05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 OCAK 2014 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Çocuk Gelinler... Tuhaf Tutumlar BAZI tutumları anlamakta güçlük çekiyor insan. Örneğin, tartışması hâlâ bitmeyen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na seçilecek üyeler için iktidar ve muhalefet kontenjanları konması gibi bir düşünceyi nasıl savunabilir insan? Hele değişik işlevlerin ustaları olarak yargıç ve savcı ayrımı yapmadan? O ayrım yapılsa, özellikle savcılar için Cumhuriyet adına anlamı bir ölçüde doğru bulabilir ve iktidar mensuplarının neleri nasıl savunmalarının şöyle ya da böyle olmasını isteyebilirsiniz ve üye seçiminde tercihinizi buna göre yapabilirsiniz. Bağımsız yargıçları da vicdanlarıyla baş başa bırakmak o zaman daha kolay olmaz mı? yrıca başbakan için yolsuzluk ve rüşvet konusunun gündeme getirilmesi niçin bir çeşit darbe sayılsın ve bunu yapanlar darbeciymişler gibi ağır cezalara çarptırılsın? Bir hükümet başkanının böyle tehditlere başvurması demokrasiye sığar mı? Kabul edelim ki, iktidar mücadelesi geniş halk yığınlarını ilgilendiren işsizlik ve geçim sıkıntısı türünden somut sorunlar üzerinde bir çözüm yarışından daha çok, ayakları altından iktidarın kaymakta olduğunu hisseden telaşlı bir politikacının hitabet marifetini sergileyip meydanlarda biriktirilmiş kalabalıklar önünde alkış ve slogan yarışması biçiminde sıradan ve tatsız bir kampanyaya dönüşmüştür. rdoğan gibi zeki, dinamik ve becerikli bir siyaset adamının birikimi ve donanımı yetmeyince artık kendisini tekrarlamaya başlaması hiç kuşkusuz hüzün verici bir sönüştür. Aslında yüzüncü yılını tamamlamaya çok yaklaşmış bir cumhuriyetin tarihinde daha anlamlı ve kalıcı bir iz bırakarak gidiyor olmalıydı Erdoğan. Şimdi, bir ara yarattığı velveleli parlaklıktan çok farklı tuhaf bir sönüş oluyor böyle gidişi. Prof. Dr. AYŞE YÜKSEL ÇYDD Genel Başkan Yardımcısı Ü A E lkemizin kırsalında hâlâ, kız çocukları küçük yaşta evlendiriliyor ve sonrasında da anne oluyor. Bu gerçeği hepimiz biliyoruz, zaman zaman medya da onlarla ilgili olumsuzlukları duyup çok üzülüyor ama önüne geçen başka haberlerle de unutuyoruz. Medeni Kanun ve 8 Mart 2012 yılında çıkarılan “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” ile biz kadınlar başta şiddet ve diğer olumsuzluklara karşı yasalar önünde daha da iyi korunur olduk. Ama okuma yazma bilmeyen, bilse de işlevsel olarak okumayan yazmayan kadınlarımız, erkeklerimiz, ne yazık ki bu yasalardan haberdar değil. İçinde yaşadıkları kırsal alanın geleneklerini daha iyi biliyor, onlarla yaşıyorlar. Köy koşullarında yaşamın devamı için evlilik, doğurganlık çok önemli olaylar. Okula gitmeyen bir kız çocuğu, ergenlik çağının verdiği fiziksel değişimlerle hemen göze çarpıyor, falanca delikanlı ile evlendirilmek üzerine konuşmalar başlıyor. Bazı aileler, kızlarının yaşı küçük diye direnseler de sonunda evet diyor, kızlarını düğün dernek ile, telli duvaklı gelin ediyor, bir de imam nikâhı kıyıyor. Böyle görmüşler böyle devam ediyorlar. Bu çiftin çocukları oluyor, resmi nikâh kıyılana kadar, nüfus cüzdanı çıkarılmıyor ya da babaanne ve dede üzerine kayıt ediliyor. Asistanım ile birlikte üç ay kadar 17 Aralık’ta Ne Oldu? 17 Aralık 2013 tarihinde ne olduğu hakkında iki iddia var: Birincisi, iktidarın komplo ve darbe girişimi iddiaları. Bunlar, Başbakan Erdoğan, AKP’li politikacılar ve iktidardan yana olan medya tarafından dile getiriliyor: Bu iddialara göre, yabancı güçlerle işbirliği yapan ve devlet içinde “paralel devlet” biçiminde örgütlenen bir grup var. Bu grup, yargıyı ve Emniyet’i ele geçirmiş (ki bunun “Gülen Cemaati” olduğu açıklanıyor). İşte bu grup, ki çeteleştiği söyleniyor, içeride ve dışarıda Türkiye’yi zayıflatmak ve barış sürecini durdurmak için, AKP iktidarına karşı bir darbe girişiminde bulunmuş. İkincisi, yargının yolsuzluk ve rüşvet iddiaları. Bunları, değerli gazeteci Şükrü Küçükşahin çarşamba günkü yazısında, genel olarak özetlemiş; ilgili bölüm şöyle: “...Bakanlar, polis baskınını öğrenip bürokratlara ‘Kaçabiliyorsan kaç’ demiş. Kentleri mahveden imara aykırı uygulamalar, (Başbakan’ın olduğu söylenen. E.K.) talimatlarla yapılmış. Bakan çocukları bürokrasi ile iç içe olmuş; danışmanlık ücreti aldığı kişiler veya tanıdıkları için şirket genel kurullarına gidecek komiserleri ayarlamış, vatandaşlık işlemlerine karışmış, babaları da yardımı esirgememiş. 2 milyon dolar, 2 milyon Euro ve 1.5 milyon TL rüşvetin teslimde, tanesi ancak 500 bin dolar aldığı için ‘8 ayakkabı kutusu’ gerekeceğinden, ‘çok fazla’ diye ‘ayakkabı kutusu’ şartından vazgeçilip tekerlekli valiz ve sırt çantası alınmış. Parayla valizin nereden alındığı, nasıl taşındığı izlenmiş; havaalanında XRay’de görüntülenmiş, polisin ‘Ne kadar’ sorusu üzerine rakamlar söylenmiş. Bu paranın hangi ev ile hangi ‘aynı çocuğa’ teslim edildiği; kapı önündeki telefon konuşmaları haritalar, sinyallerle belirlenmiş; kullanılan araçlar nerede durmuş, kimlerle buluşulmuş, hepsi film kareleri gibi izlenmiş... ...2 milyon dolarlık mücevherler alınmış, kimi beğenilmiş, kimi beğenilmeyip 4 milyon dolarlıkları ile değiştirilmiş; mevzuat dışı faturalar kesilmiş. ‘Gene aynı tür ayakkabı kutuları lazım’ sözleri sıradanlaşmış. 300 bin dolarlık Patek saatlerin satın alınmasındaki kaprisler, zorlukların aşılma biçimleri, XRay cihazlarından geçirilmesi, gece 01.30’da kim tarafından kime teslim ettiği izlenmiş; sabah siyasilerin kolunda görüntülenmiş. Rüşvet rakamlarındaki anlaşmazlık üzerine, mail’leşmeler yaşanmış; mahkeme kararı ile bu mail’ler kayda alınmış. Fiziki takipten önceki rüşvet iddiaları ise o mail’lerdeki rakamlarla ödeme öncesi/ sonrası günü yapılan telefon konuşmaları eşleştirilerek ileri sürülmüş. Ayakkabı kutularındaki dolarlar trafik polislerince de kayda alınmış...” HHH Somut olaylara baktığımızda, ayakkabı kutuları içindeki dolarları, gözaltına alınanları, serbest bırakılanları, tutuklananları, şirketler üzerindeki tedbir kararlarını, bu kararların kaldırıldığını, bakanların istifalarını, operasyonları yapan yüzlerce polisin görevden alındığını, savcıların yerlerinin değiştirildiğini, savcıların politikacıları, politikacıların savcıları suçladığını ve ayrıca cemaat ile AKP iktidarı arasındaki karşılıklı suçlamaları görüyoruz. Yukarıda özetlediğim iki iddiadan hangisi doğru olursa olsun, Türkiye’nin büyük bir siyasal fırtına içine girdiğine ve çok büyük değişmelere gebe olduğuna hiç kuşku yok... İki yol var önünde: Ya demokrasi ya diktatörlük! önce, bir köy çalışmasında akşam saatlerinde ziyaret ettiğimiz bir evde genç bir gebe kadın tanıdım. Kısaca gebeliğinden konuştuk, ona bazı önerilerde bulundum. İşimiz bitmiş ayrılma vakti gelmişti. Genç kadın benimle bir şey konuşmak istediğini söyleyerek beni başka bir odaya davet etti. İçeri girer girmez de bana nüfus cüzdanını gösterdi. Baktım 1998 doğumlu yani 15 yaşındaydı. Tekrar yüzüne baktım, sanki daha büyük yaşta görünüyordu. Kendisi de “Ben doğduktan iki yıl kadar sonra bana nüfus cüzdanı çıkarmışlar” dedi ama şimdi yasal olarak 15 yaşındaydı. Resmi nikâhı yoktu, kocası gurbette çalışıyordu, kendisi de gebeliğini koca desteği olmadan kayınvalide ve kayınpedere bakarak geçiriyordu. Hiç doktora gitmemişti, çünkü akıllı bir kadındı, doktora giderse kendisi, anne babası ve kocası hakkında yasal işlem yapılacaktı. Diğer taraftan eşi ile akrabaydı, acaba karnındaki bebeği bu yüzden sorunlu olur muydu? Doğumu nerede, nasıl yapacaktı! Bütün bu konuları düşünmekten geceleri uyuyamı yor, adeta kâbus yaşıyordu. Hiç beklemediği bir anda evine gelen misafirlerden çözüm bekliyordu. Hemen bir avukat tanıdığımı aradım, bilgi aldım, yaş büyütmeyle ilgili öğrendiğim yasal süreci hem genç kadına hem de telefonda eşine anlattım, yardımcı olabileceğimi söyledim. Eşinin köye gelmesi için bir aydan daha fazla bir zaman vardı. Genç kadının babası da uzun yol şoförüydü, köye yakında gelemeyecekti. Her günüm bu genç kadının gebe muayenesi olabilmesi, doğumu sağlık kuruluşunda yapabilmesi için çözüm aramakla geçiyordu. Nihayet eşi eve döndü, babası geldi, onlara da hukuksal süreci anlattım, hep birlikte adliyenin yolunu tuttuk. Babası, asliye mahkemesine dilekçe yazdı, davayı görecek mahkeme belirlendi. Mahkeme gebe kadını adli tıp uzmanına sevk etti. Tam teşekküllü bir hastaneden gebe olduğu için MR ile kemik yaşı belirlenmesi istendi. Atladık arabama, hastaneye gittik, gerekli işlemleri yaptırdık, sonuçları tekrar mahkemeye götürdük, duruşma günü belirlendi, şahitler getirildi, yargılama süreci gerekli işlemlerin tamamlanmasıyla sonuçlandı. Kızımız aslında 1995 doğumluydu, yeniden nüfus cüzdanı çıkarıldı. Sıra evlenmeye geldi, koca gerekli belgeleri hazırladı. Evlilik akdi gerçekleşti. Ben de nikâh şahitleri oldum. İlk işimiz kadın hastalıkları ve doğum doktoruna gitmek oldu. Muayene yapıldı, öneriler söylendi, şimdi akşama sabaha gerçekleşecek doğumu bekliyoruz. Bana da bir sürprizleri oldu, kızımıza “Ayşe Melek” ismini koyacağız diye. Önerilerim: Öncelikle kız çocukları olmak üzere her iki cinsiyetin, 12 yıl zorunlu eğitime devamı için MEB ve sivil toplum örgütleri daha çok çalışmalı, mezun olduğunda kendi kararlarını kendi vermeli. Başta öğretmenler olmak üzere, sağlıkçılar, eczacılar vb. eğitimini tamamlamış, meslek yaşamına atılmış herkes, sosyal yaşamda yaşanan sorunların çözümünde rol almalı, en azından yasaların öğretilmesi, benimsetilmesi konusunda görev almalı. Ülkemizin kırsalında görev yapan biz eğitimli kadınlar, hemcinslerimizin de bizim gibi eğitimli, meslek sahibi olabilmeleri için emek harcamalıyız. Sosyologlar, psikologlar, biz halk sağlığı uzmanları, diğer ilgili meslek mensupları çocuk gelin konusunda daha yaygın bilimsel çalışmalar yapıp nedenlerini ve çözüm yollarını bulmalıyız. Anlattığım öykü, deniz yıldızları hikâyesi gibi... Bu öyküde, genç kadınımızı yasal olarak doğru konuma kazandırdık, sağlıkla doğum yapabilmesini sağladık. Daha ulaşamadığımız niceleri var muhakkak. Her birine ulaşmak hedefimiz olsun. İlla ki eğitim...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle