15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1 EKİM 2014 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA HABERLER 5 HHH Uygarlık nasıl kurulmuştur yaşadığımız dünyada? İnsanoğlunun yaşamı boyunca arayıp sorduğu toplumlarda gelişip boy vermiştir... Ortaçağın karanlığını yaşayarak pek çok evrelerden geçmiştir... Demokrasi ve özgürlükler gökten zembille inmez! Bugün Ortadoğu’da, Kara Afrika’da, Pakistan’da, Afganistan’da yaşananlara bakarsak, IŞİD’i çözebilirsek her şeyi tüm çıplaklığıyla görebiliriz... Sorup araştırmak, bilinci geliştirmek uygarlık tarihinin başlangıcını oluşturur. Diyalektik süreç bitip tükenmez; kuşaktan kuşağa zincirleme sürer. İnsanlığın birikimleri sonsuza kadar uzayıp gider... Sorular, yanıtlar! Kelle değil birey olmak! Sömürüye başkaldırmak! Bakın bizim aydınlarımızın bazıları ne diyor: “9 yaşındaki kız çocuğunun başını örterek okula gidip derslere girmesi temel hak ve özgürlükler kapsamına girer!” HHH Böyle bir kafa köktendincilerin işine geliyor... El Kaide, Taliban, IŞİD ve öteki terör örgütleri şeriat adına kafa koparıyor... Yobazlık ivme kazanıp, emperyalizmin ekmeğine yağ sürüyor... İlhan Selçuk’un anlatımıyla bir toplantıda Voltaire’nin adı geçti... “Voltaire kim?” Çevrenizdekiler kenarından köşesinden az buçuk okumuş olsalar, sorgucuyu ayıplar. Biraz olsun mürekkep yalamış herkesin Voltaire’i tanıması gerekir. O soruyu soran kişi karşısındakileri sorguya çekmek yerine kendisini ele vermiştir. Soruyu soran kişi Voltaire’i bilmediği için kendi kendini tuzağa düşürmüştür... HHH Şımarıklık, görgüsüzlük, bayağılık, yobazlık... Sınırımızın yanı başında yaşanan dram, büyük göç, savaş çığlıkları, Kürt anaların ağıtları, ağır yaşam koşulları... Sorular, yanıtlar, birikim, bilgi, bilinç! Bir zamanlar çok dinlediğimiz “Irak’a demokrasi ve özgürlük ithali” masalları... IŞİD’in bir ayağı Türkiye’de, öteki ayağı ise Ortadoğu’da... Kim kimi kandırıyor? Danıştay AKP’nin HSYK’ye üye seçiminde sosyal demokratlar hükümetin adayına oy vermeyince ittifak boşa gitti moralini bozdu ALİCAN ULUDAĞ Ağıt Yakan Kürt Analar... Şımarıklık, görgüsüzlük, bayağılık, savurganlık... Ülke bir dar boğazdan geçiyor, Suriye sınırımızdan bir kilometre ötede can pazarı yaşanıyor... Felsefenin hayatın temelini oluşturduğunun farkında olmayanların aymazlığı, din pazarlamacılarının kendi çıkarları için Türkiye’yi uçurumun kıyısına getirmeleri... Ortadoğu’nun yoksul halkları! Baskıcı yönetimler, aşiretler, bağnazlık! Tüm bunlar yaşanıyor, Türkiye’nin aydınları, sosyalistleri, devrimcileri, yurtseverleri ne yapıyor? Birbirini yiyor! İnsanın bilinçlenmesi çocuk yaşlarda başlar... Çocuklar öğrenmek için sürekli soru sorup yanıt ararlar. Aldıkları yanıtlar onların bilinç dünyasına oya gibi işlenir. İlhan Selçuk, 30 yıl önce yazdığı bir yazısında, sorular ve yanıtlarda tümleşen bilinç ve bilgi oluşumunu çok güzel anlatmış. HHH Sabah sabah o yazısını gördüm arşivde... O an aklıma, ortaçağ engizisyon mahkemesinin Galilei’ye sorduğu soru gelmişti: “Söyle bakalım Galilei; evrenin merkezi dünya mıdır yoksa başka bir yıldız mı? Güneş mi dünyanın çevresinde dönüyor yoksa dünya mı güneşin çevresinde deviniyor?” Sorunun içeriğini, sorgucunun niteliğini, kimliğini tarih yazdı; hem de yobazlığın siciline... Buna benzer soruları darbeler döneminde ülke insanı, tüm Türkiye ahalisi yaşadı, gördü... Soru vardır insanı yüceltir, soru vardır insanı yerin dibine sokar! Bugün “Yeni Türkiye” diye yol arayanlar “paralel” kardeşleriyle iş tutarken, hepimiz buna “cadı avı” operasyonlarında tanık olduk... Ergenekon’dan Balyoz’a; Odatv’den KCK’ye, Devrimci Karargâh’tan Casusluk ve Fuhuş’a dek davalarda... Gizli tanıklar, ıslak imzalar, falan falan! ANKARA Danıştay’dan HSYK’ye yapılan üye seçim sonuçlarının hükümet cephesinde “hayatımızın en büyük kazığını yedik” sözüyle özetlendiği öğrenildi. Seçimlerde hükümetin desteklediği platformun, cemaatin Danıştay’da iki asıl üyeliği almaması için sosyal demokratlarla ittifak yaptığı belirtildi. Bu kapsamda Yargıda Birlik Platformu’nun (YBP) Taci Bayhan’a oy vermesine karşılık sosyal demokratların hükümetin adayı Emin Sınmaz’a oy vermemesi, iktidarı kurul dışında bıraktı. Danıştay’da önceki gün yapılan HSYK seçimlerini sosyal demokrat kökenli Taci Bayhan ile cemaate yakın isimlerden Şaban Işık kazandı. Sonuçların ardından “Hükümet, Danıştay seçimlerini de kaybetti” yorumları yapılınca iktidar kaynakları, “Taci Bayhan’ı biz de destekliyorduk” açıklaması yaptı. Sürecin perde arkasında ilginç gelişmeler yaşandığı anlaşıldı. Buna göre, Danıştay’ın seçeceği iki asıl üyeliği cemaatin kazanmasını istemeyen hükümetin desteklediği Yargıda Birlik Platformu, bazı sosyal demokratlarla ittifak yapma arayışına girdi. Çünkü hükümetin Danıştay’da 45 üyelik bir gücü vardı ve ittifaka ihtiyacı vardı. Bu kapsamda YBP kendi adayı olan Ziya Özcan’ı yarıştan çekti. Yapılan anlaşmaya göre YBP, sosyal demokratların adayı Taci Bayhan’a da destek verecekti. Buna karşılık sosyal demokratlar da YBP’nin adayı Emin Sınmaz’ı da destekleyecekti. Ancak sonuçlar açıklandığında YBP’nin Bayhan’a oy verdiği, ancak sosyal demokratların Sınmaz’a oy vermediği anlaşıldı. Bazı sosyal demokrat üyelerin, oy vermeme gerekçesi olarak “Biz hükümete oy vermeyiz, Türkiye’yi nereye götürdüğü ortada” yorumunu yaptığı öğrenildi. Bu sonuç üzerine “yenilgi” görüntüsü vermek istemeyen hükümet kaynakları, Bayhan’ı destekledikleri yönünde açıklama yaptı. Ancak Danıştay içinde hükümete yakın olan kesimin, sosyal demokratların Emin Sınmaz’a oy vermemesiyle ortaya çıkan sonuçlara, “Hayatımızın en büyük kazığını yedik” diyerek tepki gösterdiği öğrenildi. Talip apaydın uğurlandı ‘Hayatımızın kazığı’ Karanlığa karşı aydınlığı savundu ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Köy Enstitüsü çıkışlı yazarların en bilinen kalemlerinden Talip Apaydın, son yolculuğuna uğurlandı. “Sarı Traktör”, “Yarbükü”, “Emmioğlu”, “Yoz Duvar” gibi romanlarıyla Türk edebiyatına adını yazdıran Apaydın, eserlerinde yerelle evrenseli bir araya getiren bir kalemdi. Apaydın için Kocatepe Camisi’nde cenaze töreni düzenlendi. Törene, Apaydın’ın çocukları, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, eski DSP Genel Başkanı Zeki Sezer, Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen, CHP’li vekiller İzzet Çetin, Atilla Kart, Tolga Çandar, Engin Altay, Akif Hamzaçebi, gazetemiz yazarı ve CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay, CHP Genel Başkan Yardımcısı Ercan Karakaş, gazetemiz yazarları Işık Kansu, Çiğdem Toker ile çok sayıda şair ve yazar katıldı. Eski CHP Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı, Apaydın’ı şu sözlerle tanımladı: “Talip Apaydın, karanlığa karşı hep aydınlığı, bilimi savundu. Öyküleri, romanları, şiirleri kısaca bütün yazıları aydınlığa, insanlığa bir çağrıdır. Onu özleyeceğiz.” Haşhaşi davasında ilginç istek ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın cemaate yönelik 17 Aralık sonrası kullandığı “haşhaşi” benzetmesi üzerine bir dershanede çalışan öğretmenin açtığı tazminat davasında ilginç bir durum yaşandı. Mahkeme, davayı açan öğretmene, davanın kabul edilmesi için cemaate üyeliğinin belgesi olup olmadığını sordu. Öğretmenin avukatı, “elinde bir belge yok” deyince yargıç davayı reddetti. Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davada söz alan öğretmenin avukatı Yeşim Saraç, müvekkilinin Erdoğan tarafından hakarete uğradığını belirterek, “Müvekkilimin içinde bulunduğu grubu açıkça hedef göstermiş, kişilik haklarına saldırıda bulunmuştur” diyerek davanın kabul edilmesini istedi. Erdoğan’ın avukatı Ali Özkaya ise “Cemaat bir tüzelkişilik değildir. Soyut bir topluluktur. Davacı, bu örgütün, cemaatin veya derneğin üyesiyim diyerek belge getiremeyeceğine göre dava açma hakkı yoktur. Bu nedenle aktif dava ehliyeti yoktur” dedi. Mahkeme bu sözlerin üzerinden ön incelemeyi geçerek, tahkikat aşamasına geçti. Yargıç Zerrin Berke’nin üyelik belgesi sorması üzerine avukat Saraç, “Belge yok ancak belirttiğimiz gruba yakınlığı ile bilinen dershanede öğretmen olarak görev yapmaktadır. Bu nedenle aktif dava açma ehliyeti vardır” görüşünü savundu. Yargıç Berke de davacının aktif dava ehliyeti olmadığı gerekçesiyle davayı reddetti. Hiçbir şey olmamış gibi alışılagelmiş bir Tırmık yazsam, size ayıp; “Görüyor musunuz başıma neler geldi, ühhü, ühhü” makamında paragraflar döktürsem bana ayıp. “Amaaaan boşverin, acı patlıcanı kırağı çalmaz” gibi efelenmelerin de yeri değil, günü değil. Zaten ben de Murat da (Belge) patlıcan değiliz… Ayrıntı beklemeyin. Siz ne biliyorsanız, Cumhuriyet’te, T24’te, Taraf’ta ne okuduysanız, ben de şu an için o kadar biliyorum. İlk soru “Bu tehdit ve bu uyarı ne kadar ciddi olabilir” ya da “Ciddi olabilir mi” idi. 70’li yılları çok yoğun ve içinden yaşamış bir gazeteciyim. O yüzden ciddi olmasa bile ciddiye alınması gerektiğini deneyerek, yaşayarak öğrendim. Yani elbette ben de Murat da ciddiye alacağız. Ancak ciddiye almanın pratik sonucu hiç hoş değildir. Hrant’ın öldürüldüğü günün hemen ardından ilgili devlet kurumu “bitişik koruma altında yaşamam” gerektiğine karar verdi. Rastlantıya bakın, o karar, o günlerde Murat Belge için de alınmıştı. Görevlendirilen birer polis memuru ile “bitişik yaşamaya” başladık. Yani evin kapısından çıkınca başlayan, akşam evin kapısından girince biten bir “bitişik yaşam”. Kimi Gel de Yaz Gel de Yazma tanıdıklarım için kendisine bir koruma memuru atanmış olmak, “Ben amma da önemli adamım” gibi anlamsız bir övünme duygusuna ebelik ediyordu. Oysa günlük pratikte durum çok farklı. Diyelim, bir arkadaş evine yemeğe davetlisiniz, yanınızda koruma görevlisi ile gitseniz ne yapacaksınız? “Hoş bulduk. Tanıştırayım, bu arkadaşım da polis memuru. Beni korumakla görevli” deseniz ev sahibi ne yapacak, nasıl davranacak? Yok, görevliye “Kardeş, ben yukarıda yemek yiyeceğim. Sen aşağıda bekle” desen, yukarıda lokmalar boğazında düğümlenecek. Bunun yağmuru var, karı var, sıcağı, soğuğu var. Sen sohbet edip yemek yiyorsun, görevli memur aşağıda kapının oralarda bir yerde bekliyor. Olacak iş mi? Gerçi ben çok şanslıydım. Koruma görevlisi tanıdığım en düzgün insanlardan biriydi. Yaklaşık altı yıl boyunca birlikte olduk ve yakın arkadaş olduk. Şimdi uzak bir doğu kentinde görevli. Ama hâlâ ben onun Aydın abisiyim o da benim Mevlut kardeşim. Yeniden o bitişik yaşam koşullarına mı döneceğiz bilmiyorum. Ayrıca gazetede fotokopisini gördüğünüz o ihbar pusulasını yazan, el yazısından ilkokul, bilemedin ortaokul terk biri olduğu sezilen “Bir vatansever”e ne demeli? Haber verdiği için teşekkür mü etsem, yoksa “Vah yeğenim ne biçim kirli ve kanlı çevrelere bulaşmışsın sen” diye üzülsem mi bilemiyorum. HHH Meslek ustalarımın kulağıma küpe olmuş öğütlerindendir: “Gazetecinin kendisi haber olmuşsa orada bir yanlış var demektir” derler; “Senin görevin haber vermek, haberin konusu olmak değil” diye testiyi kırmadan uyarırlar. İşe bakın siz ki, gazeteci Aydın Engin ile gazete yazarı Murat Belge haber oldular. Evet, burada bir “yanlışlık” var. Ama galiba bu defa Murat da ben de masumuz. Yanlışlık bizde değil, bu ülkedeki keskin ve acımasız ölçülere ulaşmış kamplaşmada, düşmanlaşmada. “Benim gibi düşünmüyorsan, benden farklı düşünüyor ve davranıyorsan geber” diyen katil zihniyetlerin kol gezdiği Türkiye’de… Haydi bu zorlama Tırmık’ı bitireyim. Bizim meslekte kendinden, kendi sorunlarından bu kadar uzun söz edene iyi gözle bakmazlar ve haklıdırlar. Yani “Gel de yaz, gel de yazma” durumu var. Ben yazdım. Ama bu kadarı yetsin…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle