05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 ŞUBAT 2014 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Tutukluluk Süresi Özgürlüğü Beklerken İçerdekiler daha çok mu içerde kalacak? Ana, baba, kardeş, çocuk üzüntü ile bekliyor... Saatler, günler, haftalar, aylar, yıllar geçiyor. Değişen bir şey yok. Kaç bin kişi... Zaten beş yıldır hapisteler. Suçları nedir, bilinmiyor. Kendileri de bilmez. Mektuplarla yardım arıyorlar. Ne yapmışlar da toplum dışı edilmişler? Ben kaç kez yazdım. Sordum yetkililere, yetki sahibi geçinenlere. Ses yok. Duyulan, cezaevi hücrelerinin açılıp kapanan gürültüsü. Bir kez içeri o kapılardan geçerek girdin mi ne zaman dışarı çıkacağını bilemezsin... Adalet önünde konuştular mı? Savcıların onlar için ceza olarak on yıl, yirmi yıl, hatta müebbet kararlar istediklerini. Şaka değil, 1960’larda, 80’lerde olağanüstü mahkemeler gerçekten pek çok ünlü kişiye, politikacılara, gazetecilere bu cezaları vermişti. Eğer bu garip karara uyulsaydı şimdi hâlâ nice ünlümüz cezaevlerinde sonsuzluğu bekliyor olacaklardı. O nasıl bir mahkemeydi, nasıl bir savcı idi? Günümüzde de sayısız savcının oradan oraya atanmalarının sırrı nedir? Bunları yazmak, eleştirmek, bütün bu yanlış işlere artık son verilmesini istemek... İnsan denen yaratık, gerçek insan, daha dünyaya gelmedi mi? Niye bunca yazı, bunca söyleşi, bunca nutuk radyolardan, TV’lerden. Şimdi akşam saat yedi. Haberleri dinliyoruz. Bir umut kapısı belki açılır diye... Türk toplumunu bir anda değiştirecek, mükemmelleştirecek bir insanımız çıkmayacak mı? Hep bir kurtarıcı bekler olduk. Son on yılda bu güzel beklentiler yok oldu. Bekle, bir genç liderin çıkmasını, hepimizin çektiği acıları, umutsuzluğu sona erdirmesini... 1960’tı sanırım, bir genel afla herkes hapisten çıkarılmıştı. Bugün beklenen ise içerdeki yurtseverlerimizin derhal özgür bırakılmalarıdır. Bir hukuk devletinde henüz suçluluğu hükmen sabit hale gelmemiş bir bireyin mahkemenin kabul ettiği anayasaya aykırı yorum nedeniyle belirsiz bir süre tutuklu kalması kabul edilemez. Anayasa Mahkemesi, bu kararıyla anayasanın 90. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 53. maddelerini yok sayarak olaya özel yetkili ağır ceza mahkemesi mantığıyla bakmış ve çok önemli bir konuda temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan bir karara imza atarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yeni ihlal başvuruları nedeni yaratmıştır. OKTAY KUBAN Yargıç T ürkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yargı yetkisini tanıdığı ve bireysel başvuru hakkını kabul ettiği tarihten itibaren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan ihlal başvuruları, iç hukukumuzun temel hak ve özgürlükler konusunda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden geri olduğu veya iç hukukumuzda var olan temel hak ve özgürlüklerin uygulanmadığı yönündedir. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin 09.01.2014 tarihli, 2012/142 sayılı bireysel başvuru kararından sonra Türkiye’den Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kendi iç hukukumuzdaki daha ileri ve lehe olan düzenlemeler yok sayarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin daha aleyhe olan kararları örnek alınarak temel hak ve özgürlükler ihlal ediliyor başvuruları yapılacaktır. Böyle bir başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yargı yetkisini kabul eden ülkeler arasında belki de bir ilk olacaktır. Anayasa Mahkemesi, 09.01.2012 tarihli “Cevdet Genç/Bireysel başvuru kararı”nda, tutukluluk süresini değerlendirmiş ve ilk derece mahkemesinin sanık hakkında mahkumiyet kararı ile birlikte tutukluluğun devamına da karar verdiğinde, bu durumun tutukluluk statüsünü sona erdirdiğini, tutukluluk durumunun sona ermesi için ilk derece mahkemesinin mahkumiyet kara rının kesinleşmesinin de gerekmediğine karar vermiştir. Yüksek mahkeme, bu kararı ile tutukluluk süresinin hesabında ilk derece mahkemesinin mahkumiyet kararından sonra temyiz aşamasında geçecek tutukluluk süresinin dikkate alınmayacağı sonucuna varmıştır. Gerekçe olarak da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin mahkumiyet sonrası tutukluluğun, tutukluluk dır. Tutukluluğun süresini düzenleyen Ceza Yargılama Yasası’nın 102. maddesinde de böyle bir ayrım yapılmamıştır. Anayasa ve yasaların böyle bir ayrım yapmadığı konuda yargılama makamları böyle bir ayrım yapamaz. Anayasa Mahkemesi, bu ayrımı yaparak tutukluluğun kanuni sınırını kaldırmış ve belirsiz süre boyunca tutukluluğun yolunu açmıştır. hükmü gibi uygulanacaktır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre; “Bu sözleşme hükümlerinden hiçbiri, yüksek sözleşmeci tarafın yasalarına ve onun taraf olduğu başka bir sözleşme uyarınca tanınmış olabilecek insan hakları ve temel özgürlükleri sınırlayacak veya onları ihlal edecek biçimde yorumlanamaz. (m 53)” Bu hükmün anlamı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalayan ülkeler, kendi iç hukuklarında temel insan hakları ve özgürlükleri konusunda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre daha özgürlükçü ve koruyucu bir düzenleme yapmış iseler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin hükümleri esas alınarak kendi iç hukuklarındaki lehe olan düzenlemeleri uygulamaktan kaçınamazlar. Türkiye’yi Kemiren Altı Süreç 12 yıla yaklaşan AKP iktidarının son yıllarında Türkiye’yi kemiren altı süreç iyice ortaya çıktı ve belirginleşti. İktidarın ilk yıllarında başlayan ama o zamanlar daha belirsiz olan bu süreçler, birbirleriyle bağlantılı olarak gelişti... AKP güçlendikçe onlar da artık saklanamaz hale geldi... Nihayet Gezi Olayları ile görünür oldu... 17 Aralık operasyonundan sonra ise büsbütün ortaya çıktı ve bir karabasana dönüştü! HHH Birinci süreç, din duygularının istismarı yoluyla toplumun, “muhafazakârlaştırılması” adı altında, devlet ve mahalle baskısı yoluyla yaşam biçimlerine müdahaledir. İkinci süreç, yine din duygularının istismarı suretiyle toplumun din ekseninde cephelere bölünmesi ve düşmanlaştırılmasıdır. Üçüncü süreç, rüşvet yolsuzluk olaylarının çok büyük boyutlarda iktidara egemen olmasıdır. Dördüncü süreç, zaten yürütmenin denetiminde olan yasamaya ek olarak yargının da yürütmenin egemenliğine alınması ve toplumdaki adalet duygusunun yok edilmesidir. Beşinci süreç, siyasette yalanın egemen kılınmasıdır. Altıncı süreç ise bütün bunların hem sonucu hem de nedeni olarak, güdümlü bir medya yaratan, ifade ve gösteri özgürlüğünü sınırlayan ve kısıtlayan, otoriterleşmedir. HHH Bu süreçler birbirlerini güçlendirerek birlikte gelişmiştir: Örneğin siyasette yalanın egemen kılınması, din istismarı ve toplumun düşman cephelere bölünmesi ile sağlanmaktadır: Toplum, “iktidardan yana olanlar ve olmayanlar” olarak bölünsün ve buna din ekseni de eklenerek cepheler iyice düşmanlaştırılsın ki iktidara yönelik bütün eleştirilere “düşman iftirası” olarak kulak tıkansın ve bunları savunmak için söylenen yalanlara inanılsın. Cepheleştirme ve düşmanlaştırma süreci ile doğrudan ilişki, rüşvet ve yolsuzluk süreci için de geçerlidir: Hem din duyguları istismar edilsin hem de “Düşmanla savaşta her yol mubahtır” anlayışı çerçevesinde, rüşvet ve yolsuzluklar açığa da çıksa, hoş görülsün, önemsenmesin. Yargının yürütme denetimi altına alınması süreci de yasalara ve anayasaya aykırı olan eylemlerin hesabının sorulamaması için gereklidir. HHH Bütün bu süreçlerin temelinde yatan eğilim çıkarcılık ve otoriterleşmedir... Sonuç olarak da demokrasi rafa kaldırılmakta, otoriter bir rejim egemen kılınmaktadır. Tutuklu kalamaz Kıyas yoluyla suç ve ceza yaratılamayacağı kuralı hukukun temel ilkelerindendir. Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulabileceğinden bu anayasal güvence nedeniyle kıyas olanaksızdır. Bir hukuk devletinde henüz suçluluğu hükmen sabit hale gelmemiş bir bireyin mahkemenin kabul ettiği anayasaya aykırı yorum nedeniyle belirsiz bir süre tutuklu kalması kabul edilemez. Anayasa Mahkemesi, bu kararıyla anayasanın 90. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 53. maddelerini yok sayarak olaya özel yetkili ağır ceza mahkemesi mantığıyla bakmış ve çok önemli bir konuda temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan bir karara imza atarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yeni ihlal başvuruları nedeni yaratmıştır. süresinin hesabında dikkate alınmayacağı yönündeki kararlarını örnek almıştır. Bu kararla Anayasa Mahkemesi, daha koruyucu olan kendi iç hukukumuzu değil Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına üstünlük tanıyarak temel hak ve özgürlükleri sınırlayan bir sonuca varmıştır. Türkiye’de ceza yargılama mevzuatında, tutukluluğu “mahkumiyet öncesi tutukluluk ve mahkumiyet sonrası tutukluluk” diye ayrım yapan bir tanım ve düzenleme bulunmamakta AİHM kararları Anayasamıza göre; “usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.( m.90)” Bu düzenlemenin anlamı, temel hak ve özgürlükler konusunda iç hukuk hükümleri daha lehe ise öncelikle iç hukuk hükümleri uygulanacak. İç hukuk hükümleri aleyhe ise milletlerarası antlaşmaların lehe olan hükümleri kanun Kemal Alemdaroğlu S Prof. Dr. Cengiz KuDay tirilmesinde öncü olan ve toplum yaşamının niteliklerini belirtmekte azımsanamayacak etkileri olan üniversite, aynı zamanda kaçınılmaz olarak artıları ve eksileri ile inişleri çıkışlarıyla bir toplumun aynasıdır. Kimi zaman suskun benim üniversitem (bugün olduğu gibi). Üniversite kendi içindeki bazı farklı bakış açılarına rağmen Atatürk ilke ve inkılaplarının taviz vermeyen bir kalesi olmuştur. Bunun için yakın bir zamana kadar her türlü mücadeleyi vermiştir. Bu mücadeleyi veren kendinden önceki hocalarından devraldığı bu mirası daha da ileri götürmek isteyen rektörümüz Kemal Alemdaroğlu bugün tutuklu ve aynı zamanda sağlık problemleri ile savaş veriyor. Eski YÖK Başkanı Sayın Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın tabiriyle üniversitelerin anası ve bir yerde amiral gemisinin eski rektörü. Tıbbiyeden ağabeyimiz. Akademik yaşantımızda kıdemlimiz. Askerlik görevimiz esnasında çavuşumuz. Cerrahi bölümlerde başkanımız. Genel cerrahi başkanımız. Ve rektörümüz. Dürüst insan. Eğilmeyi, taviz vermeyi bilmeayın Hasan Pulur’un köşesinde belirttiği ahde vefa, bana 2007’de aynı köşede yer alan “Vefa Nedir” yazısını hatırlattı. Vefa nedir? Vefa insanı insan yapan duygulardan biri midir? Yoksa İstanbul’un bozasıyla meşhur bir semti midir? Keşke vefanın İstanbul’un bozasıyla meşhur bir semti olduğunu, başka bir anlamı olmadığını bilseydik. Hayat o zaman ne kadar kolay ve yaşanır olurdu. Vefa, sürekli sevgi demektir. İnsanı insan yapan duyguların başında gelir. Yapılan bir hizmeti, iyiliği, bir yakınlığı, yardımı unutmamak. Vefa budur. İnsan kimlere vefa duymaz ki? Annesine, babasına, komşusuna, arkadaşına, eşine, çocuklarına, kendisini ve çalıştığı kurumları ileri ve güzele götürmeye çalışan herkese. Vefa semti, İstanbul Üniversitesi’ne fiziki olarak çok yakındır. Hatta üniversite binalar kompleksinin içindedir. Fakat İstanbul Üniversitesi mana bakımından vefaya oldukça mesafelidir. Fikirlerin ve alternatiflerin gelişyen; doğru bildiği yoldan (en yakınlarını kırmak pahasına) ayrılmayan; sporcu (vasat yüzme bildiği halde Boğaz’da tek sörf yapan); topuğu ile su kayağı yapanlarla birlikte su kayağı yapacak kadar kendine güvenen. Bir arkadaşımızın emeklilik töreninde yaptığı benzetmeyle, Tom Hanks’in Apollo 13 filminde söylediği “Arkadaşlarım, sizinle çalışmak ve beraber olmak benim için onurdu” son sözlerini hak eden sevgili rektörümüz Kemal Alemdaroğlu, sevgili ağabeyimiz; unutma her gecenin bir sabahı vardır. Seni tekrar aramızda göreceğimiz günler yakındır. Her zaman olduğu gibi dik dur.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle