04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
9 EKİM 2014 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA HABERLER 5 karşı karşıyayız... Sanki ortaçağın karanlığını yaşıyoruz... Ben Güneydoğu’da yaşanan bu kışkırtıcı eylemlerde HizbullahPKK çatışmasının sokaklara sıçradığını görüyorum... Çok ama çok tehlikeli bir durum! Güneydoğu’da kimi kentlerde, ilçelerde provokatif eylemler kamu binalarına, bankalara, araçlara, marketlere, okullara yönelik... Diyarbakır’da Atatürk büstü yerlerde sürüklendi, heykelleri hedef alındı, bayrağımız yakıldı... HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş bu olayları kınadı... Hizbullah’a yakınlığıyla bilinen HüdaPar’ın binalarına saldırıldı. Yine Diyarbakır’da PKKHizbullah arasındaki çatışmalarda beş kişi öldü. Kızıltepe, Varto ve Batman’da açılan ateş sonucu birer kişi öldü... Ölüm ve vahşet Kobani’den Güneydoğu’ya sıçradı! Birileri TürkKürt çatışması istiyor... Oysa bizim demokrasiye, özgürlüğe, adalette eşitliğe gereksinimimiz var! 90’lı yıllarda çektiğimiz acılar, akan kan, faili meçhuller! Bunları unutmadık! PKK ve Hizbullah vahşetini biliyoruz! Kan akmasın, emperyalizmin oyunu bozulsun! Bunu yapabilmak o denli zor değil, tam tersi çok kolay... Farklı ırklar, dinler, diller, kültürlerle bezenmiş bir coğrafyada yaşıyoruz... Yaşadığımız topraklar yeter de artar bize... HHH 90 yıl önce emperyalistleri yenilgiye uğratan Türkiye, 2014 yılının sonbaharında Mustafa Kemal’in “mazlum uluslar” kavramını unutmuş... Acı olanı bu! Okulları ve Atatürk heykellerini kim yakarsa yaksın gaflet ve ihanet içindedir. Batı’yla Doğu arasında iki dünyaya ders verebilecek bir uygarlık sentezinin yaşam laboratuvarıdır Anadolu... Etnik kimlik, dinsel kimlik, iç çatışma, akan kan, ölüm, acı... Bakın Ortadoğu coğrafyasına! Kobani’ye bakın yeter! Ortaçağ savaşlarının aynısıdır! O ateş Türkiye’nin üzerine düştü, İstanbul’da belediye otobüsleri yakıldı! Yeter artık! ‘Yargıda tuz koktu’ ALİCAN ULUDAĞ ANKARA Adli ve idari yargıda görevli yaklaşık 14 bin hâkim ve savcının 12 Ekim’de HSYK’ye yapacağı üye seçiminde son dönemece girildi. Hukukçular, seçimin ardından ortaya çıkacak sonucun yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına katkısı konusunda “umutsuz.” Türkiye’de yargının 4 yıllık kaderini belirleyecek HSYK üye seçimi 12 Ekim’de gerçekleştirilecek. Adli yargıdan 12 bin 520, idari yargıdan ise bin 474 olmak üzere toplam 13 bin 994 hâkim ve cumhuriyet savcısı; HSYK’ye 10 asıl, 6 yedek üye seçmek için sandık başına gidecek. Buna karşılık seçimlerde adli yargıdan 45, idari yargıdan ise 16 aday yarışacak. Seçim, üç grup arasında geçecek. Hükümetin desteklediği Yargıda Birlik Platformu; Yarsav ve Yargıçlar Sendikası listesi ile cemaatin desteklediği grup HSYK’de koltuk kapmak için mücadele ediyor. Ancak yargı kendi içinde “ehliyet”, “liyakat”, “bağımsızlık” ve “tarafsızlık” gibi il Pazar günü adli ve idari yargıda HSYK seçimleri var. Hukukçular tarafsız yargı için umutsuz ‘Bağımsız bir yargı beklemiyorum’ TBB Başkanı Metin Feyzioğlu, seçim için “Ben bir tarafta siyasi iktidarın öbür tarafta cemaatten veya yargı dışındaki yapıların müdahil olduğu seçimlerde tarafsız, bağımsız ve adil yargılamanın teminatı olan bir HSYK beklemiyorum” dedi. Sorunun çözümü için sistem değişikliği isteyen Feyzioğlu, HSYK’nin Hâkimler Kurulu ve Savcılar Kurulu olarak iki ayrılmasını, Meclis’in de üye seçmesini içeren bir formül önerdi. keleri değil; adayların etnik ve siyasal kimlikleri üzerinden seçimleri konuşuyor, buna göre oy hesabı yapılıyor. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Devrim Güngör, yargı içinde demokrasinin olamayacağını belirterek, “Demokrasiyi, seçimi yargı içinde işletmek liyakatı ortadan kaldırır” dedi. Seçimde Adalet Bakanlığı ile yargı içindeki örgütlü gücün (cemaat) olup olmadığının tartışılmasının yargıya güveni azalttığını ve hukuk güvenliğini zedelediğini belirten Güngör, “Ortada bir koku varsa tuz gerekir. Ancak tuz koktuysa, tuzu değiştireceksiniz. Dolayısıyla yargının yaptığı yanlışları önce tespit edip bunu yapanlardan hesap sormadıkça, yargı içinde temizlik yapmadıkça hiçbir şey düzelmez. HSYK seçimlerinden iyimser bir beklentim yok” dedi. Mevcut HSYK’nin mağdur ettiği bir kesimin avukatlığını yapan Celal Ül gen, “Kendisine arka bahçe yaratmak isteyen, yargı gücünü elinde tutarak yürütme gücümün önündeki yasal sınırları kaldırmak isteyen bir hükümet demokrasi açısından büyük tehlike doğurmaktadır” dedi. Diğer taraftan cemaatin iktidar gölgesinde kazandığı yargı kalesini korumak istediğine işaret eden Ülgen, “Yargıda hızla normalleşmek gerekir” değerlendirmesini yaptı. Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, yargının bu hale 12 Eylül 2010’daki anayasa değişikliğiyle geldiğine işaret etti. “Genel olarak yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının ortadan kaldırıldığını söylemek mümkün” diyen Kanadoğlu, bu sorunun bu seçimlerle çözülecek bir şey olmadığını, herkesin birbirini karaladığını vurguladı. Siyasal iktidar ve cemaatin egemen olmadığı, meslek içinde çalışmalarıyla dürüstlüğüyle kabul edilecek kişilerin HSYK’ye seçilmesini umduğunu kaydeden Kanadoğlu, “İşimiz zor” dedi. Umut, Öfkeye ve Ölüme Dönüştü!.. Kobani ateşi, ölüm, katliam... Yanı başımızda bir insanlık dramı yaşanırken, o ateş Türkiye’ye sıçradı: 21 ölü! Aslında Güneydoğu’da önceki gün yaşanan kışkırtmalar ya da bilerek çıkarılan şiddet olayları, bayrağımızın, Atatürk anıtları ve büstlerinin yakılması kuşkularımı artırıyor... Acaba birileri Türkiye’de TürkKürt çatışması mı istiyor? Yoksa PKKHizbullah çatışmasını iyice körüklemek mi? Olayların içinde hem PKK sempatizanlarının hem de köktendinci terör örgütlerinin olması endişelerimi artırıyor. Mardin Kızıltepe’de IŞİD’i protesto eylemi bir anda yağmaya, talana ve şiddete dönüşüyor... Güneydoğu’da beş kent, 21 ilçede sokağa çıkma yasağı konuluyor. Gerilim yüksek! İnsanlar, şiddet eylemlerini provokatörlerin örgütlediğini söylerken, işin içinde PKK’nin ayak izleri de görülüyor... Benim baştan beri korkum, Ortadoğu’daki mezhep çatışmalarının Türkiye’ye sıçraması, SünniAlevi; TürkKürt çatışmasının çıkması... Bizim yaşanan bu süreç içinde kardeşliğe, sevgiye, dostluğa, barışa gereksinimimiz var! Dilimiz, dinimiz, mezhebimiz, dilimiz, rengimiz, inancımız ne olursa olsun bizim amacımız “sömürüsüz bir dünya” olmalı... İlk “sömürüsüz uygarlık” denemesi 20. yüzyılda insanlığı umutlandırmıştı. 1917 Devrimi o nedenle bizim için özel bir değer taşır... Eğer Rusya’da Bolşeviklik, çarı tahtından indirip yerle bir etmeseydi; emperyalizme karşı “Ulusal Kurtuluş Savaşı”mızda sırtımızı Kafkasya’ya dayayamayacak; dört bir yandan kuşatılacaktık... Bugün sabah haberleri izlerken bunları düşündüm... Kurtuluş ve Kuruluş’u... Sarışın kurda benzeyen mavi gözleri çakmak çakmak olan Mustafa Kemal’i... TürkKürt kardeşliğini, Çanakkale Savaşı’nı, 1919’u, 1923 Aydınlanma Devrimi’ni... 1934 kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesini... HHH 90 yıl sonra aynı gerçeklerle Kanadoğlu: İşimiz zor ‘Yargıda temizlik şart’ ‘Hızla normalleşmeli’ Atina çekildi, Ankara sürecin devamını istedi Türkiye yeniden masayı istiyor DUYGU GÜVENÇ ANKARA Türkiye’nin Akdeniz’e savaş gemisi göndermesinin ardından Rum Kesimi, adadaki çözüm görüşmelerinden çekilirken Ankara, Atina’dan sürecin sürdürülmesini istedi. Barboros’a karşılık Yunanistan ise üç yeni denizaltısından biri olan Pipinos’u Akdeniz’e gönderdi. Türkiye’nin Atina Büyükelçisi Kerim Uras’ın önceki gün Yunan Dışişlerince çağrılmasının ardından dün de Ankara, mütekabiliyet yaparak yanıt verdi ve Yunanistan’ın Ankara Büyükelçisi Kyriakos Loukakis’i bakanlığa çağırdı. Müsteşar Yardımcısı Ahmet Muhtar Gün ile görüşen Loukakis’e, protesto notası verilmediği belirtilirken, müzakerelere devam edilmesi için Atina’dan da destek istendi. Yunan Dışişleri ise yaptığı yazılı açıklamada, Uras’a Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Büyükelçi Anastasios Mitsialis tarafından protesto notası verildiğini duyurmuştu. Gün, görüşmede “Kıbrıs’ta diğer bir garantör ülke olan komşumuz Yunanistan’ın da daha fazla gecikmeksizin GKRY’yi çözüme teşvik amacıyla çaba sarf etmesini bekli Dışişleri: Çözüm istiyoruz yoruz. Türkiye, her türlü iyi niyetli yaklaşıma destek vermeyi sürdürecektir” mesajı verdi. Dışişleri Bakanlığı ise dün akşam saatlerinde yaptığı açıklamada, Kıbrıs Rum tarafının müzakerelere katılmama kararının “sürece ilişkin samimiyetsizliğinin açık bir göstergesi” olduğu belirtildi. Kıbrıs’ta ihtiyacın yeni bir gerginlik değil, çözüm ve işbirliği için gerekli ortamın yaratılması olduğu savunulan açıklamada, “Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin adanın tek sahibi olduğu yanılsamasıyla doğal kaynaklar üzerinde tek yanlı tasarrufta bulunma girişimleri ve Kıbrıs Türk tarafının yaptığı hakça paylaşım önerilerini de karşılıksız bırakması adadaki ortaklık temelinde bir çözüm fikrine hazır olmadığını göstermektedir” denildi. Açıklamada, ana vatan ve garantör Türkiye’nin, Ada’daki iki halkın kurucu iradelerini kullanarak belirleyecekleri tercihlerine saygı göstereceği, ancak Kıbrıslı Türklerin Rumların “devletinde” azınlık durumuna düşmesine asla izin vermeyeceği belirtildi. 7 TİP’li unutulmadı Ankara Bahçelievler’de 8 Ekim 1978’de katledilen 7 TİP’li için Çorum’da anma töreni yapıldı. 7 gençten Salih Gevenci’nin Çorum’un Hıdırlık Mahallesi’ndeki mezarlıkta gömütü başında düzenlenen anmaya siyasi partiler, sendikalar ve demokratik kitle örgütlerinin temsilcileri katıldı. Devrim şehitleri için 1 dakikalık saygı duruşunnun ardından Salih Gevenci’nin arkadaşı ve İşçi Partisi eski il Başkanı Abidin Koç ve EğitimSen Çorum Şube Başkanı Mehmet Öztürk, konuşma yaptılar. Tarihe Bahçelievler Katliamı olarak geçen 36 yıl önceki olayda Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı, Ünal Osmanağaoğlu, Bünyamin Adanalı, Ercüment Gedikli, Mahmut Korkmaz ve Kadri Kürşat Poyraz tarafından TİP üyesi Latif Can, Efraim Ezgin, Hürcan Gürses, Osman Nuri Uzunlar, Serdar Alten, Faruk Ersan ve Salih Gevence katledilmişti. Kurbanların biri havluyla boğularak, dördü kafa hizasından kurşuna dizilerek, diğer ikisi de Eskişehir yolunda infaz edilmişti. (SEYFETTİN METE) BM’den Kıbrıs uyarısı Dış Haberler Servisi BM Kıbrıs özel temsilcisi Espen Barth Eide, Kıbrıs Rum Yönetimi ve Türkiye’yi ada etrafındaki enerji aramaları nedeniyle müzakerelerin askıya alınmasıyla oluşan tansiyonu düşürmeye çağırdı, aksi halde barış sürecinin zarar göreceğini söyledi. Eide, dün Rum Yönetimi lideri Nicos Anastasiadis ile yaptığı görüşmenin ardından, “Herkesin sorumlu davranıp tansiyonu yükseltmekten kaçınması çok önemli” dedi. Norveçli diplomat, adanın enerji kaynaklarının paylaşımı konusunda bir anlaşmaya varılmak zorunda olunduğunu, mesele çözülmeden çatışmanın kaynağının da bitmeyeceğini belirtti. Sendikacılara dava LEVENT GENCELLİ BURSA Gezi Direnişi’ne destek verdikleri için polis tarafından 1 yıl boyunca “silahli terör örgütü üyeliği” suçundan dinlendikleri ortaya çıkan sendika, siyasi parti ve demokratik kitle örgütü temsilcilerine “Toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet” suçundan 3 yıla kadar hapis istemiyle 3 ayrı dava açılmıştı. 30 sanıklı ilk davanın ikinci duruşması dün Bursa 8 Asliye Ceza Mahkemesi’nde yapıldı. İfade veren ÇHD Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Birkan Özey, “Demokratik hakkımızı kullandık. Sistemli olarak yıldırma politikası uygulandığı için davalar açılıyor” dedi. uygulanıyor’ ‘Sistemli yıldırma politikası Genelkurmay’dan dinleme iddiası için açıklama Santraldaki ‘böcek’ soruşturuluyor Geliyorum diyordu. Galiba geliyor... 1970’lerin ikinci yarısı yaşanırken en azından ilkokula gidenler ve onlardan daha yaşlı kuşaklar sanırım dün sabah irkildiler ve ürktüler. Gün 8 ölüyle başlamıştı, öğlen 21’e çıktı. 21 yurttaşımız Kobani için sokaklara dökülenler arasındaydılar ve artık yaşamıyorlar. Gazete başlıkları yine aynı dönemden, o iç savaş benzeri yıllardan farklı değildi. Ardından adeta OHAL günleri geldi. Sokağa çıkma yasakları, kapatılan okullar, tahrip edilen binalar, araçlar, barikatlar, askerin kentlere inişi, içi kof “itidal” çağrıları, devlet katından “şiddete şiddetle cevap verilecektir” tehditleri, tembel gazete editörlerinin “karşıt görüşlü gruplar arasındaki çatışmalar” diye başlayan yaveleri... Peki, fark yok mu? Var. O yüzden daha ürkütücü, daha yakıcı. 1990’lı yıllarda bir yanda PKK, karşısında polis, özel harekât polisleri, komando birlikleri, JİTEM görevlileri, itirafçı çeteleri kıyasıya çarpışıyorlardı. Ama onca kışkırtmaya, onca zorlamaya rağmen yurttaşların ezici çoğunluğu bu çatışmanın dışında kalıyordu. Türkler ve Kürtler birbirlerini severek, birbirlerine söverek, içlerinde düşmanca duygular büyüterek ya da bastırarak çatışmaların dışında kalarak yaşıyorlardı. Bir iç savaştan korkuluyordu ve fakat bir iç savaş ne söz, bir iç savaşa yönelebilecek bir tırmanış bile yaşanmadı. Oysa bugün ürkütücü ipuçları, OHAL ve Bu Ne Hal? belirtiler hepimizin gözleri önünde. Kürtlerin çok yoğun olduğu Güneydoğu kentlerinde çatışma polis ve Hizbullah çeteleriyle Kürt göstericiler arasında oldu. Ancak Ankara, İstanbul, İzmir, Kocaeli, Mersin, Eskişehir gibi kentlerde Kobani ile dayanışma amacıyla protesto gösterileri yapan Kürtlerle, onlara tepki gösteren dinci ve milliyetçi kimlikleri baskın Türkler arasında çatışmalar yaşandı. Puslu havayı fırsat bilen JİTEM kalıntıları, Hizbullah çetelerinin kılıç artıkları, kışkırtıcı ajanlar ve provokatörler kolları sıvadılar ve bir TürkKürt çatışması için zehirli tohumlar serpmeye başladılar. Peki, KCK’nin iki gün önce yaptığı, Kobani ile kitlesel dayanışma eylemleri için sokaklara çıkma çağrısına eklediği “Kentleri yaşanamaz hale getirme” vurgusu neyi hedefliyor, bu vurgudan nasıl bir sonuç bekleniyor? Bunun eylemlerin meşruluğunu ve haklılığını gölgeleyeceğini kestirmek pek mi zor? Bu soruya akla uygun bir cevap veremiyorum. Şiddetin daha yüksek ölçüde bir şiddeti doğurduğunu en iyi bilmesi gereken KCK yönetiminin dün de barışçıl olan, bir demokratik hakkın kullanımı olarak kabul edilmesi gereken eylemler ile yakıp yıkma, tahrip etme, “kentleri yaşanamaz hale getirme” eylemleri arasında bir ayrım yapmaksızın, protesto gösterilerini selamlamasını, alkışlamasını kim basiretli bir siyasal adım olarak görebilir ki? Nitekim Kürt siyasal hareketinin denetimi dışına çıkmış, yüzü maskeli, protestodan çok vandalizm histerisine kapılmış Kürt gençleri, ortalığı yakıp yıkmaya, barikatlar kurup kentleri sahiden de yaşanmaz hale getirmeye başladılar. Dahası, Atatürk büstünü okulun penceresinden fırlatıp, aşağıda o büst ile futbol oynayacak kadar utanç verici marifetler sergilediler. HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın bu tür eylemleri açık seçik provokasyon ilan etmesinin, lanetlemesinin ne gibi sonuç vereceğini, o zembereği boşalmış Kürt gençleri üstünde bu çağrının etkili olup olamayacağını ölçemiyoruz. Çünkü Kürt yoğunluklu kentlerde adı konmamış bir OHAL uygulaması geldi. Sokağa çıkma yasağı kondu. Bu gidişle Öcalan’ın uyarılarının bile bu gençleri dizginleyemeyebileceğini ben görüyorum, siz görmüyor musunuz? HHH Peki, gelinen bu ürkütücü aşamanın sorumlusu kim? Rojava’yı bir tehdit olarak algılayan bir iktidar, bugünün tohumlarını aylar, hatta yıllardan beri inatla, ısrarla ekmedi mi? Suriye sınırı boyunca uzanan Rojava’da yaşayan Kürtlerle, o sınırın Türkiye tarafından yaşayan Kürtlerin bir elmanın iki yarısı olduğunu ve elmayı bölenin onlar olmadığı gerçeğini nasıl gözardı edebiliriz. Onlar için Kobani başka bir ülkenin kenti filan değil. “Kız alıp kız verdikleri, tavuklarının birbirine karıştığı” bir bölgeden söz ediyoruz. Bunca kargaşa, bunca çatışma içinde, sabahları “Acaba Kobani düştü, IŞİD çetelerinin eline geçti mi” sorusuyla uyandığımız şu günlerde sakin kalabilmek kolay değil. Zor olanın üstesinden gelelim. AKP iktidarına sakin sakin soralım: Bir: En tepedeki AKP’li Tayyip Erdoğan “PKK ile IŞİD arasında fark yok” buyurdu. Öyleyse niye PKK ile çözüm süreci, barış süreci gibi nitelemelerle anılan görüşmeler yürütüyorsunuz? Bakanınız “Gerekirse Kandil ile de görüşürüz” dedi. E, hani IŞİD ile PKK arasında fark yoktu? İki: Getirdiğiniz tezkereyi Meclis onayladı. Artık elinizi bağlayan bir engel yok. O tezkere “yabancı silahlı güçlerin Türkiye’den geçmelerine” izin veriyor. Başbakan daha iki gün önce “Kobani’nin düşmesini kabul edemeyiz” buyurdu. Rojava’nın Cezire ve Efrin kantonlarındaki PYG (PYD’nin silahlı güçleri) birliklerinin sınır boyunca uzanacak bir koridordan geçip Kobani’nin imdadına yetişmelerine olanak sağlayın. Elinizi tutan ne? Üç: IŞİD’in tankı var, topu var, tüfeği, cephanesi var ama uçağı yok. Öyleyse niye IŞİD ile mücadeleyi o bölgede uçuşa yasak bölge koşuluna bağlıyorsunuz? Dört: Beyler açıkça, delikanlıca, harbiden söyleyin: Siz sahiden IŞİD’i bir bela olarak görüyor ve onunla mücadele etmek istiyor musunuz? Yoksa... ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Genelkurmay Başkanlığı, Karargah’ın telefonlarında böcek yerleştirildiği iddialarıyla ilgili inceleme başlatılıp gerekli önlemlerin alındığını belirterek, Askeri Savcılığın da soruşturma başlattığını bildirdi. Hükümete yakın bazı gazetelerde dün, “Karargâhta Paralel Santral” ve “Genelkurmay’’ın Santraline Böcek” başlıklı haberler yayımlandı. Habere göre, “paralel örgütün”, Genelkurmay santraldaki görevliler aracılığıyla bütün Genelkurmay’ı dinlediği öne sürüldü. Haberde, “Skandal, paralel yapının elemanı olmayan santral görevlisi sivil bir kadın çalışanın ihbarıyla ortaya çıktı. İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde yoğunlaşan dinlemelerde, kurumdaki bütün kişi ve birimler gibi Başbuğ’un telefonları da dinlenmiş. ‘Paralel santral elemanları’, elde ettikleri kayıt ve not verilerini üstleri olan ilgili ‘abilere’ ulaştırmış. Skandalın ortaya çıkmasının ardından Genelkurmay Savcısı Kurtuluş Kaya soruşturma İLK ERDOĞAN AÇIKLAMIŞTI Genelkurmay’ın dinlendiği iddiasını ilk olarak dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan ortaya atmıştı. Erdoğan, 27 Nisan’da Kayseri’de yaptığı konuşmada, cemaati hedef alırken “Bunlar arkadan vurdular. Sayın cumhurbaşkanımızı dinlediler, beni dinlediler. Genelkurmay başkanımı dinlediler. Dün söyledim bugün de söylüyorum. Anayasa Mahkemesi’nin de başkan ve üyelerini dinlediler. Herhalde birileri ne demek istediğimi anlayacaktır” demişti. Erdoğan’ın bu konuşmasından yaklaşık bir ay sonra Genelkurmay’a böcek ihbarının yapılması dikkat çekti. başlattı” denildi. Genelkurmay, söz konusu haberler üzerine yazılı açıklama yaptı. Açıklamada, “Konuya ilişkin olarak, 28 Mayıs 2014 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı’na yapılan bir ihbar üzerine işleme başlanmış ve gerekli idari tedbirler alınmıştır. Ayrıca Komutanlık talimatı ile Askeri Savcılık tarafından açılan soruşturma devam etmektedir” denildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle