04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10 MAYIS 2014 CUMARTESİ 16 Bildik Uydurma El Öpme Anısı CHP Grup Başkanvekili Engin Altay’ın, Meclis kürsüsünden aktardığı bir anı: “Mevhibe Hanım (İnönü), Malatya Kumaş Fabrikası gezisinde 3 metre kumaş alır. Demokrat Parti, İsmet İnönü’nün bir açığını aramak üzere bir çalışma grubu oluşturur. Uzun çalışmalardan sonra Demokrat Partili Ahmet Gürkan, İsmet İnönü Köşk’ten inip muhalefetin başına geçince bunu Meclis kürsüsünden sorar. İnönü hatırlayamaz ve o gün o soruya cevap vermez. Demokratlar bayram yerine çevirir Meclis’i, İnönü adeta yıkılmıştır. Akşam eşine sorar, eşi olayı doğrular ‘Ama parasını ödedik Vecihi Bey ile’ der. Vecihi Bereketoğlu muhasebecisidir İsmet İnönü’nün. Faturayı ve ödeme makbuzunu bulur, İnönü’ye verir. İsmet İnönü, Meclis’te söz isteyip makbuzu ibraz eder. Ahmet Gürkan bizzat elini öperek özür diler İnönü’den.” Engin Altay, anıya ilişkin sözlerini şöyle tamamladı: “İşte o günkü TBMM’den bugünkü TBMM’ye geldik.” Rüşvet ve yolsuzluk kuyruğu uzadıkça uzuyor. Bırakın karşılığında fatura ve makbuz göstermeyi, bir kuru özür bile yok artık. Meclis TV’nin karartıldığı oturumda, saatiyle ünlü eski Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan, hakkındaki yüz kızartıcı suçlarla ilgili savları yanıtlamaya çabalarken bildik tayfanın bildik üfürüğünü yineleyerek muhalefet sıralarına bağırdı: “Sizler İstiklal Mahkemeleri’nde önce asıp sonra ifade alalım diyen bir zihniyetin temsilcilerisiniz.” Kuracakları sözde komisyonun ne işe yarayacağını herkes biliyor: Milyonluk saatler, rüşvetler; yatak odalarından çıkan kasalar; evlerden fışkıran dolarlar, Avro’lar; bol sıfırlı bağışlar filan unutulacak; yok İstiklal Mahkemeleri binlerce kişi astı, yok milletin inançları yıllarca yasaklandı, yok Atatürk diktatördü gibi katakulli ve hokkabazlıklarla, açığa çıkmış kirli ilişkilerin üstü örtülecek. Sonra? Bir bakacaksınız ki, 4 eski bakan yunmuş yıkanmış, aklanmış paklanmış, saygın ve çok değerli siyasetçiler olarak aramıza dönmüş... Doğa Öcünü Alıyor İnsanda, doğayla olan savaşımında sonunda kazananın hep kendisi olacağına ilişkin yerleşmiş aymazca bir kanı var. Küresel ısınma, kuruyan göller, kuraklık, çölleşmeler, heyelanlar gibi yaşadığı onca doğa afeti onun aymazlıktan kurtulmasına, kendini değiştirmesine ne yazık ki yetmiyor. Bunun son örneklerinden biri Türkiye’nin en büyük adası olan Gökçeada/İmroz’da yaşandı. Bir sel taşkını sonucu evleri ve işyerleri büyük zarara uğrayan, büyük ve küçükbaş hayvanları telef olan, motorlu araçları sel sularına kapılan yüzlerce insan mağdur oldu. Oysa bunların hiçbiri yaşanmayabilirdi. HHH Gökçeada/İmroz yüzyıllardır bir yerleşim merkezi. MÖ 448’de Atinalılarla Persler arasında yapılan bir savaş sonrasında Atina’ya bağlanmış. MÖ 126’da Romalıların, 1204’te Cenevizlilerin, 1262 yılında Bizans’ın, 1455 yılında da Osmanlı’nın eline geçmiş. 1912’de 1. Balkan Savaşı sırasında Yunanistan adaya asker çıkarmış, nihayet Lozan Antlaşması uyarınca ada 22 Eylül 1923 tarihinde Türkiye topraklarına katılmış. 2500 yıllık yazılı tarihinde bir sel taşkını nedeniyle ada halkının zarara uğradığına, mağdur olduğuna ilişkin bir kayıt yok. Çünkü ortada bir neden bulunmuyor. Yüzyıllar boyunca yağan yağmurlar Çınarlı Dere tarafından denize taşınmış. Uzunca bir zamandır Çınarlı Dere bu işlevini yerine getiremiyor. Getiremeyince de ilçe merkezini sel basıyor. HHH 1964 kararlarıyla o tarihlerde yaklaşık 9.000 olarak tahmin edilen Rum nüfusun çok büyük çoğunluğu adayı terk etmek zorunda kalınca ilerleyen yıllar içinde nüfus dengesi Türkler lehine değişmiş. Rum sayısı 270’e inerken, Türk sayısı yaklaşık 6.000’e yükselmiş. Adadaki Türk nüfusun ortak özelliğinin yüzde 96’sının kara kırsalından getirilmiş olmaları oluşturuyor. Nedendir bilinmez, devlet Muğla, Isparta, Burdur köylüleri gibi denizle hiçbir ilişkisi olmayan binlerce insanı getirip bu adaya yerleştirmiş. Bu arada Ağrı, Van, Siirt, Iğdır gibi Doğu ve Güneydoğu illerimizden yüzlerce aile gelerek adayı kendilerine yurt bellemişler. 1970’li yıllarda ada devlet tarafından talana açılınca bu nüfus içinde palazlanmış bir kesim doğaya meydan okumuş. İlk yaptıkları Çınarlı Dere’nin yatağını daraltmak, üstünü kapatmak, üzerine de beton yapılar dikmek olmuş. Bunu yaparlarken bir kez olsun kendilerine, “Yahu burada yüzyıllar boyunca Rumlar oturmuş, bizim bu yaptıklarımız onların akıllarına hiç mi gelmemiş?” diye sormamışlar. Derenin beton altında kalan bölümü yıllar boyunca dereye atılan atıklarla tıkanmış. Böyle olunca şiddetli bir yağmurda dere işlevini yerine getiremez duruma geliyor, ilçe merkezi sular altında kalıyor. Bu kadar basit! Aynen geçmişte İstanbul’da Ayamama Deresi’nde, Kâğıthane Deresi’nde ya da Karadeniz sahil şeridindeki kentlerde olduğu gibi… HHH Doğanın elinde sopası yok ki gözünü hırs bürümüş bu doğa yıkıcılarının kafasına vursun. Öcünü kendi dilince alıyor. Ya da “devlet” devlet olacak, o derenin üzerini betonla kapatanların, oraya çoğu ruhsatsız o yapıları dikenlerden yargı önünde hesap soracak. Tüy İpe un serecekleri AKP’li Mustafa Elitaş’ın şu sözlerinden belli: “Bu milletin yüzde 45.5’i, 30 Mart seçimlerinde, kendisine hizmet eden, tüyü bitmedik yetimin hakkını koruyan bir başbakanı, iktidarını ve hükümetini destekledi, sandıktan alnının akıyla çıkardı.” Tüylenmiş oğulcuklar da aradan sıyrılmış oldu böylece... Siyasete 12 Eylül darbesi ile karışık ANAP virüsü girdiğinden beri birçok köklü gelenekten uzaklaşıldı. Örneğin, geçmişte belediye başkan adaylarından genel merkez yöneticileri rüşvet almazlardı. Bugün almayanı parmakla gösteriyorlar. Hırsızlık, yolsuzluk yalnızca ahlaken ve hukuken değil, siyaseten de utanılacak bir durumdu. Şimdilerde hani Demokratik İstikrar neredeyse övünülecek bir paye oldu. Genel başkanlar bir tür tanrısal yetkilere sahip değildiler. Şimdi kendisini bir tür tanrı ya da en azından onun elçisi olarak görenler çoğunlukta. Eskiden partilerin grup toplantıları kamuoyuna kapalı yapılırdı. Partili milletvekilleri, gelişmelere ilişkin gözlemlerini, kalmak kaydıyla izin verilir. Devlet idareleri ile kamu kurum ve kuruluşlarınca yapılan, işletilen, işlettirilen veya yapişletdevret modeli esas alınarak yaptırılan ve işlettirilen bu tesislerden herhangi bir bedel alınmaz.” Geçen ay çıkarılan bir yönetmelikle de uygulamanın kapsamı genişletilmiş. Yani güzelim ormanların tıraşlanması, kitabına uydurulmuş. Okurumuz Zafer Direnç, İstanbul’da Kavacık’tan başlayıp Şile’ye kadar giden sahil yolu ile Polonezköy’den başlayıp Karaburun, Karakiraz, Kurna, Sahilköy, Alacalı ve Sofular’a değin uzanan yolda orman katliamı yapıldığını duyurdu. Binlerce ağaç kesilip kamyonlara dolduruluyormuş. Öğrendik ki o ağaçlar 2. ve 3. köprülerin arasındaki İstanbul’da Orman Talanı bağlantı yolu için kesiliyormuş. Durumu aktardığımız doğa dostu Yücel Çağlar, Orman Yasası’nda yapılan son bir değişikliği anımsattı: “Devlet ormanlarında, erişme kontrolü uygulanan karayollarındaki ulaştırma yapıları ve müştemilatı olan hizmet tesisleri ile bakım işletme tesislerine, karayolu sınır çizgisi içinde izlenimlerini, eleştirilerini hem genel başkana, hem parti yöneticilerine, hem de diğer milletvekillerine aktarma olanağına sahiptiler. Bugün parti grupları, demokratik kurgunun çalıştırılması açısından hiçbir işlev yüklenmiyor. Grup salonunu şakşakçılar dolduruyor; genel başkan gak dese alkışlıyor, guk dese “yaşa, var ol, nur ol” diye bağırıyorlar. Böyle bir ortamda sıkıysa bir milletvekili çıkıp da “Partimizin şu uygulaması iyi gitmiyor” desin bakalım. Hiç sektirmez, oracıkta linç ederler adamı... Bir yanda sürekli seyredenlerden, diğer tarafta da sürekli konuşan, hatta buyuranlardan oluşan demokrasimizi, tanrılar eleştirinin her türlüsünden esirgiyor. Böylece, gizemsel bir anlam yüklenen “siyasi istikrar” denen şeye ulaşılmış oluyor. Makara Savunmalar SADIK ÇELİK KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] 17 Aralık’ta ortaya dökülen onca kirli iddialara, rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarına binaen haklarında, 9’u AKP’li 15 kişilik (!) soruşturma komisyonu kurulan eski bakanların yapmaya çalıştıkları savunmaları dinliyoruz. Bunların arasında, örneğin 700 bin liralık saatle ilgili Zafer Çağlayan’ın Meclis’te yaptığı açıklamalar ve elinde tuttuğu, üzerinde ne yazdığı meçhul kâğıtlar ne yazık ki ikna edici olmaktan çok uzak kaldı. Çağlayan, saatin gazetede ilanını görüp beğendiğini, Rıza Sarraf’ın kendisi için aldığını ama parasını ona ödediğini anlatıyor. Fakat bu dudak uçuklatıcı miktardaki paranın ödenmesiyle, saatin Sarraf tarafından hediye edilmediği, Çağlayan’ın kendisinin satın aldığıyla ilgili ortada kanıt olarak sunulabilecek ne bir para transferi belgesi, bir dekont, ne de bir makbuz görünüyor. 700 bin lira gibi kayda değer ağırlıkta bir para bir yerden bir yere kuş olup uçmadı ya. Yalnızca Çağlayan’ın dilinden dökülen birtakım reddiye cümleleri var, o kadar… Eski AB Bakanı Egemen Bağış hakkındaki iddialarla ilgili yaptığı savunmada ise, yine Rıza Sarraf tarafından kendisine ayakkabı kutularında, lokum kutularında, takım elbise ceplerinde takdim edildiği iddia edilen para meselelerine değinmeden tüm dikkatini aslında ne kadar dindar bir insan olduğunu kanıtlamaya vermiş gibiydi. Bakara, kukara tadındaki makaralarının etkisini silmek, düştüğü bu kötü durumdan kendisini temize çıkarmak istediği belli oluyordu. Toplum nezdinde en büyük puan kaybının, rüşvet ve yolsuzluk faaliyetlerinden değil ama “yeterince dindar olmama” ve daha da önemlisi “dinle makara geçme” hatalarına düşmekten geleceğini anlamış olmalı… Muhalefetin, ideolojik ve pratik zeminde birbirine kayda değer manada ters üç partisinin, CHP, MHP ve HDP’nin kutsal bir ittifak meydana getirmesi kolay değil. Üstelik zaman da son derece kısıtlı. Yine de ortada dolaşan birçok isim var; Meral Akşener, Kemal Derviş, Mehmet Bekaroğlu, Abdüllatif Şener, Haşim Kılıç, İlber Ortaylı, İlhan Kesici, İdris Naim Şahin, Mansur Yavaş ve hatta Abdullah Gül… Üç partinin de ortak değerlerini yansıtabilecek ve aynı zamanda hukuka bağlı, evrensel demokrasiyi haiz, bilgisiyle, kültürüyle, duruşuyla, saygınlığıyla ülkeyi temsil edebilecek ve aynı zamanda toplumda karşılığı olan ideal bir ortak aday belirlemek güç bir iş. Bilhassa CHP açısından, “yeni CHP” ideali üzerinden kapılarını “farklı” isimlere açtığı için partinin maruz kaldığı yoğun tepkileri düşünürsek, söz konusu ortak adayın “kendinden olmayan” bir isim olması durumunda yeni bir parti içi krizin kapıda olabileceğinin de altını çizmek gerekir. Tüm bunlara rağmen bu üç parti kimliği, inancı, mezhebi, ideolojileri bir kenara bırakarak hukuk zemininde, son dönemde görülmemiş bir biçimde katledilen hukuku koruma, hukuk devletini ve adaleti savunma ve yeniden inşa etme noktasında ortak mutabakata vararak üçlü güç birliğini oluşturmalı. Yukarıda sayılan isimler dışında da sağ ve özellikle sol kesimden pek çok değerli ismin olduğunu da atlamamak gerekir; ancak burada önemli olan kriter bu isimlerin temsil ettikleri değerlerin yanında onların “seçilebilir” olmalarıdır… 90 yaşında bir Cumhuriyet; yorgun ama özünde dimdik hâlâ. Geçip giden nice kavgalar, hüzünler, mücadeleler, sevinçler, nice mayıslar, eylüller, martlar, güzler, arkasından gelen baharlar… Ve nice fotoğraflar. Yunus Nadi’ler, Nadir Nadi’ler, İlhan Selçuk’lar ve bugünler… Bağımsız, çağdaş, özgür, kararlı bakışların daimi gardiyanları, inatçı savunucuları, umudun ve aydınlığın yılmaz takipçileri; hepinizin ve hepimizin 90. yılı kutlu olsun. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA HARBİ SEMİH POROY SEDAT YAŞAYAN 90. yıl UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] atıdaki ortak aday Muhalefet partilerinin Cumhurbaşkanlığı seçimi için ortak hareket etmeleri iki hafta öncesine kadar pek mümkün görünmüyordu. Fakat Bahçeli’nin son açıklamalarıyla birlikte bugün gelinen durumda bir tür uzlaşı noktası arayışına girildiği anlaşılıyor. Ç SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Mevlevi der 1 vişlerinin giydi 2 ği kolsuz, ya kasız, uzun ve 3 geniş giysi. 2/ 4 İngiltere’de çok 5 sevilen bir cins 6 bira... Perde. 3/ Uçaklarda pi 7 lot kabini... Tar 8 la sınırı. 4/ De 9 miryolu... Karışık renkli. 5/ Ya 1 2 3 4 5 6 7 8 9 lıtım. 6/ Kez, kere... 1 S U L T A N İ İ Divan edebiyatında 2 U R A Y A T A K düzyazıya verilen ad. 3 İ N İ 7/ Kimononun beline 4 L A M B A T B A L A B A N bağlanan ve daha çok C ipekten yapılan uzun 5 A Y A L A M A 6 N A A M O R T İ Japon kemeri... Lütİ L fi Ömer Akad’ın bir 7 İ T İ B A R A N A T İ P İ filmi. 8/ Ünsüzle bi 8 ten bir sözcüğün ün 9 İ K İ N C İ L İ K lüyle başlayan sözcüğe bağlanarak okunması. 9/ Kasımpatı çiçeğine verilen bir başka ad. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bir tür ceket. 2/ Satrançta bir değerlendirme ve klasman sistemi... Tanrı tarafından Davut Peygamber’e gönderildiğine inanılan kitap. 3/ Ölmüş kimselerle cinsel birleşme eğilimi şeklinde kendini gösteren sapıklık. 4/ Bez parçalarından dokunmuş kilim... Azerbaycan’ın plaka imi. 5/ Moritanya’nın para birimi... Gözleri görmeyen. 6/ Kabul etmeyerek geri çevirme... Mızrak, süngü gibi bir şeylerin sivri ucu. 7/ Rütbesiz asker... Erden Kıral’ın bir filmi. 8/ Hastane gibi yerlerde ayakkabı üzerine geçirilen plastik gereç... Tavlada “üç” sayısı. 9/ İdare lambası.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle