16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 HAZİRAN 2013 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Bütünleme ESKİDEN “ikmal” denirdi ve öğrenciler başlarına gelenin ne demek olduğunu bu Arapça sözcükten tam anlamıyla çıkaramazlardı. Yerine şimdi kullanılan “bütünleme” de yine biraz açıklama gerektiriyor. Bütünlemeye kalmak, eski deyimiyle “ipka”, yani sınıfta “kalmak” değil, “tamamlanmaya muhtaç” olmak demektir; yani bir eksik vardır ve o giderilecek ve sınıfta öğretilmek istenenle bütünleşmiş olacaktır. Ne yazık ki Sayın Başbakan Taksim Gezi Parkı olaylarıyla yaşanan “birinci sınıf devlet adamlığı” sınavında bütünlemeye kalmış sayılıyor. Türkiye Cumhuriyeti gibi köklü bir tarihten gelen ve anlamlı bir devrimden doğmuş bir devlette hükümet başkanlığı eden kişinin son olaylardan çıkarılabilecek mesajlar demetini iyi anlamış olması ve ona uygun davranışı sürdürmesi gerekirdi. Bunun bir “toplumsal birikim taşması” olduğu sezilmeli ve taşkınlıkların da ister istemez bu boşalma gereğinden ileri geldiği anlaşılmalıydı. Üçbeş ağaçlık bir doğa katliamından doğan bir taşma değil bu. Sayın Başbakan da başkaldırışın nedeni “ideolojik” diyerek işin içinden çıkmaya çalışıyor ama söylediklerinde bu ideolojinin ne olduğuna ilişkin tek sözcük yok. Oysa yalnız jeostratejilerin değil, artık yeni mesajların ve kuşak görüşlerinin kesişme noktasındaki bir Türkiye söz konusu. Ama böyle bir ülkeyi yönetmeye soyunanların bu durumu değerlendirme yeteneğine sahip olmadıkları son olayların şaşkınlığında feci şekilde belli oldu, bu bir. kincisi, olaylar sırasında ve sonrasında bu evrensel ölçüdeki afallayış ve düşünce pasaklılığından sonra, olan biteni sanki sıradan bir talancılıkmış gibi “çapulculuk” diye nitelendirmek, dünyadaki bütün gözlerin üzerine dikildiği bir ülkeyi yöneten devlet adamına hiç yakışmadı. Hele Sayın Başbakan’ın çaresizliğe yenilip ses tonunu inatçılığa çevirerek “Taksim’e cami de yapacağım” ya da “Atatürk Kültür Merkezi’ni de yıkacağım” deyişlerindeki zayıflık belirtisi, hiç değilse temsil edilen koskoca ulusun gururu düşünülerek böyle açığa vurulmasa olmaz mıydı? e tuhaf, siyasal görüşlerini ve hedeflerini paylaşmadığınız iktidar sahiplerinin başarısızlıkları; sizi sevindirmek şöyle dursun, bazen onlar kadar, hatta belki de daha çok sizi üzer. Bilirsiniz ki, eninde sonunda şöyle veya böyle olumsuz sonuç ülkeye ve ulusa da zarar vermiştir. Öyle olduğu için, onların da derslerini çalışıp bütünlemelerini vererek sınıflarını geçmelerini yürekten dilersiniz. Gerici Ayaklanmanın Merkezi Taksim Topçu Kışlası’ydı İsyancılar ellerinde yeşil bayraklar ve “Şeriat isteriz” sloganlarıyla Meclis’i bastılar. Meclis’te Adalet Bakanı Nâzım Paşa ve Lazkiye Mebusu Emir Aslan Bey’i öldürdüler. Yıldız Sarayı bahçesinde Deniz Binbaşı Ali Kabuli Bey’i parçaladılar. 104 yıl sonra demokratik bir yaşam hareketi 31 Dr. Alev COŞKUN tin iç ve dış boyutlardaki bir aracı olarak kullanmıştır. Abdülhamit, bütün yazarlar ve düşünürleri baskı altına aldı, kimilerini maaşa bağladı, kimisini sürgüne gönderdi. Bir yanda Namık Kemal sürgüne gönderilirken, Zalim olsa ne rütbe biperva Yine bünyadı zulmü biz yıkarız Merkezi hâke atsalar da bizi Kürrei Arzı patlatır çıkarız, diyordu. (Zalim ne kadar korkusuz olursa olsun / Zulmün temelini biz yine yıkarız / Yerin dibine atsalar da bizi / Yerküreyi patlatır çıkarız.) Tevfik Fikret de Zulmün topu var, güllesi var, kalesi varsa, Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır, “Sönmez ebedi, her gecenin gündüzü vardır” diye haykırıyordu. En sonunda 30 yılı aşkın baskıcı yönetime karşı Rumeli’de özgürlük hareketi patlak verdi. 3 Temmuz 1908’de Resneli Nizayi Bey isyan edip dağa çıktı. Onu Binbaşı Enver Bey, Ohrili Eyüp Sabri Bey izledi... İstanbul hükümetinin aldığı sert önlemler bir sonuç vermiyordu. Padişah, 24 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyeti ilan etmek zorunda kaldı. Seçimler yapıldı ve Meclis 1876 yılından 32 yıl sonra, 17 Aralık 1908’de yeniden açıldı. İ Mart (13 Nisan) 1909’da İstanbul’da “Şeriat isteriz” sloganlarıyla başlayan gerici, karşıdevrimci hareketin temel nüvelerinden birisi Taksim Topçu Kışlası’ydı. Bu olaydan 104 yıl sonra, 31 Mayıs 2013’te eski kışlanın bulunduğu meydanda bu kez devrimci, demokratik ve özgürlükçü bir halk hareketi doğdu. Bu nedenle Taksim Topçu Kışlası’na kısaca bakmakta yarar var.(*) Abdülhamit, 1876 yılında Osmanlı Devleti’nin ilk anayasasını ilan etmeye söz verdiği için Jön Türkler tarafından iktidara getirilmişti. Ama Abdülhamit kısa sürede anayasayı rafa kaldırdı ve 33 yıl süren mutlak ve baskıcı bir yönetim uygulamaya başladı. Bu baskıcı yönetime karşı Genç Türkler, İttihat ve Terakki’de birleşerek örgütlendiler. Padişah Abdülhamit, ülkedeki huzursuzlukların İslamcılık akımının güçlendirilmesi yoluyla önlenebileceğini varsayıyordu. İslamcılık akımı devlet işlerinin kötüye gitmesinin temel nedenini, devlet yönetiminde din kurallarının terk edilmesinde görüyordu. İslamcılık siyasetine önem veren Abdülhamit, Halifelik kurumunu da bu siyase Meclis açılmıştı ama padişahın atadığı sadrazam ve hükümet yeni döneme ayak uyduramıyordu. O günün süper gücü İngiltere İstanbul’da etkindi. Basın içinde, ilerici hareketi destekleyen gazetelere karşı yandaş basın da yaratılmıştı. Mevlanzade Rıfat’ın Hukuki Umumiye, Derviş Vahdeti’nin Volkan gazeteleri, ayrıca Sebilürreşat, Medrese, İlmiye gibi dergiler sert ve ayrımcı yayınlar yapıyordu. Derviş Vahdeti tarafından kurulan İttihatı Muhammedi Cemiyeti muhafazakâr kesim içinde örgütleniyordu. Ordu içinde mekteplialaylı çekişmesi sertleşmişti. Askere alınmayan medrese öğrencilerinin bu “muafiyeti”nin kaldırılması isteniyordu. Medrese öğrencileri bu kararı protesto etmek için 27 Şubat 1909’da Beyazıt Meydanı’nda protesto mitingi yaptılar. 25 Mart 1909’da İttihat ve Terakki’ye karşı olan Serbesti gazetesi yazarı Hasan Fehmi Bey Galata Köprüsü üzerinde öldürüldü. İlahiler ve tekbir sesleriyle kaldırılan cenazesi bir karşı harekete dönüştü. Bir hafta sonra eski takvimle 31 Mart 1909’da İstanbul’da tam bir gerici isyan patlak verdi. İsyancılar alaylı subayların tahrik ettiği askerler, medrese öğrencileri, hocalar ve softalardı. İsyancılar ellerinde yeşil bayraklar ve “Şeriat isteriz” sloganlarıyla Meclis’i bastılar. Meclis’te Adalet Bakanı Nâzım Paşa ve Lazkiye Mebusu Emir Aslan Bey’i öldürdüler. Yıldız Sarayı bahçesinde De ‘Şeriat isteriz’ niz Binbaşı Ali Kabuli Bey’i parçaladılar. Sokaklarda kadınlar dövülüyordu. Ölenlerin sayısı 20’yi geçmişti. Bütün yabancı tarihçiler bu hareketi bir karşıdevrim olarak değerlendirirler. İsyanın Taksim Topçu Kışlası’ndaki alaylı subaylar tarafından yönlendirildiğini belirtirler. Taksim Kışlası’ndaki birliklerde, askeri talimlerin çokluğu yüzünden askerler arasında namaz kılmaya vakit kalmadığı yönündeki sızlanmalar da etkili olmuştu. Sonunda Rumeli’den Mustafa Kemal’in Kurmay Başkanlığı’nı yaptığı Hareket Ordusu İstanbul’a gelerek bu gerici isyanı bastırdı. Bu kışlanın daha sonraki Padişah Vahdettin tarafından Fransız kaynaklı bir yabancı şirkete satıldığını, Orhan Erinç “Geçmişten Geleceğe” sütununda dile getirdi. Araştırmacı yazar Atilla Oral’ın son belgeseli “Sömürge Valisinin Himayesinde Vahdettin’in İhanetleri” kitabına gönderme yaparak anlattı. Hareket Ordusu, İstanbul’a gelince bu kışladaki gerici unsurlarla da karşı karşıya gelmiştir. İşte 31 Mart 1909 olayından 104 yıl sonra, yine Taksim’de Topçu Kışlası’nın bulunduğu yerde 31 Mayıs 2013’te başlayan, temelde demokratik ve özgürlükçü bir yaşamı yeniden kurma girişimi çok önemlidir. Demokrasi ve özgürlük yönünde ülkemize yeni açılımlar getirecektir. (*) Bu yazıdaki tarihsel gerçekler, son kitabımız Özgürlük Mücadeleleri Tarihimiz ve Devrimin İlk Karşıtları (Cumhuriyet Kitapları, 2013) kitabımızdan özetlenmiştir. N Gezi Parkı’ndaki direniş sürerken nöbet Direnişte tutanlar gün boyu hükümet aleyhine sloganlar atıyor. En büyük eğlence ise eller havada tüm parkın zıplaması. 8. gün Direnişi Okumak G Aycan ESENERGÜL Uzman Sosyal Psikolog Halkın Uyanış ve Şahlanışı H Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR alkın uyanışını ve Cumhuriyeti, aydınlanmayı koruma kararlılığını yakından ve biber gazı kokuları soluyarak, aralarında Beşiktaş’tan Taksim’e, Taksim’den Şişli’ye kilometrelerce yürüyerek izledim. Coşkulu, umutlu ve vakur idiler. Hiçbir olaya hiçbir taşkınlığa tanık olmadım. Türkiye’yi onların temsil ettiğine inandım ve kaygılarımdan büyük çapta sıyrıldım. Yıllardır AKP iktidarının ve Tayyip Erdoğan’ın yarattığı kaosu, cepheleşmeyi, öfke, nefret, intikam atmosferini soluyoruz. TV’lerde çarpıtılmış yakın tarihimizi, ileri demokrasi masallarını, dönek solcuları, AKP’de demokrasi umudu gören yetmez ama evetçileri, kayıtsız şartsız iktidar yandaşlığı görevini üstlenmiş mide bulandıran konuşmacıları, güce teslim olmuş, bilime, müziğe karşı duran medreseci profesörleri dinliyoruz dün. Cumhuriyeti çağdaşlıktan bilimin yol göstericiliğinden saptıran adım adım doğmaların egemenliği altına sokan, tüm ülkeyi türbanlaştırmayı amaçlayan bir iktidara karşı şahlanan ve asla teslim olmayacağını ispatlayan, tam bir dayanışma içinde uygarlığa, özgürlüğe doğru yürüyen bir halk topluluğu ile birlikte olmanın mutluluğunu yaşadım. Evet, bu millet bütün ihanetlere karşın çağdaşlık bilincine, insan hakları, demokrasi bilincine sahip olduğunu göstermiş ve gericiliğin değil, ancak aklın bilimin uygarlığın, eşitliğin, özgürlüklerin, bağımsızlığın, emeğe saygının vesayetini kabul edebileceğini haykırmıştır. Cumhuriyet mitinglerinden bu yana ilk kez güzel ve umut dolu bir gün yaşadık ve gelecek aydınlık günlere inandık. 31 Mayıs ve 1 Haziran 2013 umut günleri olmuştur. Bu umut sönmeyecektir. ‘Demokrasi’ Maskesi Düşürüldü! A Prof. Dr. Hakkı KESKİN Siyasal bilimci sız eğitim isteyen öğrencilere, hükümetin beğenilmeyen politika ve uygulamalarını protesto edenlerin üzerine biber gazı, gaz bombası, tazyikli su ve copla saldırtan yönetimler, kendilerine asla demokrat diyemezler. Aksine bu uygulamalar, demokratik hakları kabul etmeyen, ülkeyi giderek baskı rejimlerine ve diktatörlüğe sürükleyen politikalardır. AKP son yıllarda çok açıkça demokrasiden uzaklaşarak baskı ve dikta yönetimine hızla ilerleyen politikalar izlemektedir. Batılı hükümetler, kendi ekonomik ve stratejik çıkarları nedeniyle AKP hükümetine karşı çok açık tavır sergilemezseler de, Türkiye’deki durumu çok iyi bilmekte ve izlemektedirler. Avrupa kamuoyunun belli kesimlerinde ise, Başbakan Erdoğan’ın imajı artık bir “tiran”, baskıcı diktatör olarak görülmeye başlanmıştır. ‘Gezi Parkı direnişi bıçağın kemiğe dayandığının işaretidir!’ Türk halkının fazla sabırlı ve tahammülkâr olduğu bilinmektedir. Ancak bunun sınırı “bıçağın kemiğe dayanmasıdır”. İşte o zaman Türk halkı ayağa kalkar ve gerekeni yapar. Tıpkı ulusal Kurtuluş Savaşı’nda kanıtlandığı gibi... Görünen odur ki Başbakan öteden beri toplumu germeyi, kutuplaştır KP yıllarca özellikle Avrupa siyasilerine ve kamuoyuna, Türkiye’de “statükoculara karşı” demokrasiyi, yeniliği, reformları savunan parti olarak kendini tanıtmayı başarmıştı. Son yıllarda demokrasi ve hukuk devleti uygulamalarına karşı kuşkular giderek arttı. Gezi Parkı’nda, ağacına ve çevresine sahip çıkan insanlara yapılan ve hiçbir demokratik ülkede olmayan şiddet ve baskı, Başbakan’ın demokrasi maskesini düşürdü. Çünkü dünya kamuoyu olup bitenleri yakından izledi. Başbakan Erdoğan demokrasiyi, kamuoyundan sakladığı gerçek amacının aracı olarak gördüğünü, söylemi ve uygulamalarıyla göstermektedir. Siyasi ve toplumsal muhalefet, farklı görüş, farklı inanç ve yaşam biçimlerinin özgürce savunulması ve yaşanması, bağımsız yargı, özgür basın, özerk üniversite, çağdaş eğitim sistemi, demokrasinin vazgeçilemez koşullarıdır. Bunlar anayasal ve evrensel haktırlar. ‘Üç beş çapulcu’ iktatörlüğe sürükleyen politikalar Seçimlerde yüzde elli oy aldım gerekçesiyle, basın özgürlüğünü yok edersen, emeğinin hakkını isteyen emekçinin, şehirdeki parkına, ağacına, yeşiline, çevresine sahip çıkanlara, para D mayı ve ayrıştırmayı, stratejisi haline getirmiştir. Bir Başbakan düşününki, yüz binlerce gencin ve her yaş ve meslek grubundan insanın Taksim’de, Türkiye’nin ve hatta dünyanın dört bir yanında katıldığı Gezi Parkı protestolarını, “üçbeş çapulcunun hareketi” olarak nitelendirebilsin. Bu yüz binlere ve onlara gönülden destek veren milyonlarca insana yapılan açık bir provokasyon ve hakaret değil midir? Bu politika, ülkesine ve halkına karşı sorumluluk duyan bir siyasi lidere yakışabilir mi? Üstelik bu insanlara intikam hırsıyla meydan okuyarak “Biz orada yıkılan kışlayı yeniden yapacağız” açıklamasını da ekleyerek. Böyle bir kişiliğin hem de daha fazla yetkilerle cumhurbaşkanı veya başkan olması, Türkiye’yi nerelere taşıyabileceği çok iyi düşünülmelidir! Türk halkının bir kesimini elinizdeki büyük medya yoluyla, baskı ve korku ortamı yaratarak ve de insanların dini inançlarını istismar ederek susturabilir, aldatabilirsiniz. Ancak tüm dünya televizyonlarının gösterdiği şiddeti, baskıyı ve yüz binlerin protestosunu saklayamazsınız. Avrupa medyası Gezi’de polisin uyguladığı şiddeti ve yüz binlerin günler süren direnişini en önemli haberler arasına koyarak vermektedir. Bu insanlar Başbakan’ın “üçbeş çapulcu” sözünü duyunca, böyle bir yalanı söyleyebilen siyasi lidere nasıl güvenebilecektir? ezi Parkı’nda başlayıp kısa sürede Anadolu’nun neredeyse 50 kentine yayılan eylemleri sosyopsikolojik açıdan iyi okumak son derece önemli. Ülkede uzun zamandır karşılaşmadığımız bu toplumsal patlama ve kitlesel hareketler, hiç kuşkusuz, yalnızca ağaçların kesilmesine de, inşa edilmesi düşünülen yapının niteliğine de ilişkin olmanın çok daha ötesinde, çok daha derin ve “biriktirilmiş” bir anlam taşıyor. Son olaylar, aslında, geçen 11 yıl içinde, giderek çok daha baskıcı ve otokrasi eğilimli bir yapıya dönüşen; demokratik, laik, hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayan nice karar ve uygulamalara imza atmış; kendi inanç, yaşam biçimi ve ideolojilerinden farklı olan insanları ötekileştiren, dışlayan; onlar adına onlara bir yaşam ve kimlik biçen her türlü eylem, söylem, uygulama ve hukuki dönüşümleri yaratan bir siyasi yapıya, halkın bir kısmının verdiği gecikmiş tepkidir. Topluma, hoyrat bir tavırla kendi inancını, kültürünü, beğenilerini, yaşam biçimini, dünya görüşünü dayatmanın; başkalarının yaşamlarını kendi doğrularına göre biçimlendirmenin son örneği olarak, bardağı taşıran damla, kısaca alkol yasası dediğimiz düzenleme gibi görünüyor. Bunun ötesinde, büyük bir kesimin haklı duyarlılıklarına, özgürce yaşama taleplerine bütünüyle sağır kalınan bir dönemin etkileri “duyun sesimizi” protestolarında beden buluyor. Sayın Başbakan’ın, verdiği çoğu mesajla, mağrur, kibirli, “inadım inat”çı, buyurgan algılandığı malum. Haykıran on binlerce vatandaşı, “üçbeş çapulcu” olarak nitelemek, üstten bakmacı ve küçümsemeci bir tavır olarak algılanmazsa, nasıl algılanır ki zaten? Sosyolojik olarak en ilginç durum ise protestocuların arasında, sivil toplum kuruluşlarının üyeleri, spor kulüpleri gibi bazı sosyal örgütlü kesimin yanı sıra, on binlerce örgütsüz vatandaşın da yer alması ve eylemin tümüyle kendiliğinden bir nitelik taşıması. Kısaca katılımcıların her toplumsal sınıftan, toplumun çok farklı altkültürlerinden, her yaştan, her meslekten, her aidiyetten olmaları gerçeği. Bu heterojen kimliklerin ortak paydası, dozu giderek artıp, yaşamın her alanını kapsayacak hale gelen baskılara, dayatmalara, karar ve uygulamalara karşı sabırlarının ve öfkelerinin taşması olgusu. Sosyal bilimler literatüründe, kitle davranışı üstüne yapılan son yıllardaki araştırma ve çözümlemeler, farklı zamanlarda, kültürlerde ve toplumsal süreçlerde oluşmuş eylemlere odaklandılar. Toplumsal ve tarihi dinamikler, karşılaştırmalı olarak incelendiğinde, kitlesel eylemlerin iki ana özelliği ortaya çıktı. Birincisi, eski literatürdeki “akılsız güruh”, “çılgın kalabalık” tezlerinin aksine, kitlesel protesto eylemlerinin, doğrudan, ideolojiden ve mevcut sosyal yapının içeriğinden kaynaklanması. Basitleştirilmiş bir ifadeyle, “etki”nin göz ardı edilerek, salt “tepki”ye ilişkin yapılan kuramsal çözümlemelerin aksine, akılcı ve sosyal platformda olan bitenle birebir ilişkili bir “etki ve düşüncesel boyutlu tepki” özelliği saptanmakta. İkinci özellik, kitlesel eylemlerde, “sürecin” tam da kendisinin, başlangıçtaki “naif”, örgütsüz, demokratik bir başkaldırıyı, güçlü bir “toplumsal değişim” hedefine dönüştürme kapasitesi. Siyasi otoritenin gereken dersi çıkarıp, özeleştiri yapıp, bundan böyle daha çok özen ve incelikle her kesimin hak ve duyarlılıklarını hesaba katarak yol alması gerekir. Sayın Başbakan, 2002 seçim sonuçlarının hemen ardından yapmış olduğu konuşmadaki her kesimi kucaklama söylemini anımsayıp, gecikmeden bu söylemi içselleştirmeli ve gereğini yapmalıdır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle