22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
27 EYLÜL 2013 CUMA CUMHURİYET SAYFA 13 Merhaba; Size bu mektubu hapishaneden yazıyorum. Ki zaten anlamışsınızdır bu çağda artık kimse kimseye mektup yazmıyor, postacılar artık mektup yerine fatura taşıyor ama biz hapishanelerde “parmakla sayılamayan” özgür tutsaklar böyle mektup yazarak hâlâ anlamlı kılıyoruz o çocukluğumuzun vazgeçilmez masum şarkısını: “Bak postacı geliyor, selam veriyor...” Böyle bir selamlaşmadan sonra sebebi ziyaretimden bahsetmek istiyorum. Hapishane denilen bu yüksek duvarların ardında bir kuş kanat çırpsa duyulur, her şey büyük bir hızla tüketilir, binlerce yıllık uygarlıklardan süzülüp gelmiş insan beyni buraya sığmaz. Hele biz siyasi tutsaklar dışarıda “kırk günlük yerde kıpırdayan yaprağı” hissederek yaşıyoruz... Duymuşsunuzdur bu yıl ocak ayı ortasında yapılan operasyonlar çerçevesinde gözaltına alınan ve tutuklanan avukat arkadaşlarımızla birlikte kalıyoruz. Öyle bir operasyondu ki bu anayıbabayıevladı; avukatı ile müvekkilini aynı hapishanede bir araya getirdi. Şimdi bizler de, bizleri hapishanede ziyarete gelen, mahkemelerde savunmanlığımızı yapan avukatlarımızla aynı hapishanede aynı hücrelerde kalıyoruz. Ve şimdi sıra bizde. Biz onları savunuyoruz. İlginizi çekeceğini düşünerek avukatlarımız hakkındaki iddialardan bazılarını yazmak istiyorum. Mesela bir tanesi Dursun Karataş’ın 1989 yılındaki firarına yardımcı olmak... Üstelik hapishane içinde avukat cübbesi giydirilerek kapıdan çıkarılmış! Söz konusu avukatlar o yıllarda bırakın avukat olmayı henüz bir lise öğrencisi olacak yaşta bile değiller... Suçları Bitmeyen Avukatlar! Üstelik hangi zekâ açıklayabilir avukatların hapishanede neden cübbe ile dolaştıklarını? Bir başka iddia “basın açıklamasına katılmak suretiyle, basın açıklaması yapan diğer örgüt üyelerine güven vermek!..” 1. Basın açıklaması yapmak suç değildir. 2. Basın açıklamasına katılmak her TC vatandaşının hakkı olduğu gibi avukatın da hakkıdır. Kaldı ki basın açıklamasında avukat bulundurmak açıklama sahibinin tasarrufudur. Her an bir polis saldırısı olabilir ya da hukuki bir sorun yaşanabilir, bunun için hukuki bilgiye ihtiyaç duyulabilir. Ama “savcı aklı” bunu böyle değerlendirmiyor. Her eylemde “örgüt” ve “suçlu” arıyor. Avkutların “suçları” bunlarla da bitmiyor. Bu avukatlar yalnızca avukatlık yapmakla kalmayıp bir belgesel çekmişler. Av. Oya Aslan, hapishanede bulunan kanser hastası olan müvekkili Güler Zere için bir belgesel film çekmiş?.. Hatta Av. Ebru Timtik bir etkinlikte şiir okumuş. Bugün gördüğümüz sıradan avukatların müvekkilleriyle bir dostluk ilişkisi kurduğuna pek rastlamayız. Her şeyin alınıp satılan bir meta haline getirildiği kapitalist düzende bir insani değer de yoktur. Ancak biz bu ülkede devrimci avukatların müvekkilleri için ölüme bile gittiklerine tanık olduk. Av. Behiç Aşçı müvekkillerinin tecridine son verilmesi için yüzlerce gün ölüm orucuna yattı. Kurbağa gökyüzünü kuyunun ağzı kadar sanırmış... Savcı da bakın kendi “gökyüzünün” sınırları içerinde kitap bulundurmayı suç sayıyor. Halkın Hukuk Bürosu’nda bulunan “Che”, “Bilimsel Sosyalizm”, “Ateş Geçitleri” “Kızıldere” isimli kitapları “örgüt üyeliği” iddiasını güçlendirmek için kullanıyor. Saçmalıklar bu şekilde uzayıp gidiyor ama son kez “pes” dedirtecek akıllara ziyan bir örnekle bitirmek istiyorum: 1989 yılından beri tutuklulara ait tüm dosya ve klasörler bile suç delili olarak görülüyor. İşte bu iddialar ile avukatlar örgüt üyeliği hatta anayasal düzen yıkmaya teşebbüs ile suçlanıyor; haklarında “ağırlaştırılmış müebbet” de dahil yüzlerce yıl hapis cezası isteniyor. Tarih bir komplo davasıyla daha karşı karşıyadır. Rosenberg’ler bir kez daha yargılanacaktır. Sacco ile Vanzetti bir kez daha çıkacak yargıç önüne. Onları geri getiremeyiz ama belki sonlarını değiştirebiliriz bu kez... Aslında baktığımızda herkes yerli yerinde değil mi? Ezenler ve ezilenler.... İddialar değişse de davalarımızın siyasi içeriği hep aynıdır. İnsan olmanın aydın olmanın hesabını soruyorlar muktedirler bize. İki sınıfın kavgasıdır bu ve bu kavgada hak, hukuk, adalet gibi kavramları ve onuru ve erdemi yaratan bizlerde, “büyük insanlık”tan yanadır tarih. Bu yanıyla siz de bizden yana olmalısınız. Yani halktan! Halka açılan bu savaş hepimize açılmıştır. Şairin dediği gibi “arası yok hayatın”. Bu tarihsel davaya tanıklık etmenizi istiyoruz. Avukatlar mahkemede düşüncenin, aydın olmanın, onurun ve insanlığa dair erdemleri savunacak. Biz de bu davayı izleyebilmeyi, izleyebileceklerin yerinde olmayı ne çok isterdik. Ama inanıyoruz bizim yerimize de orada olacaksınız... Şimdilik hoşçakalın. Gamze Keşkek Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu GÖRÜŞ Prof. Dr. TÜRKKAYA ATAÖV Suriye’de Son Durum Suriye açmazında ABD ve karşısındakiler, Şam’ın kimyasal silahları teslim edip ardından gerekenleri yapmayı onaylamasıyla, sürekli bir rahata değil, ama bir “nefes alma ara dönemi”ne kavuştular. Bu seçenek kimlere yaradı? Önce, Esad yönetimine. Dünyanın en eski sürekli kentlerinden biri olan Şam, sivil hedefleri de dahil, ağır bir bombardımandan şimdilik kurtuldu. Yasak silahlar konusunda ufak bir tökezleme ya da gecikme müdahaleye BM Güvenlik Kurulu şemsiyesini açabilir. O zaman, ABDİsrailSuudi birlikteliğine gün doğacaktır. Müdahale sınırlı bile olsa, Esad’ın muhalifleri güçlerini artırırlar ve komşu İran da Arap dünyası içinde tek dayanağını sonunda yitirirdi. Ama şimdi, İran da kazançlı. Rusya Ortadoğu’daki bağlaşığını olabildiğince düzlüğe çıkarmış, kendi de serüvenlere zorlanmamıştır. O da kazançlı. Obama da şu günlerde rahat nefes alıyor sayılır. Bir ölçüme göre, Amerikan halkının yalnız yüzde 9’u müdahaleden yana. Silah üreticileri, iyi örgütlü Siyonist baskı grupları ve asker takımı şahinlikten yana, ama savaş önerisi (gelecek olursa) Temsilciler Meclisi’nden geçmeyeceğe benzer; Senato da ikiye bölünmüş. Afganistan’da 2001’den bu yana bir arpa boyu yol zor alındı. Irak’ta her gün ölen ölene. Britanya’da Avam Kamarası, Obama taklitçisi Cameron’a geçit vermedi. Fransa’da büyük çoğunluk oradaki Başkan Hollande’a karşı. ABD’nin sözünden pek çıkmayan BM Genel Sekreteri Ban Kimoon bile ilk kez zor kullanımını onaylamadı. Sözde “Müslüman” güçlerin durumu ne? “Cebhat elNusra” gibileri acımasızlıklarıyla rezil oldular. Kendilerine (utanmadan) yakıştırdıkları adın anlamına bakın: “Allah’ın yardımı cephesi”. Sevinç çığlıkları arasında tutsak öldürme, boyun kesme ve cinsel saldırı gibi eylemleri engizisyon katili Tomás de Torquemada’dan sapık Hitler’e değin bir dizi çılgını anımsatıyor. Esad’la baş edemeyen bunlar da bir ölçüde memnun. Ama temelde yoğun bir Amerikan müdahalesi umudu içindeler. Gözler Şam’da, ama düşlerinde şimdilik yalnız güney sınırımızda bir şeriat minidevleti; onun da yanında gene minibir Kürt varlığı. RusyaSuriyeİran’ın ortak diplomasisi birilerine biraz nefes aldırdı. Ancak bu ara dönem “kalıcı barış” için de bir fırsat yaratmıyor mu? Bundan olumlu anlamda yararlanmak isteyenler için, evet! Barışa yönelmek için bir seçenek var. Ama bunun için tüm dünyada savaşa karşı bir halk hareketinin güçlenmesi gerek. Aldatılan Amerikan halkı ve dünya kamuoyu Irak’a 2003’teki saldırıyı coşkuyla alkışlamıştı. Ama ondan bir ders aldığı içindir ki, (Amerika, Britanya, Fransa ve Türkiye halkları) bu kez Suriye için gözü kapalı onay vermiyor. Kore Savaşı’nı görmüş olan Türkler de Vietnam’a asker yollamamış, ABD askerinin sınırımızdan girip Irak’a kuzeyden girmesini engellemişti. Kimyasal silahların yasaklanıp yok edilmeleri pek iyi bir şey. Ama yalnız Şam’ın elindekiler değil. İsrail’dekiler yığılmayı sürdürmeli mi? Kalıcı barıştan yana olanlar her ülkedeki kimyasal silahların yok edilmelerinde ayak diremeliler. Bölgemizde İsrail bunların başında gelir. Böyle bir şey başarılacak olursa, çıkan fırsat tarih için bir dönüm noktasıdır. Konunun tehlikelerine gelince: Böylesine bir çözümün kuşkusuz düşmanları var. Önce, ABD’de. Onlar yeni bir kandırmaca olasılığının peşini bırakmayacaklar. Öyle bir yalan ki, Amerikan halkı da “ya doğruysa” deyip Times Meydanı’nda gene sevinç çığlıkları atsın. İçinde bulunduğumuz ara dönemin fırsatlarıyla tehlikeleri kısaca bunlar. Ama insancıl amaçlı olanakların değerlendirilmesi için çok çaba gerekir. Karşımızda (dinsel bir simge kullanmak gerekirse) bir “şeytan” da var. Bunun gerçek adı hepimizin toprağına, kaynaklarına, doğasına, insanına ve geleceğine göz göre göre kasteden ve bunun için çalmadık kapı bırakmayan günümüz emperyalizmidir. Yazarımızın yazısı elimize ulaşmadığından yayımlayamıyoruz. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr Böyle Bir Konu!.. “ODTÜ”lü gençlerimizin, üniversitenin alanı içindeki ormanı “iktidar”a karşı korumak için savaşım vermeleri “Başbakan”ı çileden çıkardı. “Ormana gitsinler!”; “Ormanda yaşasınlar!”; kısacası “Orman Adamı” olsunlar diyerek; alaycı bir anlatımla, yüzle gençleri küçümsemeye kalkıştığında, “1960”ların “Manisa Tarzanı”nı anımsadım. Manisa’nın günümüze dek ulaşan ormanları ülkemize onun armağanıdır; yalnız ağaçları değil, tüm canlılarıyla birlikte “bilinç”le korudu ormanı. Ayrıca ormanın koyuluğunda, güneş ışığının rahatça girip parlayacağı “aydınlık”lar yaratırdı; bunlar uçsuz bucaksız ormanında dolaşırken durup soluklandığı, yapması gerekenleri düşündüğü “alancık”lardı. Günümüzde de vardır ormanlarda yaşayıp bu doğa parçasını “bilinç”le koruyan dahası görevli olan orman adamları. Dolaysiyle “Erdoğan”ın ormanda yaşamayı kendince “aşağılayan” bu söylemine “genç”ler, doğrusu “cuk” oturan bir yanıt verdiler: “Mağarada yaşasın!” dediler. Bilindiği gibi bu “yaşam”ın dolaysiyle “mağara adamı” değerlendirmesinin “anlam”ı, kuşkusuz “körleşmek” tir; “yarasa”laşıp aydınlığa “aydınlanma” ya “düşman” kesilmektir. “İnsanlık Tarihi” boyunca da böyle olduğu bilinir; ama “21. yy”ın “mağara adamları” çok daha tehlikelidirler; çünkü bunlar artık iyice “usta”laşıp tam “yarasa”laşmışlar; çevrelerine topladıkları “mağara adamcıkları” na da “aydın lanma” düşmanlığı uygulatıp, “aydın kıyımı” yaptırmaya kendilerini adamışlardır. Kuşkusuz bu denli “kör”leşirken “vicdan”ları da “köreldiği” için, karşılarında “insan gibi insan” gör meye dayanamazlar; ezerler, “adamcık”larına ezdirirler. “Müezzin Fuat Yıldırım” için de böyle oldu; soluğu kesilmiş, yaralanmış, yardım isteyen “genç”lere “insan” gibi davranıp “cami”nin kapısını açarak onları içeriye alması, “mağaralık”ları “çılgına” döndürdü; öyle ki “körelmiş” vicdanlarının “son” parçasını da “yok” ederek inanılmaz bir “iftira”yı atmaya da çekinmediler; çünkü bu yaralı “genç” ler, evlatlarımız onlar için “insan” değildi(!), bunlara “yardım” söz konusu olamazdı, “tekme”lemek gerekirdi... Bu “inanç”ın aşılandığı, iktidarın “mağara adamcıkları” bu görevi “keyif”le yerine getirdiklerinden “ödül”lendirildiler; yüceltildiler, “ikramiye üstüne ikramiye” aldılar; “müezzin Fuat Yıldırım” ise “ceza”landırıldı, sürüldü. Balık “baş”tan koktuğuna göre bu “mağaralık”ların ardı arkası kesilmeyecek besbelli; “sürgün” haberinin ortaya çıktığı gün, “TRT” ekranında da, “Ben karımla eşit değilim!”, “Eş, eşitlik yoktur!”, “Kocanın emrinde olmak!” vardır; “Çalışan kadın yuvasını dağıtıyor!” gibi ancak bir ülkenin “Mağara Adamı”nın “kul”larına yakışacak “hezeyan”lar yükseliyordu. “Cerrahi Tarikatı” üyesi Av. Ömer Tuğrul İnançer’den. Yazılı sözlü basında, aynı anda haber olan bu “iki olay” için “Sosyal Medya”da sınırlı da olsa eleştiriler anında yapıldı; ama insan yine de daha “duyurucu”, daha “görünür” olabilecek “tepki” yapabilsek diye düşünmeden edemiyor? “Batı” da bu tür kurumları “kınamak” için ilk adım olarak genelde “STÖ”ler tarafından kapılarına “siyah çelenk” bırakıp uyarmak, “görev” gibidir; “TV”lerde sık sık görürüz; kuşkusuz bu “anımsatma”ya, oralarda “cop”lanıp “tekme”lenerek; ya da “TOMA”lanarak “engellenmek” söz konusu değildir, gibi bir “yanıt” verilebilir. Haklı bir yanıt olurdu bu; ama “devlet”in “TV”sinden üstelik “çalışan kadınlar”ın verdiği “vergiler”in de katkısıyla yaşayan bir “devlet kurumu”ndan yapılan bu denli çirkin bir saldırıya, “karalama”ya, “ses getirici” bir “tepki” verilmemesi de o denli “üzücü” bir durum olsa gerek... Çünkü “TRT” kurumu, “mağaralık” bu “dillendirme”nin, “hamile kadınlar”la ilgili onların sokakta olmalarını, görülmelerini “terbiyesizlik” olarak ileri süren bölümünü, yine bu “kişi”nin ağzından yayınlamıştı; “tepki” bu son olandan daha çoktu, ama yine doyurucu olmaktan uzaktı; kısırdı; hele “kadın” ağırlıklı “örgüt”ler bakımından... Oysa tam iki yıl önce, kulüpleri “Fenerbahçe”yle ilgili bir “karalama”ya karşı çıkan “50000” kadınımız, “Kadıköy”ün sokaklarından, caddelerinden “sel”ler gibi akarak “tepki”lerini inanılmaz bir coşkuyla ortaya koymuşlardı... “Dinsel” düzenin en temel dayanaklarından biri olan “kadın” kulların “ikinci” sınıf “insan” sayılmasını; tüm “şeriat”ın ılımlısı da olsa bu “adaletsiz”likle örüldüğünü artık iyice görüp öğrendiğimize göre; “tepki”lerimizi, “çoban ateşleri” mizi büyü tüp çoğaltıp, birleştirmeliyiz; “Onca kez uyardık, kınadık değişen bir şey yok!” der gibi bir “umutsuz”luk kapısını aralamaya da hakkımız olmadığına göre, “direneceğiz”!.. Yarın “Beşiktaş”ta saat “13”te buluşmak üzere. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN UNUTMADIK UNUTMAYACAĞIZ... Haklı ve onurlu mücadelesinde katledilişinin 19. yılında ELMAS YALÇIN’ı onur ve özlemle mezarı başında Grup Yorum’la anıyoruz. 28 Eylül 2013 Cumartesi (Yarın) Saat: 12.00’da Feriköy Helvacı Dede Mezarlığı Alt Kısım YALÇIN AİLESİ 1/ Lunaparklar 1 daki korku tre 2 nine verilen ad. 2/ Gök ekvatoru 3 üzerinde yer alan 4 büyük takımyıl 5 dız... Müzik parçalarının yazı 6 lı metni. 3/ Fut 7 bolda dikleme 8 sine atılan top... Tavlada “iki” sa 9 yısı. 4/ Bir renk... 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Omurgayı oluşturan B A kemiklerden her biri. 1 G A M B O Ç 5/ Bir alacağın gü 2 A K Ü M İ D A S vence altına alınması 3 R A T E T E R E için kurulan taşınmaz 4 D R A H M İ A S rehini. 6/ Bilecik’in 5 I S R E N E T Osmaneli ilçesinde 6 E N AM bir yayla... Osmanlı lı R U B İ AMO K R A toprak düzeninde yıl 7 O A Y A lık geliri yüz bin akçe 8 P A L E T den yukarı olan dirlik. 9 K A N A K L A R 7/ Erişmiş, ulaşmış... “ ömür biter bir uzun sonbahar olur” (Y.K.Beyatlı). 8/ Telefon sözü... Gümüş üstüne özel bir biçimde kurşunla işlenen siyah nakış. 9/ Farklı bir halkı ya da kültürel grubu belirtmekte kullanılan sözcük. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Yahudilikte dinsel yılbaşı sayılan günde kutlanan bayram. 2/ Asya ile Avrupa’yı ayıran dağ sırası... Tiyatroda kurnaz uşak tiplemesine verilen ad. 3/ Mezar... Zekâ geriliğinin ileri şekli. 4/ Halk dilinde gelin biçiminde yapılmış bez bebeğe verilen ad. 5/ Mor renkli çiçekleri olan otsu bir bitki... Bir nota. 6/ Ortadoğu’da, “Ölüdeniz” de denilen bir göl... Afrika’da bir ülke. 7/ Sahip... Türk müziğinde iki makamın ortak adı. 8/ Karaciğerin salgıladığı acı sıvı... “Gönüle uçmak düştü/ Bir bulamadım” (Şarkı). 9/ Bitkisel ya da hayvansal maddelerin etkili özü... Bilgisayarda, bir kurum ya da kişiye ait internet kurulumu. 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle