19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 25 AĞUSTOS 2013 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI Yalnız Gezi Direnişi’nde ‘dış kaynak’ ölüm... A A rjantin’deki askeri darbeden sonra eşi, annesi ve babasıyla İsveç’e geldiler. Yıllarca cunta karşıtı etkinliklere katıldı. Gösteriler, yürüyüşler, konferanslar, seminerler derken yıllar geçti. Arjantin’de cunta gitti, demokrasiye geçildi ama o kendinde ülkesine dönecek gücü bulamadı. Politik mücadelenin iklimi değişmişti. Kurulu düzeni kökten değiştirmek isteyen isyancı kuşak ya zindanlarda yıpranmış ya da kök salamadığı yabancı topraklarda mülteci olarak sonunu kestiremediği tatsız, yapay bir yaşama katlanmak zorunda kalmıştı. Kısacası devrimci hareket budanmıştı. Bu yüzden ülkesine dönüp düş kırıklığı yaşamaktansa İsveç’te kalmayı yeğledi. Oysa karısı, annesi ve babası onun gibi düşünmediklerinden Arjantin’e döndü. O yalnızlığı tercih etti. İçine kapandı. Kendilerini İsveç’in havasına kaptıran, geçmişlerini bir kalemde silen arkadaşlarıyla da ilişkisini kesti. Vasıfsız işlerde çalışıp kendi halinde yaşadı. Neler düşünüyordu kimsenin haberi yoktu. Neler düşündüğünü kimsenin bilmemesi bir yana varlığını bile herkes unutmuştu. Ta ki birkaç ay önce evde cesedi bulununcaya kadar. Meğer iki yıl önce ölmüş. İki yıl boyunca o dairenin kapısının hiç açılıp kapanmadığını kimse fark etmemiş. Sadece postacı kapının arkasında yığılan postanın kapıdaki mektup aralığına kadar yükselmiş olmasından huylanmış ama kimseye bir şey söylememiş. Apartmanın su tesisatının tamamen değiştirilme zamanı geldiğinden, ev sahibi şirket birkaç ay sürecek bu işlem için kiracılara mektup gönderip görüşlerini bildirmelerini istemiş. Sadece bir kiracıdan cevap gelmemiş. Hatırlatma için bir mektup daha gönderilmiş. Ama nafile, kiracıdan ses seda çıkmamış. Ev sahibi bunun üzerine çilingir çağırarak dairenin kapısını açtırmış. Şirket görevlileri kapının arkasına dağ gibi yığılan mektupların üzerinden atlayarak içeriye girince Arjantinli mültecinin cesediyle karşılaşmış. Polis, adli tıp derken ölüm vakasının iki yıl önce meydana geldiği anlaşılmış. İsveç’te birkaç ay sonra bulunan ceset haberleri çok şaşırtıcı değil ama iki yıl herkesi çok şaşırttı. Tabii şaşırttığı kadar ürküttü de... Meğer Arjantinli mülteci malülen STOCKHOLM emekli olduğu için aylığı bankaya yatıyormuş. Kira ve telefon ödemeleri de otomatik yapıldığından kimse OSMAN İKİZ arayıp sormamış. Bankadaki bir miktar parasının kime verilebileceği araştırılınca İsveç’te hiçbir yakınının bulunmadığı anlaşıldı. Arjantin’e dönen annesi, babası ve ayrıldığı eşinin öldüğü de öğrenilince para bir vakfa bağışlandı. Komşuları gazetelere çok sessiz bir insan olduğunu, hep düşünceli haliyle dikkat çektiğini söyledi. 58 yaşında olduğuna ise inanamadılar. Çok daha yaşlı gösteriyordu dediler. İki yıl kimsenin merak etmediği, arayıp sormadığı bir insan olmak nasıl bir şey acaba? Arjantinli mülteci sadece kendi ülkesine değil, güvendiği başka ülkelere, eski arkadaşlarına, sosyalizmi batıranlara da küsüp iyice içine kapanmış olmalı. Belki de faşizmden kaçıp sığındığı Olof Palme’nin ülkesinin de yeni liberallerin iktidarında iyi özelliklerini yitirmiş olmasından, aşırı sağcıların yüzde 10’lara ulaşmasından bunalıma girdi. Bunları bilmiyoruz ama politik iklimin bunaltıcı olduğunu biliyoruz. Geçen gün sadece başını değil, yüzünü de örten Müslüman bir kadına saldırdılar. Hicap denen o örtüyü atıp hamile kadını tartakladılar. Bunun üzerine bazı politikacılar ve çok sayıda kişi başlarına türban takarak “Hepimiz türbanlıyız” gibi bir sloganla saldırıyı protesto edip Müslümanlara sahip çıktıklarını gösterdiler. Bu güzel de iş işten geçmişe benziyor. Protesto edenler olduğu gibi Müslümanları görmek istemeyenlerin sayısı da artmakta. Aşırı sağcılar bu yüzden güçlendi. Son haftalarda Mısır’da kiliselerin yakıldığı, Hıristiyanlara saldırıldığı, Irak’tan, Suriye’den de kendilerini tehdit altında hisseden Hıristiyanların kaçtığı yolundaki haberler Avrupalıların Müslümanlara bakışını değiştirmeye başladı. Artık mütedeyyin Müslümanlarla, İslamcıların farkını biliyorlar. Şeriat peşinde olan Mursi’yi deviren generallere bunun için tepki göstermiyorlar. Hele Mursi’nin dokuz yaşındaki kız çocuklarını evlendirecek yasayı çıkarma hazırlığında olduğu yolundaki haberler İslam referanslı partilerin kredilerini bitirdi. Buralarda bu partiler yok ama taraftarı çok. Görüldüğü kadarıyla hicaplı, çarşaflı kıyafetliler çoğaldıkça gerginlik tırmanacak. [email protected] konusunda eğitiyor” diye veriyordu. Haberde, Türk polisinin eğitiminin bir “Avrupa Birliği Projesi” olduğu ve 450 kişinin Türk polisinin eğitilmesi konusunda görev aldığı yazıyordu. Haberde ayrıca, Avusturya polisinin Türk polisini eğitmek için çaba sarf ettiği günlerde, Erdoğan hükümetinin “Taksim hareketini şiddetle bastırdığı”, yazının kaleme alındığı güne kadar 130 bin gaz mermisi sıkıldığı, yüzlerce insanın yaralandığı ve beş kişinin öldürüldüğü belirtiliyordu. AB’nin 2 milyon Avro’luk Türk polisini eğitme projesinde, Güvenlik Akademisi ve ülkede insan hakları ihlallerine karşı çalışmalarıyla tanınan Ludwig Boltzman Enstitüsü elemanlarının yanı sıra Almanların da yer aldıkları anlatılıyordu. Haberde ismi açıklanmayan Avusturyalı bir eğitim uzmanı, önemli bir noktaya vurgu yapıyordu. Eğittikleri polisler arasında, Türk polisinin sert tutumuna karşı olanların olduğunu, bu eğitimde öğrendikleri yöntemleri uygulamak isteyen bulunduğunu, ancak bunların diğer meslektaşları arasında farklı davranma şanslarının olmadığını belirtiyordu. Eğitmenler ise Türk polisine öğrettiklerinin gerekli bilgiler olduğunu, ancak o bilgilerin uygulanmasında sorunlarla karşılaşıldığını ifade ediyorlardı. Avusturyalı eğitmenler, bir anlamda Türk polisine sahip çıkarak, polis memurlarının zaman zaman aralıksız 120 saat çalıştıkları, uyumaya bile zamanlarının olmadığı, eçenlerde kitaplığımda Hermann hatta kaldırımlarda uyudukları, bu Hesse’yi ararken Adolf Hitler’i durumdayken müdahalede bulunmak buldum! Hesse’nin mektuplaşmalarının zorunda kaldıklarında da bütün kinlerini hemen yanında gazeteciyazar Ralph kustuklarını dile getiriyorlardı. Haberin Giordano’nun yıllarca önce merak edip diğer bir önemli kısmı da Avrupalı almış, fakat sonra nedense pek okumadan güvenlik güçleri ile Türk polislerinin rafa kaldırmış olduğum “Eğer Hitler Savaşı arasındaki anlayış farkını ortaya Kazansaydı....” adlı kitabı duruyordu. 1923 koyan bölümlerdi. Bu farkın temel doğumlu Giordano, yaşadığı Nazi dönemini unsurunun, Türk polisinin protesto ve sonrasını belgelere dayanarak anlatıyor. eyleminde bulunanları, demokratik “Bizim ırkımız bu dünyaya hükmetmek protesto haklarını kullananlar değil de hakkına sahiptir. İşte bu hak bizler için düzeni bozan kişiler olarak gördükleri gelecekte uygulayacağımız dış politikanın gerçeğiydi. Oysa Avrupalı polislerin kutup yıldızı olmalıdır!” Hitler’in 1930’da bu gibi protesto eylemlerindeki bu söyledikleri sadece bir megalomani, temel görevinin, protestocuların sınırsız bir düş değildir. “İnanın bana, üstün güvenliklerinin sağlanması olduğu ırkımız bin, hatta bin iki yüz yıl boyunca haberde ifade ediliyordu. Gazeteye bütün dünyaya hükmedemeyecekse, her ismini açıklamayan Avusturyalı polis şey sadece Almanya ile sınırlı kalacaksa ne eğitmeni, Türk polisin de son yıllarda gerek var nasyonal sosyalist harekete!” Bu dini eğilimleri yüksek olanların sayısının Keitel ve Lammers’e, “Şimdi bu dev pastayı parçalara sözlerin altında kafasındaki geleceğin programı arttığını bildiklerini de söylüyordu. bölerken dikkatli olmalıyız” der. “Buraları yönetmesini yatmaktadır. Hitler ve partinin kilit noktalarına getirdiği Eğitmen, polisin yüzlerce insanı yardakçıları geleceğin dünyasının kapsamlı planlarını savaştan ve sömürmesini bilmeliyiz.” İşgal edilen topraklarda yaralamasına, 5 gencimizi öldürmesine sadece “Almanlaşmış” ve “Alman kanı taşıyan” insanlar önce yaparlar. 1939’da Polonya’ya girdiklerinde gelecekte rağmen, her şeyin kaybedilmediği yaşayacaktı! Büyük Almanya’yı yaratabilmek için Sovyet nasıl bir Avrupa’nın özlemini çektikleri, çekmecelerde hazır noktasına da dikkat çekiyordu. topraklarının yeraltı zenginliklerinden ve endüstrinin kalifiye bekleyen sayısız muhtıra, genelge, emir ve yasa tasarısında Belli ki eğitmen, kendi vicdanlarını elemanlarından da yararlanılacaktı. Almanya’daki yazıyordu! Polonya topraklarını Germen ırkının rahatlatmaya nedenler arıyor ve şöyle kömür ve demirçelik sanayisi üretimini durduracak, insanlarına açmak için ilk aşamada altı yüz bin STUTTGART diyordu: “Polisin protestoculara çalışanları doğuya aktarılacaktı. Hitler’in Yahudi kamplara atılacak, üç buçuk milyon sert davranmasına rağmen bu her görevlendirdiği çalışma grubunun 17 Kasım 1941 Polonyalı daha doğuya sürülecekti. Almanya’dan şeyin sonu anlamına gelmemektedir. tarihli raporunda şunlar yazar: “Ural Dağları’na yollanacak köylüler ve işçilerle Polonya’daki Türkiye’de askerin etkisinin polis kadar uzanan bölge yüz yıl sonra tamamen Alman azınlığın nüfusu dört milyona çıkarılacaktı. ile kırılmış olması çok olumlu bir Almanlaşmış olacaktır.” Oralarda 100 milyon Nasyonal sosyalizmin ideologlarından Himmler’e durumdur. Yapılması gereken “saf kan” Almanın yaşamasını düşleyen Hitler o göre sadece “boylu boslu, sağlam yapılı” AHMET ARPAD polisin daha da sivilleştirilmesidir. günlerde şöyle konuşur: “İngiltere için Hindistan Polonyalıların Almanlarla bir arada yaşamasına Gelişmeler dikkate alındığında, neyse, bizim için de Doğu Avrupa toprakları izin verilecekti. Sovyet Rusya ele geçirildiğinde polisin daha da sivilleştirilmesinden odur.” Hitler’in beklentileri çok düşündürücüdür: 45 milyon insan daha topraklarından edilecekti. vazgeçilmemelidir.” Profil dergisinde Doğudaki yeni bölgelere İskandinav ükeleri insanlarının da Sürülen Ruslar, Polonyalılar ve Ukranyalılar Ural Dağları çıkan haber, Türk polisinin eğitiminin yerleşmesi sağlanacak, gelen insanlar yeni kurulacak kentlerde ötesine yerleştirilecekti. Bu ülkelerde boşalacak topraklar on bir AB projesi, eğitmenlerin de yaşayacak, eski kentler yavaş yavaş yok olacak, köylüler milyon Alman’a açılacaktı. Hitler’in düşüne göre otuzkırk Avusturyalı ve Almanların olduğunu radyo haberlerine sadece sokaklara yerleştirilecek hoparlörler yıl içinde bütün Doğu Avrupa insanları asimile politikasıyla ortaya çıkarıyordu. Haberi okuduktan aracılığı ile ulaşacak, okullarda Almancaya ağırlık verilecek, “Almanlaştırılmış” olacaktı. Planlarından bir başkası da sonra, Gezi Direnişi’nin arkasında diğer dersler geri plana atılacak. Doğum kontrolü ve çocuk “yabancı” kadınları kısırlaştırma ve çocuk doğumlarını “yabancılar”ın olduğunu iddia eden aldırmak desteklenerek yerli halkın uzun aşamada tamamen azaltma yöntemleriydi... Hitler’in görevlendirdiği jinekolog Başbakan Erdoğan’a hak vermemek Carl Clauberg önce hayvanlar üzerinde deneyler yapar; ancak silinmesi sağlanacak. Özellikle taşrada insanların tek bir yanlış olur. Baksanıza, binlerce mermi kiliseye değil değişik tarikatlara inanmasına izin verilerek kısa süre sonra bundan vazgeçer, Auschwitz Kampı’nda sıkılmasının, TOMA’lardan fışkırtılan inanç bütünlüğü engellenecek... kalan iki yüze yakın Çingene ve Yahudi kadını denek olarak tazyikli suyun, Ethem Sarısülük, Ali Hitler’in özel sekreteri Martin Bormann, işgal edilmiş Doğu kullanmaya başlar. Ancak deneyler başarısız olur, kadınlardan İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert ve Avrupa topraklarından sorumlu Bakan Alfred Rosenberg’e bir çoğu ölür. 1955 yılında Konrad Adenauer’in girişimiyle Mehmet Ayvalıtaş’ın öldürülmelerinin 23 Temmuz 1943 tarihli mektubunda şöyle der: “Slavlar Sibirya kampından kurtarılan Dr. Clauberg’e Kiel üniversite ve binlerce kişinin yaralanmasının sadece bizim için çalışacaktır. Bize gerekmedikleri anda kliniğinde görev verilir! Hitler kafasına koyduğu Almanya’yı sorumlusu polisler Avusturyalılar ölebilirler. Aşı olma zorunluluğu ve sağlık hizmetleri onlar gerçekleştirmeye daha 1933’te başa geçer geçmez başlamıştı. tarafından eğitilmişler. Bundan daha iyi için gereksizdir. Eğitim ve sağlık hizmetlerinden sadece Önce aydınlar, sosyalistler, bilim insanları kamplara atılmış, bir “dış mihrak”(!) kanıtı gerekir mi? işimize yarayacak işbirlikçiler yararlanabilir.” kitaplar yakılmıştı. Hemen ardından sıra ülkeyi Yahudilerden temizlemeye gelmişti! Hitler ordularının Doğu Avrupa [email protected] www.ahmetarpad.de topraklarına el koymasının ardından yardımcıları Göring, vusturya’da 44 yıldır aralıksız yayımlanan içerikteydi. Haberde “Gezi Direnişi” VİYANA haber dergisi Profil’de “Öğüt ve sürecinde beş gencimizin hayatına Darp” adlı yazı beni geçmişe götürdü. mal olan, birçok genci kör eden, 90’ların başıydı. O yıllarda yayımlanan 2000’e yüzlerce insanı yaralayarak “destan Doğru dergisinde kısa bir haber yer alıyordu, yazan” Türk polisini Avusturyalıların Uluslararası Af Örgütü’nün merkezinin eğittiği yazıyordu. Yazar bu duruma, bulunduğu Londra’da işkence aletleri sergisi “İnanılır gibi değil ancak gerçek” KADİM ÜLKER açıldığı, Türk polisinin de bu sergiye davet diye tepki veriyordu. Türk polisini edildiği yazıyordu. Haberdeki paradoks şaşkınlık eğiten Avusturyalı ekipte hukukçuların vericiydi. O yıllarda Uluslararası Af Örgütü, Türkiye’de ve insan hakları uzmanlarının da bulunduğunu insan hakları ihlallerini protesto ederken İngiliz polisi, anlatıyordu. Tepkisini de “Erdoğan hükümeti Türk meslektaşlarını işkence aleti sergisini gezmeye protestocuları coplatırken Avusturyalı polisler çağırıyordu. Profil dergisinin bu yıl yayımlanan Türk meslektaşlarını ölçülü kuvvet kullanmaları 26. sayısında, Martin Staudinger imzalı “Öğüt ve Darp” başlıklı makale de benzer G Diktatörün gerçekleşmeyen düşü... B alkan devletleri, Osmanlı’nın Avrupa’daki varlığına son veren Balkan Savaşları’nın 100. yıldönümünü kutluyor. Son olarak, Balkan devletlerinin Osmanlı’dan alınan toprakları aralarında paylaştıkları 10 Ağustos 1913 tarihli Bükreş Anlaşması nedeniyle, Rusya’da da çeşitli yayınlar yapıldı, o dönem derinlemesine tartışıldı. Balkan Savaşları, bizim tarihimizde, daha sonraki felaketlerin (Anadolu’nun ve İstanbul’un işgali) gölgesinde kalsa da, ulusal kimliğimizde tartıştilmiştir. Sonuçta, savaşın çıkışından yaklaşık iki hafmasız önemli yere sahip. 1912’de, Rusya’nın girişita sonra, Bulgarlar hızlı bir hamleyle Ege Denizi’ne inip miyle, dört Balkan devleti (Bulgaristan, Sırbistan, YuSelanik ve Makedonya’daki Osmanlı kuvvetlerinin (Batı nanistan ve Karadağ) aralarındaki çekişmeleri bırakıp Ordusu) İstanbul’la bağlantısını keser; o taraftakiler arOsmanlı’ya karşı anlaşırlar. O tarihte Balkanlar’ın yüztık kendi kaderleriyle baş başadır. Osmanlı kuvvetleri, de 55’i hâlâ Osmanlı’nın elindedir ve Osmanlı AvrupaBulgarların bile umduğundan daha sı, İstanbul’dan kalın bir şerit halinde, Balkanlar’ın KİEV dayanıksız çıkmıştır. Duyarlı subayortasından geçip bugünkü Arnavutluk’u da kapsayalar, genel sürece karşı gelememenin rak Adriyatik’e ulaşmaktadır. Osmanlı, savaş başlarutancını taşır: İlhan Selçuk’un Seken Sofya’yı ve Belgrad’ı alma planları yapar. O dölahattin Yurtoğlu’nun anılarını kanemde İstanbul’a gelen bir Fransız gazeteci, Sirkeleme aldığı “Yüzbaşı Selahattin’in ci Garı’ndan cepheye sevkedilen şen şakrak askerlerRomanı”nın birinci cildinde, Seladen birinin yanına yaklaşır ve aralarında şöyle bir koDENİZ BERKTAY hattin Bey ve birliği, İstanbul yolu nuşma geçer: “Nerelisin?” “Ankaralıyım” “Mesleüzerinde bir kasabadan geçerken bir ğin ne?” “Çalgıcılık” “Peki cephede ne yapacaksın?” “Önce Bulgarlar’ı yeneceğiz, sonra da arkabinanın önünde elinde baltayla dudaşlarımı çağıracağım, hep beraber çalgı çalıp Bulran bir adam görürler. Adam onlara “Hey, asker”, diye gar kızlarını oynatacağız”. Fransız gazeteci de ciddi seslenir: “İçeride hamile ve loğusa kadınlar var. Ben, eğitim almamış ve Bulgar ordusunun durumundan haelimde baltayla Bulgarı bekliyorum. Siz, silahlarınızbersiz askerleri meçhulata götüren trenin ardından bala kaçmaya utanmıyor musunuz”. Bu savaşta “düşkakalır. (Stephane Lauzanne,Balkan Acıları, Kastaş Ya man”, büyük devletler değil, Osmanlı’dan daha dün bayınları) Oysaki, II. Abdülhamit’in darbe paranoyasıyğımsızlığını kazanmış devletler ve hâlâ Osmanlı vatanla yıllarca atalete sürüklediği Osmanlı ordu ve donanma daşı olan gayrımüslimlerden oluşan gönüllü birliklersına karşılık, Bulgarlar, Alman subaylar tarafından eğidir. Türk nüfusla astüst ilişkisinin bir anda değişiverme 100. yıldönümün düşündürdükleri si, “dünkü efendi”nin “yeni fatihler”in insafına kalması, sivillere yönelik şiddeti korkunç derecede artırır ve daha önce görülmemiş oranda katliam ve tecavüzler, bu savaşta görülür. (O dönemde yaygın bilinen bir ağıt, şöyledir: “İslamın namusu ayaklar altına alındı/ minarelere çan takıldı/intikam, ah intikam”. (Oysaki, süratle çözülen Osmanlı’da Balkan matemi dinmeden, bu sefer 1. Dünya Savaşı’nda İstanbul’u ve Anadolu’yu koruma kaygısı başlayacak ve bu kaygıyla, intikam almaktan bahsedilen Bulgarlarla, iki sene sonra ittifak yapılmak zorunda kalınacaktır.) Fakat, “‘dünkü reaya” tarafından darmadağın edilen Osmanlı Ordusu, 1913’te İttihat ve Terakki’nin yönetime gelmesiyle, yepyeni bir yapıya dönüştürülecek ve aynı asker ve subaylar, iki yıl sonra, Çanakkale’de, devrin en güçlü ordularına karşı destanlar yazacaktır. Mehmet Akif’in Safahat’ta Çanakkale’deki askerler için yazdığı “Asım’ın nesli, diyordum ya, nesilmiş, gerçek/İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek” mısralarında, iki yıl önce “namusun çiğnetilmesi”ne duyulan tepki de kendisini hissettirir. Kaybedilen topraklarda, Türk ve Müslüman nüfusun oranı, gayrimüslimlerinkine yakındır. Bu nedenle, nüfusun bir yarısı için bu savaşlar Osmanlı’dan kurtulmak demek iken diğer yarısı için, “vatanından olmak” veya “yabancı egemenliğine girmek” demektir. Sonuç olarak, Balkan Savaşları dönemine iyi bakmak gerekir; hem ulusal kimliğimizin nasıl şekillendiğini görmek için, hem de gerçeğin her zaman mutlak olmayacağı, hangi milletten olduğumuza, kim olduğumuza ve nerede durduğumuza bağlı olarak değişebileceğini görmek için. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle