03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
29 OCAK 2014 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ [email protected] 11 Faizlerin artırılmasına direnen Merkez, TL’deki kan kaybını önlemek için faiz silahını kullandı Sonunda pes etti F aiz lobisine teslim olmamak adına uzun süre sadece dolar satarak kurları kontrol etmeye çalışan Merkez Bankası sonunda piyasanın eğilimine uydu. Gece yarısı alınan kararla faizler beklentilerin çok üzerinde artırıldı. T CMB Başkanı Başçı, ‘yurtdışında Merkez Bankası’nın bağımsızlığı ile ilgili bir risk algısının oluştuğunu’ kabul ederken, ‘geçmişte olduğu gibi bağımsız şekilde karar almaya devam ettiklerini’ söyledi. U zmanlar Merkez’den faiz artırımı beklerken ancak faiz artırımının boyutu kadar para politikasının anlaşılabilirliği ve öngörülebilirliğini artırma söylemlerinin de kritik önemde olduğunu vurguladı. Döviz Krizinin Yapısal Nedenleri ve TCMB Amerikan Doları’nın fiyatı pazarı pazartesiye bağlayan gece yarısı 2.40 TL’ye çıktı. Deyim yerindeyse, “paniğe kapılan” TC Merkez Bankası geleneksel olmayan para politikası araçlarına bir yenisini ekledi: Acil ve istisnai bir “ara Para Politikası Kurulu” (PPK) toplantısı düzenlemek ve kurulun alacağı kararları gün içinde değil, gece 24.00’te açıklamak. Dolayısıyla bu satırlar kaleme alınırken TCMB’nin olası kararları üzerine spekülatif stratejiler geliştirilme sürmekte idi. Okuyucular bu sabah gazeteyi ele aldıklarında artık TCMB’nin kararlarını öğrenmiş olacaklar. TCMB’nin ezoterik sözcük oyunları ve iktisat yazınının renkli metaforlarıyla bezeli para politikası karar metinleri artık “piyasa oyuncuları” ile merkez bankaları arasında mistik bir söz oyununa dönüştü. (Öyle ya, zaten nicedir kumarhane masasında kâğıtlar karılmış, milyarlarca doların nereye konuşlanacağı bir oyun söz konusu). Para politikası, artık merkez bankalarının bir teknisyenlik güç alanı forumuna dönüştürülmüş durumda. Sanki antikçağda kâhinlerin her konuşmasında duruma göre birden fazla anlam çıkartılabilen mitolojik kehanet sözcükleriyle karşı karşıyayız. “Piyasa merkez bankasını anlamıyor” oyununda, oyunun şifresini çözebilen gerçek teknisyenler de var; gün boyu ekran başında ya da internette “tweet” faaliyetiyle kehanet zincirini çözmemize yardımcı oluyorlar. Oysa diğer yanda her şey olabildiğince “şeffaf”; Merkez Bankası’nın her adımı anında piyasa “oyuncularına” ulaştırılmakta; banka zaten “bağımsız”, “güvenilir” ve “fundamentallerimiz sağlam”... Ve zaten cari işlemler açığı finanse edildiği sürece sorun da yok... HHH Artık ciddiyetin yitirildiği noktadayız. Ama gene de bir toparlama çabasında bulunalım: Krizin yapısal koşulları ile tetikleyici unsurlarını birbirinden ayırmamız gerekmektedir. Türkiye’de bir döviz krizinin yapısal koşulları son on yılda izlenen politikalarda döşenmiştir. Krizin hangi koşullarda, hangi piyasada ve hangi tarihte ortaya çıkacağı krizi tetikleyen unsurlara bağlıydı; ve nitekim de öyle oldu. Türkiye’de bir döviz krizinin yapısal koşulları 2000’li yıllar boyunca izlenen spekülatif büyüme modelinde yatmaktadır. Bu model, uluslararası piyasalarda dövizin bolluğuna ve faizlerin düşüklüğüne dayanarak döviz kurunda ucuzlamayı öngören ve sürdürülemez nitelikte dışa bağımlı bir büyüme ivmesi yaratmıştır. Ancak bir yandan da dış açık (cari işlemler açığı) tehdidi ile birlikte Türkiye ekonomisini kırılgan ve istikrarsız bir yapıya büründürmüştür. Döviz kurlarında son iki haftadır gözlenen pahalılaşma Türkiye’de son on yılda uygulanmış olan bu tür dış borç yaratıcı ve dışa bağımlı spekülatif büyüme modelinin yarattığı kırılganlıkların doğrudan sonucudur. Bu süreçte, 17 Aralık sonrasında yaşanan iç siyasi gerginlikler veya Suriye ve Mısır üzerinden bölgemizde yaşanan uluslararası güvenlik sorunları veya Amerikan Merkez Bankası’nın (Fed’in) miktar kolaylaştırması programını terk etmeye başlayacağı ve uluslararası piyasalarda döviz bolluğunun sona ereceği (faizlerin yükselmeye başlayacağı) endişeleri hepsi birer tetikleyici unsurdur. Söz konusu yapısal kırılganlıkları görmezden gelerek krizi tetikleyen unsurları “faiz lobisi” diye adlandırılan bir düşmanın komplolarına bağlamaya çalışma çabası, ekonomi idaresinin sorumlulukları üzerinden atma ve dikkatleri sorunların özünden saptırma uğraşından ibarettir. HHH Bu konuyu işleyen görüşlerimiz bundan yaklaşık altı buçuk sene önce, 24 Mayıs 2006 tarihli Ekonomi Politik’te şu şekilde yer almış idi: “Türkiye’nin küresel krizi bankacılık sistemi üzerinden değil, finans dışı şirketlerin üretim, ithalat finansmanı ve işsizlik sorunları aracılığıyla yaşaması olasılığı yüksektir. Zira 2003 sonrası dönemde Türkiye’nin uluslararası ekonomiyle olan ilişkilerinin ana aktörleri ‘bankacılık kesiminden’ ziyade, ‘reel üretici şirketler ve hanehalkları’ olmuştur. Bu süreç içerisinde finansdışı şirketlerin ve hanehalklarının aşırı derecede ithalat ve dış borçlanma bağımlılığı içine sürüklenmesi, ulusal ekonomik dengelerde önemli bir kırılganlık kaynağı oluşturmuştu. Türkiye’de (döviz kurunda pahalılaşma yaşanması durumunda...) aşırı dış borç içine sürüklenmiş bulunan şirketler ve hanehalklarının finansal dengeleri hızla bozulmaya itilecek ve reel sektörde önce küçük ve orta boy işletmelerden başlayan iflaslar, yan sanayilerin çökmesi ve yaygın işsizlik ile derinleşen bir reel sektör krizi yaşanabilecektir. Reel sektörün intibak mekanizmaları, finans sektörüne göre görece daha yavaş ancak daha kalıcı ve derin olduğu için, bu tür bir kriz tetiklendiğinde krizin biçimi, sözgelimi 2001’de olduğu gibi ani bir çöküş biçiminde değil, zamana yayılmış uzun süreli bir durgunluk şeklinde tezahür edebilir. Bu tür bir kriz olgusu geleneksel kriz biçimlerinden farklı olarak, gelişmekte olan piyasa ekonomilerinde doğrudan reel sektörden kaynaklanan bir üçüncü nesil kriz biçiminin yapısal koşullarının oluşmakta olduğunu belirtmektedir. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu yüksek cari açık veren ve yüksek dış borç taşıyan ülkelerin böylesi bir tarihsel dönemeçte olduğu görülmektedir”. Krizin ilk dönemlerinde ulusal ekonomimizin verdiği tepkileri alfabe harfleriyle betimlemek çok modaydı. Anımsayacaksınız, o günlerde kriz ve toparlanma değişik biçimlerde; ani bir çıkış “V”, daha yavaş çıkış “U”, takılıp kalma “L”, inişli çıkışlı hareketlenme “W” gibi karakterler zinciriyle birbirine bağlanıyordu. O günlerde Kanal B’de Ortak Çözüm programında bir araya geldiğimiz, program yapımcısı sevgili dostumuz Tevfik Kızgınkaya, kriz sürecini W’dan da öte, bir testerenin dişleri gibi sert ve keskin mini dalgalanmalar olarak yorumlamaktaydı. Testerenin dişleri artık reel sektörü kesmeye başladı. Ekonomi Servisi Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu dün gece olağanüstü bir toplantı yaparak uzun süre yükseltmemek için direndiği faizleri yukarı çekti. Buna göre Marjinal fonlama oranı yüzde 7.75’ten yüzde 12’ye, açık piyasa işlemleri çerçevesinde piyasa yapıcısı bankalara repo işlemleri yoluyla tanınan borçlanma imkânı faiz oranı yüzde 6.75’ten yüzde 11.5’e, Merkez Bankası borçlanma faiz oranı yüzde 3.5’ten, yüzde 8’e yükseltildi. Bir hafta vadeli repo ihale faiz oranını yüzde 4.5’ten yüzde 10’a çıkaran Para Politikası Kurulu, Geç Likidite Penceresi uygulaması çerçevesinde, Bankalararası Para Piyasası’nda saat 16.00–17.00 arası gecelik vadede uygulanan Merkez Bankası borçlanma faiz oranı yüzde 0 düzeyinde sabit tuttu. Borç verme faiz oranı ise yüzde 10.25’ten yüzde 15 düzeyine yükseltti. TCMB Başkanı Erdem Başçı, söz konusu karardan önce dün sabah düzenlediği toplantıda “yurtdışında Merkez Bankası’nın bağımsızlığı ile ilgili bir risk algısının oluştuğunu” kabul ederken “geçmişte olduğu gibi bağımsız şekilde karar almaya devam ettiklerini” söyledi. 2014 için yıl sonu enflasyon hedefini yukarı yönlü revize ederek 1.3 puanla orta aralığı yüzde 6.6 olmak üzere 5.2 8 aralığına yükselttiklerini açıklayan Başçı, akşam yapılan ara toplantıda tüm faiz oranlarının gözden geçirilebileceği sinyalini verdi. Bundan sonra faiz ve döviz olmak üzere iki araçla çalışacaklarını açıklayan Başçı özetle şunları söyledi: * Enflasyon kısa vadede yüzde 5 hedefinin belirgin üzerinde seyredecek. Aldığımız ve alacağımız tedbirlerle enflasyon yılın ikinci yarısında düşecek ve yıl sonunda yüzde 6.6’ya inecek. * Enflasyonun yüzde 70 olasılıkla 2014 sonunda orta noktası yüzde 6.6 olmak üzere yüzde 5.2 ile yüzde 8 gerçekleşeceğini tahmin ediyoruz. 2015 sonu tahminimiz ise orta noktası yüzde 5 olmak üzere yüzde 3.1 ile yüzde 6.9 aralığında yer alıyor. Enflasyonun orta vadede yüzde 5 düzeyinde istikrar kazanacağını öngörüyoruz. * Merkez Bankası enflasyonu kontrol altına alarak yüzde 5 hedefine doğru getirmek için elindeki bütün araçları etkin bir şekilde kullanacağından kimsenin şüphesi olmasın. * Şimdiye kadar tek araçla çalıştık. Bundan sonra iki araç olacak. Birincisi faiz aracı, diğeri döviz aracı. Şu ortamda faiz aracını devreye almak gerekiyor. * Para politikasında kalıcı sıkılaştırma gerekirse bunu yapmaktan kaçınmayız. * Toplantının akşam yapılmasının tek sebebi, bir kurul üyesinin ABD’de olması ve onun katılımının beklenmesidir. * 2013 sonu 1.92’lik kur tahminini temmuzda yapmıştık. Aslında gelişmeler de o yönde gidiyordu, ta ki 17 Aralık belirsizliği gelene kadar. Erken konuşmamak lazım demiştim en son toplantıda. Bu yıl için de aynı şeyi söylüyorum. Bu yıl da tam tersine olumsuz gibi görünüyor ama erken konuşmamak lazım. O yüzden kendime çıkardığım ders, yılbaşında gidişata bakıp yılın sonunu öngörmeye çalışmamaktır. Hatta yılın ortasından bile bunu yapmamak lazım. * Son dönemde iç gelişmelerde dışarıdan bir miktar olumsuz ayrıştık. * Son enflasyon raporundan bu yana döviz satarak piyasaya likidite sağladık. Repo yönünde alınan tedbirlerle de bankacılık sektöründe tüketici kredilerindeki büyümeler ticari kredi büyümelerine göre yavaşladı. Bankaların fonlama maliyetleri arttı. Bu da kredi ve mevduata yansımaya başladı. Hükümete açık mektup Enflasyonun hedeften 2 puan sapması halinde hükümete açık mektup yazmak zorunda olduklarını dile getiren Başçı, bu nedenle geçen yılki yüzde 5 enflasyon hedefine karşın yüzde 7.4 olarak gerçekleşen enflasyon nedeniyle hükümete açık mektubu yazdıklarını söyledi. Başçı, “Eğer bakanlar, Merkez Bankası’yla ilgili konuşuyorsa Türkiye’deki kültür çerçevesinde bir zararı yok diye düşünüyoruz ama işimizi yapıyoruz. Türk kültürü içerisinde bunun bir sorun olmadığını düşünüyoruz. Uluslararası camiada bu bir sorun olarak algılanıyor. Bu kültürün zamanla değişeceğine inanıyorum” dedi. TCMB, banka kanununun 42. maddesi uyarınca hükümete, enflasyon ilgili olarak açık mektup gönderdi. Mektupta yıl sonu için öngörülen enflasyon tahmininin orta noktasının yüzde 5.3 olarak belirlendiği ancak yıl içinde söz konusu tahminin yukarı yönlü revize edileceği belirtildi. Dolar 2.18 TL’ye indi Dolar, önceki gün yurtiçindeki siyasi kriz, yurtdışı piyasalarda bozulma ve Merkez Bankası’nın adımlarının yetersiz olduğunun görülmesiyle önceki gün 2.39’u görerek yeni bir rekor kırmıştı. Dün güne 2.2834 seviyesinden başlayan dolar/TL TCMB Enflasyon Raporu ve Başkan Erdem Başçı’nın açıklamalarının ardından 2.25 2.26 aralığındaki bandda dalgalı bir seyir izledi. Dolar dün serbest piyasada günü 2.2660 seviyesinde kapatırken, Avro da serbest piyasada 3.0940 liradan kapandı. Para Piyasası Kurulu’nan akşam açıkladığı faiz kararının ardından ise dolar 2.1860 liraya kadar geriledi. Borsa İstanbul 100 (BIST 100) endeksi dün gece yarısı açıklanması beklenen PPK ara toplantısı öncesinde banka hisseleri öncülüğünde günü 1.025,04 puanlık düşüşle 63.543,70 puandan tamamladı. ‘Merkez cesur adımlar atsın’ Başbakan Erdoğan’ın, iddia ettiği faiz lobisi’ne karşı faizlerin artırılmasına direnen Merkez Bankası sonunda piyasaya boyun eğdi. Uzmanlara göre Merkez TL’nin değerini korumak için cesur adımlar atmalı. Ekonomi Servisi Döviz kurlarındaki yükselmenin Merkez Bankası’nın doğrudan müdahaleleriyle durdurulamaması ve doların yeni rekorlar kırması üzerine Merkez Bankası Para Politika Kurulu’nun olağanüstü bir toplantı yapması, yabancı basında da geniş yankı buldu. Financial Times, faizlerin artırılması gerektiğini söyleyen iktisatçı ve yatırımcıların çoğalmasına rağmen Başbakan Erdoğan’ın, iddia edilen ‘faiz lobisi’ne karşı faizlerin artırılmasına direndiğini, geçen hafta artış yapmadığı için Merkez Bankası’nı kutladığını anımsatarak “Ancak pazartesi günü Merkez Bankası, piyasa baskısına boyun eğdi ve olağanüstü bir toplantı yapacağını açıkladı” diye yazdı. Wall Street Journal da Erdem Başçı’nın faiz artırımlarına karşı çıkan Başbakan Erdoğan tarafından ‘politika açısından sınırlandırıldığını’ yazdı. Citigroup, Merkez Bankası’nın kalıcı cesur bir adım atmaması durumunda piyasadaki sakin havanın bozulabileceğini açıkladı. Uzmanlara göre ise faiz artırımının boyutu kadar, para politikasının anlaşılabilirliği ve öngörülebilirliğini artırma söylemleri de kritik önemde. TL tarafında strateji net olsa da borsada yatırımcıları daha zor bir karar bekliyor. Gedik Yatırım Genel Müdür Yardımcısı Taner Özarslan, MB’den gelecek faiz artırımının piyasa faizlerine de yansıyacağını hatırlatarak “Yüksek faiz orta vadede hisselere yaramaz” dedi. Ancak Özarslan’a göre, faiz artırımının gelmesiyle döviz girişinin olması borsaya da olumlu yansıyabilir. Merkez Bankası’nın beklenen faiz artırımını yapması durumunda mevduatın daha cazip hale geleceği de piyasa oyuncularının genel kanısı. JP Morgan ise Erdem Başçı’nın konuşması sonrasında yayımladığı raporda, enflasyonist baskıları gidermek için ne gerekirse yapılacağı açıklamasını biraz şahin bulduğunu belirtti. Başçı ders çıkardı Motorine 12 kuruş zam Kurdaki artış nedeniyle benzinden sonra motorine de zam yapıldı. Gece yarısından itibaren geçerli olan zamla motorinin litresine 12 kuruş zam geldi. Geçen hafta benzinin 1112 kuruş zamlanarak 5 lirayı aşmasının ardından dün de motorine zam haberi geldi. Litresi 4.56 lira olan motorinin fiyatı zamdan sonra 4.68 lira yükseldi. Tüketici güveni azaldı Türkiye İstatistik Kurumu ve Merkez Bankası verilerine göre tüketici güven endeksi, ocakta geçen aya göre yüzde 3.5 azaldı. Aralıkta 75 olan endeks, ocakta 72.4 değerine düştü.Aralıkta 101.9 olan genel ekonomik durum beklentisi endeksi yüzde 7.7 azalarak ocakta 94 değerine düştü. 2 cümle: 21. yüzyılı bilim şekillendirecek. Bugün Türkiye için en ciddi açık, öyle döviz açığı falan değil, insan kaynağındaki açık. Biliyorum, Türkiye’nin yolsuzluklar, ekonomik istikrarsızlık ve siyasi dalaş ortamında her iki cümle de buharlaşacak. Gündem acımasız. Ama bugün ne kadar gerçek ise yarın da o kadar gerçek. Ve yarının taşlarını bugünden döşeyemezsek yine aynı girdabın içinde savrulup duracağız. Geçen hafta 2 gün boyunca beyin fırtınası yaptık, Prof. Dr. Bilsay Kuruç’un önayak olmasıyla başlayan ve Ankara Üniversitesi’nin desteğiyle bu yıl üçüncüsü düzenlenen “21. Yüzyıl İçin Planlama Kurultayı”nda... Acaba içinde bulunduğumuz yüzyılda bizleri neler bekliyor? Toplumları ne şekillendirecek? Ülkeler buna hazır mı? Peki, ya Türkiye? Türkiye’nin önde gelen bilim insanlarının bir araya geldiği kurultaydaki tüm sunumlar “21. yüzyılı bilimin şekillendireceği” üzerineydi ve Türkiye için bir yol haritası niteliği taşıyordu. Zaten 20 yüzyıl, kuvantum, bilgi işleme ve biyomoleküler olmak üzere 3 büyük devrime sahne olmuştu. Bugün bilgi ve iletişim teknolojilerindeki hıza, genetik, nanoteknoloji alanındaki gelişmeler de eklenince, gelecek de bir anlamda şekilleniyordu. Akıllı giysiler, optik okumalar, dijital sistemler, sensörler, tıbbi cihazlar, karbon elyaf gibi teknolojik ürünler; hepsi şimdiden yaşamlarımızın içinde. 21. Yüzyıl İçin Planlama mı? Türkiye’de mi?.. Bunu kimler yaptı? Bilimin gücüne inananlar, üniversitelerinde, ArGe merkezlerinde üretilen temel yetkinlikleri teknolojiye dönüştürüp kendi ürünlerinde kullananlar... Tıpkı sanayi toplumuna geçişte olduğu gibi burada da ana yönelim, belirleyici ülkelerde, zengin ülkelerde ortaya çıktı ve oradan dalga dalga dünyaya yayılmaya başladı. Bu aslında bir fırsattı. Çin, Güney Kore, Hindistan gibi zengin Kuzey’in dışındaki kimi ülkeler bilgi toplumu içinde yer almayı kendine hedef olarak benimsedi, kimi ülkeler ise süreci yönetmek yerine kendi akışına bıraktılar. Sonuçta aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkeler, bilgi toplumlarının ürettikleri teknoloji ve ürünleri satın alıyor... İş geliyor, geleceği planlamaya dayanıyor. Teknolojiyi satın almak, cari açığı altından kalkılamayacak boyutlara getirmek, işin bir boyutu. Ama bir diğeri daha var. Teknoloji hızla insan gücünün ve insan üretiminin yerini alıyor. Ve karşımıza sadece Türkiye’yi değil, tüm dünyayı ilgilendiren bir soru daha çıkıyor? İnsan gücünün yerini kademeli olarak akıllı makinelerle doldurma artan yapısal işsizliğe mi yol açacak? Yoksa yeni işler yaratmanın ve bu işleri üstlenenleri yeterli ölçüde ücretlendirmenin yollarını mı bulacağız? he Economist bile sordu Bir de düşünmemiz gereken bir soru daha? Kapitalizmi sermayeden yana değil de emekten yana planlamak mümkün mü? İngiltere’de yayımlanan The Economist dergisi son sayısında, “Bugünün teknolojileri yarının işgücüne ne yapacak” diye sorup kapağına taşımış. Ana hatlarıyla özetleyeyim: “Oxford Üniversitesi’nde yeni bir araştırmaya göre, önümüzdeki 20 yıl içinde günümüzdeki işlerin yüzde 47’si otomasyona geçecek. Bu, insanın yaptığı işlerin makine ve robotlar tarafından yapılması anlamına geliyor. Çarpıcı bir örnek: Popüler fotoğraf paylaşım sitesi Instagram 2012 yılında Facebook’a 1 milyar dolara satıldı. 30 milyon müşterisi ve sadece 13 çalışanı vardı. Birkaç ay önce iflasını isteyen bir dönemin fotoğraf devi Kodak’ta 145 bin kişi çalışıyordu.” Liberal ekonominin sesi olarak da bilinen The Economist’e göre teknolojinin işgücünde yaratacağı değişimin sosyal etkileri çok büyük olacak. Ortalama ücretler sabit kalırken gelirler arası uçurum artacak... Artan eşitsizliğin yol açtığı öfke büyüyecek ama T siyasetçiler buna bir çözüm getirmekte zorlanacak. 20. yüzyıla damgasını vuran unsurlardan biri de orta sınıfın yükselişi olmuştu. Göreceli olarak refahı ve beklentileri artan bir orta sınıf şimdi ciddi bir işsizlik sorunu ile karşı karşıya. 21. yüzyıl ise insanların sayılarla olmaktan çok, nitelikleri ile sahneye çıktıkları bir yıl olacak. Ve ne yazık ki ülkeler buna hiç hazır değil... Çözüm yollarından biri eğitim sistemlerinin bu doğrultuda yeniden yapılanması. Tabii tek başına bu da yeterli değil... Gelelim gelişmiş ülkeler bile buna hazır değilken Türkiye’ye... Bakıyoruz son birkaç yılda 1300 imam hatip ortaokulu açılmış. 8 yıllık eğitimde 64 bine düşen imam hatipli öğrenci sayısı 700 bine çıkmış. AKP iktidarı, 4+4+4 ile çocukları özellikle de kız çocuklarını örgün eğitimden uzaklaştırıyor, lisede evliliğin yolunu açıyor, çok çocuk doğurun söylemi ile yetinmiyor, parasal teşvikler veriyor. Eğitimin kalitesi ise tartışılmıyor bile. Bilimden uzaklaşıyoruz. Üniversitelerin talep yok gerekçesiyle temel bilimler fakültelerini kapatması, teorik matematik ve fizik araştırmalarının yapıldığı Feza Gürsey Araştırma Merkezi’ni kapatması... Bir bakanın “ara eleman ülkesiyiz” konuşması... Hepsi bilgi toplumunun tam tersi bir zihniyetin dışavurumları... Nüfusumuzun yarısı kadın. Ekonomiye entegre etmek yerine uzaklaştırıyor, evin içine hapsediyoruz. Tüm bu gerçekler dururken geleceği nasıl planlayacağız?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle