01 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 MAYIS 2014 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Bilgi Çağının Bihaber İnsanı (2) B üyük kitlelerin çeşitli yol, yöntem ve araçlarla kandırıldıkları şüphe götürmez bir gerçektir. Ancak tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de olup bitenden haberdar olan, bilip gördüklerini, bazen hayatları pahasına kitlelere anlatmak için çabalayan insanlar vardır. Dünyanın daha iyiye gitmesi hep bu azınlığın sayesinde olmuştur. GÖRÜŞ HİKMET ALTINKAYNAK u Küresel dünyayı yönetenlerin insanların kafalarını karıştırıp amaçlarını gerçekleştirmek için yaygın olarak kullandıkları bir yöntem de tam olarak ne olduğu anlaşılamayan kavramları, ellerindeki her türlü olanağı kullanarak en yüksek değerden piyasaya sürmektir. Dr. F. Gül Tekalpan Yoksa kandırılıyor muyuz? Küresel dünyayı yönetenlerin insanların kafalarını karıştırıp amaçlarını gerçekleştirmek için yaygın olarak kullandıkları bir yöntem de tam olarak ne olduğu anlaşılamayan kavramları, ellerindeki her türlü olanağı kullanarak en yüksek değerden piyasaya sürmektir. Anlaşılmama nedeni gerçek amacın gizlenmesindendir. Çünkü pazara sürülen bu ürünlerin 2 özelliği vardır: Görünür fayda, gizlenen amaç. Görünür fayda insanların en hassas noktalarını etkileyecek duygusallıkta olabildiğince abartılarak insanlığın hizmetine sunulur. İnsani duygulara ne kadar dokunulursa esas amacı gizlemek o kadar kolay olur. Bu duruma en güzel örnek çağımızın adeta kutsanan kavramı olan “sivil toplum kuruluşu”dur. Konu ile ilgili araştırma yapanlar çok iyi bilirler. STK’nin aslında tam olarak ne olduğu bilinmemektedir (aynı “sivil toplum” kavramı gibi). Birçok tanımı olmasına karşın üzerinde hemfikir olunan bir tanımı yoktur. Uluslararası hukukta bir statüsü de yoktur. Ancak piyasaya çok yüksek bir değerden sunulmuş, insanlar tarafından neye hizmet ettiği anlaşılmasa da, “iyi bir şey” olarak algılanması sağlanmıştır. İnsani yardımlaşmaya ilaveten demokrasinin ileri bir aşaması olarak sunulmakta, yönetilenlerin seçimden seçime değil her zaman yönetenleri denetlemesi ve hükümetler üzerinde baskı unsuru olması öne çıkarılmakta, bu iş için çok ciddi bütçeler ayrılmaktadır. STK’lere yüklenen misyon alabildiğine abartılarak seçimle gelen hükümetlerin bile üzerinde bir statü verilmeye çalışılmaktadır. İnsanların seçim dışında hükümeti denetlemek, halk lehine baskı unsuru oluşturmak gibi bir talepleri var mıdır? Yapılan araştırmalar çoğunluğun böyle bir talebi olmadığını göstermektedir. Demokrasi ve sivil toplum havarisi(!) ABD’de halkın yarısından fazlası, seçimden seçime oy vermeye bile gitmemektedir. Ne olmuştur da yerel, ulusal, uluslararası büyüklü, küçüklü yardım kuruluşları dernek ve vakıflar STK’ye dönüşmüştür. Bu kuruluşların İngilizcesi “non governmental organization”dur yani devlethükümet dışı organizasyon. Bu tür kuruluşların ABD’deki adı “non profit organization” yani “kâr amacı gütmeyen kuruluş”tur. Ve şaşırtıcı bir şekilde ABD’deki NPO’larda devlet payı giderek artmaktadır. Aşağıdaki tabloda görülen 501(c) (3) kodu kamu ve özel sektör için eğitim, din, bilim, edebiyat, hayır işleri, çocukları koruma, hayvanları koruma, amatör spor yarışmaları vb konuları kapsamaktadır. (1) Görüldüğü gibi 1988’de kamu NPO’ların tüm NPO’lar içindeki payı yüzde 51 iken, bu oran KODU 501 (c) (3) Kamu 501 (c) (3) Özel Diğer TOPLAM YILLARA GÖRE NPO SAYISI (Adet) 1998 2008 593.802 947.274 70.480 108.594 491.391 439.225 1.156.673 1.495.093 2008’de yüzde 63’e yükselmiştir. Bu tür organizasyonların küresel sistemin enstrümanları olduğuna yönelik görüşler hızla taraftar bulmaktadır. Küresel sistemin egemenleri STK’leri kullanarak ulusal devletleri zayıflatıp dünya imparatorluğunu güçlendirmeyi mi amaçlamaktadır? Bir sonraki aşama, insanların “çok demokrat ve özgür yurttaşlar olarak” (!) tepkilerini hiçbir örgüte bağlı olmaksızın, bireysel olarak vermelerini sağlayarak, “böl ve yönet”in en son versiyonunu hayata geçirmek olabilir mi? “Arap Baharı”na bir de bu yönden bakmak zihin açıcı olabilir. Bazılarımız nasıl haberdar oluyor? Kuşkusuz herkesin hem düşünsel hem de bedensel kapasitesi birbirinden farklı olduğu gibi eğitimi, toplumsal olaylar karşısındaki duruşu, ahlaki yaklaşımı, adalet duygusu vb. de farklıdır. Pek çok insan dünyada ne olup bittiğini bile merak etmez, kendisi ve ailesi için yakın bir tehdit ol duğunda harekete geçerken, bazı insanlar başkalarının dertleriyle dertlenmekte, hiçbir çıkar beklemeden doğru bildikleri adına hayatları pahasına mücadele edebilmektedirler. Oranlar bir toplumdan diğerine farklılık gösterebilir, ancak hiçbir toplumda, toplumun çoğunluğu başkalarının haklarını korumak için hayatlarını ortaya koyanlardan oluşmaz. Onlar daima toplumun küçük bir parçası, ancak insanlığın lokomotifidirler. Dünyanın daha iyiye gitmesi hep bu azınlığın sayesinde olmuştur. Bilimde Nobel ödülü sahibi, Einstein ile birlikte 20. yüzyılın iki önemli bilim adamından biri olan ve DNA’yı bulan kişi olarak bilinen James Watson insanlar arasındaki bu farklılıkları genlere bağlamaktadır.(2) Bu durumda belki bir “gen kardeşliği”nden bile söz edilebilir. Muktedirler tarihin hiçbir döneminde bu insanları sevmemiş, onlara bin bir türlü zulüm etmişlerdir. Ama tarih, belki bazen biraz geç ama her zaman onları haklı çıkartmıştır. (1) National Center for Charitable Statistics, (çevrimiçi) http./ nccs.urban.org/statistic/index.cfm, 20.12.2011, (2) Haluk Şahin, Can Çekişen Bir Meslek Üzerine Son Notlar, İstanbul, Say Yayınları, 2011, s.141142. Cumhuriyet Türkiye’dir Günümüzde gazeteler eskiden olduğu gibi “fikir gazeteleri” ve “bulvar gazeteleri” diye gruplanmıyor. Artık gazeteler “Yandaş” ve “Yandaş olmayanlar” diye ikiye ayrılıyor. Kuruluşunun 90. yıldönümünü kutladığımız Cumhuriyet, bildiğiniz gibi her dönemde toplumun sesi ve düşüncesi olma yanında; en gerçekçi ve en bağımsız özelliğiyle de fikir gazeteciliğinin simgesi olmayı sürdürüyor. Kurucusu Yunus Nadi, 7 Mayıs 1924 günü yayımlanan ilk sayısında, “Cumhuriyet’i Okuyuculara Sunuş” yazısında gazetenin hedefi, ilkeleri ve niteliklerini açıklarken gazetenin bağımsızlığını “Gazetemiz ne hükümet gazetesi, ne de bir parti gazetesidir” sözleriyle vurguluyordu. Cumhuriyet’in çarşamba günkü 32354. sayısı da bu sözlerle ve “Gururluyuz 90. Yıl” vurgusuyla çıktı. Üç ayrı ekte, üç ayrı dönemdeki Cumhuriyet’in 90 yıllık öyküsü, ana başlıklarda özetlendi. Cumhuriyet’in 90 yılı, aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin de 90 yıllık öyküsüdür. Adını Mustafa Kemal vermiştir. Yazılsa, kitaplara, ansiklopedilere sığmaz. Bu bakımdan “Cumhuriyet Türkiye’dir” diyorum. Her zaman gerçeği yansıtmıştır. Her dönemde gerçeği öğrenmek isteyenlerin gazetesi olmuş, bu nedenle de çok ağır bedeller ödemiştir. Cumhuriyet şimdi de “Basını özgür olmayan ülkeler”in içinde yer alan Türkiye’nin özgürlük mücadelesinde en ön safta yerini almayı sürdürmektedir. Tıpkı Yunus Nadi’nin ilk yazısında söylediği gibi, “Cumhuriyet ve demokrasi fikir ve esaslarını çiğneyen ve yıkan ve yıkmaya çalışan her kuvvetle mücadele edecektir”. Cumhuriyet okurları bilir, çarşamba günkü eklerin ilkinde de yer alıyordu, ama ben yine de anımsatmak isterim. Cumhuriyet’in kurucusu Yunus Nadi (Fethiye, 1880 Cenevre, 1945), Galatasaray Sultanisi’ni bitirip Hukuk Mektebi’nde okurken Baba Tahir’in çıkardığı Malumat gazetesinde yazarlığa adım attı (1900) ve 24 yıl gazetecilik yaptıktan sonra, 44 yaşında Cumhuriyet’i yayımlamaya başladı. Bu 24 yıl, pek kolay geçmedi. Çünkü II. Abdülhamit’in baskı ve zulmüne karşı dernek kurmak suçuyla Midilli Kalesi’nde üç yıl hapis yattı. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a dönerek İkdam, Tasviri Efkâr gazetelerinde makaleler yazdı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Selanik’te çıkardığı Rumeli gazetesinde başyazarlık yapan Yunus Nadi, 1911’de Aydın milletvekili seçilerek parlamentoya girdi. 1918’de kurduğu Yeni Gün gazetesinin 375. sayısından sonra, İngilizlere karşı tavır aldığı makaleleri yüzünden tutuklanacağını anladı ve Ankara’ya kaçtı (Mart 1920). Gazetesini burada çıkarmayı sürdürdü. Mustafa Kemal Paşa’nın başlattığı bağımsızlık savaşına basın yoluyla destek verdi. 1920 yılında Muğla milletvekili seçildi. VI. Dönem sonundan yaşamını yitirene kadar da Cumhuriyet’teki savaşını sürdürdü. Çarşamba günkü üç özel eki hep birlikte okuduk. Aynı günün akşamı Şişli Belediyesi Kent Kültür Merkezi’nde 90. yılımızı kutladık. Açılış konuşmasını Cumhuriyet adına Orhan Erinç yaptı. “Atatürk devrim ve ilkelerini savunarak Türkiye’yi daha aydınlık yarınlara götürmek, görevimizdir” dedi. Sonra 90 yıl perdeye yansıdı. Ardından Boğaziçi Caz Korosu’yla coşan davetliler, Seren Akyoldaş, Grup Cazova ve Hasan Karayol ile ayrı bir coşkuya yelken açtı. Boğaziçi Caz Korosu Şef Masis Aram Gözbek’in yönetiminde 40 dolayındaki kızlı erkekli koroyla salona Gezi ruhunu taşıdı. Özellikle “Çapulcu musun vay vay”la herkese hem neşe kattı, hem de Gezi direncini hatırlattı. Bunu bir yandan mırıldanırken Yunus Nadi’nin yazdığı “Biz Türkiye’yi Sokakta Bulmadık” kitabı aklıma geldi. İşte Boğaziçi Caz Korosu da, çapulcular da, davetliler de Hasan Karayol da Cumhuriyet kadrosu da aslında bunu demek istiyordu. Cumhuriyet Türkiye’dir dedim ya. Çünkü temelinde işte bu fikir vardır. Nice aydınlık yıllara Cumhuriyet… Cumhurbaşkanı Seçiminde Sorumluluk Muhalefette Prof. Dr. HAKKI KESKİN, Siyasal Bilimci Cumhurbaşkanı seçimi, Türkiye için la zorundadırlar! ik demokratik hukuk devletine sahip çıkAKP’nin Cumhurbaşkanı adayı Recep mayı ya da giderek Türkiye’yi bir dikta re Tayyip Erdoğan’dır. 12 yıla varan başjimine sürüklemeyi beraberinde taşıyacak bakanlığı döneminde Erdoğan’ın siyaseti, öneme sahiptir. Bu bağlamda konu Türki toplumu olabildiğince kutuplaştırmak, ayye için bir kader seçimidir. Bu çerçevede rıştırmak ve etnik, dini öğelere göre bölmek esas sorumluluk muhalefet partileri ile mu stratejisi üzerine kurulmuştur. Bu strateji halif görüşte olanlardadır. Muhalefet par izlenirken her türlü yöntem ve yolun kultileri uzlaşma kültürünü kullanarak kendi lanılmasından çekinilmemiştir. Hedef, arparti üyelerinin ve kamuoyunun desteğini tık aklı başında herkesin rahatlıkla görealacak ortak bir aday üzerinde anlaşmak bileceği biçimde ortaya çıkmıştır. Amaç, kuvvetler ayrılığını yok ederek, basın, bilim ve fikir özgürlüğünü tamamen kontrol altına alarak hızla bir dikta yönetimini Türkiye’de yaşama geçirmektir. Yapılan yasal değişiklikler ve son olarak da çıkarılan MİT Yasası, bu amacın en belirgin araçları olarak ortadadır. Var olan anayasal hak ve özgürlükler bile, polis devleti yöntemleriyle ve ölçüsüz aşırı güç kullanılarak engellenmektedir. Bu gidişata dur demek, Türkiye’de yeniden gerçek anlamda demokratik, laik, hukuk devleti, basın, bilim ve fikir özgürlüğü isteyen, dünya kamuoyunda Türkiye’nin yeniden onur ve itibarını kazanmasına önem veren her birimizin en ivedi ve en öncelikli görevidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil edilen muhalefet partilerine, başta CHP ve MHP’ye bu konuda büyük sorumluluk düşmektedir. Muhalefetin görevi, tabii ki hükümeti ve başbakanı eleştirmekle sınırlı değildir. Parlamentodaki muhalefet partileri, başta eleştirilen konular olmak üzere her alanda seçmene inandırıcılığı olan ve seçmenin destek verebileceği alternatifleri de sunmakla yükümlüdürler. Son yerel seçimlerde özellikle CHP’nin beklenen sonucu elde edemeyişinin ana nedeni, değişik alanlarda temel ilkelerine dayalı alternatif projelerin halka gereğince sunulamaması ve anlatılamamasındandır. CHP ve MHP ortak bir cumhurbaşkanı adaylığında ivedi olarak anlaşmalıdır! Bu konuda bu iki partinin ortak bir aday üzerinde anlaşmalarında hiçbir siyasi ve etik sakınca yoktur. Tam aksine ülkenin ve halkın çıkarları böyle bir anlaşmayı zorunlu kılmaktadır. Bu siyasi partilerin seçmenleri böyle bir uzlaşmaya eminim ki son derece olumlu bakacaklardır. Çekincesi olan seçmenlere de bunun nedenleri ve gereği son derece özgüvenle anlatılabilecektir. Atatürk’ün deyişiyle, “Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır.” Önemli olan başta CHP ve MHP’nin ortak bir aday konusunda, hatta HDP’nin de görüşü sorularak, anlaşabilmeleridir. Bu ortak adayın, AKP seçmenlerinden bir kesiminin de desteğini alabilecek nitelikte biri olması gerekir kanımca. Bu adayda aranacak başlıca özellikler bellidir. Demokrasi, hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, evrensel insan haklarına, basın, bilim ve fikir özgürlüğüne sahip çıkacak, toplumda kutuplaşma yerine barışı ve uzlaşmayı sağlayacak güvenilir, dürüst ve sağlam kişilik. Ancak bu adayın aynı zamanda, Erdoğan’ın ve AKP’nin bilinen ve izlenen aşırı saldırılarına ve polemiklerine kararlılıkla cevap verebilecek, halka ve seçmene yukarıdaki temel özellikleri ve Erdoğan’la Türkiye için doğabilecek büyük sakıncaları halkın anlayabileceği bir dille anlatabilecek bir kişiliğe gereksinim vardır. Bu kez Cumhurbaşkanlığı seçimi meydanlarda ve medya yoluyla yapılacağından, ortak adayın bu yeteneğe sahip bir olgunlukta olması da gerekmektedir. Bu özelliklere sahip bir ortak aday, eminim ki Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanacaktır. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına şiddetle karşı çıkan özellikle CHP ve MHP’nin, bu konuda gereken özveriyi göstererek uzlaşamamaları, bu siyasi partilere duyulan güveni büyük ölçüde ve haklı olarak sarsacaktır. Bu seçimin Türkiye için ne denli önemli olduğu partiler tarafından sürekli vurgulanırken, hangi gerekçeyle olursa olsun, yukarıdaki özelliklere sahip ortak bir aday üzerinde anlaşamamalarını seçmen affetmeyecektir. Siyasette sorumluluğu ve suçu yalnız hükümette ve onu taşıyan parti ve liderinde aramak tabii ki inandırıcı olmaktan uzaktır. Herkesin üzerine düşen sorumluluğun bilincinde olarak davranması ve bunun gereğini yerine getirmesi vazgeçilemez bir görevdir. Başta CHP ve MHP, tabii ki yukarıda altı çizilen bir Türkiye’yi isteyen tüm sivil toplum kuruluşları ve herkes, böyle bir projeye destek olmalıdırlar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle