03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 EKİM 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET [email protected] SAYFA KÜLTÜR 15 Uluslararası Tiyatro Festivali kapsamında sahnelenmek üzere oyunun provalarına başladım ve o günden sonra bir daha yakamı bırakmadı ‘Hamlet Makinesi’ yeniden çalıştı... Belgesele küfür makası Reyan Tuvi Savaş ve Barış... Ünlü Alman tiyatro tarihçisi ve eleştirmeni Siegfried Melchinger (19061988), “Politik Tiyatronun Tarihi” başlıklı iki ciltlik eserinde, Yunan antikçağının üç büyük tragedya yazarından ilki olan Aiskhilos’un (İÖ 525456) “Persler” adlı oyununu, politik tiyatronun en başına koyar. “Persler”, Yunanistan’a kadar gelmiş olan Perslerin bu ülkede uğradıkları büyük yenilginin öyküsüdür. Ancak olay örgüsü, zaferin galiplerinin kenti olan Atina’da değil, savaşta yenik düşen Perslerin başkentinde geçer. Acaba Aiskhilos, zafer kutlamalarının mutluluğu ile sarhoş olan Atina yerine, neden Perslerin matemli başkentlerini seçmiştir. Melchinger’e göre bu seçimin nedeni, tümüyle politiktir. Çünkü tragedyanın yazarı Aiskhilos, bu eseriyle Atina sitesinin yöneticilerine ve halkına önemli bir uyarıda bulunmak istemiştir. Başka deyişle, savunma amaçlı bir savaşı çok büyük bir zaferle taçlandıran Atina’yı, bu zaferin sarhoşluğuna kapılıp yayılmacı bir saldırı savaşını açmaktan alıkoymayı hedeflemiştir. Yazarlığının yanı sıra aynı zamanda devlet işlerinde de deneyimli olan Aiskhilos’a göre savunma amaçlı bir savaş, zorunlu ve haklıdır. Ancak bu amacın ötesine geçilip yayılmacı hedefler güdülmeye başlandığında, savaş haklılığını da, zorunluluğunu da yitirir ve haklı savaşların yerini, antikçağın ünlü tarihçisi Herodotus’un (İÖ 484425) deyişi ile “oğulların babalarını gömecek yerde babaların oğullarını gömdükleri” kıyımlar alır. Tarih, Aiskhilos’u ve Herodotus’u haklı çıkaran örneklerle doludur. Ancak aynı tarih, neyse ki sayfalarında Mustafa Kemal gibi tümüyle savunma amaçlı bir “Milli Mücadele”nin kazanılmasının ardından, “Şimdi ilerleyip yitirdiğimiz öteki toprakları da geri alalım!” diyen komutanlarının söylediklerine kulaklarını tıkayıp ordularını Misakı Milli ile çizilen sınırlarda durduran komutan ve devlet adamlarına da yer vermiştir. Mustafa Kemal’in bu tutum üzerine inşa ettiği “yurtta sulh cihanda sulh” politikası, gerek kendisine, gerekse kurulalı ancak birkaç yıl olmuş gencecik Türkiye Cumhuriyeti’ne 20. yüzyılın ilk çeyreğinde bütün dünyada olağanüstü saygınlık kazandırmıştı. Ancak bu politika, bilindiği gibi, rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın “bir koyup üç almak” amacıyla Türk ordusunu sınırların ötesine sürme hevesiyle birlikte sarsılmaya başladı. O zaman bu hevesin önüne doğrudan Türk ordusu set çekmişti. Günümüzde ise aynı Türkiye Cumhuriyeti, başta Sayın Cumhurbaşkanı ve onun Sayın Başbakanı’nın girişimleri ile Özal’ın dönemindekine göre çok daha büyük bir tehlike ile karşı karşıya. Turgut Özal’ın sınırların ötesinde savaş hevesine kapıldığı dönemde en azından henüz doğudaki sınırlarımızdan söz edebiliyorduk. Oysa bugün aynı yerde artık sınır diye çoktan delik deşik olmuş sınır çizgilerinden başka bir şey yok. Ayrıca, bir zamanlar Özal’a: “Dur!” diyebilmiş bir ordu da yok. Onun yerine, vesayetinden kurtulmuş olmakla övündüğümüz bir Silahlı Kuvvetler var. Yakın gelecekte neyin ve kimlerin vesayetine gireceğimiz ya da daha doğru bir deyişle, çoktan girmeye başladığımız ise, kapkara bir soru işareti! Reyan Tuvi’nin filminden hangi sözlerin çıkarıldığını açıklıyoruz CEREN ÇIPLAK 51. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Belgesel Yarışması seçkisinden çıkarılan “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” adlı filmin, hangi İngilizce altyazının çıkarılmasıyla yeniden seçkiye alındığı öğrenildi. Edindiğimiz bilgiye göre, belgeselden çıkarılan altyazı, filmde bir yürüyüş sırasında duyulan “S.. g.. Tayyip” sözlerinin “F.. o..” olarak çevrildiği bölüm. Kulislerde ise festivalde patlak veren sansür krizinin yine bir sansürle mi çözüldüğü sorusu soruluyor. Diğer taraftan, festival yönetiminden internet sitesine konulan açıklamadan başka bir açıklama yapılmayacağı, festival sonunda konuyla ilgili geniş bir değerlendirmede bulunulacağı öğrenildi. Sansür, festivalin Ulusal Belgesel Yarışması’nın Berke Baş, Ayşe Çetinbaş ve Seray Genç’ten oluşan ön jürisinin yazılı açıklamasıyla ortaya çıkmıştı. Ön jüri üyeleri, seçtikleri 15 belgesel film arasında yer alan Reyan Tuvi’nin “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” adlı belgeselinin festival komitesi tarafından Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 125. ve 299. maddelerinde yer alan hakaret kapsamında değerlendirilerek yarış ma seçkisinden çıkarıldığını açıklamışlardı. Ön jüri üyeleri, filmin yarışma seçkisinden çıkarılarak sansür uygulandığını, bir belgesel filmin içeriğinin ne olursa olsun TCK’ye göre değerlendirilemeyeceğini vurgulamışlardı. Sansür sinema ve sanat dünyasında büyük tepkiyle karşılanmış; Altın Portakal’ın çeşitli bölümlerinde görev alan 11 jüri üyesi de sansüre sert tepki göstermişti. Jüri üyeleri yaptıkları açıklamada, sansürü asla kabul etmeyeceklerini, sansür nedeniyle de karar iradelerini güvencede hissetmediklerini belirtmişlerdi. 11 jüri üyesinin tepkisinin ardından sansür, sinema yazarları cephesinde de büyük tepkiyle karşılanmıştı. 51. Altın Portakal’ın festival komitesinde yer alan Alin Taşçıyan başkanlığındaki SİYAD’ın konuya ilişkin resmi açıklamasının sansüre yeterince tepki göstermediğini düşünen 70 SİYAD üyesi, ayrı bir açıklama yaparak festival komitesini bu kararından vazgeçmeye çağırmıştı. Önceki gün de festivalin Ulusal Belgesel Yarışması’nın jüri başkanı Can Candan, sansür nedeniyle görevden çekildiğini açıklamıştı. Genellemeler, benzetmeler yapmayacağım, sözü dolandırmayacağım: Heiner Müller’in “Hamlet Makinesi” adlı metni, bugüne kadar sahneye taşıdığım en farklı ve içinden çıkılması en zor metindi. Ortaya çıkan sonuçta bir “tiyatro oyunu” olsa da ben hâlâ bir “oyun” diyemiyorum bu metne, çünkü kabul edilegelen “oyun” tarifine pek uymuyor. Hakkında “postmodern oyun”, “postdramatik oyun” tanımlamaları yapılan, üzerinde çokça düşünülmüş, birçok yoruma konu olmuş bir tür “kurucu metin” söz konusu. Ama zaman içinde farklı tartışmaların da yükünü taşımaya, farklı yan yollara da açılmaya başlayan bu tanımlamaların ötesinde, “Hamlet Makinesi” tam bir “yüzleşme”, tam bir “hesaplaşma.” En azından ben “Makine” ile yolculuğa bu perspektiften çıktım. u Hakkında “postmodern oyun”, “postdramatik oyun” tanımlamaları yapılan, üzerinde çokça düşünülmüş, birçok yoruma konu olmuş bir tür “kurucu metin” söz konusu. Ama zaman içinde farklı tartışmaların da yükünü taşımaya, farklı yan yollara da açılmaya başlayan bu tanımlamaların ötesinde, “Hamlet Makinesi” tam bir “yüzleşme”, tam bir “hesaplaşma.” En azından ben “Makine” ile yolculuğa bu perspektiften çıktım. Sansür krizi sansürle çözüldü Altın Portakal, sansüre uğrayan belgeselin İngilizce altyazısından bir bölümün çıkarılmasıyla çöküşün eşiğinden döndü u Altın Portakal yönetiminden yapılan açıklamada, belgeselin ‘yeniden gönderilen versiyonunun yapılan değerlendirmesi sonucunda’ yarışmaya alındığının belirtilmesi, kafalarda soru işaretleri uyandırdı. Kültür Servisi Reyan Tuvi’nin yönettiği ve Gezi Direnişi belgeseli “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek”in yarışma seçkisinden çıkarılmasıyla büyük bir kriz yaşayan 51. Antalya Altın Portakal Film Festivali, filmin yeniden yarışmaya alınmasıyla çöküşün eşiğinden döndü. Ancak, Altın Portakal yönetiminden yapılan açıklamada, belgeselin “yeniden gönderilen versiyonunun yapılan değerlendirmesi sonucunda” yarışmaya davet edildiğinin belirtilmesi, kafalarda soru işaretleri uyandırdı. Tuvi’nin filminin, “bir İngilizce altyazının kaldırılması” sonucunda festivalde yarışabileceği öğrenildi. Yönetmen Reyan Tuvi ise, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, konuya açıklık getirdi: “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek’, 51. Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Belgesel Yarışması’nda yarışacak. Bir haftaya yakın süredir devam etmekte olan ve sinema sektöründe topyekun çok önemsediğim bir tartışma başlatan bu durum, filmin İngilizce altyazısındaki bir küfür çevirisini kaldırmamla sona erdi. Belgeselimiz, İstanbul Film Festivali ve diğer festivallerde izleyici ile buluştuğu haliyle, kurgusuna dokunulmadan Antalya izleyicisi ile buluşacak. Sokaklarda, duvarlardan küfürleri boyayarak silen ve ‘küfürle değil, inatla diren’ diyen kadınları selamlıyorum. Bana destek veren, yanımda duran herkese, içtenlikle teşekkür ederim.” “Hamlet Makinesi” yıllarca elimin altında dolaşıp durdu, ara ara dönüp baktım, okudum, sonra bıraktım. En sonunda bu yılın mayıs ayında İKSV Uluslararası Tiyatro Festivali kapsamında sahnelenmek üzere İstanbul Devlet Tiyatrosu Üsküdar Tekel Sahnesi’nde provalara başladım ve o günden sonra bir daha yakamı bırakmadı. Çünkü çok samimi ve insanı derinden yakalayan, derinden yaralayan bir yüzleşme söz konusu. Yazar kendini kâh gizleyerek, kâh ortaya atarak, kâh çeşitli metinler arasında dolaşarak, çok farklı yazınsal araçlar kullanarak bir metin çıkarmış ortaya. Ama kullanılan teknikler, araçlar veya yazarın sözünü örtme becerisi ve zekâsı ne olursa “Hamlet Makinesi”nde, Sema Kuray Ophelia’yı, Hakan olsun, kendini kanatırcasına yazılmış, Meriçliler ise Hamlet karakterini canlandırıyor. çok samimi “satırlar”la, “başlıklar”la zik, sıcak üslubuyla hasta olduğunu, yazıyı karşı karşıyayız (“replik” veya “dize” duyduğunu ama göremediğini söylüyor, kendiyemiyorum, o nedenle “satır” ve “başlık” disine göndermemi rica ediyordu. Sonra tanışsözcüklerini kullanıyorum). ma fırsatını da buldum kendisiyle, yazışmaya Bu samimiyet oyuncular tarafından sahnedevam ettik, o güzelim şiir kitaplarını yollaye taşındığı anda da yayılan enerji seyirciyi dı, hepsi en kıymetli rafımda duruyorlar. Sevsaran, kucaklayan kocaman bir soru işaretine gili Ataol Behramoğlu’nun Metin Demirtaş dönüşüyor, “Makine” çalışmaya başlıyor. için yazdığı son yazıları, o içten arkadaş vedaHeiner Müller kendi bulunduğu noktasını okuyunca, kaybın acısını bir kez daha dedan tüm bir Avrupa ve edebiyat tarihine, burinden hissettim. nun içinde de esas olarak kendi kişisel tariBen Metin Demirtaş’ı o unutulmaz şiiriyhine bakmış gerçi ama bir yandan da Ophele tanıdım, bizim kuşak için çok şeyler ifade lia/Elektra’nın ağzından günümüze sesleniyor sanki: “O, kasap bıçaklarıyla odanızdan eden o şiirden bir bölümle uğurlamak istiyorum: “Bizim de dağlarımız vardır Che Gugeçtiğinde öğreneceksiniz gerçeği…” evara/ Bakma şimdi durgunsa, bir şahan etin Demirtaş’ın ardından gibi duruyorsa/Yorgundur, savaşlar görmüştür, çeteciler barındırmıştır/ Yani saGüzel bir insan daha gitti. O “Bizim de tılmış değillerdir hiç tüfek patlamıyorsa/ dağlarımız vardır Che Guevara…” diyen Alaçamın, mor meşenin ardına silah çatıp şairdi hep benim için. 2001 yılının sonunda yatmaya/Bizim de dağlarımız vardır Che kaleme aldığım bir yazıda bu unutulmaz dizeGuevara.” sini kullanmış, ayrıca yazının başlığı yapmışBizim de senin gibi insanlarımız vardır Metım. Aradan bir zaman geçti, bir gün bir elekttin Demirtaş… Neyse ki… ronik posta geldi Sevgili Demirtaş’tan. O na Bir yüzleşme metni M ‘Otosansür, sansür kadar endişe verici. Baskı kabul edilemez’ BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ AYLIK EDEBİYAT DERGİSİ Belgesel Sinemacılar Birliği festivalden çekildi ‘Aşiyan’dan Shakespeare sayısı Kültür Servisi Boğaziçi Üniversitesi’nin aylık edebiyat dergisi “Aşiyan”, özel Shakespeare sayısıyla okurlarının huzuruna çıkıyor. Shakespeare’in 450. doğum yılı sebebiyle tamamı Shakespeare’e adanan bu sayıda, okuması keyifli yazıların yanı sıra Shakespeare’i anlamak isteyen okurlar için yol gösterici yazılar yer alıyor. Derginin bu sayısında Melis Günekan, Hande Tekdemir, Kim Fortuny ve İlknur Bilir’in Shakespeare üzerine yazıları yer alıyor. Bunların yanı sıra Shakespeare hakkında yazılmış yazılardan Türkçeye kazandırılmış bir seçki de Aşiyan okurlarını bekliyor. Graham Holderness ve Katherine Scheil’ın kaleminden “Shakespeare’in Hayatı”, Johann Gregory ve FrançoisXavier Gleyzon’ın “Shakespeare ile Düşünmek: Shakespeare ve Kurama Giriş”, William Hazlitt’in Cymbline eleştirisi Aşiyan okurlarına çevrilerek ulaştırılıyor. Ayrıca “Shakespeare, eserlerinde kadınları yererken erkekleri övüyor muydu” sorusunun cevabı Rahul Singh’in yazısında Aybeniz Ece Çetin çevirisiyle yer alıyor. Kültür Servisi Belgesel Sinemacılar Birliği, “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” belgeselinin Altın Portakal’a altyazı değişikliğiyle tekrar kabul edilmesiyle ilgili bir bildiri yayımladı. Sansürün kabul edilemez olduğunun altı çizilen açıklamada “Sansür kadar sansür baskısıyla oluşan otosansüre karşı da daha güçlü sektör kararlılığı ve dayanışmasına ihtiyaç var” denildi. Birlik, gelecek festivallerde de benzer uygulamalara davetiye çıkarmamak adına bu festivalde planlanan, gösterim sonrası toplantıları düzenleyecek meslek birliği olarak festivalden çekilme kararı aldı. “Filmin müdahaleye uğramadan yarışmaya katılımı sağlanamadı” denilen açıklamada, yönetmenin altyazı değişlikliğine gitmesinin anlayışla karşılandığı belirtildi. Bunun yanında “sorumluluğu yönetmene yıkan uygulamalar” ve “yönetmene baskı işlevi gören açıklamalar” kınandı. Açıklamada “Sansürden daha endişe verici olan ve sansür baskısının yol açtığı otosansür olgusunu tartışmayı özgür düşüncenin ve yaratıcılığın önündeki en önemli sorunlar arasında görüyoruz” denildi. Açıklamada “festivallerin sanata müdahale hakkını kendinde gören iradelerin gölgesinde gerçekleştirilmesinin getirdiği sıkıntılarla yüzleşmemiz gerektiğini bir kez daha bizlere göstermiş oldu” ifadesi kullanılırken sürecin festivallerin özgür ve özerk gerçekleşmesi yolundaki çabaları tetiklemesi gerektiği belirtildi. On tehlikelisi otosansür’
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle