03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 EKİM 2014 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Aydınlanma Şehidi Bahriye Üçok C’TE YAYIMLANAN İLK YAZISI 17.12.1966 ŞENAL SARIHAN* İslamiyet ve Kadın Hakları R Doç. Dr. BAHRİYE ÜÇOK İlahiyat Fakültesi adyo, televizyon ve basın gibi modern imkânlara rağmen, Batılılardan birçok kimse bugün hâlâ Türkiye’deki kadınların çarşaf ve peçe ile örtülü olup olmadıklarını, erkeklerin birden çok kadınla evlenip evlenmediklerini, zenginlerin birer hareme sahip olup olmadıklarını merak eder sorarlar. Türkiye’de yaşayan Müslümanlar ise XX. yüzyılda Müslüman Türk kadınlarının özgürlüklerine sahip olup erkekler gibi millet ve memleket hizmetinde bulunmalarını, yeni ve modern anlayışın onlara tanıdığı yeni bir hak sanarak yadırgamaktadırlar. Bu, çağdaş Müslüman kadınların ortaçağdaki hemcinslerinden pek farklı hak ve özgürlüklere kavuşmuş oldukları inancından ileri gelmektedir. Gerçekte ise İslamiyetin kadına tanığı haklar ile günümüzde yaşayan kadınların hak ve özgürlükleri karşılaştırıldığı zaman görülen fark, sadece aile ve miras hukuku ile ilgilidir. Çalışma, meslek sahibi olma bakımından ortaçağ ile modern çağ kadını arasında hiçbir farkı yoktur. Ortaçağ İslam tarihinin kaynakları ve fıkıh incelendiği zaman görülür ki, Müslümanlık, kadını erkeğin satın alabileceği bir esir, bir meta niteliğinde saymamıştır. İslam dini onu bir eşya gibi kabul etmediği içindir ki, erkekler gibi ilim sahibi olmağa teşvik eder. Timur’un torunu Uluğ Bey bu hususa çok önem vermiş olmalı ki, Semerkant’ta ve Buhara’da yaptırmış olduğu medreselerin kitabevlerini; “İlim tahsil etmek erkek ve kadın her Müslümana farzdır” hadisi ile süslemiştir. İslam hukukuna göre reşit kadın istifade ve kullanma ehliyetine sahiptir. Kocasından ayrı ticaretle uğraşabilir. Kültür alanında Avrupa’nın en ileri gitmiş devletlerinden biri olan Fransa’da daha iki yıl öncesine kadar, kadın kocasının izni olmadan parasını bankaya yatıramıyor veya buradaki parasını çekemiyordu. Oysa kadının hukuki kişiliği, kendi parasına tasarruf hakkı, İslamiyetle birlikte tanınmıştır. Müslüman kadın reşit ise rızası olmadan evlendirilemez. Reşit olmadan velisinin arzusu ile evlendirilmiş olan kızların, reşit olunca bu evliliği feshettirme hakları vardır. Ayrıca evlenme sözleşmesi sırasında veya sonra erkek, karısına istediği zaman boşanma hakkını tanıyabilirdi. Avrupa’nın en uygar ülkelerinden biri olan İsviçre’de kadının seçme ve seçilme hakkı henüz bazı kantonlar dışında tanınmadığı halde, İslam bu hakkı tanıdığının delillerini daha Hz. Muhammed zamanında, tarihe geçen olaylar ile vermiştir. Örneğin, Akabe biatleri ve Mekke fethi (630) sırasında kadınların da Hz. Muhammed’e gelip biat etmeleri gibi. Mekke’de Hz. Muhammed’e ilk biat eden kadının Hz. Ali’nin kız kardeşi Ümmi Hâni olduğu ve bunu Ümmi Habibe, Erva, Âtike, Ümmi Hakim, Halid bin Velid’in kız kardeşi Fâhite ve Mekkelilerin gözde başkanları Ebu Sufyan’ın eşi Hind’in izledikleri, kaynaklarca bildirilmektedir. Bunlar teker teker İslam dinine ve Hz. Muhammed’in dünyevi şefliğine itaate söz vermişler ve böylece inançlarını belli etmişlerdir. O gün Mekke’deki diğer kadınların biatlerini almak işine, Hz. Muhammed, Hz. Ömer’i memur etmişti. Böylece yalnız Kureyş’in şerefli ailelerine mensup kadınların oyları ile yetinilmemiş, bütün reşit kadınların birer birer oylarının alınmasına önem verilmiştir. Gene zamanımızda sanılır ki, ortaçağda Orta Asya’dan Atlas Okyanusu’na kadar uzanan İslam ülkelerindeki kadınlar ev işleriyle, çocuk büyütmekten başka bir şeyle uğraşmazlardı. Oysa tarih bizlere kadınların zaman zaman erkeklerle birlikte askere gittiklerini, en meşhurları Sitt ülUlemâ (Bülbüle), Hadicet üş Şahcâniyye, Zeyneb binti Amr, Ümmi Abdullah binti Kaadi Şamsüddin, Ümmi Müeyyed Nisâburi, Şuhde binti İbn Nasr olmak üzere vâizlik, hadis ve fıkıh müderriseliği (yani profesörlüğü) ettiklerini, birçok kadı, devlet adamı ve tarihçiye icâzet (diploma) verdiklerini, Hindistan’da Ekber Şah zamanında yaşayan Mahım Ana ve Moğollardaki Fatma Hâtun gibi vezirlik ettiklerini, Sultan Bayezid devrinde Amasya’da oturan ve türbesi bugün bir ziyaretgâh olan Selâmet Hatun gibi sofi zaviyeleri kurduklarını, hatta hükümdar seçildiklerini göstermektedir. Adlarına bastırdıkları paralar dünya müzelerinde saklı bulunan, Hindistan İmparatoriçesi Raziyye Sultan ile Mısır Sultanı Şecer üdDürr, İlhanlı Sultanı Satı Bey Hatun ve Türk Kutluk Devleti Hükümdarı Sarvetüddin Padişah Hatun’dan başka henüz paraları ele geçmemiş ama hükümdarlıkları ana kaynaklarda bildirilen tam bir düzine kudretli hükümdar bu hususun canlı örnekleridir. (1) Fıkıh ve hadis icazetleri veren ‘Benim Hayatım, Tamamıyla Mücadeledir.’ Y İslam hukukuna göre pek çok kadın bulunmasına rağmen doğrudan doğruya kadılık etmiş bir kadına henüz rastgelmemekle beraber, Abbasiler devrinde, Halife Muktedir zamanında Divani Mezâlim (Şikâyetlerin dinlendiği yüksek mahkeme) başkanlığı etmiş bir kadının varlığını biliyoruz. Adı Sümeyl olan bu kadın, Bağdat’ta Rısâfe mahallesinde, sağında solunda kadılar olduğu halde divan kurar, şikâyet dilekçelerini kabul eder, alınan kararları imzalardı. Hanefi mezhebinin kurucusu İmamı Azâm Ebu Hanife’ye göre kısas ve had cezaları dışında kadınların kadılık yani yargıçlık kürsülerini işgal etmelerine hiçbir engel yoktur. Ebu Cerir Taberi ise kısas ve had cezaları da dahil, kadınların her çeşit davaya bakabileceklerini kabul etmektedir. Tarihte tespit edebildiğim 17 hükümdar ve 12 nâibe kadının varlığı bize gösteriyor ki, İslam dini kadını toplum hizmetlerinden alıkoymamış, tersine ona sosyal hakların en önemlilerini tanımıştır. O halde İslam ülkelerinde yüzyıllar boyunca hüküm süren harem hayatının nasıl olup da başladığı ve toplumsal hizmetlerden kadının nasıl olup da uzak tutulduğu sorulabilir. Hiç şüphe yok ki, orta ve yeni çağlarda İslam kadınını hareme kapayan sebeplerin başında büyük fetihlerden sonraki servet artışları ve bunun sonucu olarak Bizans ve Sasani aristokrasisinin taklidi gelmektedir. II. Velid, haremağası kullanan ilk halifedir. Kadınlarını şarap içmeye başlamaları ve haremde yaşamaları İran’ın etkisiyle gene II. Velid devrine rastlar. Bununla beraber Abbasilerin X. Halifesi Mütevekkil’in saltanatına kadar kadınlar gene de üstün bir özgürlük anlayışı içinde yaşamışlardır. Şurasını unutmamak gerekir ki, ne Bizans’ın ne de İran’ın etkileri göçebe veya köy hayatı yaşayan Müslüman kadınının özgürlük ve sadeliğini asla yok edememiştir. Sonuç olarak diyebiliriz ki, kadın hakları ile ilgili en büyük devrimi İslamiyet getirmiştir. Fakat onu yanlış anlatanların ve öğrenenlerin yüzyıllar boyunca süren tutumlarından ötürü Müslüman kadını, kendi yuvasında yüzyıllar boyunca en doğal haklarını yitirmiş olarak yaşamak zorunda bırakılmıştı. Eğer Türk anası, dünya tarihinde henüz bir eşi doğmamış olduğuna inandığım Atatürk gibi dahi bir oğul yetiştirmemiş olsaydı, Türk kadını, Müslümanlığın ve onun zarif peygamberinin kadına tanıdığı hakların sevincine erememiş olarak hâlâ o eski yanlış davranışın ezici baskısı altında çırpınıp duracaktı. (1) Bk. Bahriye Üçok, İslam Devletlerinde Kadın Hükümdarlar, Ankara 1965. aşamını aydınlanma mücadelemize adamış olan kadın önder, İslam tarihçisi Doç. Dr. Bahriye Üçok’un, katledilişinin 24. yılındayız. Demokratik bir toplumun öncelikle laik bir toplum olması gerektiğine inanan ve kadınların eşit haklar mücadelesinin başarıya ulaşmasının da ancak böyle bir toplumla olanaklı olduğunu bilen Bahriye Üçok, 6 Ekim 1990 günü, evine gönderilmiş olan bombalı paketin elinde patlaması ile yaşamdan koparıldı. Eylemi “İslami Harekât Örgütü” üstlendi. Ertesi gün Cumhuriyet gazetesini arayan bir kişi, öldürme nedeni olarak Üçok’un “Dini temeller bakımından başörtüsü, dinin bir emri ve farz değildir” sözleri olduğunu iddia etti. Ankara Üniversitesi DTCF Ortaçağ Türkİslam Tarihi Bölümü ve Devlet Konservatuvarı Opera Bölümü mezunu olan Üçok, 12 yıl lise öğretmenliğinin ardından 1953 yılında Ankara İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak göreve başladı. İlahiyat Fakültesi’nin ilk kadın öğretim üyesi olan Üçok, Fransızca, Arapça ve Farsçayı çok iyi biliyordu. “İslamdan Dönenler ve Yalancı Peygamberler, İslam Devletlerinde Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar, Atatürk’ün İzinde Bir Arpa Boyu” isimli kitapların da yazarıdır. da şöyle diyordu: “Laiklikten dönüşü düzeltmek, ekonomiyi düzeltmek kadar asla kolay değildir. Bu noktayı yani laikliği birinci planda tutmak, inanıyorum ki hem kadın haklarını hem de Türkiye’nin bütünlüğünü sağlamakta tek çıkar yoldur.” Bu saptama, 1923’ten bu yana toplumumuzun laik bir yapıya kavuşması için sürdürülen çabalara karşı direnen gericiliğin boş durmadığına, gizli ve açık tırmanışını sürdürdüğüne işaret eden ciddi bir uyarı idi. Ne yazık ki tam da bugün, bu saptamanın yapılışından 24 yıl sonra içinde bulunduğumuz durum, laiklikten dönüşün kolay onarılır bir durum olmadığını açıkça gözler önüne sermektedir. Bugün, onun aramızdan alınışından 24 yıl sonra, gericilik, iktidarda olmanın olanaklarını kullanarak hâlâ dini siyasete alet etmeye devam ediyor. 27 Eylül 2014 günü yürürlüğe giren Kılık Kıyafet Yönetmeliği, bunun son örneğidir. Henüz kendi iradeleri ile inançları konusunda karar veremeyecek yaşta olan kız çocuklarımızın örtünmelerine yol açmak özgürlük değildir. Açık bir hak ihlalidir. Çocuk Hakları Sözleşmesi ve iç hukukumuzda kızlarımız ve oğullarımız 18 yaşına kadar çocuk kabul edilmektedir. Bu niteleme onların biyolojik ve psikolojik durumları ile ilgilidir. Çocukları ilgilendiren her eylem ve işlemde, hukukilik ve insanilik ölçütü çocuğun üstün yararıdır. Anne ve babanın sadece “bakma, koruma ve yol gösterme” görevi vardır. Devlet için de durum aynıdır. Okullarımızda inançlara göre farklı giyim kuşam içinde olan çocuklarımızın arasına inançları nedeni ile ayrımcılık tohumları ekilmiş olacaktır. Kaldı ki okullarımızda bilimsel ve laik eğitim esastır. Bu durum, anayasamızda güvence altına alınmıştır. Yönetmeliklerin anayasaya aykırı hükümlerini hukuk koruyamaz. Laiklik çabaları oplumsal sorunlarla ilgilendi 1971 yılında kontenjan senatörlüğü ile başladığı siyasal yaşamını, 1977’de CHP’ye katılarak sürdürdü. 12 Eylül rejiminin partisini kapatmasının ardından 1983’te Halkçı Parti üyesi ve Ordu milletvekili oldu.1986’da SHP Parti Meclisi üyeliğine seçildi. Bir bilim insanı, milletvekili ve kadın olarak, dinin siyasete alet edilmesinden, siyasetin türbana kadar indirgenmesine, yabancılara toprak satışına, düşünceleri nedeni ile öğretmenlerin sürgün edilmesine, maden işçisi ve fındık üreticisinin emeğinin korunmasından Melet Irmağı’ndaki balık neslinin korunmasına, işçinin, memurun, esnafın, öğrenci ve tüm emeklilerin mağduriyetlerinin giderilmesine kadar tüm toplumsal sorunlarla yakından ilgilendi. Katledilmesinden üç gün önce SHP Genel Başkanlığı’na sunduğu bir raporda şöyle diyordu: “Dış mihrakların Türkiye’yi içine düşürmek istedikleri uçurumu hepimiz biliyoruz. Bunu tabanın da bilmesi gereğine inanıyorum. Bugün yapılacak iş, her şeyden önce gerçekleri tabanın bilincine indirmek, deyim yerinde ise bir seferberlik yapmaktır. Bu da bize düşer. İktidardan bekleyemeyiz.” Bahriye Üçok, düşünceleri ile eylemi örtüşen bir insandı. Düşündüğü gibi yaşadı. Anlattı. Bir bakıma kendisi de bir seferberlik neferi idi. İslamı ve İslam tarihini çok iyi bilen bir insan olarak, dinin siyasi amaçlarla kullanılmasının ve özellikle kız çocuklarının ve kadınların din gerekçe gösterilerek toplumsal yaşamdan uzaklaştırılmasının şiddetle karşısındaydı. “Ne zaman gericilik başlasa, ilk tehlike, kadın haklarınadır” diyordu. 1989 yılında SHP Genel Sekreter Yardımcısı Güler Tanyolaç’a sunduğu raporda T elinen nokta onu doğruluyor Dinci gericiliğin hedefinde Cumhuriyet Devrimleri vardır. Devrimler, toplumu laikleştirmek için yapılmıştır. Laiklik, demokratik bir toplumun temel taşlarındandır. Ümmeti ulus yapan unsur, laikliktir. Laik bir toplum, ortaçağ ilişkilerinden arınmış, bilim üzerine inşa edilmiş bir toplumdur. Laiklik, siyasal, toplumsal, hukuksal, ekonomik, düşünsel ve bilimsel tüm yapıların ve etkinliklerin dinsel ideolojilerden ve etkilerden arındırılmasıdır. Ne var ki bugün mevcut iktidar, on iki yıldır adım adım, teokratik bir düzen için çalışmaktadır. Laik bir toplumda öncelikle dinden arındırılması gereken siyaset, halkın inançları istismar edilerek bir politik malzemeye dönüştürülmüştür. Oysa dinin yeri vicdanlardadır. Devlet, yalnızca inançların, özel alanda özgürce yaşanmasının olanaklarını sağlamakla sorumludur. Laiklikten uzaklaşan bir toplum, bilimden, aydınlanmadan, çağdan kopar ve ayrışır. Laiklik birleştiricidir. Üçok, haklı olarak kadınların eşitlik mücadelesinin çözümünün bir iktidar sorunu olduğuna inanıyordu. Gelinen nokta onu tamamıyla doğrulamaktadır. G Sonuç * Avukat, “Aydınlanma Yürüyüşünde Bahriye Üçok” kitabının yazarı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle