14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 TEMMUZ 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET [email protected] SAYFA KÜLTÜR 15 Leylâ Erbil’den ‘Kalan’... 15 TEMMUZ 2013 destek veriyorum. İstanbul’da olduğum zaman içinde her türlü eyleme katıldım. Fakat hiçbir şekilde şiddete başvurmadan. Belli bir tedirginlik vardı tabii. Ne yapacaklar, neler olacak... Suçum yok. Yaptığım en kötü şey slogan atmak, polisi yuhalamak. Dolayısıyla suçsuz ve haklı olduğumu bildiğim için kötü bir hisse kapılmadım, umutsuzluğa düşmedim. Ama ben çok şanslıydım. Gözaltına alınırken, kimliğim bilinmezken yapılan muamele ile kimliğim bilindikten sonra yapılan muamele arasında çok büyük tezat var. Haklı olmanın bilinci insanı güçlü kılıyor. Bir de eylemler zarfında, oluşan yeni muhalefet biçimiyle “apolitik” dediğimiz gençliğin aslında öyle olmadığını gördüm. Bu bana her zaman güç ve umut verdi. İnsanlar hayatlarını, uzuvlarını kaybettiler. Ama hep gülümsemek, hiçbir zaman kötümser olmamak gerekiyor. Çünkü Gezi olayları “yeni Türkiye”yi muştulayan bir süreç. Tarihsel olaylara baktığımız zaman daha önceden emarelerini görebilirsiniz. Toplumsal hareketlilikler vs. Ama Gezi olayları spontan bir biçimde, bir anda ortaya çıktı. Sanatın önüne geçti bu olaylar. Muhtemelen sanat onu takip edecek. Alman sanatçı Joseph Beuys’un “genişletilmiş sanat kavramı” vardır. Sanatçı statü olarak diğer insanlardan yukarıda değildir, herkes sanatçıdır der. Çünkü biz doğumumuzdan ölümümüze kadar kendi hayatımızı şekillendiriyoruz; verdiğimiz kararlarla, ortaya koyduğumuz tavırlarla bir üretimde bulunuyoruz. Dolayısıyla hepimiz yaratıcıyız. Ama illa ki geleneksel anlamda sanatı, sanatçının Gezi olaylarından nasıl etkilendiğini konuşacaksak sonbaharda İstanbul Bienali var. 2 C 6O A 9 K1 93 AICA BAŞKANI OSMAN ERDEN, GEZİ DİRENİŞİ’Nİ, GÖZALTINA ALINIŞINI VE BİENALİ ANLATTI Yeni Türkiye’nin müjdesi ASLI ULUŞAHİN Tarih 26 Ocak 1993. Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfası, Uğur Mumcu cinayetine halkın gösterdiği tepkilere ayrılmış. Manşetteki fotoğraflardan birinde, genç bir erkeğin acıyla gerilmiş, ağlayan yüzü var. Tarih 15 Temmuz 2013. Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfasında, bu kez, yüzü kan içinde, beyaz gömlekli bir adamın polisler tarafından götürülürkenki fotoğrafı yer alıyor. Gezi Direnişi eylemlerine katıldığı sırada darp edilerek gözaltına alınmış. 20 yıl arayla, gazetemize yansıyan bu iki fotoğrafın kahramanı, rastlantıya bakın ki aynı kişi: Bugün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde öğretim üyesi ve Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği (AICA) Türkiye Şubesi Başkanı olan Osman Erden. Rastlantının yaratıcısı ise Erden’in toplumsal olaylara duyarlığından başka bir şey değil. u 20 yıl arayla çekilmiş iki fotoğraf. İkisi de Cumhuriyet’in baş sayfasında çıkmış. Uğur Mumcu cinayetine tepki gösteren bir genç ve Gezi Direnişi’nde gözaltına alınan bir öğretim üyesi. İkisi aynı kişi: Osman Erden… Vali ya da kaymakam olacaktı Sanat tarihi eğitimi almak bilinçli bir tercih miydi? Aslında önce kamu yönetimi eğitimine başladım. Derdim, bir idealizmle, kaymakam ya da vali olup ülkeyi kendi fikirlerimce dönüştürmekti. Fakat okurken, son sınıfa doğru, böyle bir ortamda benim zihniyetimde birinin hiyerarşik olarak yükselemeyeceğini idrak ettim. O dönemde başlayan merakımla sanat tarihi okumaya karar verdim. 1997’de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne girdim. Sonra da master ve doktoramı yapıp akademisyen olarak üniversitemde kaldım. Dönüştürme idealinin bugündeki yansımaları neler? Başka kanallardan sürüyor. 21 Ocak 1997’de ÖDP’nin kuruluşu için Ankara’ya gittim karlı bir pazar sabahı. Kuruluş şenliği oldu. Fakat henüz o şenlikteyken ÖDP’ye dair çekincelerim doğdu. Döndüm ve birkaç hafta sonra CHP Beşiktaş ilçe örgütüne üye oldum. Orada 3 sene kadar aktif olarak yer aldım. 1999 yılında CHP Meclis dışında kaldı ve Deniz Baykal istifa etti. Tarhan Erdem ve Altan Öymen başa geçti. Fakat fazla dayanamadılar. Birkaç ay sonra Deniz Baykal yeniden genel başkan olunca ben de istifa ettim. Pratik olarak siyasi hayatım bundan ibaret. Onun dışında bireysel olarak çeşitli şeyler yapmaya çalışıyorum. Müthiş bir sorumluluk Gelmek istediğim nokta buydu. Bienal şimdiden eleştirilerin hedefi. Sizin bienale ilişkin fikirleriniz neler? Biliyorsunuz Gezi olaylarından çok daha önce kamusal alanla ilgili bir bienal yapılmasına karar verildi. Gezi eylemleri ortaya çıktığı zaman da bienale dair daha derinlikli bir soruşturma başladı. Sanat çevresindeki bazı isimler, “Bienal yapılmasın artık, Gezi Direnişi’nden daha iyi bir şey mi ortaya konacak” dediler. Ben bunun yersiz olduğunu düşünüyorum. İstanbul Bienali yapılmalı. Fakat küratör Fulya Erdemci, şansı mı yoksa şanssızlığı mı bilmiyorum, Gezi olaylarının çıkması üzerine müthiş bir sorumluluk üstlendi. Bienal gerçekleştiği zaman Gezi’yi nasıl yorumlamış, özümsemiş mi, nasıl bir sergi ortaya çıkacak hep birlikte göreceğiz. ‘Sanat Gezi’yi izleyecek’ Gezi’nin sanata yansıması nasıl olacak dersiniz? Üretilen eserler de var. Bu tür olaylarla sanat tarihinde ilk defa karşılaşılmıyor. 19. yüzyılda 1830 ayaklanmaları, 48 devrimi, 71’de Paris Komünü... Sanat bunlara eşlik edebilmiş bir alan. Gezi olaylarının şöyle bir özelliği var: Hep gülümsemek Siz de direnişe katıldınız ve gözaltına alındınız. O sırada neler hissettiniz? Ben başından beri Gezi eylemlerine 21. YIL Bodrum’un Mavi Bayraklı Bitez koyunda doğanın güzelliğini cömertçe yansıttığı, yeşilin, kumsalın bütünleştiği ve sımsıcak dostlukların buluşma yeri. Ölümünü duyuşumdan beri; “Nedir en kötüsü?” diye takıldı kafama. Yani kişisel açıdan. Benim için. O’na bundan böyle ‘öldü’ demenin, artık öldüğünü düşünmenin en kötü yanı nedir? ‘Artık aramızda değil…’ gibisinden çoğulcu genellemelerle geçiştirip kendimi rahatlatamayacağım bir soru. Zira Leylâ Erbil, benim için genellemeye hiç sığmayanlardan. Ama sonunda buldum en kötüsünü. Neden bu kadar acele ettim bulmakta? Belki de şimdilik yalnızca sezgi düzeyinde de olsa, bir farkındalığın gerçekleşmiş olmasından ötürüdür: Sorunun yanıtını bir an önce bulmalıyım ki, acıtıcı olacağından hiç kuşku duymadığım o yanıtla birlikte yaşamaya alışayım. Yanıt şu: Bundan böyle benim için en kötüsü, bazı söylemlerin anılarımda hiç yer almayacağını bilmek. Örneğin hiç şöyle diyemeyeceğim: “Bir gün Leylâ Erbil’le konuşurken…” … Ya da şu: “Leylâ Hanım’ı ziyaretimden hemen sonraydı…” Evet, bunlara benzer cümleler, anılarımda hiç yer alamayacak. Anılara bunca takmamın bir nedeni var. Uzunca süredir kafamda hazır bir kitap olarak taşıdığım “Bir Kalemden Kalanlar” başlıklı anılarımı kâğıda dökmeye başlayalı birkaç gün oluyor. O sayfalarda Leylâ Erbil’e ilişkin olarak yukarıdaki söylemlerin de yer alabilmesini çok isterdim. Ama bu, artık olanaksız. Derdim bu. Öte yandan, yine o sayfalara geçirebileceğim başka şeyler var. Örneğin “Kalan” adlı romanını gönderirken koyduğu imza: “Değerli yazar dost A. Cemal’e, içtenlikle…”; ya da “Cüce”nin başındaki ithafı: “Sevgili Ahmet Cemâl, Değerli, tutarlı yargı ve düşüncelerinizin her vakit izleyicisi oldum. Geç kalmış teşekkürlerle, sevgilerle saygılarımı sunuyorum. L. Erbil, Kasım 2002.” Evet, seslendirilmiş sözler yok, ama bu yazılar var. Şimdi kalkıp: “Eh, ‘Bir Kalemden Kalanlar’ gibi bir başlığa da zaten bu yazılar daha uygun düşerdi…” desem, kendime biraz olsun bir avunma kaynağı yaratabilir miyim? Gerçi şimdi aklıma geldi. Aslında iki ses de var. Biri, “Kalan” romanı üzerine yazdıklarımdan hemen sonra telefondaki ses: “Biliyor musunuz, o kadar yazı çıktı, ama romanımın felsefe temellerini bir tek siz irdelediniz…” İkinci ses de telefonda, “Vergilius’un Ölümü” çevirimi yollamamdan sonra: “Romana başladım, ama izin verirseniz Tuzla’da bitirmek istiyorum…” Bunu duyduğumda sevinçten deliye dönmüştüm. Dünyaları aydınlatmış olan o bir çift gözün benim çevirdiğim sayfalarda gezindiğini bilmek… Asaf Güven Aksel, dünkü pazar günü ‘soL’da çıkan “Sokaklar size benzerken, nereye Leylâ Hanım…” başlıklı yazısında –çok isterdim böyle bir başlık bulabilmeyi!– şöyle demiş Leylâ Erbil için: “Tek başıma ne yapabilirdim ki ben derken, vazgeçenlerden değil, çağıranlardandı. Bari kendimi kurtarayım diyenlerden değil. Bin olalım diyenlerden. Her biri bin çarpı bin…” Çağrıları, karşılığını Gezi Parkı Direnişi’nde her biri bin çarpı bin olabilen gençlerde buldu… ZEYNEP ALTIOK AKATLI’NIN KİTABI 10 Adımda Odanızdan Plaja Tatil Keyfi Denize sıfır özenle dizayn edilmiş kumsal plajı, 20 yılı aşkın kalite ve güler yüzün hizmete yansıdığı, evinizi aratmayacak lezzet ve damak tadını ön planda tutan titiz ve zengin mutfağı... • 2013 yılı restore edilmiş odalar • Tamamıyla yenilenmiş plaj alanı • Yepyeni restaurant, mutfak ve bar alanı • Odalarda uydu sistemli LCD TV • Kablosuz internet Bitez’e özgü yürüyüş turları keyfi TEL: 0252.363 79 04 • GSM: 0533.722 81 81 Daha fazla bilgi için: www.manuelahotel.com Katliamın 20. yılında ‘Gölgesi Yıldız Dolu’ Kültür Servisi Zeynep Altıok Akatlı’nın yazdığı “Gölgesi Yıldız Dolu: Metin Altıok Kitabı”nın genişletilmiş baskısı, katliamın 20. yılında Doğan Kitap tarafından yayımlandı. 2 Temmuz 1993 Sivas katliamında yitirdiğimiz Metin Altıok’un kızının, katliamın 10. yılında babası için hazırladığı eser, Altıok’un portresini çizen bir armağan kitap. Kitapta yer alan “Yirmi Yıldan Başlıklar” ve “Sivas’ı Unutturmamak İçin” isimli yeni bölümlerde, katliamın anılmasına getirilen çeşitli itirazlardan “Metin Altıok Oratoryosu”na, “zamanaşımı”ndan Sivas mahkumlarının eve dönüşüne, bir türlü yapılamayan “Utanç Müzesi”nden Metin Altıok Şiir Ödülü’ne, “Sivas ’93” oyunu ve “Menekşe’den Önce” belgeseline kadar, 20 yıl boyunca yaşananlar hatırlatılıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle