03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 EKİM 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 SGK işçilerden kesilen milyonlarca lirayı İşsizlik Sigortası Fonu’na aktarmadı. Fonun kaybı 246 milyon lirayı buldu İşçinin parası nerede? MUSTAFA ÇAKIR Düşünce Özgürlüğü mü? Başbakan Davutoğlu geçen hafta Samsun’da 19 Mayıs Üniversitesi’nin yeni ders yılı açılışında yaptığı konuşmada şöyle dedi: Hiç kimse üniversitelerde düşünce özgürlüğüne sınırlama getiremez. Başbakan’ın yalnızca üniversiteye özgü de olsa sınırsız düşünce özgürlüğü kavramına vurgu yapması, sabahakşam istenmesi gereken ekmek kadar, su kadar önemli bir konudur. Çünkü AKP’nin hak ve özgürlüklerin temeli olan düşünce özgürlüğüne bakışı, uygulamalarının her an kanıtladığı gibi, siyasal İslama özeldir; onunla sınırlıdır. HHH Sınırsız özgür düşünce ortamının varlığı, üniversiteler için olmazsa olmaz bir özellik taşır. Ancak, üniversitede özgür düşünce ortamının var olabilmesi için birincil ön koşul üniversite özerkliğidir. Üniversite yönetimi başta hükümet olmak üzere siyasetten; kendisinin kurucusu da olsa sermayeden ve diğer, özellikle de dinsel çevrelerin etkilerinden bağımsız oluşabilmeli ve davranabilmelidir ki özerk olsun. Yalnız ve ancak böyle bir üniversite ortamı, şu üç temel işlevini, yani, eğitimi, bilimsel araştırmayı ve topluma bilgi aktarmayı eksiksiz yerine getirebilir. Bunun sağlanması için soyut sözler yeterli değildir. Kesin ve keskin konuşmayı sevdiği anlaşılan Davutoğlu’nun kendi hükümetinin programında YÖK ile ilgili olarak çok yumuşak bir dille düzenleme getireceğiz demekten öteye gitmemesi, bu konuda da ustasının izinden çıkamayacağını kanıtlamıyor mu? HHH Gerçekte, Başbakan’ın sınırsız düşünce özgürlüğünü üniversite özelinde tutması ayrıca sorgulanmalıdır. Sınırsız düşünce özgürlüğü günümüzde demokrasinin vazgeçilmez temelidir. Ülkede düşünce özgürlüğü mutlak olarak geçerli değilse, üniversite ortamı da bundan kaçınılmaz olarak olumsuz etkilenir; üniversite tek başına özgür düşünce adası olamaz. Yine de göreli olarak daha özgür bir ortama sahip oldukları için geçen hafta uluslararası sıralamada ilk 100’e giren ODTÜ, ilk 200’e giren Boğaziçi, son zamanlarda yönetimiyle ilgili tartışmalar yaşamasına karşın İTÜ ve Sabancı üniversitelerini kutlamak gerekiyor. Ancak Başbakan’a bir hatırlatma yapalım; Davutoğlu’nun kimi destekçileri, daha geçen hafta, köşe yazıları ve TV yorumlarında ülkenin yüz akı olan bu üniversitelerin kapatılmasını istedi. Özgürlükçü(!) Davutoğlu bu konuda ağzını nedense açmıyor. HHH AKP’nin düşünce özgürlüğü dosyası, sınırsızlık bir tarafa, baskı, yasak ve sınırlamalarla doludur. TÜBİTAK’ın Darwin ile ilgili bir bilimsel yazının kendi dergisinde yayımlanmasını yasakladığı; gazete yazarlarının ya da TV yorumcularının AKP hükümetinin doğrudan ya da dolaylı baskılarıyla işlerinden kovulduğu ve yüzlerce insanın yalnızca düşünceleri nedeniyle hapislerde çürütüldüğü biliniyor. Hablemitoğlu ve Dink’in de içlerinde bulunduğu onca insanın yalnızca düşünceleri nedeniyle öldürüldüğü ve bu cinayetleri gerçekten işleyenlerin, AKP iktidarı öncesinde olduğu gibi, bulunmadığı; internet erişimlerinin ve sanal yayınların yasaklandığı bu ülkede, AKP iktidarının üniversitelerde sınırsız düşünce özgürlüğü adacıkları oluşturması ve onları yaşatması umulamaz. Din dersini zorunlu kılan, bu konudaki AİHM kararlarını hiçe sayan, “fizik zorunlu oluyor da” diye buna gerekçe yazabilen bir anlayışın doğasında, kendi deyimleriyle yazalım, fıtratında düşünce özgürlüğüne yer yoktur. Düşünceyi geçtik; AKP, cemevleri örneğinde görüldüğü gibi, inançlar konusunda bile özgürlükçü değildir. Asıl yıkıcı olan, bu özgürlük tanımayan yapının, bugünlerde iki İslamcı akım, yani AKP ve cemaat arasında yaşanan, HSYK aracılığıyla hukuku ele geçirme kavgasıyla daha da kararmasıdır. Bilinen bir gerçektir ki, özgürlükler, yalnız ve ancak hukukun koruması ve güvencesi altında yeşerir. Hukukun guguk olduğu bir ortamda, özgürlüklerden, bu arada üniversitelerde sınırsız düşünce özgürlüğünden söz edilmesi, bir kara güldürü olmaktan öteye geçemez. Başbakan bilmelidir ki, bu toprakların, eskisiyle, yenisiyle, düşünce özgürlüğü savaşçıları ve tümüyle bu toplum, bu acı alayı, hiç ama hiç hak etmiyor! HHH Bayramınızı kutlarım. ANKARA İşçinin işsiz kaldığında tek dayanağı olan işsizlik sigortası fonuna yine işçiden kesilen milyonlarca liranın aktarılmadığı ortaya çıktı. Ancak Türkiye İş Kurumu (İŞKUR) bunun takibini yapmadı. İŞKUR, SGK’yi suçladı. İşsizlik sigortası prim gelirlerine ilişkin yeterli kontrollerin yapılmaması nedeniyle fonun toplam kaybı 246 milyon lirayı buldu. Ayrıca mevzuata aykırı olmasına karşın İŞKUR’da birçok giderin de fon gelirlerinden karşılandığı belirlendi. Sayıştay’ın İŞKUR denetim raporunda, işçilerin işsiz kaldıklarında bir süre ücret aldıkları işsizlik sigortası fonuna ilişkin usulsüzlüklere dikkat çekildi. Rapora göre, işsizlik sigortası primlerini tahsil etmekle görevli olan SGK, İŞKUR’a eksik ödeme yaptı. Ancak İŞKUR’un gerekli takibi yapmaması nedeniyle bundan doğan alacağı hakkında bilgi sahibi olmadığı ve alacağın takibine ilişkin herhangi bir işlem yapmadığı ortaya çıktı. u İşsizlik sigortası primlerini tahsil etmekle görevli SGK, prime esas kazancı “hatalı” hesaplayarak yatırılması gereken miktardan 173 milyon lira az para aktardı. İŞKUR da, eksik hesaplama üzerinden devletin ödemesi gereken parayı eksik yatırdı. Kayıp zincirleme olarak büyüdü. Paranın nereye gittiği belli değil. Ayrıca, mevzuata aykırı olmasına karşın İŞKUR, birçok giderini işsizlik fonu gelirlerinden karşıladı. SGK tarafından tahsil edilen işsizlik sigortası prim gelirlerinin hesap edilebileceğine dikkat çekilen raporda, şöyle denildi: “Sonuç olarak yüzde 1’i sigortalı, yüzde 2’si işveren payı olmak üzere matrahın yüzde 3’ü tutarındaki 6 milyar 23 milyon 855 bin 789,92 TL’nin SGK tarafından fona aktarılması gerekmektedir. Buna karşın 2013 yılında fona toplam 5 milyar 850 milyon 24 bin 797.42 TL aktarıldığı, tahsil edilmeyen 173 milyon 830 bin 992,50 TL tutarındaki alacağa ilişkin herhangi bir işlem yapılmadığı ve bu tutarın muhasebe kayıtlarında yer almadığı görülmüştür.” Raporda, prime esas kazancın SGK’den yapılan tahsilat üzerinden hesaplanması ve bu hesaplamanın alacağın tamamı üzerinden yapılamaması nedeniyle, işsizlik sigortası devlet payı tutarının da eksik tahsil edildiği kaydedildi. Raporda bu durum şöyle ifade edildi: “Kurumun 2013 yılında tahsil etmesi gereken devlet payı tutarının 2 milyar 7 milyon 951 bin 929.97 TL iken Hazine’den toplamda 1 milyar 934 milyon 809 bin 608.09 TL tahsil ettiği görülmüştür. Açıklanan nedenlerle; işsizlik sigortası prim gelirlerine ilişkin yeterli kontrollerin yapılmaması nedeniyle fon kaynağında toplamda 246 milyon 973 bin 314.38 TL eksiklik olmuştur.” Toplam 246 milyon eksik! Sayıştay raporunda fondan İŞKUR bütçesine mevzuata uygun olmayan aktarımlar yapıldığını da belirledi. Raporda şöyle denildi: “1 milyar 139 milyon 797 bin 88.66 TL’si işgücü yetiştirme kurslarına ve 191 milyon 208 bin 662.63 TL’si sözleşmeli personel giderlerine katılma payı olmak üzere 2013 yılı içerisinde toplam 1 milyar 331 milyon 5 bin 751.29 TL fondan kurum bütçesine kaynak aktarılmıştır. Ancak sözleşmeli personel giderlerine katılma payı olarak aktarılan tutarın anılan madde kapsamında değerlendirilmesi imkân dahilinde değildir. Sonuç olarak İŞKUR’da memur kadrosunda görev yapan kişilere yapılan giderler karşılığında fondan 191 milyon 208 bin 663.63 TL aktarım yapılması mevzuata aykırılık teşkil etmektedir.” Raporda ayrıca, İşsizlik Sigortası Yasası’nda sayılmamasına karşın bazı giderlerin de fondan karşılandığına işaret edilerek “2013 yılında bu minvalde; toplam 21 milyon 485 bin 366,09 TL tutarındaki giderin fon kaynağından karşılandığı görülmüştür” denildi. Fondan İŞKUR’a usulsüz aktarım 5 milyon borçluya Emekçinin temel ölçüsü iş güvencesi u Towers Watson’a göre, çalışanların beklentileriyle işverenlerin vaatleri birbiriyle örtüşmüyor. Türkiye’de iş arayanlar en çok iş güvencesi ararken işveren kendisini saygınlık ile kabul ettirmeye çalışıyor. Ekonomi Servisi Danışmanlık şirketi Towers Watson, 26 ülkeden 32 bin çalışanın katılımıyla Küresel İşgücü Çalışması ve 31 ülkeden 1637 şirketin katıldığı Küresel Yetenek ve Ödül Yönetimi Çalışması adı altında iki araştırma yaptı. Türkiye’den büyük ve orta ölçekli firmalardan 825 kişi ile 34 şirketin katıldığı araştırmalara göre, ülkede her yaş grubundan çalışanı cezbeden ilk etken iş güvencesi iken, dünyada çalışanları en çok baz maaşları dikkate alıyor. Türkiye’de çalışanların ilgisini çeken diğer etkenler sırasıyla kariyer fırsatları, emeklilik hakları ve baz maaş oluyor. Araştırmanın 2012 sonuçlarına göre, 6. sırada olan emeklilik hakları 2014’te 3. sıraya yükseldi. Çalışanların gelecekleri ile ilgili kaygılarının artmasıyla birlikte kendilerini güvence altına almak istemeleri emeklilik hakları ve iş güvencesi konularının önemini ortaya çıkarıyor. Çalışanların beklentilerinin bu yönde olmasına rağmen, işverenler çalışan bulmak için kariyer fırsatlarını ve kurumun saygınlığını ön planda tutuyor. Bir başka deyişle, çalışanların bir kurumda aradığı özellikler ile işverenlerin vaatleri birbiriyle örtüşmüyor. Towers Watson Yetenek ve Ödül Yönetimi Dünya Başkanı Julie Gebauer, “İş değiştirme oranlarının küresel bir şekilde yükseldiği bu dönemde, Türkiye’deki işverenler de çalışanların sesini daha çok dinlemelidir” derken, Towers Watson Türkiye Genel Müdürü Süha Alıcı da “Çalışanların iş ararken öncelik verdikleri konularla işverenlerin çalışanı kuruma çekmek ve elde tutmak için öne çıkardıkları arasında büyük bir uçurum var” diye konuştu. MTV mektubu Ekonomi Servisi Maliye Bakanlığı, bazı alacakların yeniden yapılandırılmasını da içeren “torba yasa” ile devlete borcu olanlara getirilen fırsatları geniş kitlelere anlatmak amacıyla düzenlediği tanıtım kampanyası kapsamında borcu olan 5 milyon yurttaşa mektup gönderecek. Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına Dair Kanun’un Maliye Bakanlığı’nı ilgilendiren kısmının kamuoyuna tanıtımı amacıyla Gelir İdaresi Başkanlığınca tanıtım ve bilgilendirme kampanyası gerçekleştirilecek. Kampanya, geniş kitlelere ulaşılması amacıyla 17 farklı mecrayı kapsayacak. Yasa ile 30 Nisan 2014’ten önce tahakkuk eden MTV ile kesilen trafik para cezalarından 11 Eylül 2014 itibarıyla kesinleşmiş borçlar yapılandırılacak. Uygulama ile borçlara ilişkin birikmiş faiz ve gecikme zammı tutarından vazgeçilecek. Bunun yerine enflasyon oranında güncelleme yapılarak borç yükünde indirim sağlanacak. Otomotiv ihracatçısı AB ile güldü Ekonomi Servisi Uludağ Otomotiv Endüstrisi İhracatçıları Birliği’nin eylül ayı ihracat verilerine göre otomotiv endüstrisi geçen ay 1 milyar 960 milyon dolarlık dış satışa imza attı. İhracatın yüzde 75.5 gibi büyük bir oranı da Avrupa Birliği (AB) ülkelerine yapıldı. Otomotiv endüstrisi, 18 aydır kesintisiz artış trendini sürdürüyor. Eylül ayında, geçen dönemlere göre yüksek oranda olmasa da binde 2 oranında büyüme gösterdi. Otomotiv endüstrisi ihracatı, son dönemlerde alıştığı 2 milyar dolarlık eşiği eylül ayında aşamadı ama çok yaklaştı. Almanya bu dış satıştan aslan payını alan ülke oldu. OİB Başkanı Orhan Sabuncu, Almanya’ya eylülde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 27 artışla 330 milyon dolarlık dış satış gerçekleştirmenin büyük başarı olduğunun altını çizdi. Eylül ihracatında ürün grupları incelendiğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 1 artışla yan sanayi 826 milyon dolarlık ihracata imza attı. Ancak artış hızında binek otomobiller yüzde 6’lık büyüme hızı ile dikkat çekerek 627 milyon dolarlık dış satış gerçekleştirdi. Ülke bazlı ihracat incelendiğinde Almanya’nın liderliğini sürdürdüğü, Birleşik Krallık’a yüzde 2 azalışla 226 milyon, Fransa’ya yüzde 2 yükselişle 216 milyon dolarlık ihracat yapıldığı görüldü. Öldürücü ebola salgını yayılmaya devam ediyor. Tam bu sırada hac mevsimi başladı; çeşitli ülkelerden yaklaşık 23 milyon Müslüman beş gün için Mekke’de toplanıyor. Suudi Arabistan, hac boyunca ebola riski olmadığını söylüyor. Ancak, bu son salgına yakından bakınca kaygılanmamak elde değil. Ebola Salgını Yayılıyor toplanan uluslararası ebola zirvesinde de tekrarlanan bir açıklamaya göre, bu hastalık henüz denetim altına alınamadı, denetim altına alınana kadar ölü sayısı hızlanarak artacak; eğer gereken önlemler zamanında alınamazsa, etkilenen insan sayısı Şubat 2015’e kadar 1.4 milyon kişiye ulaşacak. Bu potansiyel olarak, son tahlilde bir milyondan fazla kurban anlamına eliyor. Bu öngörüler, virüsün mutasyona uğramadığını, vücut sıvıları yoluyla bulaşan şimdiki yapısını koruyacağını, mutasyona uğrayarak havadan bulaşan yeni bir ebola türüne dönüşmeyeceğini varsayıyor. Bu iyimser bir varsayım; çünkü, virüsün genetik yapısıyla ilgili çalışmalardan, ortak bir ecdada sahip olmakla birlikte, Gine ve Kongo’daki virüslerin birbirine paralel geliştiği, kısacası tek değil en az iki farklı ebola türüyle karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor. Öyleyse bu virüs mutasyona uğrayabiliyor. İkincisi, Kanada Kamu Sağlığı Ajansı’nın web sitesine göre, laboratuvarda havaya sınırlı oranda bırakılan parçacıklarla yapılan bir deney, ebola virüsünün maymunlar arasında havadan bulaşmasının söz konusu olabileceğini göstermiş. Bu haberi aktaran Prof. Jason Kissner (Centre for Research on Globalization, 01/10/2014) daha sonra web sayfasına konan metnin, “Deneyde, domuzlardan alınan virüsün hava yoluyla maymunlara bulaşabildiği saptanmış, ancak maymundan maymuna bu yolla geçtiği gösterilmemiştir” ifadeleriyle “insandan insana hava yoluyla geçebileceğine ilişkin bir bulgu yok” anlamına gelmek üzere “temizlendiğini” aktarıyor. Bu son salgının küresel bir felakete dönüşmeyeceğine ilişkin güven vermeye çalışan Dünya Sağlık Örgütü Strateji Direktörü, Dr. Christopher Dye’ın “Bu son ebola salgını sıra dışı bir yaygınlık sergiliyor. Ancak bu öncelikle virüsün biyolojik özelliklerinden daha çok, etkilenen nüfusun özelliklerinden, sağlık sistemlerinin durumundan, denetleme çabalarının yetersizliğinden kaynaklandı” sözleri salgının toplumsal koşullara ilişkin boyutuna işaret ediyor. Bu son ebola krizinden en fazla etkilenen ülkelere bakınca, gerçekten de bunların bazı ortak özellikleri hemen göze çarpıyor: Bu ülkelerin hepsi eski sömürge, bugün ise bağımlı ülkeler. Bu ülkelerin topraklarında çok değerli doğal kaynaklar, metaller, mineraller, örneğin, Liberya’da demir ve palmiyeyağı, kauçuk plantasyonları, Sierra Leone’de elmas madenleri, titanyum cevheri, Gine’de demir, elmas, uranyum, altın ve dünyanın artmaya devam ediyor 3000’den fazla kurban ve Bu son ebola salgını, mart ayında Gine de patlak verdi. O günden bu yana esas Gine, Monravia, Liberya, Sierra Leon, Nijerya, Senegal, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Gabon’u etkileyen, Amerika’ya sıçrayan salgının esas olarak Batı Afrika’da yoğunlaştığı görülüyor. Ancak geçen hafta ABD’de Dallas’ta bir vaka görüldü; hastanın ailesi evlerinde karantina altına alındı; Washington’da da bir hasta olduğu söyleniyor (Foreign Policy, 03/10). Ugandalı bir doktorun da tedavi için Almanya’ya getirildiği bildiriliyor. Ebola virüsü ilk kez 1976 yılında, Zaire’de Ebola Nehri yakınında saptanmıştı. Bu son salgın, esas olarak kırsal topluluklarda patlak veren önceki ebola salgınlarından önemli farklılıklar sergiliyor. Birincisi ilk kez kentsel, nüfus yoğunluğu yüksek alanları etkilemeye başlamış olmasından dolayı öldürme oranı, hastaya bakılmazsa yüzde 90’a, bakılırsa yüzde 70’e ulaşabilen bu virüs salgını mart ayında patlak verdiğinden bu yana, 7 bin 500 kişiye bulaşmış, bunlardan 3 bin 400’ü ölmüş. ABD Salgın Hastalıklar Merkezi kaynaklı, geçen hafta Londra’da boksit rezervlerinin yarısı, Nijerya’da zengin petrol, gaz rezervleri var (Derleyen, Patric Martin, WSWS. org). Bu zenginliklere karşın, bu ülkeler 183 ülkeyi kapsayan dünya yoksulluk klasmanının en altında yer alıyorlar. Bu ülke halkları bu zenginliklerden yararlanamadıkları gibi, IMF’nin dayattığı istikrar programları ve kredi koşullarının baskısı altında geride bıraktığımız yıllarda, sosyal harcamaları, dolayısıyla eğitim ve sağlık harcamalarını sürekli kısmışlar. Dünya Bankası Başkanı Jim Kin Yong’un Washinghton Post’taki yorumundaki “Bu yıkıcı salgın Gine, Liberya, Sierra Leon yerine Washington, New York ve Boston’u etkilemiş olsaydı, hiç şüphesiz sağlık sistemi bu hastalığı hemen denetim altına alır ve kısa sürede yok ederdi” sözleri de ebola krizinin esas kaynağının virüs değil, uluslararası işbölümü, egemenlik bağımlılık ilişkileri, bu ilişkiler içinde çevreden merkeze yapılan servet transferinin, emperyalizmin, çevrede yarattığı tahribat olduğunu da söylemiş oluyor. Toplumsal koşullar... bola krizi değil, kapitalizmin krizi Tam bu noktada bitirmeden önce, kapitalizmin krizi ve kü E reselleşme üzerine de bir şeyler söylemek gerekiyor. Kapitalizmin 1970’lerde başlayan yapısal krizi içinde bir kriz yönetim modeli olarak gelişen neoliberalizm, onu taşıyan, yerleşmesi için gereken koşulları hazırlayan IMF ve Dünya Bankası politikaları, çevre ülkelerde devletlerin ellerindeki kaynakları, sosyal hizmetlerden borç ödemeye transfer etmeye zorlayarak, yerli üreticinin yıkımı, işsizlik, yoksulluk pahasına iç pazarı uluslararası şirketlere açarak, sağlık sistemlerinin ebola salgını karşısında hemen çökmesine yol açan koşulları hazırladı. Küreselleşmenin alevlendirdiği etnik dinamikler, kaynak savaşları, salgın hastalıkları kapmaya ve taşımaya yatkın büyük bir göçmen nüfus yarattı, küreselleşmenin kırsal ekonomilere getirdiği tahribat, kentleşmenin gereken altyapı oluşmadan hızlanması, çok sağlıksız yerleşim, gıda üretim merkezleri yarattı. Küreselleşmeye bağlı gelişen ucuz hava taşımacılığı, virüslerin çok kısa sürede çok uzak mesafelere ulaşmasına olanak verecek teknolojik altyapıyı oluşturdu. Ekonomik krize cevap olarak sermayenin tüketimi hızlandırma eğilimi kaynak tüketimini, küresel ısınmaya yol açan sera gazları, sanayi atıkları üretimini hızlandırdı. İklim krizine paralel kimi ekolojik sistemlerde oluşan çöküntü, toprakların su baskınlarıyla, yağmur ormanlarının yok edilmesiyle altüst edilmesi virüslerin aktif hale gelme, mutasyona uğrama olasılığını artırırken su kaynaklarının kirlenmesi bulaşıcılık riskini de hızlandırdı. Çiftçinin yüzü gülmedi Ekonomi Servisi Kırıkkale’de çiftçilerin alternatif ürün olarak ektiği çerezlik ay çiçeğinin rekoltesinde olumsuz hava koşulları nedeniyle geçen yıla göre yüzde 30 düşüş bekleniyor. Gıda, Tarım ve Hayvancılık İl Müdürü Recep Kırbaş’ın verdiği bilgiye göre, kentte 306 bin hektar ekilebilir alanın bulunduğunu ve bunun yüzde 6570’inde hububat tarımı yapıldığını söyledi. Hububata alternatif olarak son yıllarda çerezlik ay çiçeği ekiminin yaygınlaştığını belirten Kırbaş, kurak alanlarda yetiştirilen ay çiçeğinde dekarda ortalama 100 kilogram verim alındığını ifade etti. Öte yandan, Türkiye’nin geçen sezon ihracat rekoru kırdığı kuru incirde, bu yıl fiyatların artmasıyla Suriye’den kaçak yollarla ürün girişinin başladığı iddia edildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle