt verir mi, bilmiyorum. Ama RTE’nin iki seçim zamanına, yaklaşık 14 aya ihtiyacı var. Aralarında bir anlaşma olduysa gerçekten, bu, BDP’nin oylarını cumhurbaşkanı seçilmesi için avlama anlaşmasıdır.. 14 ay nedir ki göz açıp kapayıncaya kadar geçer.. Yani bu “anlaşma” ile 2015 genel seçimlerini de “avladılar” mı, mesele tamamdır. RTE ve arkadaşları, seçilebilmek için her şeyi göze aldılar mı? CHP ne kadar RTE’nin her tarafı bilinmezliklerle ve RTE çıkarlarına hizmetle dolu bu “çözüm”ün içinde? (*) Ulus Yıkıcılığı Zamanları kitabıma bakın lütfen.. 2. Baskı, Cumhuriyet Kitapları. G 1 HHH K Büyüyerek küçülme politikası K HHH ’ ‘Gö m ı zlerim r a p i kaparım vazifemi ya açıyor. Karanlık ağır ağır çökerken, sokaktaki hareketlilik de artıyor. Eve müşteriler girip çıkmaya başlıyor. Pazarlıklara şahit oluyoruz. Ne var ki Ayşegül geceyi çalışarak geçirmeyecek. Çünkü psikolojik durumu buna müsait değil. İki hafta önce intihara kalkışarak yaşamla bağını koparmak isteyen genç, kullandığı ilaçların etkisiyle ağır ağır konuşuyor: “Aşk acısı bize göre değilmiş. Kaldıramadım ağır geldi. Yemiyor, içmiyor, unutmaya çalışıyorum. Dünya tersine döndü. Hani yazsam roman olur derler ya bizimkisi de o şekil bir hayat.” Ayşegül, o romanın en trajik sayfalarını, hüzünlü bir ses tonuyla okuyor: “Antalya, Kaş’ta doğdum. İyi bir çocukluk geçirmedim. Annemle babamın bana bakacak durumları yoktu. Bu yüzden anneannem büyüttü beni. Zaten çok küçük yaşta da evlendirildim. Üç çocuğum oldu. Fakat kocamdan o kadar çok şiddet görüp dayak yedim ki evimi bırakıp kaçtım sonunda. Uzun süredir çocuklarımın hiçbirini görmedim, burnumda tütüyorlar!” Ayşegül’ün hikâyesi Antalya’dan İstanbul’a uzanıyor. “Önce barlarda çalıştım, sonra konsa çıkmaya başladım” diye sürdürüyor. Fahişelikle son bulan hikâyesi ise acı çektiği için intihara kalkıştığı dört buçuk yıl lık ilişkisinde gizli… “Sonra bu hayırsızla tanıştım işte. Çok sevdim. Karısı ve çocukları vardı. Hiçbir beklentim olmadı ondan. Sadece o da beni sevsin istedim. Sevmiştir de herhalde ama anlaşamadık işte. Bu işe de onun yüzünden başladım. Çoluk çocuk sefildiler. Aldığım parayı onlara harcadım. Ama Allah’ı var, o zorlamadı bu işe beni, ben kendim seçtim.” Ayşegül genç bir kadın, günde 60 TL’den en az 5 kişiyle birlikte oluyor. “İyi para kazanırız ama elimize avucumuza hiçbir şey kalmaz” diye anlatıyor, “Ya elimizden alırlar ya da hayrı olmaz. Sonuçta helal para değil işte, haydan gelen huya gidiyor!” “Zor mu” diye sormak abes kaçacak… Ayşegül, hem zorlukları hem de onlarla başa çıkma yollarını şöyle anlatıyor: “Sapığı, arsızı çoktur bu âlemin. Parayı veren düdüğü çalmak ister. Sana kadın gibi davranan azdır. Senden faydalanıp, yerden yere vururlar. Toplum bizi dışlar. Namus bacak arasında değil. Anlatamazsın bunu. İnsanın iyisi de var kötüsü de tabii. Hiçbir zaman bir erkeğe ‘gel’ diyemedim ben. Ne pazarlığa, ne yaptığım işe alışabildim. Allah da alıştırmasın zaten. Bu, bizim işimiz olmuş ama. Çok içime sinmezse, paraya da ihtiyacım varsa… ‘Kür Koli’ derler bizde. O şekilde vazifemi yaparım işte! Madiden, yalandan yani anlasana!” YARIN: SOKAKTA YAŞAYAN ÇOCUKLAR Ümmet, Kürt devleti için araç mı?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle