19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 AĞUSTOS 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA HABERLER 7 Riskli ülkeye özel güvenlik ÖZCAN YAŞAR l Havacılık sektörü altyapısız büyüyor, pilotlar sefere yorgun çıkıyor MİT uçuşlarda önlem alacak Örtülü Siyasal Reklam Özel yasaya ve RTÜK’ün koyduğu kurallara göre radyo ve televizyonlarda örtülü reklam yayımlamak yasaktır. Reklamlarda, şayet “örtülü” kapsamına girenler de varsa yayının başında izleyicidinleyiciye bildirilmeli, reklam ücreti alınmış ve yüzde 3 RTÜK payı da ödenecek olmalıdır. Ancak başarılı bir kafa çalıştırma, kamunun örtülü reklam yapabilmesinin yolunu açmış ve “kamu spotu” adıyla ücretsiz iktidar reklamının yapılması sağlanmıştır. Çeşitli bakanlıkların ve onların denetimindeki kimi kuruluşların “kamuya verdikleri hizmetin” tanıtılmasını amaçlayan siyasal içerikli duyurureklamlar bazen üst üste televizyon ekranlarına yansımaktadır. Başta TRT olmak üzere Türkiye çapında yayın yapan radyo ve televizyonların büyük çoğunluğu iktidarın başarılarını yansıtmak için adeta yarış halindedir. Üstüne, iktidara karşı olanlara da “kamu spotu” aracılığı ile sızmak da sağlanınca durum, çift katlı ve kaymaklı ekmek kadayıfına dönüşmektedir. Bana sorarsanız kamu spotlarının kimilerini dudak bükerek izlemekteyim. Ama aralarında keyifle izlediğim biri de var. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na ait olanı. Çünkü bu iddialı spotta “Tarıma elverişli alanların tarım dışı kullanımına izin verilmediği”(!) belirtiliyor. Barış Manço’nun “Domates, Biber, Patlıcan’ı, halk türkülerinden “Gesi Bağları” ve Âşık Veysel’in “Benim Sadık Yarim Kara Topraktır” parçaları da bu iddiaya sesle giriş yapıyor. HHH Oysa tarıma elverişli alanlar, bir yandan TOKİ ve TOKİ ile ortak olmayı başaranlar tarafından beton bloklarla kaplanıyor, öte yandan hidroelektrik santral (HES) tutkusuyla sular altında bırakılıyor. İktidar, hem tarıma elverişli alanların miras yoluyla bölünüp küçük parçalara ayrılmasını önlemeye çalışıyor, hem de büyük parçaların tarım dışı kullanıma açılmasını kolaylaştıracak yasa ve yönetmelik değişiklikleri yapıyor. Kentsel dönüşüm projelerinin hedefinde ise tarıma elverişli alanlarla çayırlar ve meralar var. Zaten son çıkan torba yasalardan biri ile çayırların ve meraların inşaata uygun hale getirilmesinin önü açıldı bile. Tarım can çekişirken zaten zor durumda olan hayvancılığın da köküne kibrit suyu dökmenin olanakları yaratılıverdi. TEMA Vakfı, yıllardır erozyonla yok olan yurt toprağı ile bozuk mera ve çayırların iyileştirilmesi için çalışıyor, sesini duyurmaya uğraşıyor ama başarılı olamıyor. Olması da mümkün değil. Katrilyonlarca liralık toprak rantının paylaşılması sürerken uyarılara kulak verecek yetkili varsa bile korkudan sesini çıkaramıyor. HHH Sıcaklar bastırınca orman yangınları da arttı. Doğal nedenle çıkanları da eklersek çok sayıda ağacın ve dolayısıyla orman alanının zarar gördüğü ortaya çıkıyor. Gazeteler 10 dönümlük alanda çıkan orman yangınını bile önemseyerek büyük başlıklarla duyuruyorlar. Çevre ile Orman ve Su İşleri bakanlıkları da orman ağaçlarının yangınla yok olmasını önlemeye çalışıyor. Ama sıra yerleşime açılan ya da üçüncü köprü yüzünden yok edilmeye başlanan milyonlarca ağaca gelince gazetelerde çıt çıkmıyor, bakanlık da yapılanları anlam saptırarak örtmeye çalışıyor. Doğrusu şöyle anlamlı bir kamu spotunu da ilgili bakanlıktan bekliyorum. Dışişleri Bakanlığı ile Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), Lübnan’da iki pilotun kaçırılmasının ardından Türk Hava Yolları’nın sefer düzenlediği bazı uçuş güzergâhlarına yönelik bir çalışma başlattı. İki kurum, Suriye, Lübnan ve Mısır’ı “riskli ülkeler” grubunda değerlendirerek bu ülkelerdeki kentlere gerçekleştirilecek seferlerde güvenlik önlemlerinin artırılması çalışmalarına başlanmasını istedi. Dışişleri Bakanlığı ile MİT arasında sürdürülen bu çalışmaların kısa sürede tamamlanarak tedbirlerin acilen THY ile paylaşılarak hayata geçirilmesi hedefleniyor. Önümüzdeki günlerde uygulamasına geçilmesi planlanan çalışmalara göre, risk grubu yüksek olan ülkelerde THY uçuş ekibinin havalimanlarından otele transferinin güvenlik görevlileri eşliğinde sağlanması ve havalimanına yakın otellerin seçilmesi planlanıyor. Bir diğer önlem ise bu noktalara yapılan seferlerin, gidiş ve geliş için iki uçuş ekibiyle gerçekleştirilmesi olarak ön plana çıktı. THY’nin, İstanbulBeyrut seferini gerçekleştiren uçağın uçuş ekibi, Lübnan’da 9 Ağustos’ta saldırıya uğramış, kaptan pilot Murat Akpınar ve yardımcı pilot Murat Ağca, teröristler tarafından kaçırılmıştı. Silahlı teröristlerin serbest bıraktığı 5 hostes ise uçakla İstanbul’a getirilmişti. Ölüme uçuyoruz MELTEM YILMAZ Uzmanlar, Türkiye’nin yurtdışına gönderdiği uçakların güvenliğini gözetmediğine dikkat çekerek personel eğitiminin yetersizliği, aşırı iş yükü, denetimsizlik ve altyapısız büyüme gibi nedenlerle her an büyük bir kaza olabileceği uyarısında bulunuyor. En ciddi uyarı ise tecrübeli kaptan pilot Bahadır Altan’dan: “Yorgun uçuyoruz!” Lübnan’da kaçırılan 2 Türk pilotun gergin bekleyişi sürüyor. Farklı görevlerden havayolu personelinin oluşturduğu Gökkuşağı Hareketi, Günde 18 saat l Türkiye’de özellikle son yıllarda uçuş güvenliğinin de olmadığına dikkat çeken Bahadır Altan, şöyle devam ediyor: “Bir pilotun günlük çalışma süresi 14 saat. Ve bazı durumlarda 18 saate kadar çıkabiliyor. Diğer yandan bir pilot, yorgun olduğu durumlarda, ‘sorumlu kaptan pilot kararını’ kullanıp mesaisini uzatmama hakkına sahiptir. Ama Avrupa’da bu kararı veren pilot, uçuş emniyetini önemsediği için ödüllendirilirken Türkiye’de ise pilottan savunma alınıyor. Bu nedenle birçok pilot, yorgun olsa da sefer yapıyor. Öte yandan Türkiye’de uçak alımları her geçen gün artıyor, havacılık sektörü büyüyor ama altyapısız büyüyor. Uçak başına faal uçucu sayısı düşüyor, daha fazla kâr için minimum ekiple çalışılıyor. Bu nedenle de pilot da dahil uçuş ekibi, izinsiz çalışıyor. Bu büyük bir tehlike.” başlattığı “siyah kurdele” eylemiyle, kaçırılan pilotların durumuna dikkat çekmeye çalışıyor. Hareketin sözcülerinden Bahadır Altan, pilotların kaçırılma olayının, Türkiye’nin izlediği dış politikanın doğal bir sonucu olduğunu belirterek söze başlıyor: “Ama Türkiye’nin izlediği ‘bu olayı büyütmeyelim’ tepkisini çok yanlış buluyoruz. Kaçırılan pilotlara, meslek grupları, aileler ve toplum sahip çıkmıyor. Bu nedenle bu olay giderek normalleşiyor. İleride hiç beklenmeyen yerlerde, farklı kaçırma eylemleri olabilir. Kendimizi güvende hissetmiyoruz.” Altan, yaşadıkları güvensizliğin nedenini ise şöyle anlatıyor: “Türkiye, yurtdışına gönderdiği havayolu personelinin güvenliğini gözetmiyor. Yalnızca oteli ayarlamakla bu iş olmaz, tehdit altındaki bölgelerde güvenliğimiz sağlanmalı. Türkiye’de çok sık uçak kaçırılabilmesinin nedeni de bu caydırıcı önlemlerin alınmaması. Neden İsveç Havayolları uçakları bu kadar sık kaçırılmıyor?” Altan, Türkiye’de sivil havacılık otoritelerinin, hükümete yakınlığı nedeniyle denetimlerin gereğinin yapılmadığına, göz yummaların da olduğuna işaret ederek “Ben bazı kayıtlardan değiştirildiğini bile biliyorum” diyor. Okurlardan kısa kısa Manşetlerde büyük harfler Merhaba Güray Bey, bir süredir Cumhuriyet’te ve eklerinde bazı manşetlerin büyük harflerle atılmaya başlandığını fark ettim. Cumhuriyet’i sevme sebeplerimden biri de bildim bileli okurlarıyla medenice konuşan bir gazete olmasıdır, OKURLARINA BAĞIRMASI değil. Rica ediyorum böyle devam edin. Çalışmalarınızda kolaylıklar dilerim, iyi yayınlar. Deniz Can Çelik Düşük cümleler, yanlış bilgiler Sayın Öz’ün dikkatlerine: 1. Gramer yanlışı: 14 Ağustos 2013 tarihli Cumhuriyet gazetesi, 5. sayfa, “Denizli’de ‘Keskin’ iddia” başlıklı haberden alıntı: “Gelecek yıl.....,CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Genel Sekreter Adnan Keskin’i belediye başkanlığına aday gösterileceği savlanıyor. Siyasi kulislerde Keskin’in böyle bir teklife, doğrudan Kılıçdaroğlu’ndan gelmesi durumunda sıcak bakacağı görüşünü dillendiriliyor.” Bu tür düşük cümlelere maalesef sıkça rastlanıyor. 2. Bilgi yanlışı: 19 Ağustos 2013 tarihli gazetenin 2. sayfasında Rasim Akkaya’nın Çamlar Devrilince başlıklı makalesinin üstten 5. satırında “Ülkeyi savaşa sokmadım ama sizleri de babasız bırakmadım” özdeyişine yer verilmiş. Dikkatli bakıldığında pek anlamı olmadığı görülüyor zaten. Benim bilgime göre bu sözün doğrusu “Sizi ekmeksiz bıraktım ama babasız bırakmadım”dır. Adnan Menderes’in iktidarda, CHP’nin de muhalefette olduğu dönemlerde bir propaganda gezisine çıkan İsmet Paşa’nın karşısına bir çocuk çıkar ki DP’lilerce sahnelenmiş olduğu şüphesizdir ve Paşa’ya “Bizi ekmeksiz bıraktın” der. Ve de yukarıda zikrettiğim anlamlı cevabı alır. Güray Bey, “bu yanlış sahibine aittir, gazetemizin kusuru yoktur” şeklindeki bir itirazı kabul etmeyeceğimi peşinen söylemek isterim. Gazetede yayımlanmaya layık görülen yazıların, tabii sizin kadrolu yazarlarınızınkileri kastetmiyorum, daha iyi incelenmeleri gerekir diye düşünüyorum. Ayrıca, söz konusu yazıda, anlamlı ve demokrasiye uygun düşen özdeyişlerle saçma ve demokrasi karşıtı özdeyişler bir arada sunularak aynı kategoriye sokulmuş oluyorlar ki bu husus bile bence makalenin bu haliyle yayımlanmamasını gerektirir. Eposta adresi olsa idi bu eleştirimi doğrudan Sayın Akkaya’ya gönderecektim. Saygılarımla. Tuncer Örüklü Manşetleri kim atar? Yeni mi tam bilmiyorum, ama başbakan, başbakan yardımcısı düzeyinde dolaysız müdahalede yeni bir aşamaya geçildiğinin işaretleri var. Başbakan’ın beğenmediği köşe yazarlarını sert bir dille “eleştirdiğini!” “Batsın senin gazeteciliğin” gibi ağır sözlerle “tasfiye edin” işareti verdiğini, daha önce de “Parasını sen vermiyor musun, neden çalıştırıyorsun bu adamları?” anlamında sözler söylediğini biliyorduk. Olup bitenlerin sorumluluğunu Başbakan’ın üzerinden alıp medya patronlarına yükleme, onların tasfiye kararlarını “işleri nedeniyle duydukları ‘haklı’ korkuya” bağlama çabasının piyasada epeyce prim yaptığını biliyoruz. Tamam, kuşkusuz durumdan vazife çıkaran, “emredersiniz efendimci” patronların sorumluluğunu bir yana bırakalım demiyoruz ama biz şöyle ya da böyle, dolaylı ya da dolaysız emredenin sorumluluğunu unutma yanlısı değiliz. Zaten onlar da unutturma, kenara çekilme yanlısı değiller. Unutturmak bir yana yeni bir aşamaya yükseltme çabasındalar. En son Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, hangi haberin manşet olacağı, hangi haberin küçük verilmesi gerektiği konusunda Hürriyet gazetesine bir “ders” verdi. Dersin özü “haber değerlendirmelerinin bundan böyle hükümet yetkilileri tarafından yapılmasının doğru olacağı” şeklinde özetlenebilir. Basın yayın yüksek okullarında son ders olarak okutulmasını, sonra da bu okulların kapatılmasını öneriyoruz! Demek ki ortak manşetlerle çıkan çok sayıda gazete yeterli gelmiyor artık iktidar partisine. Biz, okurlarımızdan gelen “Bu haberi neden küçük gördünüz?” ya da “Bu da büyütülecek haber mi?” türünden eleştirilere seviniriz. Okurumuzun gazetemize ilgisini, onu daha iyi yapma çabamıza katkısını gösterir. Ama hükümet yetkilileri kusura bakmasınlar, onlar basının sürekli olarak eleştirisi ile karşılaşması gerekenlerdir. Çünkü böylece halkın onlardan hesap sormasının yolu açılır. Onlar da hesap verme şansına sahip olurlar. Ve onların gazetelerin değil manşetine, bir tek satırına bile karışma hakları yoktur. “Böyle bir hakkın var olduğunun” iddia edildiği yerlere ise zaten demokrasi denilmiyor. Eleştirel olalım ama... Çözüm sürecinde muhakkak daha temkinli olmalı ve madalyonun diğer yüzüne bakmalıyız. Eleştirel boyutu ön planda tutmalıyız. Daha güzel yarınların, demokrasinin, daha eşitlikçi bir düzenin savunucusu; Türkiye’nin aydınlık yüzünün simgeleri arasındaki bir gazete olarak sürece daha fazla destek olunamaz mı? Mustafa Öncü l Haberİş Sendikası Genel kurula işveren baskısı İstanbul Haber Servisi Haberİş Sendikası İstanbul 1 No’lu Şube’nin 5 Ekim’de yapılacak 11. Olağan Genel Kurulu çalışmalarına işverenin müdahalesinin söz konusu olduğu iddia edilerek “İşverenleri, sendikamızdan ellerini çekmeleri için bir kez daha uyarıyoruz” denildi. Haberİş İstanbul 1 No’lu Şube Başkanı Ahmet Karatay, Şube Sekreteri Elif İçağasıoğlu ve Şube Mali Sekreteri Şahin Kültür imzası ile yapılan yazılı açıklamada, “İşveren ve vekilleri, üstlerine vazife olmadığı halde, sendikamızın iç işleyişine müdahale etmekte ve seçim sürecini baskı ve tehdit yoluyla etkilemeye çalışmaktadırlar” ifadelerine yer verildi. Kimi müdür ve müdür yardımcılarının “İşyerinde temsilci şu kişi olsun, şube yönetiminde bunlar olsun, genel merkez yönetiminde şu isimler olsun” yönünde sözler sarf ettiği öne sürülen açıklamada “Bölge müdürlüğündeki ünite müdürlüklerinden başlayarak Telekom müdürlüklerinde kimi müdür ve müdür yardımcıları, üyelerimizi makamlarına çağırmakta ve ‘Sendika seçimleri var, gidip aday olacaksın ve ben ne dersem onu yapacaksın’ biçiminde talimatlar vermektedirler. Daha da ileri giden bir işveren vekili, sendikamızın işyeri temsilcisini makamına çağırmış, delege adayı olarak öne sürmek istediği üyelerimiz için ‘müdürlükte iş var’ diyerek görüşmeye çağırmıştır. Bununla da yetinmemişler; araç tahsis ederek gönderdikleri üyelerimizi delege olmaya zorlamışlardır” denildi. Renkli zemin boğuyor Sayın Öz, Cumhuriyet gazetesi uzun zamandır sayfalarında renkli zemin (siyah, yeşil, mavi, vs.) üzerine yazı şeklini kullanmaktadır. Bu yazı şekli zor okunan bir şekildir. Zaman zaman kaymalar olmakta, okunamaz hale gelmektedir. Düzeltilmesi umuduyla. Ayrıca Cumhuriyet okurları gazetesinde öz Türkçe kullanılması konusunda hassastırlar. Sizin de kullandığınız Fransızca “editör” yerine Türkçe karşılığı “yayımcı” kullanılması daha uygun, aydınlar kullandıkça bu kelime de yerleşir diye düşünüyorum. Saygılarımla. Şenel Başar Türkçeleşmiş Türkçedir Sayın Öz, Okur Köşesi’ni takip ediyorum ve sizin haklı olmayan eleştirilere hoşgörülü yaklaşımınıza gıpta ediyorum. Bugün (19.08.13) Türkçe ile ilgili bir okur mektubu var. Okudum. Bazı hususları sizinle paylaşmak istedim. Oldum olası anlamadığım bir husustur. Türkçeden Arapça, Farsça ve Osmanlıca kelimeleri neden bazı kişiler ayıklamak isterler ki? Oysa bir dil, sözcük hazinesiyle de bir zenginliktir. Bizde bazı yaklaşımlar var, bunları anlamak mümkün değil. Türkçe ve öz Türkçe kelimeleri kullananlar ilerici, buna karşılık Arapça, Farsça ve Osmanlıca kelimeleri kullananlar, en kibar deyimiyle muhafazakâr. Ne kadar yanlış. Yabancı dillerde değişik dil ailelerinden gelip o dile yerleşmiş kelimelerin hepsi kullanılır, hiç de yadırganmaz. Bence doğrusu da budur. Saygılarımla. Prof. Dr. Erdener Yurtcan Yoğun gündemde kuşkusuz küçük bir nokta ama yine de yazmak istedim, Cumhuriyet’in yüksek yazım standartları adına… Büyükelçiler “bir ülke nezdine” atanır ve kendilerinden görev yaptıkları ülkenin başkenti ile birlikte söz edilir… Kararnamedeki “İsveç nezdinde TC Büyükelçisi” gibi, veya en yaygın kullanımıyla “TC Stockholm Büyükelçisi” gibi… İsveç Büyükelçisi ise İsveç’in Ankara’daki Büyükelçisidir, bizim oradaki Büyükelçimiz değil…Dolayısıyla haberin en doğru yazımı şöyledir : “Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliğine…….., İslamabad Büyükelçiliğine…….atandı.” Saygılarımla. Ali Tuygan Nerenin büyükelçisi?.. Meni müskirat Bugünkü Cumhuriyet’te “Recep Tayyip Erdoğan’a açık mektup” başlıklı yazıda “meni mezkurat” ifadesinin doğrusu meni müskirat olacaktı. Herhalde bir dalgınlık neticesi. İyi dileklerimle. Sacit Renda
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle