30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
19 ŞUBAT 2014 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA En büyük kırılganlık Özel sektörün dış borcu 196.8 milyar dolar Son verilere göre, şirketlerin toplam döviz borcu 196 milyar doları aştı. Özel sektörün yurtdışından sağladığı uzun vadeli kredi borcu, Aralık 2013 sonu itibarıyla 2012 sonuna göre 17.1 milyar dolar artarak 155.6 milyar dolara çıktı. Kısa vadeli kredi borcu da (ticari krediler hariç aynı dönemde 10.2 milyar dolar artarak 41.2 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bir yıl içinde gerçekleştirilecek olan ana para geri ödemeleri ise 71.7 milyar dolar tutarında. TCMB verilerine göre, bankaların uzun vadeli kredi borçları 8.2 milyar dolar, kısa vadeli kredi borçları 7.3 milyar dolar arttı. Bankaların tahvil biçiminde borçlanmalarının 5.6 milyar dolar arttığı gözlendi. Bankacılık dışı finansal kuruluşların uzun vadeli kredi biçimindeki borçlanmaları 365 milyon dolar artarken finansal olmayan kuruluşların kredi biçimindeki borçlanmaları 295 milyon dolar azaldı. EKONOMİ [email protected] 11 şirketlerin döviz borcu JCR Eurasia Rating, özel sektörün yüksek döviz borcuna dikkat çekerek bunun Türkiye ekonomisinin küresel finansal şoklara ve yüksek reel kur artışlarına karşı en temel kırılganlık kaynağı olduğunu vurguladı. Kuruluşa göre, banka kredileri içinde dövizli kredilerin payının yüksek olması bankacılığın kredi riskini de artırıyor. Ekonomi Servisi Türkiye ekonomisinin kırılganlığına ilişkin bir uyarı da JCR Eurasia Rating’den geldi. Japon kredi derecelendirme kuruluşu Japan Credit Rating (JCR) Eurasia Başkanı Orhan Ökmen, reel sektör firmalarında biriken yüksek döviz borcuna dikkat çekerek “Bu, Türkiye ekonomisinin küresel finansal şoklara, sermaye akımlarındaki zayıflamaya ve kur artışlarına karşı en önemli temel kırılganlık kaynağı” dedi. “Reel sektörün kur riski, esasen bankacılığın gerçek kredi riskidir” diyen Ökmen, Türk şirketlerinde banka kredilerinin içerisinde dövizli kredilerin payının TL kredilerinden yüksek olduğuna işaret etti. 3.9 Milyar Dolar Döviz Girişi Hafta başında Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Merkez Bankası’nın “son” kararından sonra döviz piyasasında yabancıların hareketinin bayağı yoğunlaştığını belirten bir söyleşi verdi. Babacan’ın ifadesiyle “27 Ocak’tan 13 Şubat akşamına kadarki dönemde Türkiye’ye 3 milyar 900 milyon dolarlık yabancıların döviz girişi oldu”. Sayın Babacan ayrıca söz konusu döviz girişlerinin borsa, hazine bonosu ve benzeri “çeşitli” finansal araçlara yöneldiğini ve “kurdaki sakinliği de bu döviz girişiyle alakalı olarak gördüğünü” vurguladı. Babacan’ın sözlerine dikkat ediniz: Döviz girişlerinin nereden geldiği ya da nereye yönlendirilmiş olduğunun şu anda çok önemi yok; önemli olan “kurların sakinleşmesi”. Gerçekten de Türkiye’nin ekonomi modeli her ne pahasına olursa olsun döviz girişi sağlamaya yöneliktir. Bunun yolu da, geçen haftaki yazımızda özetle vurguladığımız üzere, “uluslararası sermayeye bir hoş geldin partisi düzenlemek”ten geçmektedir. Daha açık bir deyişle, Türkiye’nin gerek kısa dönemli istikrar arayışları, gerekse uzun dönemli kalkınma stratejisi artık uluslararası finans sermayesinin kaprislerine terk edilmiş durumdadır. Bu tercihin bedeli ise sanayi sektörlerinde ve işgücü piyasalarında ödenmektedir. HHH İmalat sanayiinin milli gelir içindeki payı 1998’den bu yana düzenli gerilemektedir. 1998’de imalat sanayii katma değeri, ulusal gelirin yüzde 24’ünü oluşturmaktaydı. Söz konusu oran 2002 ve 2003’te yüzde 17.5’e, 2013’ün üçünce çeyreği itibarıyla da yüzde 15.5’e düşmüştür. Bu göreceli gerilemeye koşut olarak, sanayi istihdamı da son derece cılız hareket etmektedir. 2008’den bu yana sanayi istihdamındaki artış sadece 354 bin kişidir. Bu rakam, söz konusu dönemde toplam istihdamda yaşanan 4 milyon 454 bin kişilik artışın sadece yüzde 8’idir. Öte yandan, hizmet sektörleri istihdam artışlarının yüzde 56’sını karşılamaktadır. Hizmetler içerisinde, toplam 1 milyon 454 bin kişilik istihdam ile kamu yönetimi, sağlık, savunma ve diğer hizmetlerden oluşan faaliyetler başı çekmektedir. Üretim ve istihdamda yaşanmakta olan göreceli gerileme, sektörün üretkenlik kayıplarından da izlenmektedir. TÜİK verilerine göre sanayi sektöründeki işçi başına üretkenlik 2005’ten 2009’a yüzde 30’a varan bir artış göstermiş, daha sonrasında ise yerinde saymıştır. HHH Bütün bu gözlemler Türkiye’nin giderek sanayisini ikinci plana iten ve göreceli olarak önemsizleştiren bir ekonomi modeli izlemekte olduğunu belgelemektedir. Türkiye’de “sermaye” girdisinin ithalat maliyetlerinin ucuzluğu, sanayi üreticisini ithal edilmiş ara malı ve yatırım mallarını yerli üretime ve genelde işgücüne karşı ikame etmeye yönlendirmektedir. Döviz kurlarındaki ucuzluk ve istikrarsızlık bir yanda finans piyasalarında bir istikrarsızlık unsuru olarak değerlendirilirken, diğer yanda da sanayide düşük teknolojili ve sermaye yoğun bir faktör donanımını özendirmektedir. Türkiye’nin giderek daha fazla yabancı sermaye yoğun bir teknolojiye sürüklenmesi ve dolayısıyla istihdam dostu olmayan ve yabancı sermaye bağımlı bir sanayileşme süreci tuzağına itilmiş olması, doğrudan doğruya izlenen makro ekonomi politikaları demetinin bir sonucudur. Türk sanayisinin göreceli olarak değer yitirmesi ve dışa bağımlılığının, sivil toplumsal örgütlenmenin de durağanlaşmasını beraberinde getirmekte olduğunu düşünmekteyim. İstihdam biçimleri formel sanayi üretiminden koptukça ve daha çok küçük ve taşeronlaştırılmış hizmetler sektörüne kaydıkça, modern sanayi toplumuna özgü sivil demokratik kitle örgütlenme biçimlerinin de yıprandığı ve parçalı bir yapıya büründüğü izlenmektedir. Siyaset bilimleri yazınında “demokrasi açığı” diye betimlenen bu sürecin, Türkiye benzeri geç sanayileşen ve sanayileşmesini olgunlaştıramadan hizmetler ara sektörlerine hızlı geçiş yaşamak zorunda kalan ekonomilerde bir yansıması olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu konuyu gelecek hafta daha geniş biçimde ele almak arzusundayım. İşte yabancı yatırımcıların 5 kâbusu Ekonomi Servisi Goldman Sachs’ın 2 bin müşterisine yaptığı anket yabancı yatırımcıların korkularını gözler önüne serdi. Bankanın kıdemli analisti David Kostin, makro açıdan yatırımcıları tedirgin eden konuları şöyle sıraladı: Özel sektörün yüksek kur riskinin önemli makro etkileri olduğunu söyleyen Ökmen, “Reel sektör firmalarının yüksek döviz borcu, firma bilanço kârlılıklarının, varlıklarının ve yatırımlarının küçülmesine yol açıyor. Bunun yanında, para politikasının etkinliğinin azalmasına, Merkez Bankası’nın son kredi verme mercii olma özelliğinin sınırlandırmasına, para talebinin istikrarsızlaşmasına ve bankacılık sektörü için kredi riski haline gelip aktif kalitesinin düşmesine neden oluyor” değerlendirmesinde bulundu. Ökmen şunları söyledi: * Dövizli varlık biriktir me hızı, dövizli yükümlülük oluşum hızından daha yüksek olma eğilimi 2014’te de devam edecek. * Portföy yatırımlarındaki dalgalanmalar Türkiye ekonomisi için önemli bir risk olmaya devam edecek. Portföy yatırımlarının dış yükümlülükler içindeki payının yüksek olması, kırılganlığı ve ödeme belirsizliğini artırıyor. * Politik risk, dış finansman ihtiyacının sürdürülebilmesi ve ivme kaybeden büyüme dinamikleri açısından Türkiye önemli bir kavşak noktasına geldi. Bu yol ayrımında Türkiye’nin hangi yöne gideceğine göre kredi notu şekillenecek. erkez ‘sıkı duruş’u sürdürecek Öte yandan Merkez Bankası (TCMB) dün gerçekleştirdiği Para Politikası Kurulu toplantısında iki yıl aradan sonra ilk kez 28 Ocak’ta yapılan ara toplantıda aldığı sert faiz artışı kararlarının etkisini görmeyi tercih ederek beklendiği gibi yeni bir adım atmadı. Merkez, “Enflasyon görünümünde belirgin bir iyileşme sağlanana kadar para politikasındaki sıkı duruş sürdürülecek” dedi. TCMB, 2014’ün ilk çeyreğine dair açıklanan verilerin ise özel kesim yurtiçi nihai talebinin ivme kaybedebileceğini gösterdiği belirtti. M 1 2 3 4 5 Yatırımcıların tedirgin olduğu konuların başında Çin ve gelişen piyasalardaki kredi balonu riski geliyor. Katılımcıların yüzde 31’i bu konuda endişeli olduklarını dile getirdi. Gevşek para politikalarının yaratacağı varlık balonları ve daimi ekonomik durgunluk ya da yavaş büyüme de en çok verilen cevaplar arasında yer aldı. Katılımcıların yüzde 12’si deflasyondan endişe ettiğini açıkladı. Yatırımcıların endişe ettiği bir diğer konu da siyasi ve askeri gerginlik. Bu toplam oyların yüzde 10’unu aldı. Avrupa’da yeniden ekonomik kriz patlaması az da olsa verilen yanıtlar arasında yer aldı. Çin, son dönemde gelişen piyasalarda patlak veren satış dalgasının en büyük nedeni. Çin’in ekonomisini sıkılaştırmak adına aldığı önlemlerin durgunluk yaratacağından endişe ediliyor. Uzmanlar bu önlemlerin dünyanın en büyük ikinci ekonomisini beklenenden daha sert bir düşüşe sürükleyebileceğine işaret ediyor. Bankacılar esnafın yanında staj yapacak Ekonomi Servisi Akbank, KOBİ bankacılığında “esnaf stajı” uygulamasını başlattı. Banka çalışanları esnafın derdinden anlamak için bakkal, kuaför, fırıncı, mobilyacının yanında 2’şer günlük staj yapacak. Geçen yıl KOBİ’lere yaklaşık 14 milyar liralık kredi kullandıran Akbank bu yıl da KOBİ bankacılığında yüzde 50 büyümeyi hedefliyor. “Esnaf Kardeşliği” programı altında geçen yıl ekimde tanıtımı yapılan “Olduğunda Öde” ile esnafa 500 milyon liralık kaynak aktardıklarını belirten Akbank Genel Müdür Yardımcısı Bülent Oğuz, esnafın sorunlarını yerinde saptamak amacıyla da “esnaf stajı programı” başlattıklarını açıkladı. Bankanın yeni ürünü “KOBİ Kart” hakkında da bilgi veren Oğuz, aynı zamanda normal kredi kartı özelliği de taşıyan KOBİ kartla, esnafa dilediği zaman ATM’lerden, internet ve şubelerden taksitli ticari kredi kullanma imkânı sağladıklarını söyledi. Kartı aldıktan sonra şubeye gitmeden, evrak hazırlamadan kullanılabilecek kredinin limiti 15 bin lira, vadesi ise 24 ay. BDDK’nin kredi kartlarına getirdiği taksit sınırlamasından sonra özellikle mobilya, beyaz eşya gibi sektörlerde yeniden senetli alışverişe geri dönüldüğünü kaydeden Oğuz, 2014’te ekonomideki tüm tarafların ihtiyatlı olması gereken bir dönem olduğunu ifade etti. Akbank’ın 400 bin esnaf müşterisi olduğunu belirten Oğuz, 100 bin yeni aktif müşteri kazanmayı hedeflediklerini, Akbank KOBİ kart ile de bir yılda 50 bin müşteriye ulaşmayı planladıklarını dile getirdi. Bülent Oğuz Staj programı ile bölgeler ve genel müdürlük dahil 1500 kişilik KOBİ bankacılığı ekibinde bütün çalışanların her birinin esnafın yanında 2’şer günlük staj yapacağını belirten Oğuz, “İlk etapta 50 tane arkadaşımız esnaf yanında staj yaptı. Esnaf ve ticaret odalarından çok olumlu geri bildirimler aldık. İlerde de esnafın bankacılık stajı yapmasını planlıyoruz” diye konuştu. Senede geri dönüldü Alo faiz caiz mi? Ekonomi Servisi 2013’te 2 bin 100 kişi Diyanet İşleri Başkanlığı’na faizle ilgili soru sordu. Faiz konusundaki soru sayısıbir önceki yıla göre yüzde 22 yükseldi. 2012’de 1720, 2011’de ise 1494 kişi faiz konusunda Diyanet İşleri’ne danışmıştı. 2013’te Din İşleri komisyonuna sorulan ticarete dair soruların toplamı 4 bin 150 olurken, bu soruların 31’i kamu ve özel kuruluşlardan geldi. Müftülükler komisyona 34, Başkanlık birimleri ise 21 soru iletti. Bu sorular arasında en büyük payı 25 adet ile akaid (iman esasları) konusundaki sorular aldı. Kurumlardan sorulan sorularda ikinci sırada namaz, üçüncü sırada ise aile hayatı yer aldı. Güncel Ticari meseleler konusunda 1195 soru sorulurken alışverişe dair 870, borç ile ilgili 310, ticari ortaklıklar konusunda 190, kirayla ilgisi olarak da 95 soru iletildi. TÜSİAD, PISA sonuçlarına ilişkin görüş ve önerilerini açıkladı. OECD’nin Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı’nda (PISA) Türkiye matematik, fen ve okuma becerilerinde yerlerde sürünüyor. Üstelik 2003 yılında katıldığımız bu uluslararası sınavın 2012 sonucu ile on yıl önceki sınavın sonucu arasında hemen hemen hiç fark yok. Hem Türkiye’de nüfusun yarısı 30 yaşın altında (geniş anlamıyla eğitim çağında) olduğu için hem de ülkelerin eğitim kalitesi ile iktisadi gelişmişlikleri, toplumsal kalkınmaları doğru orantılı olduğu için uluslararası düzeydeki bu başarısızlığın masaya yatırılması ve çözüm önerilerinin tartışılması çok önemli. Ama kimin umurunda? 17 Aralık ile başlayan süreçte bu ülkenin bakanlarının bakan çocuklarının, üst düzey kamu yetkililerinin, “ihale baronları” işadamlarının rüşvet ve yolsuzluk görüntüleri, ses kayıtları ortalara saçıldı. Milyon dolarlık büyük rakamlar, peşkeş çekilen araziler, “milletin a... koyarız” gibi çirkin ötesi konuşmalar... Başka bir ülke olsa hükümet çoktan düşerdi. Ama kimin umurunda? Hadi özgür basından geçtik, Başbakan’ın “Alo Fatih” diye başlayıp istemediği haber ve görüntüyü yayından kaldırması ve bu ortaya çıkınca “evet yaptım, ne oldu” diyebilmesi... Bunlar da kimin umurunda? Gezi olayları süresince durmadan “Benim başörtülü bacım” diye ortalığı inleten, Kabataş’ın aylardır gizlenen görüntüleri ve başörtülü bacısının yalanı ortaya çıkınca, yine taviz vermeden aynı saldırgan üslubunu sürdüren bir başbakan... Ama kimin umurunda? 65 milyar dolar cari açık. 150 milyar dolara Kimin Umurunda? takılıp kalan ihracat. Buna karşın neredeyse 2 misli ithalat. Artan işsizlik; özellikle gençlerde işsizliğin yüzde 20’lere dayanması.. Bunlar da kimin umurunda? 75 milyon nüfus. Ve tüm bunların kimin umurunda olduğunu 40 gün sonraki yerel seçimler gösterecek. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tüm enerjisini şu yukarıda bazılarını sıraladığımız gerçeklerin üzerini örtmeye harcıyor. Üstelik bunu yaparken tüm öfkesini, tüm nefretini kusarak saldırganlığının şiddetini her geçen gün daha fazla artırarak. “Tüm bunlar benim umurumda. Ve ben böyle bir Türkiye istemiyorum” diyenlere tabii...“Ben demokrasinin, adil yargının olduğu; bireysel hak ve özgürlüklerimin baskı altına alınmadığı, insanca yaşayıp, kaliteli eğitim alabileceğim; gözümün önünde doğanın tahrip edilmediği bir ülke istiyorum” diye düşünenlere bu öfke...“Senin iktidarının ve yandaşlarının yalan dolanlarına, din istismarına kanmıyorum; yolsuzluklarını görüyorum ve istemiyorum; senin bir zaman göz yumduğun şimdi ise savaş açtığın cemaat ya da senin söyleminle ‘paralel devlet’ ile çekişmelerin beni hiç ilgilendirmiyor. Ben Temiz bir Türkiye istiyorum” diyenlere... O, “bunlar benim umurumda değil” diyenlerin başbakanı. Ve onlara oynuyor. Zaten Kime bu öfke, bu nefret peki? Meclis Grubu konuşmasında da açıkça ifade etti “Benim kardeşlerim zaten bunları okumuyor, dinlemiyor” diyerek. O, hastaneleri, AVM’leri açıyor, çocuklara tabletler dağıtıyor.. Tabii hayaller ve vaatler de... Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu bir konuşmamızda “Tam bir geçiş toplumu süreci yaşıyoruz. Geçiş toplumları hem çelişkiler hem de daha otoriter siyasi yapılar üretiyor. Ve aynı şekilde anomi yaratıyor” demişti. Anomi “toplumda ya da bireyde ölçü ve değerlerin çökmesi ya da amaç ve ülkü yoksunluğu sonucunda oluşan dengesizlik durumu, kuralsızlık hali” anlamına geliyor. Hızlı kentleşme, yeni bir orta sınıfın ortaya çıkması, bu sınıfın talep ve beklentilerinin “gelirlerinin çok üzerinde onları borçlandırarak, taksitlendirerek” karşılanması gibi gerçekler geçiş toplumunun diğer özellikleri. Yukarıda sıraladıklarımızın hiçbiri geçiş toplumunun gündeminde değil, ne eğitimin kalitesi, ne yolsuzluklar, ne yalanlar, ne internet sansürü, ne medyanın üzerindeki baskılar...Hatta “paralel devlet” bile... Tabii umurunda da değil... AKP iktidarının ise bu geçiş toplumundan beslendiği çok açık. Bu durumu sürdürmek işlerine geliyor. Bu yüzden barıştan dem vurarak şiddeti körüklemek; aydınları, gazetecileri, bilim insanlarını hapislerde tutarak, katilleri hırsızları serbest bırakmak; toplumu ötekileştirmek; çatışmaları körüklemek; bir kesimi baskı altında tutarken bir kesime aşırı serbestlik tanımak; gelir adaletsizliğinden bahsederken rant alanları, haksız kazanç kapıları açmak bunu sürdürmenin en etkili yolu... ‘Siyasi gerilim cari açıkla birleşirse tehlike büyür’ Ekonomi Servisi Brookings Kurumu Başkan Yardımcısı Kemal Derviş, ABD’deki parasal genişlemenin daralmasında en güçlü baskının “Kırılgan Beşli” denilen Brezilya, Hindistan, Endonezya, Güney Afrika ve Türkiye’de oluştuğunu belirterek “Zorluk büyük cari işlemler açığına sahip ülkeler için daha fazla. Ve son dönemde şaşırtıcı sayıda ülkede olduğu gibi, eğer siyasi çalkantı ya da gerilim karışımın içine atılırsa bu zorluk giderek daha artar” dedi. Kemal Derviş, yüksek faiz oranlarının büyümede yavaşlamaya, istihdamda azalmaya neden olacağını, ancak bunun maliyetinin patlayan bir krizin ortaya çıkardıklarından daha küçük olacağını belirtti. Derviş, özel sektör bilanço sorunlarının finansal sektörü zayıflatacağına dikkat çekti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle