14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
27 TEMMUZ 2013 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 13 Adım Adım Parçalanma Kandırmayı Engellemek İçin Antikapitalist Müslümanların Ankara’da parklarda yapılan kimi forumlarda halka dağıttığı bilgilendirme bildirisinden: “Kuranı Kerim’i, dünyada ilk kez Arapçadan Türkçeye çeviri yaptıran liderin Mustafa Kemal Atatürk olduğunu biliyor muydunuz? Bu çeviriyi 1925 yılında Elmalılı Hamdi Yazır’a çevirttiren Mustafa Kemal, cebindeki kendi parasıyla 100.000 adet Kuranı Kerim bastırtmıştır. Amaç, din tüccarlarının temiz Müslümanları kandırmalarını engellemek içindir. Batı, sömürücü (emperyalist) ve İslam görünen münafık dinci güçler, Mustafa Kemal’i neden sevmez? Atatürk, Kuranı Kerim’i Türk Müslümanlarının anlaması için Türkçeye çeviri yaptırdığı zaman, münafık dinci müşrikler şok olmuşlardır. Çünkü halk, gerçekleri öğrenmeye başlamıştır. Müşrikler bunun ardından Atatürk’ü karalayıp onu dinsizimansız göstermeye çalışmışlardır. Çünkü Müslüman görünen İslam düşmanları, Müslümanların uyanmasından korkmuşlardır.” Haziranda Diyarbakır’da toplanan “Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı”nın sonuç bildirgesinde “Kürdistan halklarının kendi tercihleriyle statülerini (özerklikfederasyonbağımsızlık gibi) belirleme hakkına sahip olduğu” ve “Kürdistan’ın bir statüsü olmadan Kürt sorununun nihai olarak çözülemeyeceğinin” karar altına alındığı bildirilmişti. Yani, Türkiye’den de toprak koparacak bir “büyük Kürdistan”ın kuruluşunun son hedef olduğu açık açık dile getirilmişti. Bildiride, “Rojava parçasında kendi özgücüyle ve kendi özgün siyasetiyle gerçekleşen halk devriminin yanında olduğunu belirtir” ifadesine yer verilmişti. Bildirinin üzerinden bir ay geçti, “Rojava” dedikleri Kuzey Suriye’de, Türkiye sınırının hemen karşısına PYD bayrağı dikildi. Bildiride “Kürdistan Federe Bölgesi Başkanı Mesud Barzani, KCK Başkanlık Konseyi ve tüm diğer Kürdistani güçleri, Ulusal Konferans’ın bir an önce toplanması için girişimde bulunmaya çağırır” tümcesine yer verilmişti. Yine bir ay geçmedi, Erbil’de yapılacak “Kürt Ulusal Konferansı” için temsilciler Selahaddin’de bir araya geldi. Aşiret reisi Mesud Barzani’nin önderliğinde yapılan toplantıya, Türkiye’den de DTK Eş Başkanı Ahmet Türk, BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş gibi adlar katıldı. “Kürt Ulusal Konferansı” için kurulacak hazırlık komitesinde; Türkiye, Irak, İran ve Suriye’deki tüm partiler ve örgütlerin adaylarının yer alacağı belirtildi. Kuzey Irak’taki ABD mandasının başındaki Barzani de yaptığı konuşmada, asıl hedefi gösterdi: “Başlıca amacımız Kürdistan’ın dört parçasındaki tüm siyasi kesimlerin ortak talep ve stratejik birliktelik ile barış ve birlikte yaşama mesajını bölge halklarına iletmektir. Bu kongrede Türk, Arap ve Fars halklarına Kürt halkının barış ve eşitlik temelinde birlikte yaşamak istediğini söyleyeceğiz.” Gelişmeler, AKP ile PKK arasında sürdürülen “barış süreci”nin “büyük Kürdistan”a doğru evrildiğini gösteriyor. Gezi direnişçilerinin peşine düşmüş softa diktatöre bakıyorsunuz, Türkiye’nin parçalanması karşısında gıkı çıkmıyor. CHP’ye gelince... Onun politikasını bu konularda tümüyle Sezgin Tanrıkulu belirliyor, yönetimden başkası karışmıyor. O yüzden de CHP içinden 6 milletvekili bir açıklama yapmak zorunluluğu duyuyor: “Biri halkımızın kutsal inançlarını istismar eden dincilik, öbürü yıllardır yoksul Kürt köylüsünün kanını emen etnikçilik, ülkemizi ve tüm Ortadoğu bölgesini mezhep ve etnisite savaşlarına gömerek, işbirliği içinde ikinci Sevr hevesleri peşinde koşmaktadırlar.” GÖRÜŞ SELÇUK EREZ Komşum Tencere Çalıyor! Cumhuriyet Savcılığı’na, Resmen ihbar ediyorum: Komşum tencere çalmıştır, hem de benim tenceremi! Dün bir AVM’den yeni alıp kapımın eşiğine bıraktığım tencerem, o sırada çalan cep telefonum iyi çeksin diye merdiven basamaklarının boşluğuna gidip konuştuğum kısa süre içinde kaybolmuştur. Ben, en çok sol taraftaki dairede oturan Ali Rıza Kement’ten kuşkulanmaktayım. Zira hem tuhaf bir karakteri vardır, bana her nedense hiç selam vermez, oruç bile tutmaz, hem de yemeklerini hep dışarıda yer. Bence mutfağında tencere olmadığından böyle davranmaktadır. Ayrıca, Cumhuriyet gazetesinden başka bir gazete de okumaz; yani azgın bir muhaliftir ve Gezi gösterilerine katılmış olmalıdır. Böyle bir marjinal insanın tencereye, tavaya hışımla vurup yurduma demokrasiyi getirmiş olan devlet büyüklerimi protesto etmek yoluyla AKP hükümetinin dünyanın kıskandığı başarılarını çelmelemek ve Başbakanımızı da küçük düşürmeye çalışmakta olduğu ortadadır. Bence bu çapulcu bozuntusu, halkı hükümete karşı kışkırtma faaliyetine katılırken yakalandığında, darbuka gibi kullanacağı suç aleti tencereye el konulduğunda ve bu nesne adli tıpta incelendiğinde üstünde benim parmak izim bulunup başıma bela gelmesi için yapmaktadır bunu. Bu alçak, protesto eylemlerine benim de katıldığım izlenimini yaratarak işimden de kovdurulmamı sağlamak istediğinden çalmıştır tenceremi. Dahası da var: Çaldığı tencere, teflon kaplı bir tencereydi. Bildiğiniz gibi, böyle bir tencerenin içine dışına vurulduğunda teflonu çizilir ve bu tencereyle yemek pişirilince çizik ve çatlak yerlerinden zehirli kanserojen teflon dumanları dağılır. Bu hain, bunu, aynı zamanda çizik teflonlu tencereden yükselecek dumanların beni ve bu civarda oturan yüzlerce vatandaşımı zehirlemesi ve bu yoldan size verilen oy sayısının düşmesi için de yapmış olmalıdır. Ayrıca, akşam geç vakitte böyle gümbedegüm tencere çaldığında birçok dini bütün yurttaşım ramazan davulunun çaldığını sanıp sehven sahura kalkacak ve maalesef günahlarına vesile olunacaktır. Ali Rıza adını taşıyan bu din düşmanının tencereme, Sayın İçişleri Bakanımızın dediği gibi polise 40 metre mesafeden uzak bir yerde durup vuracağına ben asla inanmıyorum. Muhtemelen güvenlik güçlerimizin Çanakkale kahramanı misali civanmertlerine, kimliğinin tanınmaması için kara gözlük takınıp elden geldiğince yaklaşarak gümletecektir tencereyi. Bu alçağın özel görevli mahkemelerde görülen davalardan birine eklenmesini ve benim de gizli tanık olarak dinlenmemi önemle rica ederim. Pamukova’yı Unutmayın! Recep Tayyip Erdoğan’ın “Ben yaptım oldu” işlerinden biriydi “hızlandırılmış tren.” Başında şapka, elinde fener hareket memurluğunu yaptığı tren, bundan tam 9 yıl önce Pamukova’da raydan çıkmış, 41 canımız ölmüş, 89 kişi de yaralanmıştı. Yargılanıp ceza yiyen oldu mu? Hayır. Ülkenin askerini, gazetecisini, yazarını, çizerini içeri atan AKP adaleti, 41 kişiyi göz göre göre ölüme gönderenler için kılını bile kıpırdatmadı. Açılan göstermelik dava zamanaşımından düşürüldü. Oysa, Birleşik Taşımacılık Sendikası Başkanı Nazım Karakurt’un dediği gibi kazanın gerçek sorumlusu AKP iktidarıydı: “Ulaştırma Bakanı ve TCDD Genel Müdürü mevcut hattı teknik ve bilimsel açıdan gerektiği gibi inceletmeden hız artırımına gitmiş ve kazanın gerçekleşmesine neden olmuşlardır. Hızlandırılmış trenin çalıştırılmasına kim karar verdiyse onların hepsinin yargı önüne çıkarılması gerekirken sadece tren personelinin yargılanmasından ibaret olan dava, hukuk açısından da son dönem sıkça örnekleri görülen kamuoyunu rahatsız eden hukuk kararlarına bir ‘garabet’ örneği olarak eklenmiştir.” TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’na komplo düzenleyen AKP’li bakan yardımcısı eşi türbanlı kadının “bizim yaptığımız tren” dediği budur işte! O tren, kanlıdır, hesabı da henüz görülmemiştir... Basın, Sansür, Baskı ve Bayram Sadık ÇELİK Bundan 105 yıl önce basın üzerindeki sansürün kalkması o günden bugüne her yıl 24 Temmuz’un basın bayramı olarak kutlanmasını doğurmuş. Basın özgürlüğünün simgesi haline gelen basın bayramı artık daha ziyade sansüre ve türlü basın özgürsüzlüklerine dikkat çekilmeye çalışılan, basın mensupları için çoğunlukla bayram havasından uzak bir gün haline geldi. Ülkemizde basın ve bayram kelimelerinin yan yana kullanılması bile birbiriyle çelişkili bir durum olarak görülür oldu. Gazetelerin birer birer “devredildiği”, bundan daha da önemlisi duyulmak istenmeyen şeyleri söyleyen gazetecilerin iktidarlarca açık hedef gösterildiği, teker teker fişlendiği ve çalışanların topyekun, kitlesel kıyımlar halinde tasfiye edildiği bir Basın Bayramı mümkün olabilir mi? Türkiye’de medya üzerinde baskının, otosansürün ve somut bir basın özgürlüğü sorununun varlığı hemen her dönemde belirli oranlarda hissedildi. Ancak AKP iktidarı süresince ve özel olarak Gezi olayları sırasında ve sonrasında Türk basınının üzerindeki baskı ve mecburi otokontrolün ağırlığının, geçmişteki olağanüstü dönemlerle bile mukayese edilemeyecek bir düzeye doğru hızla çıktığı görüşü hâkim ve haklı bir görüş. Penguen belgeseli yayınlarıyla başlayan ve bugün gelinen noktada onlarca gazetecinin istifa ettirilerek ya da kovularak sistemden ayıklanmalarına varan bu sansür ortamı en hafif tabirle utanç vericidir. Başta, el değiştiren Show TV ve Akşam grubu olmak üzere diğer bazı önemli televizyon ve gazetelerde son bir ay içinde tasfiye edilen gazeteci sayısı dudak uçuklatıcı. Son olarak deneyimli gazeteci Yavuz Baydar’ın New York Times için kaleme aldığı ve Türkiye’deki medyademokrasi ilişkisini eleştiren makalesi nedeniyle çalıştığı gazeteden kovulması gerçek anlamda “bu kadarı da fazla” dedirtecek türden bir gelişmedir. “Dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi” diye bir unvana bile sahip olan ülkemizde hapishanelerde tutuklu durumdaki gazeteci sayısından ise hiç bahsetmiyoruz. İfade özgürlüğünün yasalarca korunamaması bir yana, bu özgürlüğün kullanılması ciddi bir suç olarak kabul edilip bu kapsamda yargılamalara bu kadar sık oranlarda ve bu derece kolaylıkla gidilebiliyorsa, yirmi birinci yüzyılda henüz basılmamış kitaplar, sosyal medya üzerinden yazılan yorum ve alıntılar bile suç delili olarak değerlendirilebiliyorsa orada adaletin varlığından ya da bağımsız yargıdan bahsetmek inandırıcı değildir. Fikirleri ve kalemi yüzünden mesleği elinden alınan her bir gazeteci için demokrasinin varlığı bir kez daha kalbinden vuruluyor. onlara en fazla “beylerinin arabasına binerek biraz hava alma” hakkı tanıyan ifadelerin tutulacak hiçbir yanı yok elbette. Ömer Tuğrul İnançer isimli beyefendinin hamile kadınlara yönelik öfke dolu, hırsla kullandığı ifadeler “hapisçi” zihniyetin kadına bakışını, aslında artık kanıksadığımız fakat yine de her karşılaştığımızda hayrete kapılmadan edemediğimiz bir biçimde gözler önüne serdi. Hamile kadınların “her şeyden önce göz estetiğini bozduğundan” girip giderek hırslanarak “böyle karınla sokakta gezilmez!” noktasından çıkan, insanlığa, varoluşa dair en güzel ve kutsal olaylardan birini tamamen kişisel bir bakış açısıyla çirkinleştirmeye yeltenmek hangi tasavvufi düşünceye sığıyormuş acaba? Hamile kadınların sokağa çıkmaları gibi tartışmasız bir biçimde bireysel özgürlük alanına giren bir konuyla ilgili böylesine cesur ve pervasızca yorum yapabilme hakkını kendinde gören kişilerden çok, bunlara yetkin ve ehil kimseler olarak danışan, üstüne üstlük devlet televizyonundaki programlara çıkaran zihniyet mercek altına alınmalı. Yapılan akla mantığa sığmayan açıklamalara karşılık “Allah razı olsun” diye teşekkür eden program sunucusunun bağlı olduğu zihniyet. Ve bu yalnızca “birbirini ağırlayan” anlayış biçimi… Bu ve buna benzer cüretkâr açıklamaların nereden, neye güvenerek ve neden özellikle bu dönemde sıkça ortaya çıktığı üzerine kafa yorulmalı. Aslında konuyla ilgili en güzel tepkilerden biri yine sosyal medya üzerinden geldi: “Artık etek boyuydu saçıydı başıydı hamileliğiydi ayrı ayrı uğraşmak uzun iş; komple kaldırsınlar kadınlığı, yerine AVM yapsınlar.” KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY Çizerimiz yıllık iznini kullanacağından çizgilerine bir süre ara vermiştir. Ramazan; Hoşgörü Ayı Ramazanda nasıl davranmasını bilen, herkese saygıyı kendine şiar edinen insanların komşularını rahatsız edecek şekilde davranması zaten söz konusu değildi. Buna rağmen tencere tava çalan komşularımızı yargıya taşımamızı talep ve telkin eden anlayış, ramazanla birlikte hemen her iftar yemeğinde Gezi göstericilerini birbirinden sert ifadelerle eleştirerek varlığını sürdürmeye devam etti. Bir yandan sözde birlik beraberlik, sevgi saygı mesajları, diğer yandan ne iftar sofralarına ne Türk siyasetine ne de vicdanlara sığabilen bu hiddetli, ayrımcı, “biz” ve “onlar”cı dil. Karşı hamle ise bu defa Hollywood’dan geldi. The Times gazetesinde yayımlanan ve Gezi eylemlerindeki polis şiddeti nedeniyle Başbakan Erdoğan’ı eleştiren tam sayfa mektubun imzacıları arasında dünyaca ünlü yönetmen David Lynch, Oscarlı aktör Sean Penn, James Fox, aktris Susan Sarandon ile çok sayıda önemli yazar ve akademisyen bulunuyor. Birileri istediği kadar “onlar da kim oluyormuş” tavrını takınsın, her biri dünya çapında etkinlikleri olan, söz sahibi, yani tüm dünyaya seslerini rahatlıkla duyurabilecek figürler. Biz ciddiye almasak bile dünya kamuoyu onları ciddiye alacaktır. [email protected] UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] TRT 1 kanalında yayınlanan bir iftar programında “tasavvuf düşünürü” sıfatıyla ahkâm kesen bir zatın ağzından çıkan ve hamile kadınların dışarıda dolaşmasını kınayan, bunu terbiyesizlik olarak adleden, Diren Hamile SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Kundak 1 çocuklarının 2 avucunda bi3 riken kir. 2/ Dervişlerin 4 giydikleri, 5 tiftikten ya 6 pılmış ince 7 külah. 3/ Ge8 minin çektiği suyu gös 9 termek için 1 2 3 4 5 6 7 8 9 baş ve kıç bo 1 O R T OR E K S İ doslamaları üze 2 N A İ R O B İ Ç rine konulan işa 3 İ S U L E M A retler... Asya ile 4 L OC A Avrupa’yı ayı 5 O P A K M A N B E N İ N ran dağ sırası. 4/ 6 A A D A M O T U Mersin’in Silif7 N A D İ D E A B ke ilçesinde antik 8 İ K ON A E T İ bir kent... Tarlada 9 A L S A R O S suyu akıtmak için yapılan tahta oluk. 5/ Bir nota... Siyasal çekişmelerin geçtiği yer. 6/ Öbür dünyada verilecek olan ceza... İslam ülkelerinde kullanılan bir tür tahıl ölçüsü. 7/ Dağ sırtı... Bulgur, biber, soğan, domates, maydanozla yapılan ve asma yaprağına sarılıp çiğ olarak yenen bir yiyecek. 8/ Johann Strauss’un tanınmış bir operası. 9/ İçinden çıkılması güç, sıkıntılı durum... Ekin demetlerini yükseğe atmaya yarar yaba. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kasaplık hayvanların timüs ve pankreas bezlerine verilen ad. 2/ Bir tür küçük zurna. 3/ Güzel çiçekli bir süs bitkisi... Yirmiden fazla dili kapsayan bir dil ailesi. 4/ Sınır nişanı... Toprak, kum ve saman elemeye yarayan iri delikli kalbur. 5/ Lantan elementinin simgesi... Boğa güreşi yapılan alan. 6/ Çok çirkin ve sakil... Suudi Arabistan’ın plaka imi. 7/ Kıraç toprak... Kurşun boruların ağzını açmakta kullanılan ucu sivri takoz. 8/ Memeli bir kuş. 9/ “ Bartok”: Ünlü Macar besteci... Dokumacılıkta, mekikle enine atılan iplik.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle